Bodrum Gündem

CANLILARDA YAŞAMIN DOĞASI

19.12.2013
0
A+
A-

Aciclovir creme get Cialis Professional treatment with Cialis Dünyada canlılar kendi doğaları gereği yaşamlarını şekillendirirler. Genelde canlılar iki ayrı gurup olarak karşımıza çıkar. Birincisi hayvan ve bitkiler, ikincisi insanlardır. Her ikisi de bulundukları ortama uygun gelişirler. İklim ve doğa bu yaşam şeklinin belirlenmesinde en büyük etkendir. Özellikle hayvanlar doğada güçleri oranında cinslerinin sürekliliğini sağlarlar. DARWİN bu yaşam şekline “doğal ayıklanma” adını vermektedir. Doğal ortama ayak uyduranlar varlıklarını korur, uyduramayanlar yok olurlar. Bütün bu uyum koşullarına karşın hayvanlar arasında bile dayanışma ve var olma güdüsü, kendini her koşulda ortaya çıkarır.

Canlıların en gelişmişi ve toplumsal yaşamı birliktelikte bulanı insandır. Bir arada yaşamanın kaçınılmaz olarak belli koşulları vardır. Bunlar insanoğlunun doğuşundan ölümüne kadar ki sürede onun yaşam şeklini belirler. Bu şeklin temel göstergesi de içinde bulunduğu ekonomik sistemdir. İlk çağlarda insan kendisi ve mensubu olduğu çevre için yaşam gereksinimlerini sağlarken, mülkiyetin ortaya çıkmasıyla kendi dışındakiler için de üretim yapmaya başlamıştır. Bu kendine yabancılaşma Jean-Jacques ROUSSEAU’ya göre toplumda en güçlünün ortak toprakları bir çitle çevirmesi ile başlamıştır. İşte bu tarihten itibaren insanlar sömürü ile yüz yüze gelmiştir. Çünkü insan doğası her ne kadar yalnızlığa uygun değilse de, onun öz benliği daha fazlasına sahip olmaya yatkındır.

Günümüze geldiğimizde tarihsel olarak ülkemiz, kapitalist üretim ilişkileri ile şekillenmiş ve bu şekillenme toplumu zenginler ve yoksullar olarak ayrıştırmıştır. Genelde yoksullar büyük çoğunluğu, zenginler ise her zaman küçük bir azınlığı oluşturmaktadır. Zenginlerin büyük çoğunluğu da kendi ürettikleri ile değil, bu zenginliklerini hakim siyasi erkin gölgesi altında edinmişlerdir. Oysa gerek toplumsal etik ve ahlak, gerekse de dinler insanların eşit olduklarını var saymaktadır. Gerçek hiç böyle değildir. İnsan her ne kadar aynı şekilde doğsa da, doğduğu aile ve ortam onun eşit gelişmesinin önünde aşılması zor bir engeldir. Doğanın insana verdiği zeka ve toplumdan edindiği bilgi ile kültür bireylerin yaşamını eşit kılmamaktadır. Fırsat herkesin her zaman ve her yerde kullanacağı bir olgu değildir. O bazı insanların haklarının ve çıkarlarının bir başkası tarafından istismar edilerek bazen de cebir ve şiddet kullanılarak gasp edilmesi ile sağlanmaktadır. Oysa beş parmak fiziksel olarak eşit değilse de her biri yekdiğerinin desteğine gereksinim duymaktadır.

Refah ve huzur zenginleşme isteğinin baskısı altında toplumsal dayanışmanın önünde hep engeldir. Bu bazen etnik olarak, bazen de dinsel olarak karşımıza çıkmaktadır. Yoksul bir halkın diğer bir yoksul halkla hiçbir sorunu olmaz ve olmamıştır. Bu halkları çoğu zaman egemen güçler elde edecekleri zenginlik adına savaştırarak bir birlerine kırdırırlar. Bu nedenle de halklar birbirine asla düşman değildir. Düşman olanlar ve düşmanlığı bin bir gerekçeyle körükleyenler hep egemenlerdir. Ülkemiz AKP iktidara gelene kadar Mustafa Kemal’in “yurtta sulh, dünyada sulh” özdeyişiyle tüm komşu ülkelerle sorunsuz yaşamıştır. Bunu sağlamak için de, Batı’da Balkan Paktı, Ortadoğu’da Sadabad Paktı ve Sovyetler Birliği ile Kurtuluş Savaşı sırasında yapılan anlaşmalar hayata geçirilmiştir. AKP Cumhuriyet’in temel kurumlarını yeniden şekillendirip yandaş yaptıktan sonra sıfır sorunla yola çıkıp bin bir sorun yaratmıştır. Ne yazık ki bu, bazı komşu ülkelerin zenginliklerinden pay alma sevdasına düşen iktidar mensuplarının bir eseridir. Halkımızın bu düşmanlıklarda payı olmadığı gibi, elde edilebileceklerden sağlayacağı bir çıkarı da bulunmamaktadır.

Demokrasiler insanlığın kendisini en iyi koşullarla yöneteceği bir rejimdir. Ama gel gör ki, bu sistem bile bazen toplumu aldatacak kurnazlara erki ele geçirme olanağı sağlar. Özellikle az gelişmiş ve gelir dengesi bozuk olan ülkeler siyasetçileri, toplumun kutsal dini değerlerini ve etnik varlığını kullanırlar. Bu gün ülkemiz böyle bir iktidar tarafından yönetilmektedir. Barış ve eşitlik adına iktidar olanlar, inançlarını sadece kendi halkıyla sınırlı değil, komşularımızın ve daha da ileri giderek Libya’da bile savaş unsuru olarak kullanmıştır. Dünyanın dört bir tarafından derleyip topladığı katı dindarları (Radikal İslam) Suriye Halkı’nın üzerine saldırtmıştır.  Daha açık ifade ile, ülkemizin Güney Sınırı El Nusra ve El Kaide’ye kurtarılmış bölge olarak verilmiştir. Suriye sorunu çözüldükten sonra, bir gün bu gücün ülkemizde de etkisini göstereceğini kestirmek için kahin olmaya gerek yoktur. Allah adına bir kez yola çıkıldı mı, nerede durulacağı hiç belli olmaz. Gelişmiş kapitalist ülkeler kendi halkına uyguladığı sömürüyü son noktasına kadar dayatamayacağından, başka ülkelerin zenginliklerini kapışmak ve paylaşmak için hep kendi ülkeleri dışında savaş çıkarmak zorunda kalırlar. İnsanlar yaşamın doğası gereği, bu durumlarda saldırganlara karşı direnme zorunda kalırlar. Buna rağmen iktidarı elinde tutan erk, saldırgan tavrından asla vazgeçmez. Bugün bizim ülkeyi din kutsalları ile ele geçirenler, dünyanın zenginlerine silahşörlük yapmak için son derece pervasızca davranmaktadırlar.

Günümüzde ülkemizi yönetenlerin ihtirasları ve dünya görüşleri toplumun bilgi ve kültürüne denk düşmemektedir. Ülke bir taraftan önüne gelene her şeyi ile pazarlanırken, diğer taraftan da toplum çağdaş yaşam tarzının gerisine sürüklenmektedir. Bu insanlarımızı ürkütmektedir. Ama unutmamalı ki, devrimler bir doğrultuda ilerlemez. O kendi yolunda bazen gerilese bile gün geldiğinde daha ileriye doğru sıçrayış gösterir. Yeter ki, umutsuz olunmasın ve yürekte yanan ateş söndürülmesin.

ETİKETLER:
Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.