Bodrum Gündem

AŞK İLLÜZYONDUR / Serap Eflanlı yazıları…

Uçuşarak, serin bir esintiyle geldi bugün. Her zamanki yumuşaklığından daha da yumuşaktı; muzipce gözlerime baktı ve seni konuk eden dostum sayesinde, anlatmadığım ama sezinlediğin bir şeyi yazmış olduğunu öğrendim. Aşk’ı “illüzyon” olarak tanımladığımı kimse bilmez, şaşırttın beni, dedi. O anlatmadan ve ben O’na sormadan kısa bir yazı yazıp yayımlamıştım. Suçluluk duygusu tam da tüm bedenime yayılıyorken, fark etmiş olduğun için çok sevindim, mutlu oldum; kemikleşmiş zor bir mesele hakkında, bana bir şeyler anlatma fırsatı verdi bu hareketin.

Evet, bence aşk, illüzyondur ama, hastalıklı ve hesaplı bir durumdur da ayrıca. Özünde acıyı seven, sevmemiz yetmezmiş gibi ballandıra ballandıra anlatan yapımızın, aşk gibi ne idüğü belirsiz bir durumu, hallerden hallere, durumlardan durumlara sokma ve içinden bol miktarda gözyaşı çıkartma gayretini çok iyi anlıyorum.

Konusu açıldığında, fikrim sorulduğunda; vakti zamanında, canımı acıtarak, içimi kanırtarak, bedenimi, ruhumu defalarca ameliyat masasına yatırıp, kesip biçmiş biri olarak, bugün, “aşk” denilen durum hakkında, kendimce tespitlerimi söyleme hakkım olduğuna inanıyorum. Erdemli bir yaşam mücadelesi içinde olmak ve bunun için acı çekmek, bedel ödemek dışında, hiç bir şeyin kutsallığı yok, benim için. Dolayısıyla herkesin kutsallaştırmaya çalıştığı aşk’ın da, bir kıymet-î harbiyesi yok. Sustu birden, sonra küçük, sıcak elleriyle ellerimi tutarak, çok mu hızlı girdim konuya? yüzün kasıldı, gözlerin soru işareti. Hadi kahve içelim, hatta ben yapayım bu sefer; öyle devam edeyim anlatmaya dedi. Hiç bir şey diyemedim; O’na çok yakışan, turkuaz rengi elbisesinin etekleri uçuşa uçuşa mutfağa gitti. Cezve, fincan, kaşık seslerine, yumuşak incecik bir melodi eşlik ediyordu. Elinde, iki kahve fincanı ve iki ince sigara olan tepsiyle, yine yüzünde içimi ısıtan gülümsemesiyle yanıma geldiğinde, gevşediğimi farkettim. Tepsiden kahvesini ve sigarasını sakince aldı, rahatça kanepeye oturup, turkuaz rengi elbisesinin eteklerini dizinin üstünden hafifçe yanlara bıraktı; zarifti gerçekten. Kahvesinden bir yudum, sigarasından bir nefes aldı ve arkasına yaslanıp, omuzumun üzerinden bir noktaya bakarak anlatmaya başladı.

Beni ruhsuzluk, duygusuzluk, taş kalplilikle eleştiriyorlar bir süredir. Gençliğimden ve yetişkinliğimden bildiğim, dinlediğim, kendimi jiletlemek(!) istediğim, “aşk”ı anlatan şarkıları çok ama çok saçma buluyorum, diye. Düşünsene, bir durum var ortada (aslında yok da) ve sen bundan acı duymaya bayılıyorsun, bitse bu durum, acın daha çok artacak diye de acı çekiyorsun; birine karşı hissettiklerinin karşılıksızlığı, karşılıksız olabilme olasılığı üzerinden ya da hiç böyle bir şey yokken, “aşık” olduğunu söylediğin kişiyle elele, göz gözeyken bile, içinde “ölürüm”, “öldürürüm” kelimelerinin geçtiği şarkıları ayıla bayıla, göğsüne vura vura dinliyor, dinletiyorsun, söylüyorsun avaz avaz. “Başkasını seversen, bil ki yaşatmam seni”, “seni versinler ellere, beni vursunlar”, “bu akşam ölürüm, beni kimse tutamaz”, hele ki “aşk için ölmeli, aşk o zaman aşk” gibi, yaşamı kıymetsizleştiren sözler yetmez; “ben sende tutuklu kaldım, “kapında köleyim”, “beni sev, beni koru, bana anlat, bana öğret”, “seninle varım”… gibi binlerce acizlik içeren sözün olduğu şarkılarla, kendinden geçen bir yürek, beden, akıl, ruh için sağlıklı diyebilir miyiz? Kişi kendini neden değersizleştirmeyi seçer de sonra, değer görmediği için acı çeker?

Yapılan tüm aşk taşkınlıklarının, beklenen karşılığı görmemesi durumunda söylenenlerin, (burada, önemli bir öfke kontrolü vardır) “… ama ben seni sevdiğimden …”, “… senin için …”,  diye açıklanmaya çalışılması da koca bir yalandır. Çünkü “aşk” basbayağı BENCİL bir şeydir. Yaptığın hiç ama hiç bir şey O’nun için değil, “O SENİ SEVSİN” içindir. “Hesap”lıdır yani. Bir insanın, ancak bir başka insanla varolabilmesi, buna inanması, kendini O’nsuz nefes alamıyor, yaşamıyor sanması, giderse öleceğini düşünmesi, akılla açıklanabilir bir şey mi? Bu bir illüzyondur, zamanla illüzyonist kendine yabancılaşır, “mış” gibi yaptıklarına önce kendini, sonra da herkesi inandırmaya çalışır. Bir gün gelir, şapkasında tavşan, şişesinde çiçek, avuçlarının arasında renkli kumaşlar olmadığını görür. Ve perde kapanır…

Acil şifalar diliyorum, bu durumda olanlara… Dinlemeyin o şarkıları diyorum. Ölmeniz, öldürmeniz, derin acılar yaşamanız, bir başka bedenin yanında varolmaya çalışmanız gerekmiyor; uyuyunca geçiyor…

Etkileniyorum anlattıklarından ve anlatış biçiminden. İnanmış, uğraşmış, didinmiş ve geçilemez diye düşünülen, hatta kendisinin bile içten içe geçemeyeceğini düşündüğü, çok yüksek bir eşikten geçmiş; eşiğin ardını da, önünü de içine sindirmiş ve bunu dillendirebilir duruma gelmiş halini görseniz, siz de etkilenirdiniz.

Giderken bana bıraktığı; “saygılı, hoş bir muhabbet ve özel, ölçülü bir ihtimamla da yaşanabilme ihtimali”…

 

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

  1. fulya dedi ki:

    Aşk şarkılarına biri dur demeli. 😉

  2. oktay dedi ki:

    çok güzel eline sağlık