Bodrum Gündem
TUNÇ ŞANAD

TUNÇ ŞANAD

Tunç Şanad 5 Aralık 1957 tarihinde İstanbul’da doğdu. Levent (Etiler) Lisesi’ndeki eğitiminin ardından, Marmara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi’nden mezun oldu. 1975 yılından bu yana kesintisiz olarak çalışma hayatını sürdürmektedir. İnşaat, turizm ve daha uzun bir süre reklam sektöründe çalıştı. Dört büyük seyahat acentesinin reklam departmanlarını kurup, yönetti. Türkiye’de gerçekleşen uluslararası büyük kongre ve etkinliklerde ekibiyle görevler üstlendi. 2002 yılından bu yana kendi ajansında reklamcılık uğraşını devam ettirmektedir. Bekar olup, 1990 doğumlu bir kızı vardır. Muhtelif dergilerde, kurumsal yayınlarda ve gazetelerde makale ile diğer yazıları yayınlanmıştır. "Ters Köşe Hikayeler” adında bir öykü kitabı vardır.

    SADECE SEVDİM / Tunç Şanad “BG DERGİ” yazıları…

    Bodrum’dan İstanbul’a bir yol hikayesi

    SADECE SEVDİM / Tunç Şanad “BG DERGİ” yazıları…

    tunc_sanad_sadecesevdim_bodrum_gundem_dergi

    Direksiyondaki adam “Çakır’la Panda’yı Bodrum’da bıraktığımız iyi olmuş” dedi, yan koltukta oturan kadının çok sevdiği iki köpeği kastederek.

    “Evet, komşumuz Ahsen Hanım onlara iyi bakacaktır” diye onayladı karısı; “Zaten otomobille uzun yolculukları ikisi de hiçbir zaman sevmedi.”

    “Onları ilk aldığımız günü hatırlıyor musun?”

    “Nasıl hatırlamam” dedi kadın; “Oğlumuzun onuncu yaş günüydü.”

    “Ne çok sevinmişti, ne çok… Üstelik kutudan bir yerine iki köpek çıkınca…”

    “Daha bir iki aylık olmalarına rağmen barınakta birbirlerinden ayrılmamak için ikisi de kıyameti koparmıştı. İçimiz elvermemişti onları ayırmaya…”

    “Doğru…” dedi adam; “İyi ki öyle yapmışız; on dört yıldır hayat arkadaşı oldular birbirlerine.”

    “İki insan birbirinin ne zaman ‘hayat arkadaşı‘ olurlar?” diye mırıldandı kadın, yanındaki erkeğe mi yoksa kendine mi sorduğu belirsiz.

    “Nasıl yani?”

    “Yani, önce arkadaşsındır muhtemelen, sonra sevgili olursun, nişanlı ve bir bakmışsın karı-koca… Ya hayat arkadaşı?..”

    “Bizim başlangıçta ‘arkadaş’ olduğumuz biraz tartışılır doğrusu…” diye gülümsedi adam; “Bir başka açıdan da arkadaşlığımızın epey uzun sürdüğü söylenebilir.”

    “Akademinin son yılının ilk ayında yakın arkadaşım Ferda’nın ‘Gel ilk iki derse bizim amfide gir, bu hocanın dersini dinlememiş olmak başka bir bölümde okusan bile çok büyük kayıptır’ deyip kolumdan sürüklemesi hayatımızın o andan sonraki yolunu çizdi.”

    “Ooo… Buna çok da katılamıyorum. Her şey o akşam bitebilirdi benim kararlılığım olmasa… Sen bizim bölümdeki ikinci dersin sonunda gidince arkadaşın senin hakkında ne düşündüğümü sorduğunda…”

    Çok iyi bilmesine rağmen “Ne cevap vermiştin?” diye sabırsızca sözünü kesip sordu kadın… O günü ve sonra olanları bunca yıl kim bilir kaç defa konuşmuşlardı. Her defasında içlerini bir mutluluk sarar, birbirlerinin gözlerine sevgi ve şefkatle bakarlardı.

    “Yeni tanışan iki akademi öğrencisiydik. Ne söyleyebilirdim ki?.. ‘Çok cici bir kız, sevdim’ diye yanıtlamıştım. Birden heyecanlandı ‘Oldu bu iş’ dedi. ‘Dünya iyisi bir kızdır, bak hiçbir zaman üzmeyeceksin onu… Ben şimdi onun ardından gidiyorum ve yetişip konuşuyorum’ diye ekledi, arkasını dönüp hızla sınıftan çıktı.”

    “Sen ‘Dur ne yapıyorsun’ falan demedin mi?..”

    “Nerede… Ben öylece taş kesilip kalmıştım. Dilim tutulmuş ne diyeceğimi bilememiştim.”

    “Çok etkilenmiştin yani benden…”

    “Doğrusu etkilenilmeyecek bir genç kız değildin. Ama ben Ferda’nın dediklerinden aranızda daha önce benim hakkımda konuştuğunuz kanaatine varmıştım.”

    “Taa ki sabah gelip okulda seni buluncaya kadar…”

    “Doğru… Karşıma dikilip gayet ciddi bir ses tonuyla ‘Dün bana çıkma teklif etmişsin. Bunu kabul edemem’ deyip beni yine şaşkın bir halde bırakıp gitmiştin.”

    “Şaşkınlık halin çabuk geçmiş olmalı ki; sonra peşimden hiç ayrılmadın.”

    “Doğrusunu söylemek gerekirse o yıllardaki en yakın arkadaşım Samet’in Ferda ile çıkıyor olması işimi kolaylaştırdı.”

    “İster istemez aynı arkadaş grubu içinde olduk, birlikte gezmeye başladık.”

    “Hatta daha çok dörtlü olarak dolaşmaya dönüştü bu hal” dedi direksiyondaki adam.

    Yan koltuktaki kadın “Ne zamandan itibaren hafta sonları sadece ikimizin buluştuğu saatlere dönüştü hatırlamıyorum. Nasıl oldu, onu da…” diye söylendi.

    “Bana o sıralar ördüğün koyu yeşil uzun atkıyı hatırlıyor musun?.. Parkamın önünde boynumdan iki yana doğru aşağıya salınmaları ne hoşuma giderdi.”

    “Hatırlamaz mıyım; sen yokken çalıştığın ofise bırakmıştım. Bir yandan da seni şımartmış olmamdan korkuyordum.”

    “Sadece ikimiz dolaşıyorduk çoğu kez artık, ama yine de benim çıkma teklifimi kabul etmiyordun.”

    “Evet, çevremde seni tanıyan ne kadar arkadaşım varsa hepsi beni uyarıyorlardı. Senin o zamana kadar birlikte olduklarını nasıl üzüp terk ettiğini anlatıp duruyorlardı.”

    “Okul bitip de ben askere gittiğimde bile inadından dönmedin.”

    “Doğrusu gerçek anlamda ilk yumuşamalarım askerden bana yazdığın mektuplar sayesinde oldu. Önce haftada bir iki, sonra her gün ve uzun bir süre günde birkaç… Postacı sayarak verirken gülüp duruyordu artık… Neyse ki, dört aylık kısa dönem yapıyordun.”

    “Oysa ben askerde kıskançlıktan kıvranıp duruyordum. Kimi arkadaşlarımdan etrafında tıp mezunu bir çocuk olduğu haberini alıyordum. Mecburi hizmete giderken evlenip seni de yanında götürmeyi teklif ediyormuş. Hiç düşündün mü öyle yapmayı?..”

    “Söylemeyeceğim” dedi kadın hınzırca bir edayla…

    “Artık her şeyin sadece doğrusunu söyleyeceğimiz bir zamanda değil miyiz?.. Her lâfımız yalansız, her halimiz şeffaf olmalı” dedi adam gözünü bir an bile yoldan ayırmadan…

    Yan koltuktaki kadın bunu fırsat bilip “Söyle o zaman bakalım” dedi; “Bana olan aşkın ne zaman bitti?”

    Adam hiç de kendini köşeye sıkıştırılmış hissetmedi. “Önce şunu saptamalıyız bence… İnsanlar aşkın bin bir türlü tarifini yaparlar ya…”

    Kadın itiraz etti. “Hani artık lafı dolandırmak yoktu?”

    “Ben de tam olarak onu yapıyorum zaten” dedi adam; “Derler ki ‘aşkı yaşatmak için beslemek gerekir’… Bence ‘aşk’, beslendikçe, doyuruldukça, tatmin edildikçe biter, yavaş yavaş tükenir. Bundandır gençliğimizdeki sevgililere kavuşamadıkça tüm hayatımızın fonuna o aşkın

     

    yerleştirilmesi… Aşk öyle kuvvetli bir duygu ki, tatmin edildikçe bir süre sonra hızını kaybetmesi ve giderek bitmesi çok normal… Önemli olan ondan sonrası; bu durumu ‘sevgi’ye dönüştürebilmek. Saygıyla ve şefkatle de o ‘sevgiyi besleyerek’ hep yaşatmak.”

    “Haklısın galiba” diye mırıldandı kadın; “Bu yüzden mi hep evliliğe karşı bir insan oldun? Ama yine de evlendin benimle…”

    “Biz seninle annenin komşuları için evlendik. ‘Bunca yıl oldu, hâlâ evlenmediler. Bu çocuk kızınızı oyalıyor galiba’ demesinler diye. Yoksa ben bütün ömrümüzü değil evlenmek, iki ayrı evde geçirmekten yana oldum daima. Bu durum tek eşli olmamıza bir engel de değildi bence; hatta böyle bir durumdaki sadakatin değeri daha da fazla olmaz mıydı?.. Kimi hafta sen bende iki gece, bazen de ben sende bir gece kalabilirdim. Düşünsene, her buluşmaya gelişimizde kendimize daha bir itina göstereceğiz ve kaç bininci olursa olsun o an yeniden kavuşmanın hazzını yaşayacağız.”

    “Değişik düşünceli bir adam oldun hep” dedi kadın.

    “Ama genellikle durgun, sohbeti kimi arkadaşlar kadar tat vermeyen… İş hayatının üzerinde yaşattığı baskı ve sıkıntılar, insanın nedenlerini keşfetmiş olsa bile irili ufaklı travmalarının yansımaları… ‘Ufak travma’ nasıl oluyorsa?.. Kızımızı kaybetmek gibi kocaman bir travmanın yanında diğerleri ufak kalır tabii…”

    “Doğru, o kaza hayatımıza damgasını vurdu.”

    “Sen ona kaza mı diyorsun?.. Bence resmen… Neyse…”

    “Evet neyse ki ardından oğlumuz dünyaya geldi” dedi yan koltukta oturan karısı; “Ama sen yine de hep simsiyah giyinmekten vazgeçmedin bunca yıl…”

    İstanbul yönünden gelen karşı istikamette bir aracın yanıp sönen mavi ışıkları, asfaltın ıslak zemininde giderek daha çok parlamaya başlamıştı. Siren sesi de yaklaşıyordu.

    “Artık karanlıkta iyi görmüyorsun, ben kullanayım demiştim” diye söylendi kadın.

    “Hele karşıdan gelen arabalar uzun farlarını açık unutmuşlarsa…” diye içinden geçirdi adam.

    Arabanın önünde duran ambulansın içinden görevliler hızla çıktılar. İlk inen doktor markası ve rengi tanınmaz hale gelmiş aracın artık olmayan kapı camından kolunu içeri sokarak direksiyon koltuğunda oturan adamın boynuna parmakları yerleştirdi. Birkaç saniye sonra yüzünü buruşturarak bir ümitle otomobilin öbür tarafında kadının durumunu kontrol eden ekip arkadaşına baktı. Sağlık görevlisi donuk bir ifadeyle başını iki yana salladı.

    “Askerden dönüşümden çok kısa bir zaman sonra yılbaşı için Uludağ’a çıktığımızı hatırlıyor musun?” diye sordu adam.

    “Evet…” dedi kadın; “Herkes odalarına çekildikten sonra şömine karşısında yan yana iki koltukta gün doğuncaya kadar oturduğumuzu ve ilk olarak öpüşmemizi…”

    Dışarıda yağmur çok hızlı değilse de yağıyordu ve arabanın bir yana buruşturulmuşçasına toplanmış kırık camının bıraktığı boşluktan içeri giren damlalar kadının gözünün kenarında biriken bir damla yaşı da yanağından aşağı beraberlerinde götürüyorlardı.

    “Şimdi kızımızla buluşma vakti” dedi direksiyondaki adam. “Sana teşekkür ederim.”

    “Ne için?” diye sordu kadın.

    “Bugüne kadar hayat arkadaşım olduğun için, bunu sürdürdüğün için” dedi adam. Sonra birden bir şey aklına gelmiş gibi “Sana son olarak şunu sorabilir miyim?.. Ben zaman zaman, hatta doğrusunu söylemek gerekirse çoğunlukla çekilmez biri oldum. Sahi bunca yıl sen bana nasıl katlandın?”

    Kadın giderek uzaklaşan bir sesle mırıldandı: “Ben hiç katlanmadım. Seni hep sevdim, sadece sevdim.”

    bodrum-gündem-dergi-2-sayı-çıktı-haber

    Yazarın Diğer Yazıları
    Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.