Bodrum Gündem

İSTANBUL’UN SON FOTOĞRAFI / Can Pulak İstanbul yazıları…

can-pulak-bodrum-gündem-İstanbul-yazıları

Huzuru iyice kaçtı memleketin. Fotoğrafı değişti güzel Türkiye’min. Tipler bozuldu, kıyafetler düştü, yüzü gülen insanlar hayli azaldı ortalıkta. Aslında hiç kalmamış demek daha doğru olacak ama dilim varmıyor işte…

Doğup büyüdüğüm İstanbul’u gezdim bu hafta. Sirkeci, Eminönü, Karaköy, Mahmutpaşa, Kapalıçarşı’yı dolaştım, esnafla konuştum, dükkanlara girip  çıktım. Ortadoğulaştığımızı farkettim, Arapça konuşanların çokluğuna, batılı turist yokluğuna, giyimde fukaralığa bakıp, çok üzüldüm. Adım başı dilenci, adım başı Suriyeli, adım başı Arap lokantaları, Arapça yazılı tabelaların fazlalığı dikkatimi çekti. Bir de kiralık, satılık, tasfiye ve kapatıyoruz gibi tabelalar…

Kapalıçarşı’yı hiç sormayın. Bomboştu desem yeridir. Dükkanlarda çalışanların ve kapılardaki gelgelcilerin kalabalığı da olmasa, tahliye ediliyor sanırsınız. Bir zamanların iğne atsanız yere düşmeyeceği Kapalıçarşı, müşteriye hasret hale gelmiş durumda. Dükkanların kapısındakilerle konuşup, (nedir bu haliniz?) diye sormak mümkün değil. Hiçbiri Türkçe bilmiyor, çoğu Arap çünkü. Sahiplerine gelince ağlayacak haldeler, (bu hallere mi düşecektik) diye sızlanıyorlar. Kapalıçarşıda en kalabalık dükkan, Osmanlı kıyafetlerinin sergilendiği, giyip fotoğraf çektirdiğiniz yerdi. Kıyafet satın alan yok, sadece 15 Euro yada 50 TL verip kaftanlarla, cüppelerle, elde koca tahta tespihlerle fotoğraf çektiriyorlar. Aralarında Arap turistler de vardı ama çoğu Türk’tü…

Mahmutpaşa, o her kafadan bir sesin çıktığı, çığırtkanların gürültüsünden geçilmeyen Mahmupaşa’nın yerinde yeller esiyordu. Belediye oraları düzenlenmiş, yolda tezgah filan kalmamış, rahatça gezebiliyorsunuz dükkanları. Ama Mahmutpaşa da çok tenhaydı, esnaf evet-hayır tartışması yaparak vakit geçiriyordu. İş olmayınca siyasetin gerginliği onlara da yansımıştı. Fiyatlar şaşırtıcı derecede ucuzdu. 5 liraya 10 çorap,10 liraya 4 atlet veya külot, 20 liraya kız çocuklarına harika tuvaletler, 10 liraya kaliteli olmasa da giyilebilir ihraç fazlası gömlekler, 25 liraya bayağı iyi pantolonlar, kotlar, kadifeler, 75 liraya takım elbise, 15 liraya ayakkabı. Etiketler inanılacak gibi değil. Yaşadığımız yerlerde ne biçim kazık yediğimizi şimdi daha iyi anladım.

Sirkeci’deki düzen, caddelerin temizliği, dükkanlardaki disiplin müthişti. İyiye iyi, yiğidi öldür ama hakkını ver. O beyaz eşya ve elektronik cenneti Doğu İşhanını nasıl düzeltmişler, inanılacak gibi değil. Ama orada da hararetli bir alışveriş görmedim. Bir şeyler olmuş İstanbul’a tarifi zor, biraz irdelesem herşeyin çok iyi gittiğini sanan fanatikleri kızdıracağım. Oysa benim amacım o değil. İstanbul’da doğup yaşamının çoğunu Ankara ve Ege’de geçiren 74 yaşında birinin gözlemleri. Her günü bu şehirde geçirenlerin, yaşayanların, kanıksamışların fark edemeyecekleri şeyler…

Vah Beyoğlu vah, vah Taksim vah, ne hale gelmişsiniz öyle? Bir büyük firmaya buraları rezil edin diye ihale kazandırsak, bu kadar başarılı olamazdı. Taksim bir beton faciası halinde, koca meydanda ayağınızı basacak bir karış toprak yok. Ağaç ve yeşil fukarası bir yer haline gelmiş. Gezideki ağaçlar da olmasa, gölgesine sığınacağınız yer kalmamış. Duydum ki, buralar da gidiyormuş, yerine yeni yapılar düşünülüyormuş. İnşallah doğru değildir, büyük bir caminin temelini de atıyorlarmış yakında. İhtiyaç var mı tartışılır ama öncelikler sıralamasında bekleyen başka projeler de mevcut. Camiye gösterilen ilginin bir kısmını da onlara gösterseler ya.

Örneğin Atatürk Kültür Merkezi…

Yıllardır öylece, yıkıldı yıkılacak duruyor. İstanbul gibi koskoca bir şehrin Opera-Bale, klasik konser salonu yok. Ayıp değil mi..?

Beyoğlu’na, o pejmürde haline, o yollardaki felaketine çok üzüldüm. Her yer yamalı, delik deşik, bakımsız. O güzelim dükkanların yerini kalitesiz, işporta mallar satan, Araplaşan yerler almış. O eskinin zarif ve şık giyimli İstanbul hanımefendi ve beyefendileri, yüzü gülen çocukları gitmiş, hırpani bir nesil çıkmış ortaya. Sakallı erkekler, kirli sakallı gençler, türbanlı ve çarşaflı hanımların çokluğu şaşırtıcı hale gelmiş. Suriye’li tatlıcılar, her sokağın başındaki Arap satıcılar, bul karayı al parayı oynayan üçkağıtçılar… Moralim çok bozuldu, bunları Türkiye’nin başına kim musallat etti.? Bu Beyoğlu’nun bir Belediye Başkan’ı yok mu? İstanbul Milletvekilleri görmüyorlar mı bu rezaletleri? Neyse…

İyi hizmetleri de görmek, belirtmek, yapanları takdir etmek gerek. Öncelikle İstanbul’un tarihi eserlerini, o güzelim camilerini, çeşmelerini, külliyelerini, saraylarını filan çok iyi onarmışlar, ışıklandırmışlar, pırıl pırıl hale getirmişler. Sevinmemek, gururlanmamak mümkün değil. Çoğu yerde restorasyon çalışmaları sürüyordu. Belli ki, elden geçmemiş yer bırakmayacaklar. Karaköy meydanındaki tarihi binalar, bankalar caddesindeki Fransız-İtalyan mimarisinin örnek yapıları, Şişhane, Kabataş, Dolmabahçe’deki tarihi dokular iyice ve belirgin şekilde ortaya çıkmış.

İstanbul’un bence takdir edilecek hizmetleri, toplu taşıma ve ulaşım sektöründe olmuş. Atatürk Hava Limanından metroya binip, ta Levent’e, Maslak’a, Hacıosman’a gidebiliyorsunuz. Sirkeci’den girip metroya Üsküdar’a beş dakikada ulaşabiliyorsunuz. Kadıköy’den Kartal’a yine metroyla gidebiliyorsunuz. Metrobüsler, düzenli ve bakımlı otobüsler tıkır tıkır gidip geliyor. İçleri tertemiz, tarifeler saat gibi çalışıyor. Sabah işe gidiş ve dönüş saatlerinde sıkıntı ve zorluk oluyor ama şimdilik yapacak bir şey yok. Onca yatırım, onca yeni projeye rağmen trafik tam rahatlamış değil. Atina’da ve bazı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, tek plaka-çift plaka uygulamasına geçebilseler, belki bir miktar rahatlama sağlanabilir.

Şimdi geliyorum İstanbul’un Amerika’sına. Şişli’den öteye geçtiniz mi, bir başka İstanbul’a gelmiş gibi oluyorsunuz. Tipler, binalar, dükkanlar değişiyor, sanki bir başka şehirdesiniz. Hele Levent, Maslak tarafına uzandınız mı, Newyork’un fotoğrafının küçüğüne rastlıyorsunuz. Müthiş binalar, müthiş alışveriş merkezleri, renkli dükkanlar, çok lüks restoranlar peşpeşe sıralanmış. Bunları beğenenler de var, İstanbul’un içine etmiş diyenler de… Ben beğendim doğrusu, İstanbul’un o tarihi dokusuna uygun değil ama buna da ihtiyaç var işte. Şehrin nüfusu 20 milyonu aşmış vaziyette. İstanbul kanalı gibi uçuk projeleri de gerçekleştirmeye kalkarlarsa, hele göçü de önleyemezlerse, nüfus artışını engellemek artık hayal olur. Tıpkı trafiği düzenlemenin ve trafik çilesini azaltmanın hayal olduğu gibi…

Şehrin küçük Amerika fotoğraflı bölümü, yapılan yollar, metrolar, köprüler, toplu ulaşımdaki başarı  sizleri yanıltmasın. Evet çok işler yapıldı ama bunlar tıpkı ülkede yaşayanlar gibi, İstanbul’da yaşayanları da pek mutlu etmiyor. Huzur ve güven istiyor halk. Koca kentte yarınından endişe etmeyene rastlamak kolay değil. Terörden iyice tırsmışlar. Siyasetteki kavgalardan, siyasetçilerin bağırıp çağırmalarından, ülkenin yönetim olarak hergün geriye gitmesinden, iktidar yanlısı fanatikler hariç herkes şikayetçi. Eskiden insanlar çekinirlerdi söylemeye. Şimdi açık açık ve yüksek sesle eleştirmeye başlamışlar. Taksilere binin, şoförlerle konuşun, berberlere gidip bir traş olun, ne demek istediğimi anlarsınız. Bu ülkeyi yönetenlerin halkın arasında yaşayan, sokakları tarayan, insanlarla konuşup nabız yoklayan kimseleri yok mu? Merak ediyorum doğrusu…

Bir başka İstanbul seyahatimde, İstanbul’un Kadıköy tarafının da bir fotoğrafını çekip, oraları da sizlere anlatırım inşallah…

23 Mart 2017 İstanbul

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.