Bodrum Gündem

SINIFTA KALMAK / Serdar Anlağan yazıları…

Gülcin_ovacikhalk

Ortaokul-lise öğrencilerinin kâbusuydu sınıfta kalmak. Sınıfta kalan “mallara” acıyarak bakılırdı. Ya çok kabadayı, bulaşılmayacak, belâlı tipler ya da ezik zavallılar olarak görülürlerdi.  Korkunç olan, çocuğun cezalandırılarak arkadaşlarından ayırılması, kendinden küçük çocuklarla o beş para etmez ezberi bir kez daha tekrar etmeye zorlanmasıydı. Çocuğu sosyal olarak infazdı bu. Çocuğun kendine biçilen bu zorbalığı bir de aile içinde nasıl göğüslediği ise düşünülmezdi bile.

Bu sistem “social climber”lar yarattı. Kopyacıları. “Sınıf Tırmanıcı” olarak çevirebileceğimiz bu kavram, istediğine ulaşmak için insanlarla ilişkiye giren “arkadaş, dost, sevgili” olan, asıl hedefine ulaştığında ise onları silip sosyal statüsünü yükseltmeyi amaçlayan, hatta arkasında kanıt bırakmamak için “yoldaşlarının” üzerlerine basıp zevkle ezen, insan duygularını sömüren birey için kullanılır oldu.

80’lerde Propagandasının zirvesine ulaşan acımasız Yupi tipinin özeti bu. Bugün akademilerin ve “kültür-sanat piyasası”nın vitrinindeki, giderek içlerinin ne kadar çürük, kokuşmuş olduğu iyice açığa çıkan hırsız, uğursuzları bunlardır.

Derslerinde başarı gösteremediğinde bu yolu seçti çocuk.

Nuremberg Duruşmaları sırasında önde gelen Nazi katillerine IQ testi yapılmış. Bir çoğu 130-140 IQ ile neredeyse “dahi” çıkmış. Demek ki sapkınlık ve zekâ arasındaki korelasyon sorgulanmalı. Erdemsiz zekâ ölüm, yıkım ve sömürü demek.

Kapitalizmin eğitimi ise çocukları Muhterem Rakel Dink Hanımefendi’nin tarihi konuşmasında belirttiği gibi “birer katile” dönüştürüyor.

Derslerde sorun var. Şüphesiz…

Ama asıl sorun “Hoca”larda.

Mimarlık felsefesi üzerine çalıştığım dönemde, bu ülkede T cetveli, pergel ve gönye ile fakülteden mezun olan son öğrencilerden biri olduğumu farkettim.

Pratiği olmayan felsefenin safsata olduğu kabulünden hareketle, yıllar sonra bilgisayarı kapatıp, elime pergel ve gönye alıp, Akademi’deki değerli “ancient” hocalarımın yayınlarından baka baka, beş temel geometrik formun, salt pergel ve gönye ile hatasız, üst üste çizme çalışmasına başladım. Öyle ya mimar ölçü ile değil oranla düşünür.

Sonra bu işin, kopya çekmeden öğrenilmesinin, hadi öğrendin diyelim, hatasız biçimde, örneğin çizgi uçlarının mükemmel kavuşumunu, kâğıdı kirletmeden, yardımcı çizgiler ile anahatlar arasındaki hafiflik-koyuluk dengesini sağlamanın yani bilgiyi eyleme dönüştürmenin ne kadar emek istediğini ve öğrendiğin, bellediğin şeyi somutlaştırmanın ne denli zorlu olduğunu da kavradın mı?

Kavradın mı?

Aferin…

Bitmedi, bir de bu kavrayışı unutmadan taşıman ve senden sonraki kuşaklara da aktarman gerekiyor.

Bunun için de hem döngüsel hem lineer ilerlemen, çalışman gerekiyor.

Ve erdemli ve güçlü olman.

Güç ise zayıfı ezmemek ama zayıfın ezilmesine de, ezmesine de karşı çıkmak, sömürünün her türlüsüne ve en önce kendi varlığının sömürülmesine karşı çıkmaktır. Güç dengedir. Yaşamdan yana denge.

Tabi şiir bu…

Hadi bunların hepsini başardın diyelim…”Hocaların Hocası” oldun diyelim…

Sınıfı geçtin mi Hocam?

Yoksa, bir zamanlar aşık olduğun “emansipe” sosyalistin, içinde kadîm Dişbudak ağaçlarının  yapraklarının esintiyle titreşerek, ruhunda “venedik körlüğü” yarattığı gözleri bulanıp, buğulanınca artık bir daha onlara doğrudan bakamayacağını anladığından vicdan azabı mı duyuyorsun?

Yoksa “gerçek” mi zorluyor, giderayak seni?

Zor…

Senin sınıfı geçip geçmediğini ne kendin ne de ben söyleyemem…

Tarih söyler…

Ve sen de ben de o tarihin bir parçasıyız…

3 Mayıs 2017 / Dereköy

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.