Bodrum Gündem

GEÇMİŞİ SEVMEK – KIRMIZI ŞARAP

GEÇMİŞİ SEVMEK – KIRMIZI ŞARAP

serap-eflanlı-bodrum-gundem-yazilari-1Bugün daha fazla kalmak istiyorum sende, uygun musun? diye aradı. Şaşırdım, çünkü böyle bir şeyi ilk defa yapıyordu; hiç aramaz, hep ansızın gelir ve giderdi. Elbette uygunum, gel hemen dedim. Yok hemen gelemem, biraz alışveriş yapacağım ama, bir saate kadar sende olurum dedi.

Söylediği zamanda geldi. Elindeki torbayı bana uzatarak, bunları böylece dolaba koy lütfen dedi ve her zamanki yerine, büyük camın yanındaki kanepeye yarı uzanır vaziyette oturdu.

Şöyle bir durumdayım diye başladı sözlerine, savaşları, doğal afetleri dışarda tutarak; çocukluk travmalarını o günkü acı, öfke, kızgınlık, kırgınlıkla yaşamamak gerek. Bütün yaşananların hayatın bir parçası olduğunu, ancak o yaşananlar sayesinde bugünkü kadın ya da erkek olduğunu bilmeli kişi. İyiye doğru evrilmeli. Yaşananlar ne kadar kötü, ne kadar acı verici, ne kadar aşağılayıcı, ne kadar…. ne kadar…. diye çoğaltmak yerine içindeki yangını ya da derinleştirmek bataklığı, olanı değiştirmiyor.

Süresini anımsamıyorum ama çok zaman sürdü. Çocukluğumda, ilk gençliğimde, yaşadığım ne kadar dramatik, acılı, acımasız, haksızca yaşanmışlıklarım varsa, iki kadeh içkiden sonra dökülüverirlerdi ortaya. Olayları ve insanları, aralara serpiştirmeye çalıştığım esprilerle, kuyruğumu her şeye rağmen dik tutmaya çalışarak anlatır; böylelikle bakınız, karşınızdaki bu güçlü kadın, neler neler yaşadı, ne zorluklarla baş etti, kendisi pek saygıdeğer bir kişidir demiş olurdum. Bu hallerim, kimi dinleyenleri etkiler, kimileri içinse pek bir anlam ifade etmezdi, doğal olarak. Onlara neydi ki yaşadıklarımdan; bir de o kadar sahteydi ki, kuyruk dik, ses titrek hallerim.

Gün geldi ve çok sıkıldım kendimden. Esprili, komik, ağzı laf yapan, fena sayılmayacak zekâya sahip bir kadın olarak, hâlâ bunlardan söz ediyor olmam çok acayipti. Gündemde tuttukça geçmişimi, etkisi artıyordu. Ya hû dedim, sen ne yaşamış olursan ol, bugün gerçekten ayakları yere basan, erdemli bir kadınsın. Öğreniyorsun, okuyorsun, paranı kazanıyorsun. Artık de ki, “geçmiş, bugünkü seni yarattı”. 

Yıllarca iki kişi barındı içimde. Çok yorucuydu. Oysa, teslim olmak gerekiyordu olanlara. Olmuşlar artık, yapacak bir şey yok. Bugününü alıp eline, aklın erdiğince, gücün yettiğince hayatını samimi yaşamak, diğer davranış biçiminden çok daha kolay. Genellikle önlem alamadığımız yaşlarda yaşanır, o hep su yüzüne çıkan acıklı hikâyeler. Ve bu yüzden de, önlem alması gerektiğini düşündüğün kişilere de kızgınlık duyarsın, hatta basbayağı öfkedir, hissettiğin. Elbette kimse, ailesiz kalmayı, tecavüzü, dayağı, aşağılanmayı, yalnız bırakılmayı, nerden bileyim işte, bunlara benzer pek çok durumu yaşamayı hak etmez. Yaşanmışsa böyle şeyler, ömür boyu seninle birlikte gelmelerine izin vermen de, kabul edilebilir bir şey değildir ama. Faydasızdırlar, aşağı çekerler insanı, yenilenmeni engellerler. Yaşadıklarından daha ağırdır, kendine acıman. Bir dönem, ben ve benim gibiler sayesinde, “kişisel gelişim”, “koruyucu melekler”, “yokluktan varlığa”, “küllerinden yeniden doğma” gibi kitaplar, çok sattı. Herkes birbirine tavsiye etti bu kitapları. Sahiller, ellerinde bu kitaplar, yanlarında içkileriyle, güneşlenen kadınlarla doldu. Pek çok insan, 16 saatlik ne idüğü belirsiz “eğitim”lerle “yaşam koçu” oldu. Enerji alış-verişleri başladı. Biz yaşadıklarımızla vedalaşmayı bilmedikçe, iyi bir pazar oluştu ve birileri güzel nemâlandı. Afiyet olsun. Ne diyeyim, talep vardı, ârz ettiler.

Yakın zamanda, yenilenen hayatımda, ihtiyaç duymadığım, beğenmediğim ne varsa elden çıkarmaya başlamıştım. Böyle günlerin birinde, bu tür konularla ilgili almış olduğum onlarca kitabı, ikinci el pazarında sattım. İşime yaramışlar mıydı? hiç bilemedim.

Geçmişin tatsız-tutsuz anılarıyla nasıl vedalaştım hatırlamıyorum. Belki bu bir veda değil de kabul etmek, hatta sevmekti onları. Bir sabah uyandım ve artık, o yoktu. “Tek”dim ve “ben”dim. Evet şimdi, “hikâyeni sen yazabilirsin” dedim kendime.

Birden kalktı yerinden, uçuşan etekleriyle, bekle beni dedi. Anlattıklarından, anlatış biçiminden her geçen gün daha çok etkileniyordum. Başka bir yerden bakıyordu, önce kendine ve temelde insana dair pek çok olaya. Hemen herkesin kutsal saydıklarını reddedişi de, acılarla oynaşmaktan vazgeçmeyi söyleyişi de gerçekti. Şehirli bir şımarıkla konuşmuyordu.

Efil efil geldi birazdan. Ahşap tepsinin içindeki, iki kadeh kırmızı şarap, biraz peynir ve çerezle. Sehpa olarak kullandığım, büyükçe bir kütüğün üzerine bıraktı tepsidekileri, çantasından ince sigara ve turuncu çakmağını çıkarttı, bir kendine bir de bana yaktı. Kadehini kadehime dokundurdu ve şarabından “teşekkürler hayat” diyerek lezzetli büyük bir yudum aldı.

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.