SARILIN DOYASIYA… Başar C.Münir BG Yazıları…
Arabamda her daim radyo açıktır. Yine trafikte takıldığım bir
gün, Ezginin Günlüğü’nden çalmaya başladı:
“Eski arkadaş eski araba gibi
Arıza yapar ama yolda bırakmaz
Teker patlatır, su kaynatır
Yoldan çıkar ama yolda bırakmaz…”
İster istemez gülümsemeye başladım. Eski dostlarım geldi
aklıma. Gerçekten de tam da Nadir Göktürk’ün yazdığı gibi.
Arıza çıkartan da var, su da kaynatan hatta yoldan da çıkan.
Peki yolda bırakan? Zaten yolda bırakan adama dost mu denir?
Dost dediğin, “orada” olacak. Hani bazen ayağı takılır ya
insanın. Tam düşerken can havliyle bir yerlere tutunmaya çalışır,
düşmemek adına. İşte tam da orada, o noktadadır dostun eli.
Uçurumun kenarında da olsa insan, tuttuğu zaman birlikte de
düşecek olsa, oradadır eli. Çünkü o da gayriihtiyari uzatmıştır
elini, hesap-kitap yapmadan, öylesine…
Ne de naif anlatmış Cahit Külebi:
“Bir gece habersiz bize gel
Merdivenler gıcırdamasın,
Öyle yorgunum ki hiç sorma
Sen halimden anlarsın.
Sabahlara kadar oturup konuşalım
Kimse duymasın.
Mavi bir gökyüzümüz olsun, kanatlarımız
Dokunarak uçalım.”
Kimine günlerce konuşursun, yüzlerce cümle, binlerce kelime;
yine de nafile…
Hâlbuki dostuna bazen bir bakış, bazen tek bir kaş kaldırış, yeter
de artar bile…
Kimi zaman kızarsın, belki biraz bozulur, biraz söylenirsin. Ama
ne sen onsuz yapabilirsin
ne de o sensiz… Masayı
donattığında herkes oturur
sofrana. Peki ya bir dilim
ekmeği tuza bandığında?
Dostundur, hatta
kardeşindir, günleri
umarsızca
kovaladığında…
MSGSÜ’den sevgili Gevher
Gökçe Acar ne de güzel
tarif etmiş “gerçek dost”un
ne olduğunu:
“Seni arkadan vurmayan,
zor gününde yanında olan,
“İmdat!” dediğinde
herkesten önce koşan,
gözün yaşarsa senden
önce ağlayan değildir
yalnızca dost. Bunlar
arkadaşlığın gerekleri, dostluğun önkoşullarıdır olsa olsa. Ben
bunları can düşmanıma da yaptım. Beni sırtımdan bıçaklayan ve
mutsuz gününde omuzumda ağlayan nicelerini bilirim. Helâl ettim
gitti.
Gerçek dost senin içini bilen, yüreğine kefil olandır. Seni yanlış
anlamayan, iyi niyetle yaptığın şeyi kötü niyete yormaya meyilli
olmayan, seni sürekli kendini açıklamak, anlatmak zorunda
bırakmayan, kırk yıl sonra hâlâ kendini kanıtlamanı bekleyerek
önüne atlaman gereken yeni yeni ‘sevgi kanıtlama bariyerleri’
koymayandır.
Gerçek dost alıngan, kırılgan bir tabiata sahip olsa bile,
kimselere güvenemiyorsa bile sana güvenebilendir. Söylediğinde
eylediğinde kinaye, taş, kötü niyet aramayan; aksine, sevginden
emin olduğu için gerektiğinde kendi kırılganlığına bile set
çekebilendir. Dostuma kırılır gibi olup onun adına kendi kendime
mazeretler ürettiğim, yaptığını yüzüne bile vurmadan kendime
unutturduğum çoktur benim. Çünkü dost beni bile isteye
kırmayandır, bilirim.
Dost kırılsa da en azından bunu yüzüne açıkça söyleyebilendir.
Seni görmezden gelerek susturmayan, kendini sana ulaşılmaz
kılmayan, sorunu cevapsız, merakını karşılıksız bırakmayan…
Çünkü dost candır ve can olduğunu bilendir. Seni ölüme terk
etmek istemiyorsa tenden ayrılmaz; ayrılırsa dost olmaz…”
En acısı nedir, bilir misiniz?
Hayatınızı paylaştığınız, sizi
sizden iyi tanıyan
dostunuzu kaybetmeniz.
Dünya kararır, dönmez
olur artık. Bir parçanızı da
beraber gömersiniz
toprağa. Okulda beraber
haylazlık yaptığınız, belki
çapkınlık arkadaşınız, belki
aynı kıza veya çocuğa aşık
olup kavgalaştığınız, ama
illâ ki hayatı beraber
paylaştığınız dostunuz artık
yoktur. İçinizde tarifi
mümkün olmayan bir
boşluk, öylece
kalakalırsınız…
Günler karışık…
Referandum, kavga,
ekonomik darboğaz,
ekmek kavgası, anarşi, gelecek kaygısı ve binlerce dahası…
Her şey bir tarafa…
Hayat dediğin nedir ki? Bugün varsın yarın yoksun.
Sarılın dostlarınıza…
Haydi, şimdi, geç olmadan daha fazla,
Sarılın,
Sarılın doyasıya…
Sevgi ve Saygılarımla…