Bodrum Gündem

Bodrum Lisesinin 1 Numarası; MUSTAFA ÇAKMAKLI…

Bodrum Lisesinin 1 Numarası; MUSTAFA ÇAKMAKLI…

mustafa-çakmaklı-222“Ben yaşamım boyunca hiçbir siyasi partiye üye olmadım. Siyaset ile çok fazla da ilgilenmedim. Ama Atatürkçüyüm, Cumhuriyetçiyim, ülkemi ve bayrağımı çok seviyorum…”

O’nu ilk tanıdığımda liderlik özelliği dikkatimi çekmişti. Lakin en önemlisi dost canlısı, vefakar ve güleç yüzü çok daha etkileyiciydi. Bodrum Lisesinin ilk öğrencisi bir numarası Mustafa Çakmaklı’yı tanıdıkça, Bodrum’un yakın tarihine ışık tutabilecek hafızalarından birisi olduğunu anlıyorsunuz. Son 60 yılda Bodrum’da yaşayan hemen herkesi tanıyor. Uzun zamandır bir söyleşi yapalım diye konuşuyorduk, en sonunda yazlarını geçirdiği Gündoğan’daki evinde buluştuk. Sevgili eşi Müşerref hanım ile birlikte mutlu bir yaşam sürüyor, yüzlerinden belli mutlulukları. Sohbet ilerledikçe aslında Müşerref hanımın, Mustafa Çakmak’tan çok daha etkili ve çok daha yönlendirici olduğunu anlıyorsunuz. Ama onların aşkı, dillere destan bir aşk ve hala devam ediyor…  

Söyleşi: Fatih Bozoğlu

En baştan başlayalım, Mustafa Çakmaklı kaç yaşında, kimlerden, anne baba ne iş yaparlarmış diye soralım, devamında derinlere dalarız…

“20 Eylül 1953’te Milas’ta doğmuşum. Kısa bir süre sonra meydana gelen büyük Fethiye depreminde evimiz yıkılmış. Önce Güllük’e taşınmışız. Güllük’te babam lokanta işletirmiş. Ben 3-4 yaşlarındayken denize düşmüşüm. Babam’da bunu vesşle yapıp; ‘Burası benim oğluma yaramadı…’ diyerek, tası tarağı toplamış, Bodrum’a gelmiş. Babam Latif Çakmaklı, annem Gülnihal Çakmaklı. Babam lokantacı, annem de ev kadınıydı…”

mustafa-çakmaklı-112Yıl kaç? Bodrum’a hangi tarihte göçmüşsünüz?

“3-4 yaşlarındayım dersek, esas 52 doğumluyum ama 53 de yazılmışım. Yaklaşık 56-57’lerde göç etmişiz Bodrum’a. Önce Gerence sokağında, herkesin bildiği Hatice Yücel’in annesi Zarife Mutlu’nun evini kiralamışız. Hatice hocamın annesinin evini tutmuşuz ilkokula kadar o mahallede oturdum Ondan sonra Tepecik’te caminin karşısında bir eve taşınmışız. 60 yılında Cumhuriyet İlkokulunda eğitim yaşamım başladı. O dönemde ilkokuldu. Biz Ortaokul dönemini görmedik. İlk öğretmenim Gülten Çevik, hala daha yaşıyor. Zıpkın gibi hala. Uzun ve sağlıklı bir ömür diliyorum, ellerinden öpüyorum. Beş senede ilkokulu orada bitirdim. Ardından ortaokula şimdiki Mustafa Kızılağaç’ın yapmış olduğu okulda da ortaokula devam ettim. Gençliğin verdiği bazı şeylerden ötürü çift dikiş yapmaya başladık. Ortaokulu da beş senede bitirdim…”

O dönemin ortaokul müdürü efsane Turgut Karabağlı. Biraz Turgut Karabağlı’dan bahsedebilir misiniz? Çünkü Karabağlı birçok Bodrumlu için çok özel bir isim…

“Benim için dünya tatlısı bir öğretmendi. Sert ve disiplinli diye şikâyet edenler vardır elbette. Ama sertlik, zamanına ve kişiye göre. Mesela fizik dersinde yaşadığımız bir anıyı anlatayım size; Kırılmayı anlatıyor hiç kimse bir şey anlamıyor. Çıkardı bizi Hacı İbram iskelesine, şimdiki balıkçıların olduğu yere. Karşıda Kos Adası. Herkes adanın ucuna baksın dedi. Herkes baktı, ama kimse bir şey anlamadı. Meğersem Kos Adası’nın burnu denizden yukarıda gözüküyormuş, işte kırılma buymuş. ‘Bu havanın Poyraz olduğu zamanlarda daha iyi görünür…’ dediydi. Ben bunu unutmadım, havanın Poyraz olduğu bir gün gene baktım, bize gösterdiği kırılmanın daha netini o zaman gördüm. Hala oradan geçerken bakarım İstanköy burnuna ve Turgut Karabağlı aklıma gelir, Gülümserim kendi kendime. Mesela diş fırçalamasını da ondan öğrendik. Annemiz babamız diş fırçalamasını bilmiyordu ki. Hepimiz şakır şukur gider, gelirdik. Bize dişin nasıl fırçalanacağını da o gösterdi. Bunlar küçük şeyler gelebilir belki ama bak elli sene geçmiş hala unutmuyorum. İşte böyle bir öğretmendi. Bodrum için kendini feda etmiş bir kişidir aslında. Öğretmenlere değer vermiş. Ben kefilim diyerek kız istemiş, çoğu kişiyi de o evlenmesine, mutlu bir yuva kurmasına vesile olmuştur.  Sırası gelince anlatırım, Bodrum Lisesinin yapımı sırasında ne zorluklar yaşandığını ve nelerle mal olduğunu…”

mustafa-çakmaklı-118Peki Turgut Karabağlı’dan başka aklınızda kalan öğretmenlerden kim vardı?

“İlk aklıma gelen hey yavrum hey Mustafa Himmetoğlu. Fransızca öğretmeni olarak geldi, sosyal bilgilere de girdi. Yokluktan aslında bunlar. Aslında Fransızca okulunu bitirmemiş, ama Fransa’da yaşamış. Fransızcası iyi olduğu için müracaat etmiş, kabul olmuş. Ama o yıllarda öğretmen yok, sosyal bilgilere de girdi. Ayfer Mete, Hatice Yücel, Ali İhsan Yücel, Mese Adıyaman. Mese Adıyaman’ı geçen sene kaybettim. Tesadüfen bulmuştum İzmir’deki evini. Ev almaya gittiğimde, apartmana yanaştım bir baktım zilde Mese Adıyaman yazıyor. Bastım zile ‘Kim o? dedi. Bodrum’dan bir öğrenciniz dedim. ‘Adın ne oğlum? dedi. ‘Mustafa Çakmaklı…’ dedim. ‘Çok dayak attığımız mı? dedi. Dayak atmazlardı. Ama şöyle bir kulaktan bir tuttular mı, sanki küpe takarsın. Öğretmenler odasından çıktığı zaman, Mese Adıyaman’ın sınıfa doğru geldiğini o an anlarsın. Asker gibi, tak tak tak basarak gelirdi. Kalın ökçeli ayakkabı giyerdi. Öyle bir şekilde gelirdi ki, herkes sus pus. Ama sıkı öğretmendi. Çok iyi öğretirdi…”

O dönemin Bodrum’u nasıldı? O fotoğrafı özümüzün önüne getirebilir misiniz? Mesela Cumhuriyet ile Mustafa Kızılağaç okullarının arası nasıldı. Şimdiki gibi mi yoksa bam başka bir Bodrum’muydu?

“Şöyle anlatayım Gerence Köprüsü’nü herkes bilir. Biz çocukluğumuzda Gerence köprüsünün altında soyunurduk, denize öyle girerdik. O sahil şimdiki palmiyelerin olduğu yerden, bir metre kadar daha yürüyüş yolu vardı. Yaya kaldırımı gibi. Kenarı kumsal, herkes orada denize girerdi. Ne zaman o liman işi başladı, tekneler çoğaldı kaz babam kaz, kaz babam kaz. Ora dehliz oldu artık…”

mustafa-çakmaklı-117Ortaokul döneminde hangi oyunları oynardınız? Bodrumlu çocuklar ne oynarlardı?

“Teneke gayık yapardık. Balık tutardık en çok. Ama bizim balık tutma şeklimiz şuydu; bir tane kâse, kâsenin üstüne de ortası delik bir bez koyardık. Üstüne de takoz. Hemen Gerence köprüsünün 2-3 metre altına koyuverirdik. Öyle büyük, kefaller gelirdi, inanamazsınız. Yine aynı dönemlerde Hacı İbram iskelesinin orada bir sığlık vardı. Oraya da sepet atardık. Sabahattin Okan abimiz vardı, berber. Onun 3 buçuk, 4 metrelik sandalı vardı. Onunla gider, o sığlığa sepet atardık. Sepetin içine de hayvan pisliği koyardık. Ekmek ile bulamaç yapar, üstüne de domates koyardık. Onun üzerine de yeşil yosunlar vardı, onlardan koyardık. Sepeti kaldıramazdık. 50 dizi olurdu, ikişer taneden 8 dizi yapardık. İki tane sepetten ne kadar balık çıkardı, sen hesap et artık.  Gulet otelin önünde açık hava tuvaleti vardı. Her atığımız, denize giderdi. O giderlerin olduğu yere de, deli sarpalar gelirdi. Deli Sarpa en güzel balıktır. Hemen Palmiye yapraklarından iki dizi yapardık Mahalle mahalle satardık. Dizisi bir liraydı. Ortaokul bitirdik ama lise yok Bodrum’da. Ya Milas’a, ya İzmir’e ya da Muğla’ya gidilirdi. Ben de Söke’ye gittim. Söke’de anneannem, dayım, teyzem vardı. Dediler ki; ‘Biz buradayız nasıl olsa. Gel okutalım seni…’ Kalktık gittik. İlk defa o kadar uzağa gidiyorum. Yani Milas’a kadar gitmiştik. Ama ilk defa gurbete çıkıyoruz. İlk defa anneden, babadan ayrı kalıyorsun. Değişik bir ortam, değişik arkadaşlar var. Yıllardır burada tanıdığım arkadaşlardan sonra, bambaşka bir ortam. Gittik. Ama arkadaşı iyi seçememişiz. Kötü yollara düştük. Kötü yola düştükten sonra, Hepatit B’ye de yakalandım. Birinci dönem bitti. 8 tane zayıf var. Babam ‘Yollamayacağım, sen artık okumazsın…” dedi. Ben de babama; ‘Gideceğim ve bu zayıfları kurtaracağım…’ dedim. İkinci dönemin, dersi biyoloji. Konu da böbrekler. Necla Tabak öğretmenimiz. Öğretmen anlatmaya başladı, O anlattıkça baktım,  bütün anlattıkları bende var. İkinci derse girmeden, kapıda bekledim öğretmeni. ‘Öğretmenim anlattıklarınızın hepsi bende mevcut…’ dedim. Hemen müdür çağırıldı. Necla hanımın kocası, Ahmet Tabak Söke Devlet Hastanesinde doktordu. O geldi. Beni hemen apar topar hastaneye yatırdılar. Hemen tetkikler yapıldı. Hepatit B teşhisi kondu tabi. Beni hemen karantinaya aldılar. Sonra babam geldi ve beni aldı götürdü. Ben o dönem Şubat’tan ağustosa kadar tedavi oldum. Zar zor kurtardık. Doktor Âlim amca çok uğraştı benimle, onun da emeği büyüktür. Ama iyileşemedim bir türlü. Bu çocuk gidiyor dediler. Rahmetli Mehmet Uslu vardı öğretmen. İşte O’nun babası bu tür hastaların dilaltından bir şeyleri keserdi. Son çare onu çağırdılar. Benim dilimin altından da bir yerleri kesti. Sonra da tuzla, sarımsak bastı. İnanır mısınız bir litreye yakın, koyu sarı bir su aktı. Benim dilimin altı kesildikten 10 gün sonra ayağa kalktım…”

mustafa-çakmaklı-115Lise macerası da bitmiş oldu değil mi?

O arada dayım Söke’de fotoğrafçılık yapıyordu. Zaten ben de okul arasında, gider çalışırdım dayımın yanında. Az çok mesleği öğrenmiştim. Babam ‘Madem okumayacak, bari meslek öğrensin…’ dedi. Kiliseyi geçer geçmez, Karadeniz Fırının hemen yanında fotoğrafhane açtık. Cumhuriyet caddesinde o günlerde hep ev vardı. Gözen Otel’in altında birkaç tane eski model dükkân, çerçevesi, camekânı yok. Kepenkli. Sabah kepenk açılır, akşam kepenk kapanır. Böyle dükkânlar vardı. Bizimki Yoğurtçu Muharrem’in dükkânıydı, viraneydi. İşte o dükkânı tuttuk. Birkaç tadilat yaptık. Bodrum’da ilk defa adam gibi stüdyosu olan bir fotoğrafçı dükkânını açtık. Herkes tarafından tanınıyoruz, piyasayı da biliyoruz. İyi işler yapmaya başladık derken; askerlik için celp geldi. Doğrusu hiçte askere gidesim yok. Ne yapayım, ne edeyim de askerliği erteleyelim derken bir duyduk, Bodrum’a Lise açılıyor. ‘Oh şimdi bir kurtuluş umudu doğdu…’ dedim. ‘Liseyi okuruz, bakarsın yukarısını da okur, askerliği de asteğmen olarak yaparız…’ dedim kendi kendime. Böyle düşünerek, doğru okula vardım. Benim en çılgın, en delikanlı dönemim. Saçlar omuzumdan aşağıya kadar uzun. Yıl 1972. O dönemler Cem Karaca, Barış Manço hayranıyız tabi. Veli Bar, Hadigari bar, BigBen diye bir başka bar daha var. Rahmetle anayım, Ali Güven’de örme bantlar vardı. Bir de bant taktım saçıma. Bu şekilde okula gittim. Müdürün karşısına çıktım. Turgut Karabağlı’nın karşısına öyle gidilir mi? Hiç değilse saçını toparlat, öyle çık karşısına değil mi? Çat kapı bu kılıkta girdim müdürün odasına. Gözlüğün üzerinden bana baktı. ‘Hayrola Mustafa ne istiyorsun? dedi. Dedim ‘Hocam Lise açılıyormuş, ben okumak istiyorum…” dedim. Gene gözlüğünün üzerinden baktı; ‘Böyle mi okuyacaksın…’ dedi. Adeta bir tencere kaynar su kafamdan aşağıya döküldü. Asker gibi nizami bir geri dönüş yaptım. Çıktım odasından. İbrahim vardı berber, Tekaüt İbrahim derlerdi. Bizim ‘Papaz’ var ya, işte onun kardeşiydi. İçeri girince perdenin arkasından şarabı çıkardı, çay bardağına koydu bana uzattı. Ben direk olarak; ‘Yok. Şarap içmeye gelmedim. Saçımı sıfıra vur…’ dedim. Şaşırdı. ‘Yok be, kesmem ben…’ dedi. ‘Bu saçı bu şekle sokana kadar canım çıktı benim…’ dedi. “Yok tekaüt, sen karışma benim dediğimi yap, saçımı sıfıra vur…’ dedim. Olurdu, olmazdı derken oturdum ve sıfıra vurdurdum saçımı. Sonra tekrar müdürün karşısına çıktım; ‘Ben geldim hocam…’ dedim. Gene gözlüğün üzerinden baktı, yan tarafında da İsmail Tuna Müdür Muavini var, ona döndü ve ‘İsmail bey Lise açıldı. Mustafa’yı kaydet…’ dedi…”

İnanır mısınız o ana kadar hiç kimse liseye kayıt için başvurmamış. Aslında Lisenin açılıp açılmayacağına da tam karar verilmemiş. Başvuru olunca Hüseyin Turgut Karabağlı tarafından o an lisenin açılma kararı verilmiş. Üstelik İlçe Milli Eğitime bile sormamış. İlk başvuran Mustafa Çakmaklı ve doğal olarak numarası da 1 olmuş…

“Benim kaydımın hemen ardından, lise başvuranların sayısı yüz kişi oluverdi. Lise açıldı ve bir numaralı öğrencisi de bendim. İki numara Nilgün Baykut, üç numara Sevgi Fırat, dört numara Ayfer Karadeniz, 99 Ahmet Fettanoğlu, yüz Müşerref Çakmaklı. Sonra da eşim oldu. (gözlerinin içi gülüyor adeta) Müdürümüz Karabağlı’nın oğlu da bizim sınıftaydı. Oğuz Karabağlı’nın da numarası sanırım 94’dü. Oğuz garibim, babasından çok çekti. Hiç ayrımcılık yapmazdı Turgut bey. Fakat gereken değeri bir türlü vermediler Turgut Karabağlı’ya. Geçenlerde bir kitap gördüm, bir sürü kişiyi anlatmışlar. Bodrum’a katkı sağlayan tanınmış isimleri sırlamışlar ama Turgut Karabağlı’ya yer vermemişler. Çok üzüldüm. Cevat Şakir nasıl Bodrum’u şekillendirdiyse, Turgut Karabağlı çok daha fazla şekillendirdi…”

mustafa-çakmaklı-118Bu söyledikleri benimde canımı yaktı doğrusu. Bu güne kadar Turgut Karabağlı ile ilgili ne yazık ki geniş bir araştırma yapılamamış. Ben birkaç yıl önce dar kapsamlı bir araştırma ile Turgut Karabağlı’nın yaşamına biraz değinmiştim BODTO’nun Mavi dergisinde, lakin yeterli olmadığı şimdi çok daha net olarak ortaya çıkmış oldu. Bu söyleşiyi yaparken Mustafa ağabeyime söz verdim Hüseyin Turgut Karabağlı ile ilgili geniş bir araştırmayı BG Dergide yayımlamak için. Umuyorum önümüzdeki sayılarda onunla ilgili bir araştırmayı sizler için hazırlamak istiyorum…

“Hemen eğitime başladık. Bir sınıf oluşturuldu, ikinci sınıfa geçince de Edebiyat ve Fen sınıfları da oluşturuldu. Öğretmen sıkıntımız vardı. Ortaokuldan takviye ettiler, dışarıdan da gelenler oldu. İngilizce öğretmenimiz Rafet Gider, Kimya öğretmeni Ali beydi, Edebiyat öğretmenimiz Selahattin bey, Kaşgarlı derdik ona, Fizik Öğretmenimiz Mehmet bey vardı şimdi hatırladıklarım. Sınıfımızda kız erkek birbirine saygılıydı. Kızlar erkekler rahat rahat arkadaşlık yaparlardı. Bodrum onun için özeldir. Kısa giymiş, uzun giymiş hiç öyle şeyler konuşulmazdı. O dönem erkekler de, kızlar da gayet moderndik. Kıyafetlerimiz de öyle. Kızlar o dönem İspanyol paça pantolon giyerlerdi. Çok modaydı bütün dünyada. Şimdi bakıyorum bir tuhaf olmuş öğrenciler. Kulağında küpe, burnunda küpe ilginç tipler, kızların suratında bir kilo makyaj. Anlaşılır gibi değil. Bizim zamanımızda serbestlik vardı ama usulüne göreydi. Disiplin çok üst düzeydeydi. Tepecik’te kahvehanede tavla oynarken yakalandık, doğru disipline. Şimdi bakıyorum gençler barlardan çıkmıyor. Bu arada ben disiplin kurulu öğrenci temsilcisiydim…”

Mustafa Çakmaklı birkaç anısını da bizimle paylaştı disiplin ile ilgili, lakin bizim en çok merak ettiğimiz konulardan birisi siyasetin en yoğun olduğu 70’li yıllarda siyaset ile arası nasıl olduğuydu. Doğrusu beklentimiz biraz siyaset konuşmaktı, fakat iki cümle ile konuyu net olarak tamamlayıverdi;

“Ben yaşamım boyunca hiçbir siyasi partiye üye olmadım. Siyaset ile çok fazla da ilgilenmedim. Ama Atatürkçüyüm, Cumhuriyetçiyim, ülkemi ve bayrağımı çok seviyorum…”

İşte şimdi en merak ettiğimiz konuya geldik. Bir numara Mustafa ile 100 numaralı Müşerref’in dillere destan aşkları. Başlıyor anlatmaya. Bu sırada Müşerref hanımın dudaklarında bir gülümseme bizi dinliyor bir yandan.

“Biz 6-7 kişilik has arkadaş olan bir gruptuk. Ahmet Elzez, Oğuz Karabağlı, Nilay Cingöz, Nilgün Baykurt, Meral Kalafat, Müşerref hanım ve ben sıkı dostlardık. Bir gün Müşerref hanım geldi ve bana yardıma ihtiyacı olduğunu söyledi. “Bana birisi arkadaşlık teklif etti, kendi başıma gitmeye çekiniyorum, bana eşlik eder misin? dedi. Ben de ‘Olurum…’ dedim tabi. Benim yaşım hepsinden büyük olduğu için hepsini ağabey gibi koruyup, kolluyordum. Sonra Tepecik ile okul arasındaki banklardan birine oturup konuştular, ben de onları bekledim kenarda. Sonra yanıma geldi. ‘Bu benim kafama göre değil…’ dedi. Benim durumum buydu yani. Arkadaşlarımın hepsi bana ağabey gözü ile bakardı ve güvenirlerdi. O dönemler aklımda sadece yurtdışına çıkmak vardı. Lise iki de yine güzel güzel arkadaşlık yapıyoruz. Nisan aylarındayız, ben arkada oturuyorum, Müşerref hanım ise önde. Müşerref hanımın neredeyse boynu kopacak, arkaya bakmaktan. Sürekli bana bakıyor. Baktım olmayacak, çektim kenara ‘Bir derdin mi var, bir sıkıntı mı var, anlat bakalım…’ dedim. Sonunda ağzındaki baklayı çıkardı ‘Ben seninle arkadaş olmak istiyorum…’ dedi. Düşünelim, dedim o an. Düşündük ve sonunda karar verdik arkadaşlık yapmaya. 72-73’de Bodrum’da el ele dolaşıyorduk. Raşit’in Kahvesine giderdik en çok…”

mustafa-çakmaklı-11470’li yılların başı ve siz el ele dolaşıyorsunuz öyle mi? Tepki çekmez miydi?

“Tabi tepki de çekti. Adliye Cami arkasında Hacı Murat derler, Ahmet Keskin’in babasının dükkânı vardı. İşte tam önünde de bir ayakkabı boyacısı vardı, İsmail. İkide bir okula gelir bizi şikâyet edermiş. Ana değil, baba değil. Sonunda Müdürümüz Turgut Karabağlı çağırdı bizi. Bu arada Müşerref hanım okul tarafından burslu okutuluyor. Dedi hakkınızda şikâyetler alıyoruz. Müşerref önce söz aldı ‘Biz birbirimiz seviyoruz, okul bitince de evleneceğiz…’ dedi. Bizim Karabağlı yine gözlüklerinin üzerinden baktı ‘Bula bula bu itimi buldun…’ dedi. Müşerref de ‘Ben o iti adam edeceğim…’ dedi. Bana döndü, ‘Sen ne diyorsun…’ dedi. Ben de ‘Müşerref ne diyorsa odur…’ dedim. “O zaman bunun adını koyun, bende rahatlayayım…’ dedi. ‘Gidin bir nişan yapın, ben okulda idare edeceğim sizi…’ dedi. İkinci sınıf bitti, bizde istemeye gittik…”

Verdiler mi? Daha lise ikinci sınıftasınız?

“Zor oldu biraz. İstemenin ardından birinci Perşembe cevap verilirmiş. Birinci yok, ikinci yok, üçüncü yok. Dördüncü Perşembe gene cevap yok. Cuma günü Gümüşlük’e bir tek araba var, Hüsnü ağabey diye biri. Bindim arabaya, doğru Gümüşlük’e. Cuma yerinde kahvecilik yapıyor babası. İstemeye ben gitmediğim için benim damat olduğumu bilmiyor. Bir sade Kahve istedim. Kahveyi yaptı getirdi. Tam gidecek, oturmasını istedim. Dedim ‘Seninle önemli bir konuda konuşacağım…’ Kendimi tanıttım. Dedim; ‘Ben kızınla konuşan, kızını isteyen adamım. Perşembe saymaktan imanım gevredi. Dün de haber gelmeyince bende çıktım geldim. Bu gün Cuma, yarın Cumartesi. Yarın gelin ne alınacaksa ayakkabı, elbise, yüzük. Pazar günü akşam nişan takmaya geliyoruz. Gelme diyorsan eğer, Pazartesi kızı kaçırırım…’ düşündü kaldı. Sonra Veli amca ile konuştular, icazet çıktı. Böylece nişanı yaptık. Üçüncü sınıfta okula gelirken, yüzükleri çıkartıyoruz, çıkınca yeniden takıyoruz. Böylece liseyi bitirdik. Üniversite sınavlarına da girdik ikimizde istediğimiz yerleri tutturamadık. Zaten okul süresince de fotoğrafçılığa devam ettiğim için, meslekte var. Önce askere gideyim dedim, kabul etmedi. Böylelikle Okul bittikten bir iki ay sonra 2 Ağustos 1975’de evlendik. Kızımız Gülnihal oldu. 1977’de de askere gittim. Allah’ın sevgili kuluymuşum, 264 gün izin kullandım. Askerden 1979’da döndüğümde Bodrum’da turizm yeni yeni başlıyordu. Ama 1970’li yıllarda iç turizm vardı. Ankara, İstanbul Bodrum’a gelirdi. 79-80’den sonra yabancılar da gelmeye başladı. Ben iç turizmin olduğu dönem çok para kazandım. Nerede kazandım biliyor musun? Han Restaurant’ta. Müdavimlerden birisi Paşamızdı. Yani Zeki Müren. Her gün gelirdi, ben de insanlar ile fotoğraflarını çekerdim. Fakat bazı günler bir kaş, göz hareketi çakardı, Cumhurbaşkanı gelse fotoğraf çekilmezdi. Kendine göre prensipleri vardı. Perşembe günleri, İstanbul’dan İskenderun’a giden bir vapur Bodrum’a uğrardı. İşte o gün parayı koyacak yer bulamazdım. O gün özel çalışırdık. Beğendiği fotoğraflardan ona da hazırlar götürürdüm…”

79-80’li yıllarda esnaftan kimler vardı hatırladığınız. Esnaflarımızı da yad etmiş olalım…

Mustafa İnce ve Horoz Ahmet vardı, sandaletçi. İkisi aynı dükkânda beraber çalışırlardı. Mustafa ağabey vardı, marangoz. Şimdiki Karadeniz fırınında İdris usta vardı. Onun yanında Emin Cambaz vardı, terzi. Onun yanında Ali Bayka vardı, o da terzi. Onun yanında Allah rahmet eylesin İbrahim Karadağlı vardı, o da terziydi. Orada 3 tane terzi. Aşağıda Baç Pansiyonun olduğu yerde Cemil Güner, Hasan vardı. Onlarda terziydi. Onun aşağısı kahveydi. Öbür tarafta, şimdiki eski ziraat odasının olduğu yerde Süleyman vardı, o da terzi. Çok terzi vardı. O dönemde beyaz Amerikan ve kot kumaşı çok modaydı. Bir de şile bezi. Takımı bıraktılar, takım elbise yapan kalmadı neredeyse. Herkes kot pantolona döndü…”

Takım elbise diken bir tek Zeki Özkeskin’in babası, İbrahim Özkeskin mi devam etti?

“O bile en son günlerini yaptı. Bir tek Ali Bayka yapardı o işi. O diğer işlere fazla girmezdi. Bir tek o takım yapardı. İleride Ali Güven vardı. Kortan’ın karşısında

Sonra turizm hızla gelişmeye başladı. Tabi turizmin hızla gelişmesi ile Bodrum’da çok büyük ve vahşi bir değişime uğradı. Bu 80’den sonra, yani turizmin ilk dönemleri ve şimdiki dönemi karşılaştırabilir misiniz?

“O dönemden sonra güzel bir turizm vardı. Para getiren bir turizm vardı. Fotoğrafçılık yapıyordum yine. Müthiş film satıyordum. Yabancının en çok istediği şeydi film. Geldiği yeri tespit etmek en büyük meraktır. Bunun içinde bizim görmediğimiz makinalar, bilmediğimiz cihazlar onların elinde var. Biz onlara hizmet edebilmek için hemen arayışa giriyorduk. Film bulsun, çeksin ki anısı kalsın. Onları hallettik tıkırında gidiyor her şey. Ama rant aldı başını gidiyor. Gelen kazıyor, gelen kazıyor. Cevat Bilgiç bey döneminde, benim bildiğim 600 tane kooperatif vardı Bodrum’da. Özal çok şey getirdi. Ben Özal’a karşı birisi değilim ama getirdiği kadar, çok şeyi de götürdü. Bu gün çok daha iyi anlıyoruz, gidenleri…”

Ne zamana kadar fotoğrafçılığa devam ettiniz?

96’ya kadar bilfiil devam ettim. Sonra baktık ki olmuyor artık. Teknoloji gelişiyor ve bizim meslek yavaş yavaş yok oluyor. Ben 7-8 saat gökyüzünü hiç görmeden karanlık odada çalıştığımı biliyorum. Ama teknoloji işi kolaylaştırdı, artık herkes kendi fotoğrafını çekmeye başlamıştı…”

mustafa-çakmaklı-224“Anılarla Bodrum, Sözlü Tarih Çalışması” ne anlam ifade ediyor sizin için?

“Nuran Yüksel hanımlar böyle bir girişim içindeymiş. Bir gün internette gördüm ve mesaj yazdım. Dedim ki; ‘Biliyorsunuz ben de eski bir fotoğrafçıyım, ben de sizlerin çalışmalarına yardımcı olurum…’ ‘Hemen katıl aramıza Mustafa…’ dediler, bende aktif olarak Anılarla Bodrum, Sözlü Tarih Çalışmaları grubuna katıldım. Elimizden geldiğince bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. İyi gidiyor ama bir şikâyetim var. Belediye başkanı bizim müzeyi bir açsa, biz bütün dertlerimizden kurtulacağız. Kent müzesi mutlaka açılması gereken bir şey. Şikayetçiyim. Milas bile bizden sonra başladı ve açtı Çulluhan’a. Bizim Kütahya’dan neyimiz eksik, Ödemiş’ten neyimiz eksik. Buralarda kent müzesi var. Bizde hala kurulacak…”

Peki Bodrum’un geleceğine nasıl bakıyorsun Mustafa Ağabey?

Ben iyi görmüyorum Fatihcim. Yok olacağız. Bu zaten nüfusta da görünüyor. Ben hiçbir zaman dışarıdan gelmiş ayrımcılığı yapmıyorum. Ama biz Bodrumlular olarak şu anda azınlıktayız. Yarınımız ne olacak, onu da bilmiyoruz. Kişileri bıraktım yeşil alanımız kalmayacak. Burası eğer cennet ise ki bence cennet. yaşıyorum ben, Bak hemen şu karşıda otel yapılıyor 400 tane ev yapılacak. Daha kanalizasyonu yok. 400 evin arıtması nereye gidecek? 40 dönüme otel yapılıyor, bunların atıkları nereye gidecek? Kim gelecek? Araplar gelecek. Araplar nedir ki? Araplarla turizm olmaz. Altına don giymeyenden iş çıkmaz…”

mustafa-çakmaklı-223Söyleşinin ardından Müşerref hanıma da bir şeyler sormak istedim, lakin konuşmayacağını söyledi. ‘Mustafa herşeyi anlattı zaten, benim diyecek çok bir sözüm yok…’ dedi. Bu iki güzel insanın evliliğinden iki kızları, iki de torunları oluyor. Torunlarının biri Yiğit, biri Demir. Biri İstanbul’da biri İzmit’te yaşıyor. Biz söyleşirken Müşerref hanım da boş durmamış, özene bezene mükellef bir Bodrum sofrası hazırlamış bize. Doğrusu mezelerin ve yemeklerin tadı damağımızda kaldı…

Bu güzel iki Bodrum insanı birbirlerini çok sevmişler, saygılarını da kaybetmeden yıllarını geçirmişler bir yastıkta. Hep böyle gülen gözlerle birbirlerine baksınlar ve son nefeslerine kadar sevdaları hiç bitmesin, sofralarından da bereket hiç eksilmesin. Dileriz öyle olur…

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.