Bodrum Gündem

GÖKOVA NEREYE GİDİYOR? Can Pulak Bodrum Gündem yazıları…

can pulak

Fotoğrafta gördüğünüz balığı ben yakalamadım. Gökova’nın bize hediyesi bu. Kocaman bir Lahos’u sevdiğim bir arkadaşım koruma bölgesi dışında bizim için tutarak getirdi. Filetosunu fırında pişirip yedik, koca kafasını da çorba yaparak afiyetle içtik. Deniz üzerinde ve teknede mükemmel bir ziyafet çektik kendimize…

Bunları sizleri imrendirmek için yazmıyorum. Hele kıskandırmak gibi bir niyetim hiç olamaz. Amacım, güzelim memleketimizde Allah’ın biz insanlara sunduğu nimetlere hepimizin kolayca ulaşmasının mümkün olduğunu belirtmek… Doğanın, denizin ve ormanın, üstelik mis gibi oksijen yüklü havanın insan moraline, sağlığına ve yaşamına ne kadar faydalı olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Bir oltayla deniz kıyısına gidip avlanmanın bir maliyeti yok. Çoluk çocuk ormana gidip yürüyüş yapmak, yeşil örtü içinde ve ağaçlar altında dolaşmak da bedava. Denize girmek ve güneşten istifade etmek için de, herhangi bir ücret ödemiyoruz. Doğa Tanrı’nın en büyük hediyesi bize. Yararlanmak istememiz yeterli, ülkemizin her yeri müsait buna. Dağları, yaylaları, köyleri, tarlaları, hepsi ama hepsi..

Allah’ın bize sunduğu bu büyük imkânları fark etmemiz lazım. Bunları yaşamak için önce fark etmek, sonra kıymetini bilmek gerek. Birbirimizle boğuşacağımıza, mücadele edeceğimize, kötülükler peşinde koşacağımıza, iyiliğe uzak planların peşine düşeceğimize, ruhlarımızı dinlendirmek için doğayla tanışmak, barışmak, kucaklaşmak daha akıllıca bir yol değil mi?

Buradan gelmek istediğim nokta, doğadan hepimizin yararlanabilmesi için, doğayı koruma ve tahrip etmeme gibi bir ödevimizi hatırlatmak… Bu ödevi, hazine değerindeki doğal güzelliklerimizi muhafaza edebilmek için hepimiz büyük bir dikkatle yerine getirmeliyiz. Doğa ihmale ve tahribe hiç gelmez. Hele rant hesaplarına alet edilmekten hiç hoşlanmaz, fırsatını buldu mu intikamını hemen alır. Doğal afetlere bu gözle bakmakta  yarar var. Son yıllarda, doğaya büyük zararlar verdik, doğal güzelliklerimizi acımasızca biçtik. Yeşil örtümüzü çok yerde betonlara yenik düşürdük. Ormanlarımızı madenler için delik deşik ettik, akarsularımızın önünü hidroelektrik santraller için kestik. Sularımızı cılızlaştırdık, akışlarını yavaşlattık. Tarım alanlarımızın ortasına fabrikalar, binalar,evler diktik. Denizlerimizi, göl ve nehirlerimizi kirlettik. Kışları linyit kömürü yakarak, köy ve şehirlerimizin havasını kararttık, zehirledik.

Doğanın canını çıkarmak için yapmadığımız kalmadı. Evet ülkemizin enerjiye ihtiyacı var, madenlerimizden elbette yararlanmalıyız. Sanayimiz de güçlenmeli, denizden de faydalanmalıyız. Ama bunları doğayı tahrip etmeden de yapabiliriz. Görsel güzellik noktalarının dışında da, imkanlarımızdan yararlanabiliriz. Ama biz öyle yapmıyoruz. Bu konudaki müspet önerileri ve çözüm yollarını da dinlemiyoruz. Bildiğimizi okumakta ve doğayı katletmekte ısrar ediyoruz.

Bu yazıyı sizlere Gökova’dan yazıyorum. İçim sızlayarak seyrediyorum çevreyi. Cumhurbaşkanlığının Okluk’taki son halini görünce, üzüntümün katlanarak arttığını farkettim. Burayı ben 25 sene önce, Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanıyken bir bekçi kulübesini onararak yapmış, doğaya santim zarar vermemiştim. Amerika Başkanlarının Camp Davit’teki küçük ve iddiasız, doğaya uygun evlerinden esinlenerek  Okluk’u yaratmıştım. Biz görevliler için karavanlar düşünmüş, sabit bir bina yapmamıştım. Topu topu 3 korumamız vardı, bir de tepelerde 3 jandarma gözcü kulübesi. Hepsi bu…

Şimdi yığınla ağaç kesilmiş, etrafı 4 metre yüksekliğinde kalın duvarlarla çevrilmiş, önü havuzlu iki büyük bina yapılmış. Arkadaki belli ki misafirler için düşünülmüş. Daha memurlar ve görevliler için de lojmanlar filan yapılacakmış. Çevredeki arsaların sahibi köylülerle görüşme halindelermiş. Bütün bunlar, proje bu kadar büyük tutulmadan ve çevreye de hiçbir zarar verilmeden de yapılabilirdi. Üstelik böylesine yoğun bir tepki yaşanmaz ve Cumhurbaşkanlığının doğaya saygısı örnek gösterilirdi. Yazık oldu, bütün bunlar düşünülmeden işe girişmişler…

Yiğidi öldürsek de hakkını teslim edelim yine de. Bir kere yapılan bina öyle gazetelerin yazdığı ve muhalefet milletvekillerinin iddia ettikleri gibi 400 odalı filan değil. En fazla 10-15 odalı gibi duruyor. Arkadaki binayı da öyle sayarsak, iki binada 30 civarında oda var. Demek ki 400 değil, 30 civarındaymış. Öndeki büyük iskele henüz yapılmamış. Benim yaptığım küçük iskele ise aynen  duruyor. Plana göre bunu da çok büyüteceklermiş. Oysa gerek yok, zenginlerin kullandığı normal boylardaki tüm motorbotlar buraya rahat yanaşır. Gemi büyüklüğünde olanlar ise biraz açıkta alargada kalır, misafirler karaya botla rahatça çıkarlar. Hangi akla hizmet herşey bu kadar büyük yapılıyor, anlamak mümkün değil.

Bir başka önemli noktayı da belirtmekte fayda var. Devlette yapılanları gizlemek, halkın ve medyanın gözünden kaçırmak moda haline geldi. Normal bir işi gizli kapaklı yaptınız mı, dedikoduların ardı arkası kesilmiyor. Milletin ağzı torba değil ki büzesin. Zamanında benim yaptığım kulübe için de medya (Özal’a saray yapılıyor) diye kıyameti koparmıştı. Gazetecileri topladım, Okluk’ta restore edilen kulübeyi gösterdim, tekerlekli karavanları dolaştırdım, doğadan tek bir dal bile koparılmadığını görünce şaşırdı hepsi. Böylece söylentiler ve dedikodular bir çırpıda sona erdi. Günümüzün Cumhurbaşkanlığı yetkilileri niye böyle yapmazlar ki? Hisleriyle değil akıllarıyla hareket etseler, Cumhurbaşkanına bu kadar fazla zarar vermezler. Bilseler ki gizledikleri herşey, Google’nin uydu haritalarından açıkça görülüyor. İsteyen herkes yapılanı rahatça inceliyor  buradan. Ama gazeteler veremiyorlar bu fotoğrafı, hemen hepsinin elinde var ama korkuyorlar işte. Korkacak birşey yok ama öküzün altında buzağı arayan bir mantık ürkütüyor herkesi. Yapılanın görülmesinden korku, suçluluğun ifadesi gibi görülüyor toplumda. Cumhurbaşkanının sayısız danışmanından biri bu gerçeği görse de, gizliliğin kalkmasına ve Cumhurbaşkanlığının devamlı hırpalanmasına mani olsa bari…

Türkiye gibi büyük ve güçlü bir ülkenin elbette Cumhurbaşkanlığı yazlığı olmalı. Ama boyutlarına dikkat edilmesinde fayda var. Bizim Okluk’taki küçük kulübede krallar, başkanlar, başbakanlar ağırladık, hepsi çok sevdiler orayı ve mütevaziliğini. Hatta benim çevre izcisi kamplarımı açmak için Gökova’ya gelen dönemin Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Perez de Cuelar, o mütevazi kulübe benzeri yeri o kadar çok beğendi ki, birkaç gün daha orada kalmak istedi. Yunanistan Başbakan’ı da, Norveç Başbakanı da, Suudi Kral yardımcısı da, Amerikan Dışişleri Bakanı da, Pekçok yabancı devlet adamları gibi hayran kaldılar Okluk’a. Doğanın bozulmamasını överek, örnek olsun diye fotoğraflarını çektiler.

Cumhurbaşkanlığı tarafından Okluk’a çok büyük binalar yapılması ve doğanın tahrip edilerek ağaçların kesilmesi, vatandaşlara da kötü örnek oluyor. Gökova’yı gezerken rastladığım çok sayıda kaçak binanın sahipleri (Yasalara önce Cumhurbaşkanlığı uysun, sonra bizden bekleyin) diyor olmalılar. Son zamanlarda bölgede kaçak yapılaşma o derece arttı ki, yetkililer ne yapacaklarını şaşırdılar. Kontrol edemiyorlar, doğru dürüst ceza kesemiyorlar, yetki kimde belli değil. Köyleri bile Büyükşehir yasası ile mahalle yaptılar. Öyle olunca ve de yetkinin kimde olduğu hala anlaşılamayınca, kaçak yapılarda açıkça patlama görülüyor. Göremeyen devlet yetkilisi varsa, bölgeyi iyi bildiğim ve tanıdığım için bana gelsinler, ben gezdireyim.

Her neyse, Gökova’da birşeyler oluyor ve iyi şeyler olmuyor maalesef. Gökova’ya ve doğasına mutlaka dikkat etmeli ve özen göstermeliyiz…

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.