Bodrum Gündem

MİT Eski Müsteşar Yardımcısı CEVAT ÖNEŞ… BG Dergi Söyleşileri…

“Bodrumun havası ile Türkiyeyi ve dünyayı kucaklamak…”

Cevat Öneş Bodrum’un yetiştirdiği en özel isimlerden biri. Kendine özgü tavırları ve beyefendiliği ile Bodrumlular’ın gönlünde taht kurmuş bir isim. Onunla gündeme dair birçok röportaj yapmıştım. Hiç birinde de beni kırmayıp gündeme dair önemli açıklamalar yapmış ve görüşlerini paylaşmıştı. Yine röportaj talebimi kendisine ilettiğimde, kibarca “Ne hakkında?” diye sordu. Ben de, “Tamamen Bodrumlu Cevat Öneş ile söyleşi yapmak istiyorum. Gündeme dair gergin ve sıkıcı sorular sormayacağım; lakin sizinle ilgili merak ettiğim her şeyi soracağım…” dedim. “Memnuniyetle…” diye yanıt verdi. Doğrusu çok mutlu oldum olumlu yanıtına. Yaklaşık iki ay sonra Bodrum’daki evinde söyleşi yapmak üzere sözleştik. Sevgili eşi ve kızı bizim için kurabiyeler yapmış, kendisi de elleri ile kahve hazırladı. Başladık söyleşimize.

Eski tabir ile 33 kısım tekmili birden, Bodrum’un yetiştirdiği, yaşamı başarılar ile dolu bir devlet adamının yaşam öyküsü…

Söyleşi: Fatih Bozoğlu (Bodrum Eylül-2017)

“Tahsil hayatım dışında doğma büyüme Bodrumlu’yum. 1942 yılının Şubat’ında dünyaya geldim. Çocukluğum Bodrum merkezde, Çukurbahçe sokağında bulunan evimizde geçti. Çukurbahçe’de geçen hayatımız sadece benim değil, tüm kardeşlerimin ve sonrasında da çocuklarımızın hiç unutamadığı bir dönemdir. Altı kardeşin, farklı evlerde ama aynı hayatta (hayat: bir ya da birkaç evin ortak alanı) mutlu bir yaşam sürdürmeleri çok dikkat çekicidir. Anne ve babanın disipline ederek, yönettiği bir düzendir bu.  O hayatın kapısı her daim açıktı. Her zaman bizi tanıyanların, eşimizin dostumuzun gelip girdiği, yemek yediği, kimi zaman konakladığı bir hayattı. Hatırlıyorum, kazanlar ile yemekler pişirilir ve paylaşılırdı. Bu sevgi, saygı ve hareketliliğin hâkim olduğu bir hayattı. Annemiz ve babamızın yaşamları boyunca süren bir düzendi bu. Dışarıda okuduğumuz dönemlerde okullar kapandığında adeta koşarak özlemle gelirdik sokağımıza ve o sevgi dolu hareketli hayatımıza. Bu gün de bu hayatı özlemle arıyoruz…”

cevat-öneş-fatih-bozoğlu-özel-ropörtaj-19-temmuz-2016

Bodrumlu olmaktan gurur duyduğunu ifade ederken, Bodrum’un cumhuriyetin çağdaş yüzünü yansıtması açısından çok önemli bir yer olduğunu da söylüyor. Geçmişle bugün arasında dağlar kadar farkın meydana geldiğini, bu farklılıkların aile yapısına da etki yaptığını söylerken biraz mahzunlaşıyor, sesi titriyor sanki. Evlerini, hayatında yaşadığı o kalabalık aile ortamını özlediğini ifade ediyor. Elbette değişimin önüne geçilemeyeceğini de sözlerine ekliyor…

“Ülkede nüfus artışı ile birlikte kentleşme geliştikçe, sanayileştikçe, yaşam şartları, ekonomik ve sosyal şartlar değiştikçe doğal olarak ailelerin yapısı da değişiyor. Çocukluğumuzdaki büyük, geniş aile tipi artık yok. Bir an gözünüzün önüne getirip hayal edin; benim çocukluğumda altı kardeş, ayrı evlerde ama ortak bir hayatta, birlikte bir düzen içinde, ahenkli bir yaşam sürmekteydi. Şimdi ise daha küçük ve daha yalnız bir aile düzeni var…”

 

eski bodrum

“Cevat Öneş “hayat” denilen o yaşam alanını şöyle anlatıyor;

“Ortada dedemizden kalan Bodrum tipi bir kulemiz. Bu kuleyi saran ve anneannemizin yaşadığı yine Bodrum tipi küçük bir ev. Sonradan çocuklar büyüdükçe aynı hayat içinde yapılan diğer evler. Bir mandalina bahçesi içinde büyüyen genişleyen bir aile. Aileler kalabalıklaşıp büyüdükçe doğal olarak ağaçlar azaldı, beton ya da taş binalar ise çoğaldı. Bu yaşamın kaçınılmaz bir gerçeği. Nüfus arttıkça, aileler genişledikçe bu tip yapısal ve sosyolojik sorunlarda ortaya çıkıyor. Elbette eskiye, doğaya dönüş, hatta geniş aile tipine dönüş gayretleri var ama ne kadar başarı sağlanabilir, onu bilemiyorum…”

Cevat Öneş kendi kuşağının çocukluğunu şanslı görüyor. Doğa ile iç içe, yakın aile ilişkilerinin şüphesiz özenilecek bir olay olduğunu da vurgulayarak, dünyanın hızlı gelişiminin, geriye dönüşü mümkün kılmayacağı görüşünde.

Eğitim yaşamınıza gelelim. Bize anlatır mısınız?

“İlkokul ve ortaokul tahsilimi Bodrum’da tamamladım. Ortaokulu bitirdikten sonra da İstanbul Erkek Lisesi’ne gittim. Şunu da söyleyeyim. İlkokula girdiğim andan, ortaokulu bitirene kadar babamın yanında çırak olarak çalıştım. Babam ayakkabı imalatçısıydı ve bir yandan da deri ve kösele ticareti yapardı. İlkokul ve ortaokul sürecinde çırak olarak başladım, önlük taktım, kalfa ve sonra da usta oldum. Ortaokulu bitirince babam yanına çağırdı ve “Okul bitti. Ne yapmak istiyorsun? Okumak mı yoksa dükkânı devralmak mı? Seç,” dedi. Ben okumayı tercih edeceğimi söyledim. Tabii o dönem Bodrum’da lise yok. Muğla ya da İzmir’e gidilebilirdi lise tahsili için. Ama bizim örnek aldığımız bir insan vardı o dönemde: Muğla eski DP Milletvekili Zeyyat Mandalinci. Ticaret Bakanlığı da yapmıştı. O İstanbul Erkek Lisesi mezunuydu. O Bodrumlular için bir iftihar vesilesiydi. Onu örnek alarak Mete Birol, rahmetli Aydın Nalbantoğlu, Recep Cingöz ve ben, hepbirlikte İstanbul Erkek Lisesi’nde tahsil gördük. Bu bizim için bir ayrıcalık vesilesiydi. Hele o tarihlerde…”

Cevat Öneş’in ilkokul ve ortaokul döneminde önlük kuşanıp babası ile çalışması, ona gelecek yaşamı için de çok önemli bir deneyim kazandırmış. İnsan ilişkileri, ticari yaşam, alışveriş ilişkileri, esnaflık ve kalenderlik, burada, ayakkabı tezgâhında, babası Süreyya Öneş’ten ve komşu esnaftan öğrenilmiş…

“Bir yanımızda Topanoğlular, diğer yanımızda züccaciyeci Veysel amcamız, bizim eniştemiz Yücel Ziylan’ın babası Ali Ziylan, karşımızda berber Ali ve ayakkabıcı Hüseyin amca, Karabağlılar, Cingözler, tatlıcı Yusuf, Sakallı Köfteci Bilal vardı. Sabahları çıraklar arasında bir yarış olurdu. Güneş doğmadan dükkânı en evvel kim açacak? Ben bu konuda diğer arkadaşlarıma göre daha hevesliydim herhalde. En önce açardım dükkânımızı. Önce dükkânın içini sonra da önünü sular süpürürdük. Babalarımız, ustalarımız gelmeden dükkânlar hazır hale gelirdi. Komşu esnaf sabah kahvelerini birlikte yudumlar, sohbetler edilir, özellikle siyaset konuşulduğunda oldukça hararetli anlar yaşanırdı. O tarihte CHP ile DP tartışmaları yaşanırdı elbette. 60’lı yıllarda ise konular biraz daha farklılaşmaya başladı. Amerikalılar’ın ve Ruslar’ın uzaya roket atmaları, aya ilk ayak basmalar dükkân önü sohbetlerin konuşmalarıydı. Mesela Fahrettin amcam vardı. Bu Ruslar’ın uzaya insan gönderme olayına bir türlü inanmıyor ve sahtekârlık olarak niteliyordu…”

Bütün esnaf çocuklarının çıraklık dönemlerinde yaşadığı sınavlardan, Cevat Öneş de geçmiş doğal olarak. İş ve ticari yaşama alıştırmak adına yapılan bazen zorlu, bazen de eğlenceli sınavları tek tek geçmiş. Özellikle tahsilat işi en zorlandığı sınavmış. Babası çırak Cevat’ı daha önceden anlaştığı bir başka esnafa gönderip, alacaklarını tahsil etmesini istemiş. Şimdi öyle eğlenceli anlatmasına bakmayın, epeyce zorlanmış, sıkılmış bu işten. Baba Süreyya Öneş eğer ticaret yapmaya karar verirse, işin başına da geçerse bu denemeler ile ticaret hayatına alışsın diye kimi zaman zor işleri de Cevat Öneş’e vermiş. Böylece ticari yaşamda da pişmeye başlamış. Bu sınavlar ve deneyimler, Cevat Öneş’in sonraki yaşamında da oldukça faydalı olmuş.

“Benden büyük bir ablam var, sonra ben geliyorum. Doğal olarak babam da işi bana devretmek istiyor. Turizmin artık ilk başladığı tarihler. Sandaletin yavaş yavaş moda olmaya başladığı dönemler. Eğer o günlerde sandalet işini tercih etmiş olsaydım, belki de bu gün Bodrum’un en zenginlerinden birisi olurdum…” Kahkahalar atarak söylüyor son cümleleri ve kahkahalar ile devam ediyor; “Ben zengin olmayı değil bürokrasiyi seçtim. Maaş ve emekliliği seçerek iyi mi yaptım, bilmiyorum…”

Öneş ailesi Bodrum’un köklü bir ailesi. Cevat Öneş ve kardeşleri de bu köklü ailenin hakkını veriyorlar doğrusu. Ailesini şöyle anlatıyor;

“En büyük ablam Cavidan 41 doğumlu, ben 42’de doğdum. Vedat 44 doğumlu, Osman 52 doğumlu ve en küçüğümüz Nuran da 56 doğumlu. Vedat her zaman kendi halinde sessiz bir kişiliğe sahipti. Çocukluğunda da sakindi. O hukuk fakültesine gitti. Okulunu tamamlamadı ve oda benim gibi memuriyeti seçti. Osman ise ziraat fakültesinde okudu ve başarı ile tamamladı. O zeki ve çalışkandı. Siyasete de düşkündü. Esasen ailemizin büyükten küçüğe tamamı, siyasete sempati duyuyordu. Ama Osman her zaman siyaseti sevdi, hep aktifti ve hep öne çıkardı. Sonra da en küçüğümüz Nuran da yine Osman gibi siyasetin ön saflarında ve aktif oldu. Ama Osman’ın, CHP’nin Bodrum’da teşkilatlanmasında, kurumsal bir alt yapı oluşturmasında önemli bir payı olduğunu düşünüyorum. Osman’dan sonra o bayrağı Nuran devraldı. Nuran siyasetin yanında sosyal açıdan çok daha hareketli. Ağabeyi Osman’dan da öğrendikleri ile bana göre siyasi yaşamında başarılı bir çizgisi oldu…”

Tekrar İstanbul serüvenine dönüyoruz. Cevat Öneş’in İstanbul’a gidişini ve İstanbul Erkek Lisesi yıllarını şöyle anlatıyor;

“Babam bizimle gelmemişti. Öncelikle bir tahta bavul yaptırıldı. Daha evvel de hiç gitmemiştim. Giderken yanıma kendi harçlığımı verdiler bir de babamın alışveriş yaptığı bir ticarethaneye verilmek üzere yüklü bir miktar da para teslim ettiler. Bele sarılan kese içine koyduk parayı. Vapur ile İstanbul’a ulaştım, kaç gün sürdü hatırlamıyorum. İndim vapurdan. Bir kalabalık geldi ki sormayın. Elimde bir adres, nereye gideceğimi bilemez bir durumdayım. Galata köprüsüne çıktığımda kendimi adeta yeniden dünyaya gelmiş gibi hissettim. Boğazı ve Haliç’i izliyorum şaşkınlıkla. Uçaklar üzerimden geçtikçe şaşkınlığım daha bir artıyor. Hani köyden indim şehre hesabı aynı o durumdayım. En sonunda bir taksiye bindim ve okula teslim oldum. Yatılı okuduk. Yatılı hayatı da bize büyük bir katkı sağladı. İstanbul Erkek Lisesi 1884 yılında devlete yönetici ve bürokrat yetiştirmek üzere kurulmuş. Mazisi 130 senelik seçkin bir kurumdur. 1.Cihan savaşında 50 okul öğrencisini Çanakkale Savaşlarında şehit vermiştir. Kurtuluş savaşında da mücadeleye katılan son sınıf öğrencileri Sakarya’da şehit olmuştur. Bu sebeple pencereleri öğrencilerin adına sarı siyah boyandığı için, İstanbul Erkek Lisesi ve İstanbul Lisesi flamaları sarı siyah olmuştur. Ayrıca “İstanbul Sultanisi İzci Oymağı” adı “Sakarya İzci Oymağı” olarak değiştirilmiştir. Sakarya Meydan muharebesinin kazanılmasından sonra “Sağolun Paşam. Vatanı düşmandan kurtardınız,’ mesajını ileten öğrencilere Mustafa Kemal Atatürk ‘Siz sağolun, Sakarya’nın evlatları’cevabını vermiştir. İstanbul Erkek Lisesi, kralların dahi eğitim için geldikleri bu kurumda çok değerli siyaset, bilim insanları, sanatçılar yetişmiştir. Fuat Köprülü, İhsan Sabri Çağlayangil, Necmettin Erbakan, Mesut Yılmaz, Ahmet Davutoğlu gibi siyasetçiler dikkati çeker. Münir Özkul, Sadri Alışık, Avni Dilligil, Şerif Gören gibi sanatçılar, Ahmet Haşim, Edip Cansever, Tarık Buğra, Sait Faik Abasıyanık gibi edebiyatçılar da İstanbul Erkek Liseli’dir ve biz onlarla gurur duyarız. İstanbul Erkek Lisesi cumhuriyetin, devrimlerinin, çağdaşlaşmanın, aydınlanmanın ve milli değerlere bağlılığın sembolüdür. Bu günde öğrencilerinin büyük çoğunluğunun aynı ilkeler içerisinde olduklarının gözlenmesi biz eski kuşağa gurur vermektedir. 27 Mayıs devriminde son sınıftaydım. Vilayete çok yakındı okulumuz. Tanklar ile kuşatıldığını, o andaki hareketliliğin bizzat tanığı oldum. Sonra da mezun oldum ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne girdim. 1964 yılında da hukuk fakültesinden mezun oldum. Sonra da hemen askerlik süreci başladı…”

Cevat Öneş için hayatının dönüm noktası da askerliğini yaptığı Sivas oluyor. Dönemin ve günümüzün en tartışmalı isimlerden birisi olan Milli Emniyet Hizmetleri Başkanı Korgeneral Fuat Doğu kıta hizmeti için Sivas’a gelir. Cevat Öneş Korgeneral Fuat Doğu’nun özel kaleminde bir süre çalışır. İşte esas hikaye bundan sonra başlar.

“Eşimi de Sivas’ta tanıdım. Eşimin babası da aynı kıtada albaydı. Komutanım Albay Seyfettin Zeyrek beni de çok seviyordu. Eşim Günşen de hukuk fakültesinde öğrenciydi. Henüz ekonomik şartlar açısından evlenecek durumda da değildim. Ailem ekonomik açıdan belli bir yere gelmeden evlenmemin doğru olmadığını söylüyordu. Haklıydılar; çünkü altı kardeştik ve babamın çok ağır bir yükü vardı. Fakat ailemin evlilik için daha erken ikazlarına rağmen, eşimi komutanımdan kendim istedim.  Odasının kapısını çaldım, içeri girdim ve tekmil verdim. “Komutanım ben sizinle özel bir şey konuşacağım,” dedim. “Söyle,” dedi. Bene bir çırpıda söyleyiverdim; “Komutanım, kızınız Günşen’i evlenmek için sizden istiyorum,” dedim. Çok şaşırdı. Bir süre sonra da nişanlandık. Eşimin ailesi ve Fuat Doğu arasında doğal olarak yakın bir ilişki söz konusuydu. Nişan yüzüğümüzü de Korgeneral Fuat Doğu taktı. Yıllar sonra büyük kızım Didem’in evlilik yüzüğünü de yine Fuat Paşa takmıştı”

Cevat Öneş’in cesaretine ve kararlığına hayran olmamak mümkün değil. Yıl 1964 ve komutanından kızını istemek hakikaten büyük cesaret işi. Üstelik kendi ailesi de işi gücü olmadan evlenmesine karşı dururken.

Cevat Öneş bizim de merak ettiğimiz esas öyküsüne devam ediyor;

“Özel kalem görevini yaptığım Korgeneral Fuat Doğu, Sivas’ta kıta görevini tamamlayıp Ankara’ya dönerken bana; “Sen askerden terhis olduğunda, ben seni Ankara’da bekliyor olacağım. Ankara’ya geldiğinde işin hazır,” dedi. Çok şaşırdım. “Nerede komutanım,” diye sordum. Doğu da, “Dışişleri Bakanlığı gibi bir yer,” diye yanıt verdi. Ama Milli Emniyet Hizmetleri Başkanlığı yaptığını ve tekrar o göreve döneceğini de biliyorum. Nişanlıyım. Evlenmek için para lazım. Her şeyden önce evlenmek için iş lazım. O teklif karşısında hiç düşünmeden, bilinçli olarak değil, şartlar gerektirdiği için terhis olur olmaz Ankara’ya gittim. O zaman Ulus’ta bulunan Vakıflar binasına giderek, “Ben geldim,” dedim. Beni hemen personel müdürlüğüne gönderdi. Gerekli mülakatlar ve rutin işlemler yapıldı.”

Cevat Öneş’in teşkilata girişi oldukça önemli bir zamana denk geliyor. O dönem Fuat Paşa tarafından teşkilatta sivilleşmeye yönelik çalışmaların başlatıldığı bir dönem. Cevat Öneş ile birlikte bir çok arkadaşı, liyakata dayanan bir seçim ile teşkilata giriyorlar. Üniversitelerin özellikle hukuk, siyasal, iktisat ve uluslararası ilişkiler bölümlerinden birçok kişi seçilerek teşkilat mensubu oluyor. Bu, kurumsal ve sivil bir yapının kurulmaya başladığı 1966 yılına rastlıyor. Cevat Öneş de böylelikle 1966’da Milli İstihbarat Teşkilatı’na giriyor.

“Sivas benim hem özel yaşamımda, hem de iş yaşamımda bir dönüm noktasıdır. Milli İstihbarat Teşkilatı, bu günkü gibi gazetelerde sık sık haber konusu olan bir yer değildi o tarihlerde. MİT o zaman için gizemli ve korkulan bir kurumdu…” diyerek sözlerine devam eden Öneş, teşkilatın efsane isimlerinden birisi olan Fuat Doğu’nun tüm tartışmalara rağmen, MİT’in sivilleşmesi ve kurumsallaşması için çok büyük emek harcayan, en önemli figürü olduğunu kaydediyor ve onu saygıyla, sevgiyle anıyor…

Korgeneral Fuat Doğu’nun en yakınındaki isimlerden birisi ile söyleşi yaparken, Osmanlı’nın son dönemi, Kuvayı Milliye ve Cumhuriyet’in kuruluşu ve sonrası yakın tarihe özel ilgisi olan bir gazeteci olarak merakım da kabarıyor doğal olarak. Hele hele 68’li yılları, 70’li yılları bir teşkilat mensubu olarak değerlendirebilen önemli bir isme sorulacak çok soru var. İlk sorum, “Fuat Paşa astığı astık kestiği kestik birisi miydi,” şeklinde oldu;

“Asla böyle birisi değildi. Fuat Doğu asla sert biri değildi. İnanmış bir insandı. İnanç boyutu da öyle sıradan bir şey değildi. Oldukça derin bir bilgi ve inanca sahipti, diyebilirim. Özellikle Cumhuriyet’e ve cumhuriyet değerlerine çok bağlı, laik bir kişiydi. MİT’in asker ağırlıklı yapısına rağmen, sivilleşme ve kurumsallaşmaya yönelik çalışmaları başlatabilecek kadar cesaretli, stratejist ve zeki bir adamdı. Sosyal tarafı çok güçlüydü. Sivas’ta özellikle her hafta sonu orduevinde çeşitli danslı partiler ve etkinlikler ile sosyal ilişkileri geliştirirdi. O tarihte, yani 65-66’da Sivas çevresinde Aşık Veysel gibi halk ozanlarına çok yakın ilgi gösteren, onlar ile temas kuran, kurdurtan ve onları zaman zaman Sivas Orduevi’nde toplayarak konserler verdiren ve onlara maddi yardımlar sağlayan biriydi. Bunları ben bizzat yaşayarak gördüm…”

O zaman sizler seçilmiş insanlarsınız?

“Evet aynen öyle. Bizler seçildik. Özellikle belirli şahıslar tarafından mimlenerek, eğitim düzeyleri, yaşamları, alışkanlıkları, inançları ve dünya görüşleri kontrol edilerek, araştırılarak raporlandık ve ondan sonra alındık. Özellikle 65-66 ve 67 girişliler seçildikten sonra,  çok sıkı bir şekilde araştırıldıktan sonra teşkilata alındılar. O dönemde seçilenlerin kimlikleri üzerinde çok durulmadığını görmüştüm. Aramızda Kürt kökenliler, Çerkez, Gürcü, Laz kökenliler ve Aleviler vardı. Aldıkları eğitimler, eğitim aldıkları kurumlar ve o kurumların nitelikleri ve oradaki başarıları esas kriterlerdi. Bu tarihlerde alınanların büyük çoğunluğunun demokrat, laik ve Atatürk ilkelerine inanmış, liyakatlı personel olduğunu teşkilat çalışmalarım içinde bizzat gözlemledim…”

Konuyu yine özele döndürerek bir nefes alıyoruz. 65 yılında daha askerdeyken nişanlanan Cevat Öneş, 67 yılında da Konya Orduevi’nde evleniyor. O dönem kayınpederi ve eski komutanı Albay Seyfettin Zeyrek Konya’da görevli olduğu için orada evlenmeyi uygun görüyorlar.

Çok özel bir soru ile söyleşimize devam ediyoruz; Ankara’da ve MİT gibi çok özel bir teşkilatta görevli bir Bodrumlu, Bodrum’dan uzak mı kaldı? Böyle bir soru karşısında çok dikkatli ama çok samimi bir yanıt veriyor Cevat Öneş;“Çalıştığım kurumun yapısı icabı, o tarihlerde, özellikle de bu güne göre çok daha fazla kapalı bir kurumdu. Böyle bir teşkilatın içindeyken, sürekli artan güvenlik sorunları içerisinde teşkilatın konuları dışındaki hususlarla ilgilenmek mümkün değildi. Şartlar bunu gerektiriyordu…”

deniz-gezmis-in-bilinmeyen-fotograflari

Yine çok merak ettiğim bir soruyu kendisine sordum. Çünkü Öneş’in göreve başladığı dönem Türk siyasi tarihi açısından çok önemli seneler. 68 Kuşağı hareketleri bütün dünyayı sararken, Türkiye’de de öğrenci hareketleri yoğunlaşıyor. Deniz Gezmiş ve arkadaşları başta ülke büyük bir değişim ve gelişim içinde. Türkiye İşçi Partili Mehmet Ali Aybar, Behice Boran ve Çetin Altan gibi sosyalistler parlamentoda milletvekili. Bir teşkilat mensubu olarak, üstelik nitelikli olduğu için seçilmiş birisinin o dönem ile ilgili görüşleri neydi acaba?

“Söylediğim gibi 66’da teşkilata girdim. 68 Kuşağının özellikle solcu ve sağcı gençlerinin talepleri ve dünyadaki 68 kuşağı hareketleri paralel ilerleyen olaylardı. Bizler de istihbarat teşkilatı olarak bütün bu olayları yakından takip ettik. O tarihlerdeki gençlerin masumane talepleri, bağımsız bir Türkiye anlayışları, emperyalizm karşıtı hareketleri ve eylemleri, hatta 60’dan sonraki değişim ve gelişim kurumlar tarafından tam olarak değerlendirildi diyemem. Sadece MİT olarak değil, bütün devlet kurumları tarafından çok iyi irdelenip, değerlendirilmedi, diye düşünüyorum. Amerika ve Rusya’nın soğuk savaş döneminin etkisi ile birçok ülkede meydana gelen kamplaşmalar ve bunlara bağlı olarak ortaya çıkan ideolojilere bir bakış vardı. Olayların 60 ile başlayıp adına “68 hareketi” dediğimiz ve 72’de üç gencin idam edilmesi ile sonuçlanmasını bu gün acı ile ifade ediyoruz. Keşke olmasaydı, diyoruz. Bu gün de güncelliğini yitirmeyen tam bağımsız Türkiye, ülkenin kendi kaynaklarını kendi iradesi ile kullanabilmesi, hak, hukuk, adalet gibi kavramlar o günün gençleri tarafından da talep edilen hususlardı. Eğer o gün o kutupların getirdiği ideolojik bakış açısının dışında bakılabilseydi, çok daha farklı bir Türkiye olabilirdi. Bu siyasi bir yetersizliktir. Burada içinde bulunduğumuz gelişmeleri dikkate alarak, bir hususu vurgulamamız gerekiyor; Nitelikli siyaset üretimi, nitelikli bürokrasi yapısı ve nitelikli devlet yönetimi ihtiyacı 1950’li yıllardan itibaren daha fazla ihtiyaç duyduğumuz bir Türkiye gerçeğidir. Kurumsal yapıların nitelikli üretimi, nitelikli siyaset üretimi ile gerçekleşebilir…”

Doğrusu bu söylemler çok dikkat çekici. Sanki tarihi bir analiz diye düşünüyorum ve çok önemsiyorum eski bir üst düzey MİT yöneticisinin bu değerlendirmelerini. Devam ediyoruz tarihe not düşmeye. Zira burada anlatılanlar bir dönemin tanıklığıdır. Şu ana kadar yaptığı analizler ve samimi yanıtlardan güç alarak, 68 kuşağının mücadelesi ile 78’lilerin mücadelesini karşılaştırmasını istedim Cevat Öneş’ten.

“Gerçekleşen olayları hep dış mihraklara bağlamak çok yanıltıcı olacaktır. Bunu hep söylüyorum. Türkiye’nin kendi dinamikleri içinde ortaya çıkan taleplere, siyasetin gelişen konjonktöre göre doğru cevap verme meselesidir bu. Siyaset çözüm üretmelidir. Öncelikli mesele her zaman budur. Türkiye’nin en büyük sorunu, iktidarların, böylesine haklı denilebilecek taleplere karşı zamanında çözüm üretememesidir. Gençlerin ve halkın taleplerini sadece ideolojik bakış açısı ile değerlendiren tutumlar kamplaşmayı ortaya çıkarmıştır. Böylelikle çözümden uzaklaşan bir siyasal yapı ortaya çıkmıştır. Böylesine çözümsüz yapılar da 80 yılında “askeri darbe” ile kendini göstermiştir. Evet, dış destekli bir darbedir; ama Türk siyasetinin çözüm üretemediği şartlarda başarıya ulaşmıştır…”

80’li yıllar sizler için zor bir dönem miydi?

“Türkiye’nin her noktasını etkileyen bir vakaydı. 80’li yıllar aslında Türkiye’de büyük bir değişimin de başladığı yıllardı. Pazar ekonomisinin Türkiye’ye girdiği 80’ler, küresel sermayenin Türkiye’yi de kıskacı içine aldığı bir dönemdir. Esasında bilinçli ve planlı bir değişim hareketiydi. 82 Anayasası ile Türkiye ve milletin üzerine geçirilen yeni yapı gerek siyasetini, gerekse kurumsal yapılarını kuşatmış, adeta işgal etmiştir. Tabi Türkiye’de demokrasinin gelişmesini engelleyen şartları da beraberinde getirmiştir. Türkiye için hala devam eden bir süreci başlatmıştır. 80 darbesi ve 82 Anayasasının bu gün bile silinemeyen etkileri vardır…”

Cevat Öneş, Milli İstihbarat Teşkilatı’nda Mehmet Fuat Doğu Paşa ile başlayarak, Nurettin Ersin, Bülent Türker, Hamza Görgüç, Adnan Ersöz, Bülent Türker, Burhanettin Bigalı, Teoman Koman, Sönmez Köksal ve Şenkal Atasagun olmak üzere tam on müsteşar ile çalışmış. Özellikle 80’li ve 90’lı yılları zor yıllar olarak değerlendirirken, AK Parti’nin iktidara geldiği 2002 yılından sonrasını da istihbaratçılık açısından çok özellikli ve zor yıllar olarak niteliyor.

2005 yılında emekli olduktan sonra, pek ortalarda görülmeyen Cevat Öneş medyada boy göstermeye başlıyor. Yorumları, analizleri ve özellikle Kürt meselesi ile ilgili söylemleri çok tartışılıyor.

“2005 yılında emekli olduğumda Türkiye’nin güvenlik sorunları çok kritik bir noktaya gelmişti. 2002’de AK Parti iktidara geldi. 2002 ve 2005 yılları arasında da AB uyum yasalarının hayata geçme sürecini Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından bir kazanç olarak görüyorum. 2005’de ben emekli olurken Kürt meselesi çözüm arayışları ve tartışmaları yükselmeye başlamıştı. Biliyorsunuz bir çözüm süreci vardı. Ama PKK silahlı mücadele şartlarını devam ettiriyordu. PKK’nın silahlı mücadele şartlarını ortadan kaldırmadan, Kürt meselesi de çözüme kavuşturulmadan Türkiye’nin demokratikleşmesinin mümkün olmadığını o gün olduğu gibi bu gün de daha net görüyoruz. Emekli olduğumda Kürt meselesinin çözümü için, Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu demokratikleşme hareketinin önemi ve aciliyetine vurgu yapan ve çözüm sürecini destekleyen bir girişimin Türkiye için yararlı olacağını düşündüm. O nedenle yazılarımla ve röportajlarımla bu çözüm sürecine katkım olsun istedim. Bana göre doğru bir hareketti ve bu gün de aynı inanç ve görüşteyim. Bu gün de bu çözüm sürecinin Türkiye için hala bir ihtiyaç ve kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum. Ancak Kürt meselesinin ve diğer temel sorunlarımızın devamlılık kazandırılan ve kurumsallaştırılan nitelikli bir demokratikleşme hareketiyle mümkün olacağını düşünüyorum. Özellikle küresel ve bölgesel gelişmelerinde yaratmakta olduğu risklerin önemi dikkate alındığında; Türkiye için nitelikli demokratikleşme, çoğulcu parlamenter sistem, laiklik ilkesinin özümsenmesi, eğitim sisteminin laik, çağdaş bir yapıda dördüncü sanayi devrimini karşılayabilecek şekilde yeniden düzenlenmesi gibi öncelikli meselelerde ortak irade oluşturabilecek, iktidar muhalefet işbirliğini gerçekleştiren bir parlamenter sisteme kaçınılmaz şekilde ihtiyaç olduğuna işaret etmeliyiz. Ayrıca toplumu kamplaştıran, kimlikler üzerinden siyaset yaparak seçmeni partiler etrafında kemikleştiren, Türkiye ikliminde endişe yaratan negatif iç politika söylemlerinden uzaklaşılması ihtiyacı Türkiye için aciliyeti olan bir meseledir…”

Bodrum’un yetiştirdiği özel insanlardan birisi Cevat Öneş… Beyefendi ve tam bir centilmen, devlet terbiyesi görmüş, tam bir devlet adamı. Onunla yaptığımız bu söyleşide özellikle benim çok merak ettiğim ve siz okurlarımızın da merak edebileceğini düşündüğüm soruları da sormak istedim. Samimiyetle yanıtlaması beni çok mutlu etti. Elbette söylemedikleri vardır. Lakin söyledikleri bile tarihe not düşmemizi sağladı diye düşünüyorum. Hele 68 Kuşağı ve 78 kuşağı ile ilgili söyledikleri bu günün ve yarının siyasetçilerinin kulağına küpe olsun.

Cevat Öneş söyleşimizin sonunda öyle bir laf söyledi ki, başka da söze gerek kalmadı; “Bodrum evrensel bir kent haline geldi. Bodrum’un havasını Türkiye’ye yaymamız gerekiyor. Bodrum havası ile Türkiye’yi ve dünyayı kucaklamak çözümün ta kendisi olur…”

Ne diyelim doğru söze can kurban…

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

  1. Ali gulet dedi ki:

    Ne guzel bir sohbet olmus…keyifle okudum.