Bodrum Gündem

Bir İstanbul Beyefendisi İLHAN ERSAN…

Bir İstanbul Beyefendisi İLHAN ERSAN…

ilhan ersan 4Röportaj: Fatih Bozoğlu

-Mutlu bir çocukluk mu geçirdiniz? Anne ve babanız ne iş yapardı?

Olağanüstü mutlu bir çocukluk yaşadım. Annem ve babam çok ilgililerdi benimle. Sevgilerini hissettirirlerdi ama disiplin de vardı. Annem Ayten Ersan ve Nevzat Ersan. İkisi de hukukçu idi. Annem çok ünlü bir ceza avukatı idi. Pek çok kez çıktı gazetelerde, “İpten adam alan Ayten abla” diye. Çok başarılıydı kendisi, lakin kolay olmamış. Kayseri gibi bir yerden çıkıp, çok zor şartlarda hukuk fakültesinde okumak, hem bir kadın olarak, hem de maddi imkânsızlıklar içinde hukuku bitirmek gerçekten zor. Annem Kayseri, babam Rumeli kökenli. Babam da ağır ceza reisiydi. O da yargıçlık konusunda, gelinebilecek en üst yerlere geldi. Hukuk fakültesinde tanışmışlar ve evlenmişler. İkisi de rahmetli oldular. Babamı 26-27 yıl önce kaybettim. Annem de 5- 6 yıl önce rahmetli oldu…”

ilhan ersan-Onlarla ilişkiniz nasıldı çocukluğunuzda? Sizi yönlendirdiler mi? İstanbul Erkek Lisesi’nde olduğu gibi çocukluğunuzdaki eğitim de disiplinli miydi? Yoksa biraz el bebek gül bebek mi büyüdünüz?

“Ailem sevgisini gösterdiği kadar disiplini de gösterirdi. Öyle el bebek, gül bebek büyümedim. Hele yatılı okulda, bırakın el bebek gül bebeği, resmen dayak yiyerek büyüdük. Bir taraftan üst sınıflardaki ağabeylerin dayağı, diğer taraftan da Alman disiplini. Böyle piştik. Öğretmenlerimizin hepsi Alman idi. Çok faydasını gördüm tabi, o ayrı bir konu…”

-Şimdinin karmaşası, kalabalığından çok daha farklı yaşam varmış o yıllar. Aslında İstanbul’un modern ve mutena bir semtinin çocuğuymuş İlhan Ersan. İstanbul’u, Erenköy’ü konuşmaya devam ediyoruz…

“Aslında İstanbul’un tümü modern sayılırdı. Benim bir futbol merakım vardı. Babam da küçük yaşlardan itibaren maçlara götürürdü beni. Kendisi çok koyu Fenerbahçeli idi, hatta yüksek divan üyesiydi. Ama biz nasıl olduysa, ağabeyim ile birlikte, herhalde annemin de etkisiyle koyu birer Beşiktaşlı olduk. Annem Beşiktaşlı idi. Maçlara bile çok iyi hatırlıyorum kravatla gidilirdi. Ben kravatsız insan hatırlamıyorum o maçlarda. İstanbul’da kravatsız, fötr şapkasız kimse yok yok gibiydi. O zamanlar insanlar kendilerine daha da özen gösterirdi. Daha keyii idi. Kız erkek ilişkileri de öyleydi. Yani belirli bir yaşa gelince, muhakkak bir kız arkadaşın olurdu. Ve gayet düzeyli, güzel ilişkiler vardı. Dolayısıyla böyle bir ortamda büyüdükten sonra geldiğimiz nokta bazen beni zorluyor ve şaşırtıyor. Yani  bilmiyorum. İstersen bu konuda çok da konuşmayalım…”

-İstanbul Erkek deyince, bizim Bodrumlular’dan da Aydın Nalbantoğlu, Recep Cingöz gibi bilindik isimler var. Aslında İstanbul Erkek Lisesi Bodrumlular’ın iyi bildiği bir okul. Lise bittikten sonra Almanya’daki eğitim yaşantınız nasıldı? Orada da çünkü yalnızdınız…

“Evet çok yalnızdım ve haberleşme, iletişim diye bir durum yok. Bunu hep söylerler ama gerçekten doğrudur; bir telefon görüşmesi için başvurursun en iyi ihtimalle, 12 saat sonra bağlanırdı Almanya’dan Türkiye’ye. Dolayısıyla iletişim neredeyse tamamen kopuktu. 18 yaşında Almanya’daydım; düşünsenize gencecik bir insan. Evini kendin bulacaksın ve yerleşeceksin. Okul işlerini halledeceksin. Bu sırada gençsin ve için kıpır kıpır. Bir de duymuşsun Alman kızları esmer, siyah saçlı erkeklere hayranmış diye. Sokakta yürüyorsun, herkes sana bakacak zannediyorsun. Ama hiç bakan yok. Kimse dikkate bile almıyor seni. Kafalar karışıyor tabi bu durumda. Biz yanlış yere mi geldik, diyorsun ister istemez. Ama bir süre sonra alıştık. Çok güzel bir çevre edindik, çok güzel arkadaşlıklar edindik. Ve en önemlisi de arkadaşlarımız ile aramızda çok güzel bir dayanışma oldu. Herkes yalnız ve 18-19 yaşlarında çocuklar. Doğal olarak birlikte hareket etmeye ve dayanışma içinde olmaya başlıyorsun. O yaşta o sorumluluğun altına girmek; hem okuyacaksın, hem yaşayacaksın… Tamamen serbestsin, sana hiç karışan yok. Aslında tutunabilmek çok zor. Okuldan kopmalar, ara vermeler, gezmeler tozmalar biraz dağıtmalar da oluyor. O akıma bir aralar ister istemez ben de kapıldım. Aslında herkes kapılıyordu. Ama daha sonra, o tehlikelerin eşiğinden dönebiliyorsun. Bunu sağlayan ise aileden aldığın terbiye ve sevgi. Arkanda ailenin desteğini, sevgisini hissettiğin an doğru yola giriyorsun. Bunu sağlayan şey ise, onların sana yazdığı mektuplar. Onların sana verdiği güç ile son noktadan dönüyorsun. Ben bunu hem kendimde, hem de pek çok arkadaşımda gördüm. Aile sevgisi, bir çocuğa verebileceğiniz en önemli şeymiş, ben onu anladım. Bu insanı pek çok tehlikeden koruyor. Ailenin arkanda olduğunu hissediyorsun ve ben bunu aileme yapamam diyorsun…”

-’72’de Almanya’ya gittiniz ve ’79’da döndünüz. Bambaşka bir Türkiye ile karşılaştınız. Kardeşin kardeşi vurduğu, karmaşanın hakim olduğu bir Türkiye…

“Geldiğimde çok şaşırdım işte. O yollarda takır takır vurulan insanları gördüğümde neler olup bittiğini gerçekten anlayamadım. En hararetli zamanlardı, ’80 ihtilalinden önceki dönem hepimiz için korkunç bir dönemdi. Çok politik şeylere girmek istemiyorum ama rahatsızlık verici şeylerdi…”

ilhan ersan 3-Almanya’ya dönmeyi düşündünüz mü?

“Elbette düşündüm. “Ben burada yapamayacağım herhalde,” dedim. Zaten uzun süre dışarıda olunca öyle oluyor. Bir de aile yanında yaşamaya da pek alışmamışım, zor geldi açıkçası. Hemen Almanya ile temaslar sonucu, birkaç önemli firmada da iş bulduk mühendislik olarak. Ama son anda annemden dolayı -ki çok ikna edici bir kadındı herhalde mesleğinden dolayı- Türkiye’de kalmaya karar verdim. Kalmaya karar verdim ama, ne yapacağımı da tam bilemiyordum. Sağda solda firmalar ile iş görüşmelerine başladık. Kendi işimi mi kursam derken, Eczacıbaşı topluluğuna girdim. Eczacıbaşı’nda değişik kademelerde değişik departmanlarda çalıştım. Yaklaşık dört yıl, ’83 yılına kadar çalıştım. Orası benim için çok önemli bir okul oldu. Bu arada ’83 yılında evlendim. Bu evlilikten Volkan ve Deniz adında iki evladım dünyaya geldi. İyi ki gelmişler. Hayattaki en büyük mutluluğum onlar zaten. Daha sonra kendimiz bir şeyler yapalım dedik. Ufak tefek bir şeyler yapmaya başladık. Yine Almanya’da beraber olduğum arkadaşlar ile beraber bir şirket kurduk. Böylelikle ticari yaşama atıldık. İthalat ve mümessillik ağırlıklı, yani çok sermaye gerektirmeyen bir iş kurduk. Bir takım ihalelere katıldık. O zaman işler bu güne göre çok daha kolaydı. Üç beş senelik bir dönemden sonra, özellikle ithalat konusunda işlerimizi bir düzene oturttuk. Üç ortaktık ve ciddi işler yapmaya başladık. 90’lı yılların başında Eczacıbaşı’ndan teklif geldi. ‘Biz yeni bir yapılanmaya gidiyoruz. Münhasır yetkili satıcı kavramı altında, kendi mağazalarımızın aynısını değişik yerlerde açmayı istiyoruz. İlk yeri de seninle yapmak istiyoruz…’ dediler. Akla yatkın geldi ve olur dedik. Zaten aklımızda hep güneye gitmek var. Ve İstanbul’daki tüm işleri bırakıp Marmaris’e geldik. Marmaris’te mağazamızı açtık: İntema’nın ve Eczacıbaşı’nın ilk münhasır yetkili satıcısı… Yani kendi elemanlarının olmadığı, fakat tamamen İntema ve Eczacıbaşı’nın kontrolünde çalışılan, tüm kıstaslara uymak zorunda olan, devamlı denetlenen bir sistem. Konuyu bilmiyoruz, mağazacılık bildiğimiz bir şey değil. Ancak çok başarılı olduk. Millet akın akın geliyor. ’90’lı yıllar ve Marmaris’te bizim ürünlere karşı korkunç bir ilgi var. Sürekli elemanlar alınıyor, sonra yabancı mimarlar, özellikle de Alman mimarlar ile çalışmaya başladık. Biz oraya iki kişi gittik ve korkunç bir patlama oldu. O karambolde, biz İntema’nın mağazalarını bile açık ara geçmişiz. Derken dokuz ay sonra bize Bodrum’u da teklif ettiler. “Bodrum’da da yapar mısın,” dediler, “yaparız,” dedik. Ve ’92 yılında da Bodrum’da ilk mağazamızı açtık. Bodrum’a tatil için gelişlerimizi saymazsam, demek ki 25 yılı devirmişiz Bodrum’da…”

ilhan ersan 5-Geldiğiniz yıllarda Bodrum nasıldı, iş anlamında soruyorum?

“Bodrum rekabet anlamında çok daha zayıftı. Bu gün için demiyorum tabi. Ama Marmaris’e göre çok daha zor bir piyasaydı. Birincisi bir müşteriye gitmek için mesafeler çok uzundu. Ve biz Marmaris’te müşterinin akın akın gelmesine çok alışmıştık. Bodrum’daki müşteri kitlesinin çok daha seçici, çok daha bilinçli ve çok daha zor olduğunu bir süre sonra anladık. Ona göre bir şeyler geliştirdik ve kısa zaman sonra da Bodrum’da da hedeflediğimiz noktalara ulaştık. Yıllarca çok ciddi işler yaptık. Binlerce evin banyo ve mutfaklarını biz yaptık. Bu güne kadar yüz binlerce kilometre seramik satmışızdır.  Herhalde dünyayı dolaşmışızdır birkaç kere. Daha sonra doğal olarak çok ciddi rakipler çıktı ortaya. Bizde de biraz rehavet oldu galiba. Yaşın da tesiri ile olsa gerek. Biraz kendimizi geriye çekelim dedik, rahatladık. Tabi düşüşler yaşandı. Ama son bir senedir, böyle olmayacak diyerek yeniden atağa kalktık. Çünkü rahat bir emeklilik yaşamı bana göre değil. Bu arada spor kulüplerinde, vakıflarda, derneklerde yöneticilik, başkanlık, bir de siyasi parti deneyimim var. O da bana çok şey kazandırdı bu geçtiğimiz dönem içinde…”

-Ticaret odasına gelmeden önce, ’90’dan 2000’li yıllara kadarki dönem Bodrum ekonomisi için altın çağ diye değerlendirilir. Otel yatırımları çoğalmış durumda, para giriyor, yabancı turist yoğun. O dönemdeki ekonomik gelişme elbette turizme bağlı. Ama merak ettiğim bir şey var; o altın çağda kazanılan paralar iyi değerlendirildi mi? Yoksa o paralar Bodrum’dan uçup gitti mi? İş dünyasından birisi olarak nasıl analiz ediyorsunuz?

“Şöyle söyleyeyim, o yıllarda Bodrum’a dışarıdan çok para geldi. Ciddi anlamda büyük paralar geldi. Kumarhaneler de büyük bir girdi sağladı Bodrum ekonomisine. Onlar daha çok arazi yatırımlarına dönüştü. Yani spekülatif rant yatırımları diyeyim. Ve onlar o yatırımların paraya dönüştüğünü görünce o parayı tekrar nakde çevirip parayı Bodrum’dan dışarı çıkarttılar. Ama bir kesim ise çok kaybetti.  kazanılanları değerlendirememesi, tamamen insani zaaflardan kaynaklanan bir şey. Aklı başında doğru dürüst yatırımlar yapılmadığı için. Tabi çok aklı başında, doğru dürüst yatırım yapanlar da var. Onlar bugün çok daha rahat konumdalar…”

-’90’lı yıllarda ekonomiye Bodrumlular hakimken, şimdi ise Bodrum’a sonradan gelen yatırımcılar hakim oldu. Bu değişimi neye bağlıyorsunuz?

“Bu çok doğal bir değişim. Bodrum’un marka olmaya başlaması ve tanınması ile birlikte, çok ciddi yatırımcılar da geldi ve daha da gelecek. Bir konuşmamızda da, çok ünlü bir kişidir kendisi, sene de 95-96 falan, “Nasıl bir değerin üzerinde oturduğunuzu bilmiyorsunuz,” demişti. “Bodrum tam popülaritesini yakalamak üzere. Ağzınıza bir Saint-Tropez, bir Nice takmışsınız. Geçin bunları dünyanın gözü Bodrum’da…” Bunu söyleyen adam burayı çok ciddi tanıyan, piyasaya hakim bir adam. “Dünyanın gözü Bodrum’da…” dedi. “Herkes belli koşulların oluşmasını bekliyor. Buraya gelmek için can atıyorlar…” dedi. Yıl 95-96. Bodrum ve çevresi bir cennet. Her bakımdan hem de. Gelişmeye de çok müsait. Ama önemli olan planlı bir gelişme. Senin söylediğine gelirsek bu yatırımcılar zaten hazırda bekliyorlardı. Bir kısmı geldi, fakat tamamı değil. Ama zamanla gelecekler, bunu bekliyorum. Dolayısıyla Bodrumluların ekonomideki payının azalması, o büyük sermayeler karşısındilhan ersan 2013a doğal…”

-Artık siz de Bodrumlusunuz. Dile kolay 25 yıl. Bodrum Ticaret Odası Meclis Başkanı ve bir iş insanı olarak, sizce bu gelişme ve değişim hızlı mı olmalı, yoksa yavaşlamalı mı? 

“Çok önemli bir konu. Bu benim de üzerinde özellikle durmak istediğim bir konu. Belki de yaptığım iş ile çelişiyor. Ama ona rağmen çok önemli bir konu. Biz Bodrum’un doğasını ve mimari dokusunu bozarsak, on sene içinde Bodrum diye bir yer kalmaz. Şunu çok açıkça söyleyeyim; ben iş yapmayayım, mal satmayayım ama yeter ki böyle gereksiz saçma sapan inşaatlar da yapılmasın. Mevcut binaların düzenlenmesini tadilatını yapalım ve koruyalım yeter. Daha fazlasına zaten ihtiyaç yok. Hele ki kooperatieşme gibi saçma sapan şeyler zamanında Bodrum’a yapılmış çok büyük hatalardır…”

-Sizin için en önemli dönüm noktalarından birisi de, 2013 Ticaret Odası seçimleri. Nasıl karar verdiniz? Mahmut Kocadon mu soktu sizi bu işe?

“Mahmut Kocadon çok eski bir tanıdığım. Hatta sadece Mahmut Kocadon değil, tüm Kocadon ailesi. Çok sıcak ilişkilerimiz vardır. Onun tekli ile girdim diyebilirim. Yani sorsan, “Mahmut Kocadon teklif etmeseydi girer miydin bu işe,” diye, yanıtım büyük ihtimalle “Girmezdim,” olurdu. Seçimleri kazandıktan sonra da Meclis başkanlığının bana teklif edilmesi ve toplanan ilk mecliste seçilmem de benim için çok büyük bir onur ve gurur kaynağıdır. Böyle bir kurumun meclisinin başına seçilmek sevincin çok ötesinde bir his yaşattı. Bodrumlu olmayıp, Bodrum insanının güvenini kazanıp, böyle bir makama seçilen başka biri var mı bilmiyorum açıkçası. Daha sonra meclisin içine girince bir şey çok dikkatimi çekti. Ki söylediğim gibi, kulüp, siyasi parti, vakıf gibi pek çok yerde çalıştım. Ama ben bu kadar düzgün ve disiplinli çalışan bir kurum daha görmedim. Yani işin akışını aksatacak hiçbir olayla karşılaşmadım daha. Dört seneyi bitirdik. Bence çok başarılı. Acaba sadece ben mi böyle görüyorum derken baktım ki; Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği bizi birinci ilan etti. A kategorisinde akredite olan bir odayız; üstelik bir ilçe odası ve tüm odalar arasında, çok sıkı bir denetim sonunda en yüksek puanı alarak bu ünvana kavuşuyoruz. Tek eksiğimiz vardı, o da fiziki şartlarımız. Binamız bu nitelikte bir odaya uygun değildi. Çok ciddi bir yükün ve sorumluluğun altına girerek, meclisimizin oy birliği ile aldığı çok cesurca bir kararla, yeni hizmet binasının temelini attık. Zorlanıyoruz ama Bodrum’a yakışır bir bina oldu. Umarım en kısa zamanda da resmi açılış ile hizmete başlayacak…”

IMG_2783-Son olarak iş dünyasına yeni girecek gençlerimize neler söylemek istersiniz? Çünkü çok özel bir yerde, Eczacıbaşı’nda yetişmişsiniz. Tecrübelerinize dayanarak neler söyleyeceksiniz gelen yeni nesle?

“Gerçekçi bakarsak, bundan sonra gençleri biraz daha zor bir gelecek bekliyor. Çünkü eğitimin seviyesi çok yükseldi. Eskiden üniversite, hatta lise bile yeterliydi. Şimdi yüksek lisans, doktora bile az geliyor. Eskiden bu kadar zor değildi. Bodrum’dan çok başarılı gençler yetişti. Ama çoğunu kaçırdık. Kaçırdık derken suçlamıyorum aslında, Bodrum’un olanaklar bu kadar. Birkaç kurumsal yapı dışında iş olanağı yok. Dolayısıyla o gençler gitmek zorunda kaldılar. Keşkeonları geri çekebilsek, onları geri getirecek o ortamı yaratabilsek onlara. Gençlere en önemli önerim; hemen kendi işimi yapayım gibi bir telaşa kapılmasınlar. Önce iş dünyasını iyice öğrensinler. Eczacıbaşı ve benzeri kurumsal yapıda birçok kurum var. Onlarda öncelikle oralarda çalışsınlar. Daha sonra ne yapmak istediklerine karar versinler. Rahmetli Sakıp Sabancı’nın bir sözü vardı; bir temizlik işçisi , o işi severek fedakârca yapıyorsa iyi bir yere gelmemesi mümkün değildir? Bir işte sebat ederseniz, o işte muhakkak istediğiniz bir yere veya en iyi konuma gelirsiniz. Maddi ve manevi rahatlığa da kavuşursunuz. Gençlere söyleyeceklerim bunlar. İşleri zor, kafaları çok bulanık. Çok da haklılar, bu durumu kendi çocuklarımdan da biliyorum. Karar eremiyorlar, değişen dünya koşullarında çok farklı şeyler ile yüzleşiyorlar. Dolayısıyla onları kaybetmemeliyiz. Onlar bizim geleceğimiz…”
IMG_2803İlhan Ersan ile söyleşimizin sonuna geliyoruz. İki evladı var İlhan Ersan’ın. Onları anlatırken adeta gözleri parlıyor, enerjiyle doluyor. İlhan Ersan ile söyleşimiz Onun hayatındaki en değerli iki insanı anlatarak sonlanıyor;

“Oğlum da kızım da iletişim ile ilgili eğitim aldılar. Oğlum sinema ve televizyon okudu, daha sonrasında da işletme yüksek lisansı yapıyor. Kızım da medya ve iletişim eğitimi aldı. Ardından da İngiltere’de psikoloji üzerine yüksek lisans yaptı. Kızımın değişik bir yaşam tarzı var. Uzun yıllardır yurt dışında yaşadı. 6 ay Hindistan, ardından 9 ay Meksika. Şimdi de tekrardan Hindistan ve Uzakdoğu; Kamboçya, Vietnam. Oralarda değişik hayır kurumlarında kimsesiz çocukların eğitiminde çalışıyor. Çok üstün derecede İngilizce, İspanyolca ve Fransızca biliyor. Gurur kaynağım ikisi de. Kızımla çok sık haberleşme imkânımız olmuyor. Çok özlüyorum onu. Çok zor şartlarda yaşadığını biliyorum. Ama gurur kaynağım. Bazen ben bile onlara yetemediğimi düşünüyorum. Allah acılarını vermesin…”

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.