Bodrum Gündem

 Özgür Devrim Bozoğlu BG Yazıları  / “EN GÜZEL OLANA…”

 Özgür Devrim Bozoğlu BG Yazıları  / “EN GÜZEL OLANA…”

özgür devrim bozoğlu manşet “Dünya tanrılarla doludur. Ve kimse onların hepsine birden hizmet edemez. Bu yüzden insanın alın yazısının, tanrılar arasında yapacağı bir seçime bağlı olduğu su götürmez bir gerçektir…”

Evvel zaman içinde, hem de o kadar evvel ki ilk zeytin tohumunun henüz Dardanel’e düşmediği çağlar kadar evvel, tanrılar vardı. Kibirli, kuvvetli, ensest ve çoktular. Bu tanrılar için yeryüzü bir oyun ve kader bahçesinden başka bir şey de değildi. Fakat bu oyunların bir tanesi hasetten ve kandan başka bir sonuç doğurmayacaktı. Bugün nefes aldığımız topraklar farkında bile olmadan antik ve modern çağların ilk ve sonuçları en kanlı yarışmasına tanık olacaktı.

Biz faniler Zeus’u tanrıların babası diye biliriz. Güneş sistemindeki en büyük gezegene adını veren ulu Jüpiter. Tüm göklerin ve adaletin tek hâkimi, yüce babamız. Ne var ki tüm azametine rağmen onun bile karşı koyamadığı bir zaafı vardı.

“Kadınlar!”

Yıldırımlar saçan, gökyüzünü on bin aslan gibi kükreten… ayran gönüllü Zeus.

Eskiler der ki yüce Zeus bir şekilde gözüne kestirdiği kadını elde eder. Bazen su kenarında görür bir kadının çırılçıplak bedenini, heybetli kırmızı bir boğaya dönüşüp yaklaşır yanına. Bazen rüzgâr olur usulca girer kadının yatağına. Bazen de insan olur, tapınakların soğuk mermerlerinde sahip olur göz diktiğine. Fakat yüce Zeus için bile bir istisna çıkıverir günün birinde. “Thetis” isminde bir su perisine gönlünü kaptırır çapkın tanrı. Lakin ona dokunmaya cesaret bile edemez. Çünkü ne kadar Tanrı da olsa su perisinin kehanetinden bir hayli korkar. Kehanet der ki; “Thetis’in rahminden çıkacak oğlan, babasından çok daha güçlü ve cevval olacaktır…” Bu kehanetten çekinen Zeus, içi yana yana aşkının bir fani ile evlenmesini ister. Zeus bu sonuçta, o isterse olur. Fanilerin arasından bir asil olan “Peleon” ile evlendirilir Thetis. Öyle bir düğünleri olur ki tüm tanrıların davet edildiği, ölümsüzlerin kendi elleri ile hazırladıkları hediyelerin sunulduğu bir düğün. İşte tüm oyun bu düğünde başlar.

afroditTüm tanrılar ve tanrıçalar davet edilir bu düğüne. Bir tanesi hariç. Adı didişme, uyuşmazlık anlamına gelen tanrıça “Eris” idi. Hasetten, kinden, dedikodudan ve kötü olan her şeyden haz alan Eris’in ölümsüz bedeni şimdi intikam duygusu ile yanıp tutuşuyordu. Düğün gecesi gizlice oraya vardı ve sabırla doğru anı bekledi Eris. Taze damat Peleon’un yanında üç tanrıçayı; Athena, Hera ve Afrodit’i gördüğü anda tüm öfkesini zekâsı ile birleştirdi. Altından yapılmış bir elmayı tanrıçaların önüne attı ve görülmeden oradan kaçtı. Damadımız Peleon elmayı yerden yavaşça fakat merakla aldı. Üzerinde bir şeyler yazıyordu. Elmayı ışığa doğru çevirip yazıları yüksek bir sesle okudu:

Peleon’un yazıyı okumasıyla, kendisiyle birlikte pek çok akıllı erkeğin de yüzündeki şenlik bir anda yok oldu. Üç tanrıça da, normal olarak, elmanın üzerinde hak iddia ettiler. Hepsi de “Haydi Peleon, beklemenin ne gereği var, ver onu bana!” diyerek altın elmayı istediler. Tüm bu cümbüş esnasında akıllı damadımız ise “Lakin benim etrafım onlarca güzelle sarılı…” diyerek durumu kurtarmaya çalışıyordu. Etraftaki gerginlik gitgide yükselirken kararın yüce babamız Zeus tarafından verilmesi uygun görüldü. Fakat Zeus tahmin ettiklerinden biraz daha akıllı çıktı. Herhangi bir seçimin ona iki tanrıçanın lanetini sunacağını pek iyi biliyordu.

Tanrılar bu kaosa dayanamayıp birer birer Olimpos’un zirvesine döndüler…

Düğün devam etti ve hatta tanrılar henüz kararlarını dahi vermemişken yeryüzünde aradan bir nesillik zaman geçti. Thetis ve Peleon’un kehanetteki oğlan çocuğu doğdu, büyüdü, savaştı…

Bizler o çocuğu Achilleus (Aşil) olarak biliriz.

Olimpos’ta ise sular hala durulmamıştı. Zeus ise pek çoğu için makul sayılabilecek bir çözümü en sonunda bulmuştu. Tahtından yavaşça öne doğru doğruldu, bulutlara benzeyen sakallarını kavradı ve kararını söyledi:

“Elmanın sahibini bir ölümlü belirleyecek…”

Hiç zaman kaybetmeden haber tanrısı Hermes’i çağırdı. Kararı verecek olan fani çok bilinen biri olmamalıydı. Ama bu fani aynı zamanda asil bir kan da taşımalıydı. Sonuçta tanrıçaların en güzelini seçecek. İki tanrı istişare ederken akıllarındaki fani aynıydı. O faninin adı “Aleksadros” tur. Aleksandros Truva kralının oğluydu. Fakat doğduğunda annesi Hekabe’nin gördüğü bir kabustan dolayı İda Dağı’nda terk edilmişti. Onu dişi bir ayı buldu, emzirdi yürüttü. Bir çoban buldu, besledi büyüttü. Aleksandros, kralların kanını taşıyan bir çobandı.

Ve yine bir gün, genç Aleksandros  İda eteklerinde sürüsünü otlatırken, herhangi bir ölümlünün her gün göremeyeceği bir manzaraya tanıklık etti. Dağın doğu yakasında birden bire gördüğü nur huzmesinin içinden Hermes’i ve yanında üç güzel tanrıçayı; Hera, Athena ve Afrodit’i gördü. Hermes genç çobana nefesini toplaması için bir mühlet müsaade verdi, ardından Zeus’un kararını dikkatlice bildirdi. Genç çoban elinde altın bir elma ile tanrılara bakıyordu. Tanrıçalar onu elde etmek için birbirleriyle yarışıyorlar, tüm kudretlerini, ışıklarını ve en alıcı bakışlarını genç bir çobanı etkilemek için sergiliyorlardı. Bu işin böyle olmayacağını anlayan Hera Aleksandros’un yanına yaklaştı, ona;

1476255605_0_The-love-story-of-Aphrodite-and-Adonis-How-them-love-born-the-flower-Anemones...“Eğer beni seçersen sana bütün Asya’nın krallığını vaat ediyorum…” dedi.

Böyle bir durumda diğer tanrıçaların aşağıda kalması mümkün değildi. İkinci olarak Athena yaklaştı genç Aleksandros’a. Ona kadim bilgeliği ve gücü sundu. Ve en son Afrodit yanaştı genç çobana. Ona;

“Eğer ki beni seçersen sana dünyadaki en güzel aşkı sunuyorum…” dedi.

Genç çobanın karar vermesi çok zor olmadı. Aleksandros ne Asya’yı ne de hiçbir faninin erişemeyeceği bilgeliği ve gücü istiyordu. Genç çoban Aşk’ı ve doğal olarak “kadını” seçti. Elma Afrodit’e aitti artık. Tanrıça artık güzelliğin sembolü olmuştu.

Genç Aleksandros  ise az önce tarihin ilk güzellik yarışmasının jürisi olmuştu. Ve başta da dediğim gibi tanrılar arasında yaptığı bu seçim onun da alınyazısını belirledi. Afrodit verdiği sözü tuttu. O dönemlerde neredeyse her erkeğin birlikte olmak istediği, Akha kralının karısı güzeller güzeli Helen’in ona aşık olması ve onu kaçırması için genç çobana yardım etti. Genç çoban aslında hepimizin 2004 yılında Wolfgang Petersen’in yönettiği ‘Truva’ filminden de bildiği ‘Paris’ ‘in ta kendisidir. Zeus’un gönül derdi ile başlayan, intikam şarabını kana kana içmiş bir kadının oyunu ile devam eden ve tarihin ilk güzellik yarışması ile de son bulan bu kader zinciri, bugün nefes aldığımız topraklarda gerçekleşen antik “Truva Savaşı” nın meydana gelmesine sebep olan olaylar bütünüdür.

Her araştırmada, anlatıda, efsanede görmekteyiz ki tüm insanlık tarihi boyunca kadınlar için savaşlar, oyunlar, entrikalar yaşandı. Erkekler farklı sebeplerden dolayı da olsa, bu sebepler şefkat, aşk, üreme, güç, para, ün dahi olabilir, istedikleri kadını elde etmek için hayatlarını ortaya koydu. Ki bunu sadece biz faniler değil, tanrılar hatta ve hatta ormandaki aslanlar, dağdaki keçiler bile yaptı. İyi ki de böyle oldu. Annesinin memesinden emdiği ilk sütte, yudumladığı ilk şarapta, ölmeden önce içtiği belki de son yudum suda, yani yaşam döngüsünün her anında bir kadına ihtiyaç duydu erkek. Kim bilir yüzyıllar boyunca kulaktan kulağa gelen bu hikâyede, uzak atalarımız aynı siyahı siyah yapanın beyaz olması gibi “Kadını güzel yapan erkek, erkeği erkek yapan da kadındır…” demek isterler. Bunlardan dolayıdır ki genç bir çoban olarak benim sözüm, ola ki değersiz hissederseniz kendinizi, hatırlayın, sizin için savaşan nice tanrıları…

Hikayemi sizler ile güzel bir filmin güzel bir repliğini paylaşarak sonlandırmak istiyorum; sevgiyle ve akılla kalın…

 “Dünyada kıymet vermeye değer iki hece vardır: KA-DIN…”

Kaynakça ve Notlar:

Clarke, Lindsay. (2001). The War at Troy. Harper Collins

Clarke, Lindsay. (2004). The Return From Troy. Harper Collins

Akşit, İlhan. (2010). The Aegean Mythology, the Story of the Two Sides. Ankara: Ministry of Culture and Tourism.

İda Dağı: Günümüzde Çanakkale ve Balıkesir arasında kalan bir dağ.

Dardanel: bkz.Dardanelles bkz. Hellespontos, Çanakkale ilinin antik isimleri.

Brest, Martin. 23.12.1992. Scent of a Woman. ABD.

Petersen, Wolfgang. 14.05.2004. Troy. TR

 

 

 

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.