Bodrum Gündem

NE DURUYORSUNUZ HAYDİ MAÇA…

07.06.2010
0
A+
A-

İnsanın gözünü dünyaya açması ilk özel günüdür. Aile ve okullarda sayısı artar şekillenir. Özel ve iş yaşamında anlam kazanır kişiye özel yerini alır.

Mayıs ayı içinde anneler günü ile birlikte 10-16 mayıs tarihleri arasında çeşitli etkinliklerle Özürlüler haftasını da kutladık. Bu anlamlı etkinliklerde hakikaten samimi ve doğal mıyız? Sevgimizi doğru ifade edebiliyor muyuz, yönlendirilmemiş ve sade mi? Toplumsal katılımlarımızda elimizden gelen en iyi çabayı yerine getirebiliyor muyuz? 


 


Hafızamızı biraz zorlayalım; bir veya iki ay öncesinden sevgililer günü veya anneler günü hatırlatılır. Özel bir hava verilme çabası gözlemlersiniz. Hasıraltı edilen duygular tekrar hatırlanır. İyi bir ambalajla piyasaya sürülür. Bir noktadan düğmeye basılmışçasına bütün medya o günü ilk sayfadan işler. Duygular depreşir. Nakit akışı olarak alışveriş merkezlerine yayılır.


 


İçinin yavaş yavaş doldurulduğu ama kısmen de boş olan özürlüler haftamız ise duygu sömürüsünün yoğun yaşandığı haftalardan birisidir.


order diflucan  


O hafta duyarlılık limitimiz artar. Özürlü dernek ve vakıflar yürüyüşler düzenler. Bu yürüyüşlerde söylenen sözler ve yazılı pankartlar ekonomik taleple birlikte iyi bir yaşam standardının özürlüye sunulması içindir. Çeşitli özürlü başarı hikayeleri anlatılır. Şiirler okunur. Duygular biraz daha kaşınır. İyimser bir hava içinde yetkili insanların yardımcı olmaları gerektiğinden sözedilir. İllerde valilerin, Ankara da Meclisin kapıları özürlüye açılır. Milletvekili ve bakanlar yaptıkları konuşmalarda özürlülerin sahiplenilmesi, dışlanmaması gerekliliğinden söz ederler. Medyaya çektirilen fotoğraflardan hemen sonra milletvekilinin koltuğuna bir özürlü oturtulur. milletvekili sevinçlidir. Duyguları tatmin olmuştur. Rahat bir nefes alır.


      Kanun çıkarmak, koltuğu doldurmak veya mesaj vermek özürlüye yetmez. Çünkü çıkan kanunlar denetlenmez, kontrolden uzak kalır. Bürokrasi vardır, bu  ülkede. Zamanın da ucu açıktır. ‘Kim bilir’ kelimesinin arkasında yer alır uzun bir süre. Konu da seneye ele alınmak için çoktan tozlu raflarda yerini almıştır çoktan. Milletvekili koltuğuna oturan özürlü arkadaşın hayatı da ülke nüfusunun büyük bir çoğunluğunda olduğu gibi  kendi evinin dört duvarı arasındaki yerindedir.. Dar bir alanda tek paslarla oynanan bir hayattır onlarınki Hakem de oyuncu da, seyirci de özürlünün kendisidir. Bazı pozisyonlarda ailesi rakip olarak oyunu heyecanlandırmaya çalışır. Ama bu yetmez. Hayat bir noktada sıkışır. Her iki taraf da ne yapacağını bilemez.


 


Aile de bıkar özürlü de,..


 


Asıl mesele ekonomik sıkıntıyla beraber kendi kabuğunda ve kendi değerleriyle beslenen aile ile başlar. Aileler ilk olarak hayal kırıklığı yaşarlar. Çevredeki çocuklardan farklıdır kendi çocukları. Endişelenirler… Durumu kabullenmeleri uzun yıllarını alır. Bazıları hiç kabul etmez.! Çocuğunu toplumdan saklar,utanır çünkü. Bazı aileler çocuklarının özrünün kısa sürede geçmediğini gördüklerinde, artık tedavi merkezlerine gitmek istemez. Hayal kırıklığı ve umutsuzluk başlar. Dini kendilerine göre yorumlayan aileler de vardır. Çocuğun geçmişinde yaşananlar da Geleceği de Takdir-i İlahi’ye bırakılır. Artık bütün ipler Allah’ın elindedir…


     Sosyo-ekonomik durum asıl bu ise nasıl yapılmalı peki? Ben eğitim derim.Özürlünün de içinde bulunduğu aileden başlayan sonra okullarda devam eden gerçek bir eğitim. Çünkü bir aşamadan sonra iş özürlünün kendisine düşer. 1970’lerin sunundan günümüze değin ben buna bütün kalbimle inanıyorum.O yıllarda okula başladım.


İtiraf edeyim benim ilk özel günüm okuldaki ilk günümdür.


 


‘Birşeyleri değiştirmek istiyorsan önce kendinden başlamalısın’’ cümlesi o yıllardan kalmıştır aklımda. Önce kendin,sonra ailen arkasından mahallen, toplum ve ülkemiz sırayla değişir demişti öğretmenim. Ne yolların çamuru sıkıntı yaratmıştı bana ne de sınıfa ulaşmak için kullandığım uzun koridor ve onun öncesindeki okul merdivenleri.. düşüp düşüp kalktıktan sonra sokağa çıkmayı öğrendim, cesareti,arkadaşlığı..Koruma güdüsü yoktu. onu eşitlik ilkesine çevirmişlerdi. ‘yüklem,zarf,zamir ‘’ kelimelerini duyduğumda uzun tahta cetveli hatırlar, parmak uçlarıma bakarım. Bir başka derste ‘’ gemileri yakmak ‘’ deyimini sınıfın yarısı bilememişti. Ben de dahil hepimiz ayaktaydık ders sununa kadar. En büyük azarı da ders sonunda ben yemiştim!! ‘Gemilerimi yakmışım ben ama farkında değilmişim. Nasıl olurmuş! ‘’ Öğretmenim haklıydı ve bu ilk olmayacaktı. İlerleyen yıllarda çok gemi yaktım…


 


Çocukluktan gençliğe geçerken ve gençlik yıllarımdaki bazı arkadaşlarımla ilk kavgamı ettiğim gün, eleştirildiğim gün, doğru bildiğim bir konuyu sonuna kadar savunduğum gün, ceza yediğim gün, eşek şakasının bana da yapıldığı bir çok gün de benim özel günlerim arasındadır.


Özeledir, çünkü kendi kişiliğimle orada toplumun içinde olduğum günlerdir onlar.


 


Bir de ilkokul aşkım Sevda var ! O’nun yanaklarından öptüğüm günü de unutamam. Çünkü benim için o günden sonraki uzun bir süre kızların hepsinin ismi Sevda’ydı.! Strattera Buy


 


Sokaktaki insanın toplumlaşmasıyla özürlü insanın toplumsallaşması eğitim kapısının sokağa açılmasıyla gerçekleşir. Dört duvar arasında oynanan oyunu sokağa çıkarıp toplumun her bireyinden takım oluşturmak zamanı gelmiş de geçiyor bile. Transfer zamanıda gelmişken üstelik. Milletvekili koltuğundaki özürlü arkadaş, Özürlü ailesi, Milletvekili, Vali, Kaymakam, Belediye Başkanı Okul Dernek, Vakıf, Eğitim Merkezi temsilcileri,Medya temsilcileri, köşedeki bakkal amca, Kasap, ayakkabıcı,terzi abiler ve siz ve de hepimiz…      


 


Ne duruyorsunuz haydi maça.


 


Belki önce gemilerimizi yakar her şeye baştan başlarız. Ne dersiniz.?


 


  purchase Lamisil

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.