Bodrum Gündem

PAMUKKALE GEZİSİNİN ARDINDAN…

10.01.2011
0
A+
A-

25 ve 26 aralıkda, Karsanatın düzenlediği kısa ve güzel bir Pamukkale gezisine katıldık.

Yöneticimiz Rezzan Şebin Hanım,  Gezi Rehberimiz Nihat Gençosman Beydi. Sabah dokuzda  Bodrumdan yola çıktık,  yolculuğumuz Yatağan, Muğla, Kale üzerinden  dört saat kadar sürdü.  Nihat Gencosman’ın anlattıklarını  dinlerken vaktin nasıl geçtiğinin farkına varamadık.
Afrodisias yakınlarında  bir kır lokantasında saz  ile karşılandık, bir güzel  ağırlandık. Testiden sunulan, yöresel sandığımız, aroması bol bir kırmızı şarapdan içtik.  Meğer şişeler ile izmirden gelen  sıradan bir şarapmış. Testilere konulup sunuluyormuş.  Bir şişe alıp  yanımda getirdim. Keramet  acaba testide mi  idi yoksa o güzel  ortamda  mı.  Sakin bir kafa ile  denemek için.
Afrodisias, Hieropolis, Laodakia, antik devrin birbiri ile yarışan muhteşem  yerleşim yerleri.  Oraları iki gün boyunca  dolaştık. Daha günlerce dolaşabilirdik. Görebildiklerimi  anlatmak gibi bir niyetim yok.  Arkeologlar on yıllardır kazıyor  araştırıyor buraları.  Daha on yıllarca kazılacak, iğne ile kuyu kazar gibi. Tarihçilerin, sanat tarihçilerinin, dilbilimcilerin yıllardır araştırdığı , yorumladığı  bu hazineler’i anlatabilmek için,  Oraları Nihat bey gibi, yıllarca tekrar tekrar gezmek, yazılanları okumak, öğrenmek gerekir.
Ancak, yaşayarak, aşama aşama  vardığım  bilinçlenmeyi, bakış açısını ben de  Sizlere aktarmak isterim.  Tarihe her zaman  meraklı idim. 1950 lerde  Lisede  antik çağlar tarihini okurken Beyazıt kütüphanesine gider, orada Herodat tarihinin sayfalarını karıştırır, sonra gidip öğrendiklerimi sınıfta anlatırdım.  Buna aktif eğitim derlerdi o zaman.  Öğrenci, öğretmen’in yönlendirmesi ile,   ilgi duyduğu bir  konuda hazırlanır, sınıfta anlatırdı. 
Lise tarih kitaplarımızda  yer, yer, tiyotraların, tapınakların ,  su kemerlerinin  resimlerini görür, kimisinin Romalılardan,  kimisinin de Yunanlılardan kaldığını öğrenir, kendi ülkemizde kendimizi sanki  yabancı gibi hissederdim.  Osmanlı’dan Selçuklardan ve Türk Beyliklerinden Anadoluda kalan Camiler , köprüler, medreseler ile bir derece avunur,  Süleymaniye’nin kubbesinin Ayosofyadan daha büyük olması ile gurur duyardım.
1950 lerde,  60 larda Almanyanın kültür hayatını biraz izlediniz ise,  klasik Yunan hayranlığının ne derece etkin ve mutlak olduğunu hatırlarsınız.  O sıralarda geçmiş  faşist düzenin getirdiği yıkımdan yeni  yeni  toparlanmaya çalışan  alman aydınları ,  çağdaş uygar toplumda yeniden yer almak, saygınlıklarını yeniden kazanabilmek için tutunacakları en sağlam dalın antik Yunan kültürüne olan bağlarını yeniden  hatırlamak olduğunun  farketmişlerdi.   Almanlar gençliği kültüre, demokrasiye yöneltmenin en etkin yolun tiyatro  olduğunu çok iyi bilirler .
İşte benim yurt dışındaki  mühendislik eğitimi  o yıllarda  o ortamda geçti.  Bir Kültür merkezi olan Darmstadt’da  öğrenciler için ucuz abone biletleri vardı.  Düzenli olarak  gösterilen tüm tiyatro eserlerini  izlemek olanağımız olurdu.  Çoğunlukla  Yunan klasikleri veya uyarlamaları sahneye konulurdu. Tüm bu eserleri gıpta,  kıskançlık ve hayranlıkla karışık hislerle izlerdim.
Türkiyede aldığım lise eğitimi yunan uygarlığının bizim dışımızda bir kültürün eserleri olduğunu öğretmişti.  Köklerini Yunan uygarlığına bağlamaya çalışan Almanlar ise bu uygarlığa sahip çıkar,  biz Türkleri Asyadan gelen göçebeler  olarak gördüklerini söylerler, ya da,  güya  kibarca, ima  ederlerdi.  Onların kültür fanatikliği  ortamın tuzu biberi idi.  
Bu tecrübeler, bu eziklikle dolu, dolu Türkiyeye döndüm, askerlik için doğru  Balıkesir’e yedek subay okuluna gittim. Oradan, hafta sonları  Ayvalığa kaçar,  Cunda’nın mahzenlerinde, testilerde saklanan  şaraplarının tadardım. Arada bir Kazdağı’na baktığımda Homer’in İliad’ı oranın,  antik İda’nın eteklerinde yazdığını düşünürdüm. Homer’i ise  yabancı bilirdim
Ta ki bir gün  Halikarnas Balıkcısının kitaplarından biri elime geçene kadar.   Onu bir solukta okudum.  Sonraki günlerde de,  o günlere kadar basılmış, diğer kitaplarını buldum, okudum. Cevat Şakir ‘Anadolu’nun Sesi’  diyor anlatıyordu,’ Hey Koca Yurt’ diyor, ‘Arşipel’ diyor, ‘Altıncı kıta Akdeniz’ diyor anlatıyor anlatıyordu.
Hayran olduğum, kıskandığım Yunan kültürünün beşiğinin Anadolu olduğunu,  bu kültürün İyonya, Karya üzerinden   Atinaya,  İtalyaya, tüm Akdenize yansıdığını, ulaştığını, gösteriyor, anlatıyordu.  Anadolunun dört bir köşesindeki  tiyatroları, tapınakları, kiliseleri yapanların, aynen camileri ,köprüleri yapan insanlar gibi, bizim öz atalarımız olduğunu  yazıyordu.  fluconazole without prescription brand Levitra online
Beni Anadolu kültürüne  yabancılaştıran, bu kültürden uzak tutan tüm zincirler  kırılıverdi bir anda.  Senelerce kültür mirasımı  sınırlayan, daraltan  ufuklar uçsuz bucaksız  enginlere genişledi, tüm Anadolu kültürünü kapsadı. Kimliğim tüm Anadolu kimliği ile özdeşleşti.  Birden inanılmaz derecede zenginlemiş, tüm gıpta ettiğim, hayran olduğum  uygarlıklar, kültür değerleri benim öz uygarlığım, öz kültürüm olmuştu. Anadolunun gelmiş  geçmiş tüm uygarlıklarının ışığı sarıvermişti beni.  Halikarnas  Balıkcısının  Bodrumda  geçirdiği ilk gecenin sabahında, kapısını açtığında  içeri dolan Anadolu  güneşi  gibi .
İşte Hieropolis’i, Afrodias’i Leodakia’yı bu bilinç  ile dolaşdım, çok büyük haz aldım.  En ufak bir tereddütüm olsa idi, Hieropolis Amfitiyatrosunu dolaşırken, Karsanat’ın değerli  yöneticisi Gülderen Erdoğmuş’un Amfitiyatro sahnesine çıkıp  seslendirdiği o güzel şarkıyı dinlediğimde duyduğumda  o tereddüt uçup giderdi.  ‘ O’ hanım  ‘O’ sahneye öyle yakışıyordu ki!.  Böyle bir uyum ancak asırların imbiğinden damıtılmış Anadolu kültürü ile yetişmiş  nesillerde oluşabilirdi.  
İki gün’ün Nasıl geçtiğinin farkına varamadım. Hava da o kadar güzeldi ki. Bir ören yerinden diğerine koşturduk durduk. Herşeyi , hepsini görebilmek için. Ama ne  mümkün. O zenginliğin içinde kaybolup gidiyorsunuz.  Ne var ki aramızdaki  değerli bir  fotoğraf  ustası Dilek Cebeci gezimizin her aşamasını   yılların verdiği tecrübe ile  kayıt etti.  Şimdi onun web sayfasında  çıkacak  resimleri merakla  bekliyorum. Resimlere bakıp  bu geziyi tekrar tekrar yaşamak için.  
Geceyi Pamukkale yakınında Karahayıt’da  kaplıcalı bir otelde geçirdik. Termal su ile beslenen havuzda yüzmek tüm yorgunluğumu aldı. Aralık ayının sonuna  gelmiş olmamıza rağmen otel  yerli yabancı misafirler ile dolu idi.  
Çok seneler önce Pamukkalede Koru otelde kaldığımı hatırlıyorum.  O ve diğer oteller senelerce  evvel tamamen sökülmüş, yerlerini pırıl pırıl ışıldayan beyaz kireç tabakaları kaplamış. Pamukkakale pamuk gibi olmuş yeniden. 
Arabada giderken, Türkiyedeki sosyal gelişmelerikonuşuyorduk.  Yol arkadaşlarından biri Atatürkün  amacının  Türkiyeyi ‘ Batı uygarlığının’  düzeyine çıkarmak ‘ olduğunu söyledi.   Ben düzeltmek istedim: ‘Çağdaş Uygarlık ‘ diye.   O zaman arkadaş sordu, ‘çağdaş  uygarlık Batıdan başka nerede var?’ diye. Duraladım, Atatürk’ün sosyal model olarak  batıyı örnek almadığına inanıyordum, ama bunu nasıl anlatacaktım. 
‘Atatürk bir ilki gerçekleştirmişti. İlk defa sömürülen bir devlet sömürgecilerine karşı baş kaldırmış ve başarılı olmuştu.  Atatürk ve kurduğu Türkiye cumhuriyeti tüm  sömürülen ülkelere örnek olmuş onları bağımsızlık çabalarına  yönlendirmişti.  Atatürk,  ortaya koyduğu  ‘Yurtta barış, dünyada barış’ ilkesi ile, tüm insanlığa hizmet etmişti. Bu ilke sömürge düzeni üzerine kurulmuş batı uygarlığının ilkesi değildi.   Atatürkün amaçladığı çağdaş uygarlığın temel ilkesi idi.  Batıya da Doğuya da örnek olacak bir çağdaş uygarlık olacaldı bu.   Dilim döndüğü kadar bunları söylemeye çalıştım. 
Düşünüyorum da Atatürk’ün  ömrü yetse idi Türkiye  çağdaş uygarlık’da   tüm dünyaya örnek olurdu. Geçmişte,  eski çağlardan orta çağa uzanan süreçte de  Türkler  tüm dünyaya uygarlık taşıyıcısı, kültürde örnek olmuşlar. Ancak yönettikleri ülkelerin halkları içinde eriyip gitmişler.
Heredot Tarihi Türkleri anlatıyor  aslında. Bunun farkina,  değerli araştırmacı Adile Aydanın yazıya döktüğü araştırmaları,  Etrüskleri, TurSakalar’ı  Pelasgları okuduğunuzda  varıyor insan.  Batı kültürünün temelinde yatan Roma kültürünün aslında Etrüsk kültürü olduğunu  Türk kültür ışığının taşıyıcısı bu hanımdan öğreniyoruz.
Kafkas asıllı  Rus araştırmacısı Murat Adji  Kıpçaklar’ı  ve Oğuzları  anlatırken Orta Asyadan,  Arupaya, Hindistana,  Ortadoğuya  insanlığın ve dinlerin tarihini de anlatıyor yazılarında.  Türkleri bu anlatımdan  çıkardığınızda koskocaman bir bir boşluk kalıyor ortada. Avrupalılar, artık  bir süredir,  bu boşluğu  Hint –Avrupa teorisi’ zorlaması  ile doldurma çabalarından vazgeçiyorlar.  ’Paleolitic  Devamlılık Teorisi’ gibi yeni arayışlar peşindeler. Her yeni çözüme razılar,  yeter ki Türk ismi geçmesin.
Çin Sosyal Bilimler Akedemisi üyesi  Yüsüpcan Yasin’in  ‘Türk kültürün’ün Çin kültürü üzerinde ki etkileri ‘ başlıklı  on sayfalık bir incelemesi alışageldiğimiz Türk,  Çin kültür ilişki düzeninini tersine çeviriyor.  Çin kültür ve uygarlığının  oluşumunda  Türklerin  etkinliğini  ortaya koyuyor.  Kaynakcası çok sayıda  Türk, Çin ve batılı araştırmacının  isimlerini  kapsıyor.
Cermenlerin EDDA efsanesi,   onlara uygarlığı, yazıyı,  kültür ışığını getiren , tüm avrupa  ülkelerine  yönetici olan,  Truva’dan gelen Türkleri anlatıyor. Ancak EDDA’yı önsözü ile birlikte okumak gerek. Penguin baskısını  okuyun. Ya da internetden  ‘The Prose Edda’yı arayın.    Alman baskılarında bulamazsınız bu  önsözü. Çünkü çok sevdikleri Hint- Cermen  çizgisi ile çelişiyor. 
Slavların Igor efsanesi’ni Kazak araştırmacı Olcas Süleymanof’un kaleminden, ‘Az i Ya’ dan  okumalısınız. Slavların kendilerine bir tarih, bir kök yaratmak için bir Türk efsanesini  nasıl  değiştirdiklerini satır, satır izlersiniz.  Konu Türk tarihine, Türk diline, Türk kültürüne gelince insan enginlere dalıp gidiyor. Tüm yollar Altaylara gidiyor. Nice nice sayısız  kaynaklar,  tüm yaşayan dillerdeki Türkce izleri o yolları gösteriyor.
Dönüş yolumuzda  Yatağan yakınlarında Pınarbaşı  denilen bir yerde lezzetli bir yemek yedik.   Kırmızı şarab’ın eşliğinde   nefis bir  çoban kavurması. Çok da güzel bir  sohbetimiz oluştu, bir türlü masadan kalkamadık. Bodruma vardığımızda geceyarısı olmuştu. Böyle geziler dostlar başına. Sık sık tekrarlanması dileği ile.

 

Order Clonidine Online
Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.