ÇANAKKALE GEÇİLMEZ
Güneşli olmasını düşlediğim bir günün sabah saatleriydi. Kapalıydı hava. Bodrumlu her 40 erkekten birisinin şehit olduğu Gelibolu sırtları karşımdaydı.
ÇANAKKALE GEÇİLMEZ
Hep anlatırlardı buranın sessiz ve derinden yağan bahar yağmurunu, insanı hırpalayan dondurucu ayazını. İnsanın anlaması için bazı şeyleri yaşaması ve görmesi gerekiyor gerçekten. Ben, boğazdan karşıya geçerken Gelibolu ayazının ne kadar acımasız olduğunu hınca hınç dolu olan feribotun güvertesinde titreyerek anladım. Bize eşlik eden rehber, “Karşıda ağaçlar arasında gezinen rüzgarın uğultusu hiç dinmez” dedi. “Sanki cepheleri, siperleri, kanı, ateşi, şehitleri anlatır…”
3.Kolordu Komutanı Esat Paşa’nın yaptırdığı siperlerin benzerleri o günlerin kuzey cephesindeki 261 rakımlı tepeye tekrar yapılmış. Aşağısı Conk Bayırı… Zor da olsa siperin içine girdim. Islaktı toprak gece yağan çiğ kurumamıştı henüz. Rüzgarın anlattığı hikayelerden mi, okuduğum kitaplardan mı, buranın hüzünlü atmosferi mi bilmiyorum ama ısrarla gözümde biriktirmeye çalıştığım damlalarla birlikte paralel bir dünyadayım sanki. 18 Mart 1915 günü Ocean Zırhlısını 257 okkalık mermi ile tanıştıran ve saat 22.30’da batmasını sağlayan Havran’lı Seyid Onbaşı yanıbaşımda sanki. Yüzbaşı Hilmi bey ve Niğdeli Ali ile birlikte vinci kırılan topun yönünü ayarlıyorlar. Dev gibi adamın yanında ufak tefek kalıyorum. Yukarıya doğru kıvrıla kıvrıla giden toprak yolun aşağısında Bulgur Aşı kaynıyor karavanada. Cepheye geldiğinde soğumuş oluyor . Sıcak çorba bile içemiyor Mehmetcik. Dağ yolu zor, katırlar yaşlı ve aç. İngilizler su arıtma cihazları ve bol kumanyaları ile gelmişken Bizim askerlerimiz kuru ekmek bir baş soğan bir yudum suyu zor bulunuyor kendi yurdunda.
Conk Bayırı’ndayım. Günlerden 10 Ağustos. Her taraf duman içinde. Düşmanın topçu ateşi büyük çukurlar açıyor, her tarafa şarapnel, kurşun ve kan yağıyor. Haykırmalarla inliyor tüm bayır. Sanki toprak ölüm kusuyor. Mustafa Kemal sarsılıyor birden. Büyük bir acı hissediyor göğsünde. Yokluyor eliyle kan göremiyor. Ama paramparça olan saatini buluyor. Olayı kimseye sezdirmeden Yrb. Servet Beyle beraber savaşmaya devam ediyorlar. Arıburnu yarlarını görüyorum uzaktan, 19 Mayıs 1915 günü yapılan taarruzdayım. Medrese-üniversite ve lise öğrencileri hepsi. Bıyıkları terlememiş, elleri kınalı, birer birer vatanları için kurban oluyorlar. Millette öyle derin izler kalıyor ki “Hey onbeşli, onbeşli Tokat Yolları taşlı” mısralarıyla başlayan türküler yakılıyor arkalarından. Buradaki 15’liler Rumi takvime göre 1315 doğumluları yani 17-18 yaşındaki çocukları anlatıyor.
25 Nisan 1915 de Anzak çıkarmasının ana hedefine doğru gidiyorum. Yrb. Şefik Aker’in 27.Alay ile savunduğu Kanlı sırt. Öyle bir yer ki; askerlerimizin üzerlerine durmaksızın mermiler yağıyor. Sıcağın altında kuyun koyunalar. Yerlerinden kıpırdamadan kan ve barut soluyorlar. Her tarafta şehitler var, gömülemiyorlar. Sinekler vızır vızır hastalık taşıyor. Bir mermi atamadan
Her dere yatağı toplu şehit mezarıdır Gelibolu’da. Şahindere Çataldere,Kesikdere, Kocadere, Karayörükdere gibi. Bin minnet duygularıyla ziyaret ediyorum hepsini gözü yaşlı olarak. Abideye çıkıyorum sonra. Dağbelen (Girelbelen) köyünde Ahmetoğullarından Ahmet, Mazı köyünden Kalyoncuoğullarından Ali, Gündoğan (Farilya) köyünden Berberoğullarından Ali, Pınarbelen köyünden Göncüoğullarından Hasan, Turgutreis (Akçaalan-ı sağir) beldesinden Ahmetoğullarından Hasan, Türkbükü köyünden Demircioğlu Hüseyin, Gökpınar (Hatıplar) köyünden İsmail ve ülkenin dört bir yanından gelen 253 bin askerimiz karşılıyor beni.
Hep bir ağızdan “Çanakkale geçilmez” çığlıklarını duyuyorum.
Saygıyla eğiliyorum önlerinde…