ŞEHRİN SAKİNİ ÖFKELENİYOR…
Bizim algılayabildiğimiz demokrasi “makarna, bulgur” demokrasisi olunca çoğu zaman söyleyecek söz de kalmıyor. Makarna, bulgurun arkasından giden gidine. Yönetenler bunu bildikleri için yönetici oluyorlar. Yönetilenlerin de çağdaş birey görüntüsü altında aç köleler olması da bu yüzden.
Biliyorum, ülkemizde var olan yönetim ve demokrasi anlayışındaki eksiklikler var.
Biliyorum, siyasi partiler yasası sıkıntılı, seçim yasası da aynı.
Biliyorum, demokrat olmayan parti yapıları var.
Biliyorum, devletin yıllardır sürdürmeye çalıştığı katı merkezi yapı kent yönetimlerini de doğrudan etkiliyor. Hatta kent yönetimi bunu kullanıyor.
Biliyorum, halkın kendine güveni yok.
Biliyorum, esnaf işyeri için, sade vatandaş kendisi için korkuyor.
Biliyorum, halkın eğitimi yetersiz, özel yeteneği az. Önyargıları çok.
Biliyorum, halk demokrasiyi oy sandığı sanıyor.
Order Retin-A Biliyorum, halk demokrasinin sokağın sesi olduğunu bilmiyor.
Biliyorum, halk sesinin çıktığı, itaatkar olmadığı oranda güçlü olduğunu bilmiyor.
Biliyorum, halk demokrasinin haksızlığa karşı direniş hakkı olduğunu bilmiyor.
Biliyorum, halk demokraside her an yöneticiye hesap sorulabildiğini bilmiyor.
Biliyorum, halk kendisini, insanı, insan haklarını bilmiyor…
O yüzden yöneticiler;
istiyorlar ki “ kendilerine hep haklısınız” diyelim.
İstiyorlar ki “yaptıklarını” onaylayalım.
İstiyorlar ki “Siz nasıl uygun görürseniz” diyelim.
İstiyorlar ki “İnşallah ile başlayan cümleler kuralım. Nasipse diye” bitirelim.
İstiyorlar ki “Halk düşünmesin, istemesin, yalnız onlar düşünüp yapsınlar”.
İstiyorlar ki “Biat” edelim.
İstiyorlar ki “Sormayalım, sorgulamayalım, susalım.”
İstiyorlar ki “Muteahhitler zengin, sokaklar engel olsun.
İstiyorlar ki “Ulaşabilirlik kavramını” kendileri oluştursunlar. Anayasal hak olmaktan çıksın.
İstiyorlar ki “Koltuk değnekliler, tekerlekli sandalyeliler, yaşlılar sokağa çıkmasın.
İstiyorlar ki “Okula,işe,hastaneye,gezmeye,sinemaya” da gidemesinler.
istiyorlar ki; “Engelliler, baharı bekleyen bir sokak kedisi olsun. Bir parça ciğer olsun dünyadan beklentileri.
Gereksiz isteklerin bitmesi için yaşadığımız yerin “sakini değil, sahibi olalım” diyorum ben. Dikkat ettiniz mi sokağınızdaki yaşayan kedi ve köpeklerin, gökyüzünde uçan serçelerin, martıların, saksıdaki çiçeğin, bahçedeki otun, karıncanın hatta börtü böceğin ne kadar faydası var şehrin doğasına? Hepsi birbirinden çalışkan! Gururla şehrin sahibi gibi yaşamaya çalışıyorlar değil mi?
Sahi, siz bu şehrin neresindesiniz? Kendinizi sahibi olarak mı görüyorsunuz? Yönetici iseniz ne kadar samimisiniz? Veya yönetenlerden ne istediniz bu güne kadar? Hani karşılıksız bir şey beklemeden ne verdiniz bu şehre? Bırakın bunları yaşamaya çalıştığınız bu şehirde, yaşamak derken eğilip bükülmeden adam gibi yani, hiç ışık olabilmeyi düşündünüz mü? Öyle güneş, ay, yıldız falan değil. Abartmadan. Basit bir kibrit çöpü, ateş böceği mesela ya da bitmek üzere olan bir mum. Biteceğini bile bile direnen,..
Siz tükenen mumu da bir kenara bırakın. Şehrin sakini olmayı bile hak etmiyorsunuz.