Bodrum Gündem

HAYATINDA BEBEK ARABASI KULLANMAMIŞ BİR POLİTİKACI…

15.12.2011
0
A+
A-

Aslında o kadar basit ki engellilerin istekleri.

Gerek devletin yüksek kademelerindeki politikacılar gerekse yerel yönetimdekiler 40 yıldır bilirler ki engelli arkadaşlar önce önleyelim derler. Yani erken teşhislerle hastalıkların çözüm yolları bulunsun. Yollarda kazaların olmaması için bilinç ve altyapı çalışmaları yapılsın. Doğal afetler öncesinden planlar programlar yapılsın? Bunları yaptık da önleyemedik mi engelliliği.

O halde rehabilitasyon çalışmaları arttırılsın.

Mevcut kamu veya özel rehabilitasyon merkezlerindeki eğitimin etkinliğini arttırılsın varsa örnekleri çoğaltılsın ve süreler mümkün olduğunca uzasın?

Bu da mı olmuyor ya da olamıyor? 

O halde, hani sosyal ve hukuk devletiyiz ya hani anayasada yazıyor ya hiç değilse fırsat eşitliği sağlansın?

Ülkemizde insan hakları ve ifade özgürlüğü ile ilgili sıkıntılar varken engelli hakları diye bir talepleri yok. Ne hadlerine! Onlar eşit hayat hakkı istiyorlar. Bu anlamda ulaşılabilirlik ve erişebilirlik konusunda atılmış ciddi bir adımın olmadığını, yasalarda tanınan hakların çoğunun lafta ve rafta olduğunu bu nedenle denetimlerin sıklaşmasını istiyorlar. Sadece onurlu, kendine güvenli, kararlı adımlar atmak için. Sonrasında yaşama gülümsemek, hayatın içinde her şey varsa hani biraz da dalga geçmek için.

Bunların hepsi biliniyor. O halde her sene 3 Aralık?larda aynı kelimelerden oluşan cümleler niçin kurulur? Şehrin yeni yapılan yol, kaldırım ve binalarında ulaşılabilirlik ve erişebilirlik konularında bir ileri iki geri gidiliyorsa zaman ve iş kayıpları neden?

Ortada samimiyet eksikliği mi var?

İletişimsizlik mi?

Ama nasıl oluyor diye soruyorum kendimce?

Düşünsel anlamda çok derin ve farklı eğitim modellerinden eğitim almış; toplum içinde oluşan tarihi, sosyal ve kültürel problemleri inceleyen, buradan elde ettiği bulgularla çözümler üreten eğitim felsefesine hakim politikacılarımız yok mu?

Olmaz mı her dönem onları halk seçiyor!

Halk engelli değil ki! görür, duyar, düşünür!

Sorunlarının çözümü için daha duyarlı bir politik yapının oluşması için çabalar.

Yanılıyor muyum?

Bu politikacılarımıza bir toplantı ortamında ?Engellilerin sorunları var? Çözüm öneriniz nedir?? Diye sorulsa sizce cevapları şöyle olabilir miydi? 

Klasik politikacı : Engelli kardeşlerimin sorunları gündemimizde zamanı gelince çözülecek.  

Realist politikacı : Sorunlar çözülecek.

Naturalist politikacı: purchase metoclopramide Her sorunun zamanı var bu işler sırayla. Ama çözülür.

Sürrealist politikacı: Alt komisyonlar çalışmıyor. Çalışmayan komisyonlar hemen dağıtılmalı. Bu insanların politika yapması yasaklanmalı. Sorunlar belki o zaman daha hızlı çözülür. 

Romantik politikacı: Sorunları hak etmeyen değerli engelli arkadaşlarımızdan özür dileyerek, daima yanlarında olduğumuzun bilinmesini isteriz.

Modern politikacı: Biz de Avrupalıyız. Ama doğusundayız. Batısında olsaydık sorunlar çözülmüştü.

Uzlaşmacı politikacı: Aslında hemen çözülür ama öndekiler daha önemli. Hep önemliler önde olur. O da önemli ama sırada. Biz kimseyi üzmeyiz. Onlar bizim canımız.

Devrimci politikacı: Önce halk bilinçlenecek. Birey yok ki memlekette. Devrim olunca sorunları halk bir bir çözecek. O zaman daha duyarlı bir politik yapı kurulacak.

Kaderci politikacı: Retin-A no prescription Kısmetse sorunlar önümüzdeki zamanlarda çözülür. Bekleyelim biraz kıyamet kopmaz ya!

Felsefeci (septik- kuşkucu) Politikacı: Her şey görecelidir. Sıradaki sorunlar belki de öndedir. Bunun kararını verenin ön ve arka algısını kim bilebilir. Öndeki sorunlar aslında arkada olabilir?

Kantçı Politikacı: Aslında her şeyi algılamalıyız. Sorunlar da algılanmalı. Sorunların oluşum ve varlıklarını belirleyememişsek nasıl savunuruz. Umarım algılanmış sorun vardır. Yoksa zaten yoktur.

Kötümser varoluşçu Politikacı: Bu dünya ölümlü. Herkes ölüyor. Toplumun diğer sorunlarını çözmek isteyenler bir gün ölecek. Engelli sorunlarının çözümünü isteyenler en son ölürlerse bu iş çözülür.

Viagra online İyimser varoluşçu Politikacı: Amaan her şeyi de dert ediniyorsunuz. Varlığınızın değerini bilmiyorsunuz. Yaşamın tadını çıkarın. Bakın ne güzel birileri sorunlar çıkarıyor önünüze. Savaşın onlarla hayattan zevk alın. Sıkıntılar herhangi bir mutlu gününüzde çözülebilir.

Hümanist Politikacı : Hepimiz insanız. Dil,din, ırk ayrımı yok. Uzaylılar dünyaya saldırırsa ülke sınırları kalkacak düşünsel olarak hepimiz dünyalı olacağız. Öyleyiz değil mi? Geniş düşünün. Yasalar hepimizin. Yeni Gine?nin engelli yasası bizim engelli yasamız olabilir. Hazır da varsa?  

Türkiye?de imam ile cemaat arasındaki ince çizgi ne ise, milletvekili ile halk arasındaki ilişki de aynıdır. Ne dedi Sayın Bakan ?Gözlerin görmediği halde sana iş vermişiz, daha ne yapalım?? Dedi. Bu alanın içine azim, kendine güven, eğitim, hak aramayı değil sadaka politikasını soktu. Bakanın bu bakış açısıyla halkın engelliye karşı takındığı önyargıları nasıl aşacaksınız?

Hayatında bebek arabası kullanmamış bir politikacıya kaldırım rampasının önemini nasıl anlatacaksınız?

Ortalıkta bu kadar boş konuşan, konuştuğunu duyup algılayamayanlar varken duyamamak veya görememek eğitim bilgi ve beceri doğrultusunda hak aramak bir engellilik veya isyan değil devrimdir?

ETİKETLER:
Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

  1. Serdar Anlağan dedi ki:

    …Mecit! Bu yazınızı beğendim. Aşk üzerine yazdığınız ise, sizinle sohbetimizde söylediğim gibi “dağınık”tı. Asıl taşıdığınız ise “aşk”. Tımarhanelik aşk. Amore…kadın-erkekten ilahileşmeye geçen aşk…Eros ve Agape’nin arasındaki aşk. Bir oyun mu? Engelli birinin bu oyuna katılmasının önündeki güçlükleri kim bilir? Faşizm altında, engellilere olan yaklaşımı izlemek, o faşizmin derisinin altında saklanan iğrenç parazitin yani ırkçılığın ölçeğidir…Oysa…Aşk hiçbirşey istemez ki…aşk karşılık beklemeden vermenin, maddeyi, bedeni, “ruh” mu?…ne dersen de!…Hormonlar filan…delirium’a varan aşktan bahsediyoruz burada…intihar ettiren aşktan…bu işte karşılıksız olunursa o aşk değil…başka bişi…Aşk karşılıklıdır…Hierofant ve Hierodul’ün randevusudur. Erkek ile kadın arasındaki “kim daha çok aşık” oyunu. Amaç süblime olmak. Süblime olunca orgazm geliyor. Orgazm uzadıkça zihin parlıyor. Orgazm halini günlük yaşamına yayma…Eros yok mu artık orada? Feminizm, içinde sosyalizm yoksa, basitçe seksizmdir…

    Androjenes efsanesini de hatırla…

    Dağınık dedik ya!

    Ve aşk ne zaman biter…aşık olanın aşık olunana, aşkı, aşık olunanın aşık olana olan aşkı daha büyük, derin, delimsirek olduğunda, aşık olan bunu anladığında, aşk bitiyor. Buna göre aşk üzerine yazmak barış üzerine yazmaktan bile daha tehlikeli…Türk basınında bir Frankenştayn var…Bunun kızı çıktı TVye, “babam öyle bir insan ki, sofrada coşar, anneme aşk şiirleri okumaya başlar” dedi…Öylesine sevgi ile bahsetti ki babasından…Oysa adam bir canavar!

    Aşk kıskandırıyor!…Sen Erkek!…Engelli olsan da, olmasan da, aşık olduğunda, aşık olduğun bunu anladığında sana aşık oluyor…Bu, dünyanın en eşsizi, zengini, ünlüsü, güzeli…şusu busu…olması önemli değil, sana aşık olabiliyor…Senin varlığına aşık oluyor çünkü…çünkü aşk varlığa duyulur. Bunu kazanmak için herşeyi yapıyorsun…İnşa ediyorsun, yazıyorsun, çiziyorsun, konuşuyorsun…Bazısı bu işi öyle abartıyor ki, sebep olduğu sömürüyü, aşk adına yapmış olduğunu söyleyerek, aslında aşka küfrediyor…Orada aşk yok. Aşık yaşamı korur ve yaşamın tehlikeye atılmasına göz yumamaz. Tarottaki “0” numara aptaldır aşık. Aşık, aşıkken herşeye aşık. Ölüm yok aşkta.

    Bu yazı kritik olarak algılanmasın…yazan birinden, yazan birine “bak yazdıklarını okuyan biri de var” diye seslenmekmiş.
    Meydanda…

    selam olsun