Bodrum Gündem

KIPKIRMIZI DELİ…(Cevat Şakir Kabaağaçlı)

10.04.2012
0
A+
A-

?Kıpkırmızı Deli? dermiş Uluburun Batığını bulan kaptan Kemal Aras Cevat Şakir Kabağaçlı için.

“Tam dionisyak meşrepte yazıyorum, onun için zaptırapt aram. Kafayı adamakıllı çekmekteyim” diye yazmış Halikarnas balıkçısı.

?Ne güzel! Merhabanın ortasında nefes var.? diye açıklarmış meşhur selamını.

Halikarnas Balıkçısı (d. 17 Nisan 1890, Girit ? ö. 13 Ekim 1973, İzmir)

11.yy Orta Anadolu’da Kabaağaç adlı yerden göçmüşler oraya.

Eğitimi : Robert kolej, Oxford, Roma Akademisi.

S ü r g ü n ü

Cevat Şakir, 1925’te kurulan İstiklal Mahkemeleri’nin aldığı bir kararla idam cezasına çarptırılan dört asker kaçağının kadersizliğiyle ilgili olarak kaleme aldığı 13 Nisan 1925 tarihli “Hapishanede İdama Mahkûm Olanlar Bile Bile Asılmağa Nasıl Giderler” başlıklı öyküsünden ötürü İstanbul İstiklal Mahkemesi’nde yargılandı. Mahkeme başkanı Ali Çetinkaya tarafından idama mahkum edilmek istendiyse de, Kılıç Ali Bey’in önerisiyle kalebentlikle Bodrum’a sürüldü (Zekeriya Sertel).

B a b a s ı

Evet babasını tabancayla vurarak öldürmüştür. Nefs-i müdaafa olduğunu bildirmiştir. Bu suçtan yedi yıl hapis yatmıştır. Ölene kadar vicdan azabı çektiği düşünülüyor katil olmaktan dolayı.

S ü r g ü n  y a z ı s ı…

“Çocukluktan beri ilk defa çocuk gibi hıçkıra hıçkıra ağlayarak kapıya dizüstü düştüm. şiddetle hayret ettim, içimde hayranlık! gönül açıklığı! şükran! kıyamet kopuyor. parmaklarımı yosunlara, kumlara daldırdım. güzel dünyanın kumlarını, deniz çakıllarını, yosunlarını, sanki inci, pırlantaymışlar gibi yüzüme gözüme sürdüm, üstüme başıma avuç avuç akıttım. O deniz, o adalar güzellikte en aşırı hayalin cennet diye göz önüne getirilebileceğinden bir kat daha güzeldi. Hele o berrak gök, uzaklıklarda ne uysaldı! Denizi, asma yapraklarının fısıltısını duyuyordum. burada ölmeyecek kadar kuru ekmek ve suyla yaşamak mutluluğunu özlüyordum.”

 

M u h a l i f l i ğ i

Şirin Devrim anlatıyor :

?Bir akşam izmir’de, bir barda oldukça çakırkeyifken etrafında toplanan insanlara değişik konularda vaaz verir gibi konuşmaya başlamış. Derken laf Türk Bayrağının simgesi olan ayyıldıza gelmiş. Romantik bir efsaneye göre sultanlardan biri yerde yüzlerce askerin cansız yattığı savaş alanına gelir. O sırada gökteki hilal, ortasında bir yıldızla, yerdeki kan birikintisinin üzerine yansır. Sultan da “bu bizim bayrağımızın simgesi olsun” der. Cevat dayım efsaneye hemen, “uydurma,” diye karşı çıkmış. “Bu işaretler bizim Türk mirasımız değildir. Bizler bunu islam’ın simgesi olarak araplardan bile almış değiliz. Bunlar Romalılardan kalmadır. Ay-yıldız birçok Roma harabesinin üzerinde vardır. İnanmazsanız Side’deki açık hava tiyatrosuna gidin. Orada kocaman bir taş levhanın üzerinde harikulade güzel bir hilal ile ortasında yıldız göreceksiniz” der. Allah bilir daha nice hassas konuları çakırkeyif durumunda hararetle savundu ki, onu bayrağa ve cumhurbaşkanı ismet inönü’ye hakaret ediyor diye tutuklamışlar. Dokuz ay yargılanmadan hapis yattı.

Hükümeti açık açık eleştirmesi ona daima sıkıntı kaynağı olmuştur. Sorumlu makamlar Cevat dayıma hiç rahat  vermezlerdi. Kuzenim Sina babası için, “yazıları hep kontrol edilirdi. Ev sık sık aranır, bu aramalarda yazılarının çoğu yok olurdu. polis hiç peşini bırakmadı, onu hep izledi. Bazen babam yokuşun yukarısında polislerin durduğunu görünce, keyfi yerindeyse bana “gel, sarhoş taklidi yapıp yere yatalım, polisler de bizi eve taşısın diyerek şaka ederdi” diye anlattı.?

Batı özentisine duyduğu tiksintiyi de Azra Erhat’a yazdığı 13 mart 1958 tarihli mektupta da şöyle dile getirmiş mesela: (imla ve gramere dokunulmadan, eski dille yazmaya alışık balıkçı’nın latin alfabesiyle birebir kendi yazımıdır)

“Avrupalılığın bu kadar tepeden tırnağa orientalca taklidine hiçbir devirde rastgelinmemişdir. İstanbul’da o açılan geniş sokaklardan geçdikçe, beynimin burnuyla leş gibi bir taklid kokusuyla içim bulanıyordu”

S a l d ı r ı l a r… Buy cheap Topamax

1985 yılında Güzel Sanatlar Akademi’sinde ilk senemde ilk UYGARLIK TARİHİ dersinde, sonradan sevdiğim ve hala dost saydığım hocamız şair Hilmi Yavuz ile anfi’de yüksek sesle tartışmıştık. Hilmi Hoca Anadolu Ege’sindeki tüm uygarlıkları GREK kabul ediyordu gerekçe olarak da Grekçe konuşmalarını gösteriyordu. Balıkçı’dan -Halikarnas Balıkçısı ve Avenesi- diye bahsediyor, Ordinaryus Profesör dr. Ekrem Akurgal’a ise – uygarlık tarihçiliğine sıvanmasın- buyuruyor, Kemal Tahir’in -hümanizma batılı emperyalistlerin bir aldatmacasıdır- sözüne sahip çıkıyordu. Sonradan Hilmi Hoca kendini Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük şairi ilan etti.

Balıkçının Turgut Reis ve Uluç Reis ropmanları tıpkı Kemal Tahir?in Devlet Ana?sı gibi telakki edildi. İkisi de ?sağcılık?la suçlandı, suçlanıyor.

Murat belge?ye göre; Balıkçı?da birbiriyle çelişen iki yön vardır. bunlardan biri deneme ve inceleme eserlerindeki kültürel miras teorileri diğeri de romanlarındaki ?ırkçı? ?hatta belki daha çok ?xenophobic?- söylemler.

Kimileri bugün Atatürk’ü Hitler ile Kemalistleri nazilerle özdeşleştiriyor. İmperyum bu propagandayı birkaç yıl öncesine kadar dayatıyordu. Bugün Evropa?lıların bazıları, Türkiye Cumhuriyeti?nin Sevr Benzeri parçalanmasından yana olanlar hala aynı propagandayı yaymaktadır.

G ü n e ş   D i l    t e o r i s i   v e    T ü r k ç ü l ü k…

Balıkçı konuşuyor : ?Avrupa’lıların İsa’dan iki bin yıl önce bir medeniyet veya kültür yaratmış olmaları imkânsızdı. Çünkü onlar, ancak rönesans devrinde uyanabildiler; ve bu uyanışları da kuzeyden değil, güneyden geldi. Oraya da doğudan geçmişti. Akhilleus’un Hamburg’dan, Artemis’in de Paris’ten geldiğini iddia etmek, Apollon’un Alpoğlan’dan, Artemis’in de Erdoğmuş’tan gelme olduklarını ileri süren bâzı aşırı Türkçüleri bile yaya bırakır. Birleşmiş milletler, insanoğlunun tarafsız bir tarihini yazdıracakmış ? pek güç ya? bu işi başarabilirse, ne mutlu ona!?

Balıkçı?nın aslında; ırkçı veya Türkçü iddialardan ziyade batılılaşma bahsinin sadece dilimizde kalmasını, batıyı batının bize layık gördüğü kimlik üzerinden taklit etmemizi ve eskiden kazanmış olduğumuz zaferlerle övünmemizi eleştirdiğini, ve bu çarpık yapılaşmaya bir alternatif sunduğunu görmemek imkansızdır: ?Biz bir yandan batı kültürünü benimsemiye kalkışırız. Batı ise klâsik kültürünü benimser ve kendisini o asıldan bilir. Fakat biz, vaktiyle Anadolu’da yaşamış olan ecdadımızın yarattığı o kültürü yadırgar ve yabancılarız. Batılılaşmaktan söz ederiz. Ne var ki, Anadolu’daki eski kültürün sözü geçtikçe. «Adam sen de! Yunan kültürü!» diye omuz silker ve konuyu baştan savarız. Buna sebep, batının kendisini sütbesüt klâsik aslından, bizi ise barbar aslından Asyatik sayması, bizim de batının bu kanaatına içten içe katılmamızdır. Evet, bu noktayı ağzımızla ikrar etmiyor, fakat kalbimizle tasdik ediyoruz. Zaten, böyle olmasa, batıyı taklit etmemize lüzum kalmazdı. Bu duyguya bir tepki ve bu hale bir protesto olarak, her şeyin türk olduğunu isbata, teselli kabilinden de, kazanmış olduğumuz eski muzaffetiyetlerle övünmiye kalkışıyoruz.” Ayrıca Balıkçı?nın aşırılara, ?..her şeyin Türk olduğunu isbata? yönelik, bir eleştirisi de mevcut: ?..bittabi Truvalılar Türk değildiler. Fakat Truva gibi Teuker gibi adlardaki ötüşler Anadolu’da çok rastlanan seslerdir… Prof. Bittel’in bizim Türkçülerden farklı kalmaz, onlar da ceffelkalem bu yukardakilerin topunu ‘Türk’ deyip çıkıyorlar a, fazla incelemeden?

M a v i    A n a d o l u c u l u k…

?..Biz, o medeniyetin, yani klâsik medeniyetin gerçekten vârisleriyiz. Çünkü o kültür Anadolu’da doğup gelişmiştir, Anadolu’dan Yunanistan’a geçmiştir. Bu gerçeğin anlaşılması ?bilhassa duygu alanına geçirilmesi ?, zihniyet ve ruhî halet itibariyle, birçok hayırlı ve güzel neticelere ve değişikliklere sebep olabilir.?

“İon’lu şuur, Anadolu’da geliştikten ancak üç yüzyıl sonra Yunanistan’a geçebilmiştir. Herodotos «Homeros ile Hesiodos, Grek tanrılar hanedanını kurdular, onlara adlarını taktılar, vazifelerini ve sanatlarını tâyin ettiler.» diye yazar ve bu işin, kendi gününden (m. ö. 430) dört yüz yıl önce olduğunu ilâve eder.

?…Atina, Sparta, İyonya gibi taban tabana zıt kültürlerin biricik ortak vasıfları olan, bir dile sarıp sarmalayıp, hepsine Hellenizm deyip bir tek uygarlık saymak bir batı göreneğidir. Batının keyfince yapılan böyle değerlendirmeler ‘bilgi’ diye, sorgusuz sualsiz, yani kafa işletilmeden hep kabullenilmiş ve kuşaktan kuşağa tekrarlana tekrarlana, hikmetinden sual olunmaz ‘kutsal gerçek’ diye beton gibi dondurularak insanoğlunun tepesine kondurulmuştur.?

Ancak bu toprağın insanlarının da hataları vardır. Balıkçı?nın üzüntüsü, İonya kültürünün yadırganması ve kültür servetinin çarçur edilmesiyle ilgilidir: ?Biz bu diyarın gerçek vârisleriyiz, dedik. Fakat, bu mirasımızı, şimdiye kadar dört bucağa pek mirasyedicesine saçtık. Osmanlı devleti sırasında, dünyanın yedi hârikasının, yedisi de Osmanlı toprakları içinde idi. O mirasın, elle tutulur sanat kalıntıları, babalarının mallarıymış gibi, şimdi, batının çeşitli müzelerindedir. «Ne olacak? gâvur putu! yabancı şeyler.» dedik. O eski mimarlık ve heykeltraşlık anıtlarından çok daha önemli olarak, onlardan kalma bir de kültür serveti vardır. Onu da, bizim başımıza kondurmadan «adam sen de! vazgeç! Asklepios, aftospiyos, kıtıpiyoz Yunan kültürü» diye, batılıların başlarına savurmuş bulunuyoruz. Şimdi biz, şapka diye, onların külahlarını taklide çalışıyoruz.!?

Hatta Balıkçı?ya göre; batıdan alınması gereken bir değer vardır, o da; ?araştırma gücü?dür: ?Hindistan’da bir ingiliz, eski pantolonunu ve yeni pantolonu için kumaşı, tutup bir Hintli terziye götürerek, ona eski pantolonunun aynisini yapmasını tembih etmiş. terzi, yeni pantolonu dikince, eskisiyle beraber İngiliz’e götürmüş. İngiliz, iki pantolonu birbirinden ayırdedememiş. Çünkü birindeki leke ve yırtıklar, ötekinde de aynen ve aynı yerde varmış. İşte taklit böyle olmamalı! Biz batıdan elektrik lambasını, buz dolabını, şehir plânını alınca, artık batılı ve modern olduk sanıyoruz. Halbuki batılı zihniyet, o ampulden daha iyisini ve daha ilerisini yapmıya savaşan zihniyettir. Bu ilerleyiş dolayısiyle batıdan harfiyen aldıklarımızda pek geç kalıyoruz. Meselâ, şimendifer yapmıya kalkıştık; biz onu yapıncaya kadar, şimendiferin modası geçmiş bulundu; ve batı şose, kamyon ve otobüsü icat etti; yâni biz bir pantolonu taklit ederken, batılı yeni bir pantolon yaptı. Yıllarca sonra ikmal edilecek şehir plânları da, bittabi aynı akıbete uğrayacak. Daha iyisini ve ilerisini yapma isteğinin, yâni yaratıcı atılışın kökünde tecessüs ve merak duygusu vardır. Bu duygu, hiçbir pratik neticeyi gaye edinmez. Yalnız öğrenmek ister ve araştırır. pratik netice keşiften çok sonra gelir. Taklit etmemiz lâzım gelen bir şey varsa, o da, bu araştırma gücüdür, ve bu araştırma gücüdür ki – bittabi her sahada? bilhassa bu bizim Anadolu’muzun eski kültürünün gerçeğini meydana çıkarma işini başararak, ilerleyişi köstekleyen birçok kompleksleri ortadan kaldırır.?

A n a d o l u    v e     A n a     T a n r ı ç a    K ü l t ü…

?Balıkçı kadına tapıyordu? Ana tanrıçaya. dünyanın iyi bir dünya olması için kadının daha önemli bir rol oynaması gerektiğine inanırdı?” Azra Erhat

Fluconazole no prescription A n a d o l u     E f s a n e l er i n d e    H e l l e n i s t a n    P a r m a ğ ı…

Balıkçı?ya göre; 1) Midas?ın eşek kulakları masalında (bu masal Balıkçı’ya göre; Hellenizmin bir hınç alışıdır) 2) Marsyas?ın derisinin yüzülmesi (Apollon’un Marsyas’a kızıp onun derisini yüzmesi, İonyalı Homeros’un İlyada’da, Odisseia’da Apollon’a verdiği yüksek ve hoşgörücü ve bağışlayıcı karaktere hiç uymamaktadır.) 3) Arakhne?nin örümceğe çevrilmesi 4) Ganymedes ?in Zeus?un oğlanı olması efsanelerinde, Hellenistan?ın Anadolu?lu İonya?yı ne kadar kıskandığı belli olur.

Balıkçı’ya göre; ?..Anadolu efsanelerini kimin yazdığı belli değildir. Ama onların adları unutulmuş olsa da Anadolulu ozanların ya da düz yazarların yazdığı eserler olduğu kesindir. Herhalde bu efsanelerin yazılması Homeros’dan biraz sonra, ta klasik çağa dek sürmüştür… Anadolu masallarının hepsinde de örneğin ilyada’da Hektor’la eşi Andromakhe’nin konuşmalarının ve Andromakhe’nin elleriyle topladığı yoncaları, her gün, Hektor’un beygirine yedirmesinin insancıl duygululuğu var. Troya kazılarında Andromakhe’nin su çektiği kuyu meydana çıkmıştır. Homeros’un sözlerinin öylesine tatlı bir etkisi vardır ki; insan kuyuya baktıkça, gönül kulağıyla, Andromakhe’nin kuyudan su çekerken çıkrığın ?çıkır çıkır? öttüğünü, çektiği suyla Hektor’un atını sularken titreyen dudaklarla su içen ata ıslık çaldığını işitir gibi olur. İnsancıllık bu kadar olur. Bu insancıllık havası İlyada, Odisseia ve iki Apollon ilâhilerinde ?iç açıcı olarak? hep sağnak sağnak eser durur.?

Balıkçı’nın hislenerek dile getirdiği bu insancıllığa karşı, Hellenistan masalları kabadır. Örneğin; Theseus, Perseus, Herkules ve Oedipus masalları kaba sabadır, kahramanlar akıl değil kas ve gövde üstünlükleriyle habire doğa dışı devleri ve haydutları alt ederler. Balıkçı, Theseus hikayesiyle Hellen düşüncesinin Girit Tanrıçasını horlayarak rezil etme amacını güttüğünü düşünür. Oysa ona göre; eski Girit uygarlığı dünyanın belki de en insancıl deniz uygarlığıydı. Uygarlık yolunda Hellenistan’ın gerçekleştirdiği aşamaların hemen hepsinin de kaynağı eski Girit uygarlığıdır.

Belki de sürekli elinde sigarasıyla, Ege?nin kıyılarında binlerce yıl öncesini ve şimdiyi kucaklar vaziyette insana ve insanlığa ait birikimleri içine çekiyorcasına kalemini konuşturmuş olmasıdır, sebebi, bilgiye açlığı veya ufkunda doğan yazdıkça yazası gelmesinin bir sonucu olarak yeni bilgilere duyduğu heyecanla karışık sevdasıdır ama çok doğaldır ki; tezlerine sevdalı bir düşün adamının samimiyeti ve konu karşısında duyduğu heyecan söylediklerinin her zaman bilimsel ve akademik bir değer taşımasına yeterli olmuyor. Ancak üzerine konuştuğumuz bu eksikliklerden yola çıkarak Balıkçı?nın veya Mavi Anadoluculuk akımının düşün dünyalarını, hiç hak etmedikleri ifadelerle nitelendirmek de bana pek acımasızlıkmış gibi görünüyor. Örneğin; ?ırkçı?, ?kemalist tarih yazımına göre daha az gülünç?, ?dünya tarihini Türklüğe indirgeyen milliyetçi yaklaşımın daha yumuşak ama bir o kadar da seçkinci, kendini öteki karşısında yüceltici?, ?çevirilerde tahrifat yapıyorlar?, ?-Sabahattin Eyuboğlu?nda- militarizm övgüsü?  vs. gibi?

B a l ı k ç ı ‘n ı n    B i l i m d ı ş ı l ı ğ ı…

Şimdi Azra Erhat?ın, Düşün Yazıları?ndaki ifadelerine yer vermek istiyorum: “Aslında Balıkçı, kaynaklarına çok saygılı bir kimsedir, kimden ne aldığını titizlikle belirtmek isteğini taşır, ama düşüncesinin hızlı akışında bir kaynağını, bir alıntısını bilimsel yöntemlerin ve kuralların gerektirdiği biçimde bildirse de, koşaradım ilerlediği yol boyunca bir başka alıntısını belirtmeyi unutur.”

Balıkçı?nın bazı yerlerde kaynak verme gereği duymadığı aşikar. Azra Erhat?ın da dediği gibi; Balıkçı, bir hazinedir, ama ne yazık ki epey dağınık bulunan düşün ürünlerini toplamak oldukça güçtür.

buy Lasix online V a s i y e t i…

“Yazacağım bunları ama belki yazamadan giderim. Sana şimdiden söylemiş olayım. Bodrum?a gömülmek istiyorum. Bittabi orayı çok sevdim. Hayli hizmetim de geçti. Belediye?ye de yazmak istiyorum ama sana söyleyeyim daha iyi. Mindos kapısı tarafında bir yere gömsünler beni, yanımda Hatice?ye de (son eşi) bir yer ayırsınlar. Sakın mermer, beton filan istemem ha… Bir taş bulun, uzunca bir taş, yazısız. Onu dikin mezarımın başına. Falanca oğlu filancaymış şu tarihte doğup şu tarihte ölmüşüm. Katiyen yazı istemiyorum, basit bir taş. Eh bizim tekne su almaya başladı. Şatafatı da sevmem, tepelere, deniz gören yerlere gömülmem şart değil. Nasıl olsa yattığım yerden denizi seyredemem, denizi ruhumda yaşatıyor gönül gözüyle her zaman görüyorum. Suat (oğlu) sık sık ziyaret edebilmeleri için izmir?e gömmek istediklerini söylüyor. İstemem yahu. Bodrum?u severim bilirsin. Beni ziyaret için çocuklar arasıra da olsa gezmiş, hava almış olurlar. Zaten ben saygı duruşu isteyecek değilim ya. Balıkçı?ya bir merhaba yaraşır.?

“Pazartesi günü hayatımın en inanılmaz olayını yaşadım. Cevat bey’i sevgili Bodrum?una konvoy halinde taşıdık. Cenaze alayı kendi adını taşıyan Cevat Şakir Caddesi’nden geçerken herkes, ama herkes yolun iki yanına dizilmişti. İnsanların, sevgilerini bu kadar toptan, bu kadar candan göstermeleri inanılır gibi değildi. Yüzlerce okul çocuğu ellerinde çiçeklerle, yüzlerce balıkçı ve köylü törene gönülden katılmıştı. Tabutunu onun çok sevdiği koyu mavi Ege denizinde son yolculuğunu yapması için bir sandala bindirdik. Limana geldiğimizde binlerce kişinin eli üzerinde, Ege’ye yükseklerden bakan kayalık bir tepeye çıkarıp dinleneceği yere götürdük. Muhteşem bir insanın muhteşem mezarına…”

kaynak: Şirin Devrim, Şakir Paşa Ailesi “Harika Çılgınlar”, sf.79-82; 254-256, milliyet kitapları, 3. baskı, istanbul 1997.

Kıpkırmızı Deli! Neyzen’e de selamla :

Hayır, dediklerim doğru değildir. Hayır, insanın bir aşıkı oldu mu, bu sapıtmıştır ötekinin aklı başındadır diye, aşksız bir adamı aşıka üstün tutmamalıdır. Sapıtmanın kötülük olduğu apaçık bilinseydi böyle konuşmaya hak verilirdi : Halbuki en büyük iyilikler bize muhakkak bir Tanrı vergisi olan sapıtmanın aracılığı ile gelir…O Tanrı vergisi olan sapıtma da güzelliğinden ötürü insanın kendinden gelen bilgeliğe o kadar üstündür.

Dahası var : geçmişte işlenmiş suçları cezalandırmak için bazı ailelerin başına müthiş belalar ve hastalıklar üşüştüğü zaman, nereden geldiği bilinmiyen, bazı kimselerde kendini gösteren ve gerekli olanlara sesini duyurabilen bir sapıtma, törenler ve Tanrılara dualar sayesinde bu kötülükleri bastırmanın yolunu bulmuştur. Böylece gizemlere erme ve günahlardan temizlenme dualariyle sapıtma, kimde kendini gösterdiyse, onu bugün için de yarın için de kurtarmış ve gerçekten sapıtma halinde olan insana başındaki belalardan kurtulmak çaresini buldurmuştur. 

 Kendinden geçmenin ve sapıtmanın Musa’lardan gelen bir üçüncü çeşidi vardı. Bu, ince ve temiz bir ruhu ele geçirdi mi onu uyandırır, önüne katar ve eskilerin gördüğü sayısız büyük işleri lirik veya başka cinsten şiirlerde coşkun bir dille anlatarak, gelecek nesillerin eğitimini sağlar. Biri, sadece nazımda ustalığın iyi bir şair olmaya yettiğini sanıp Musa’lardan gelen sapıtmayı içinde duymaksızın şiir kapısına yanaşmaya cesaret ederse, ancak yarım yamalak şair olabilir; çünkü ilhamlı bir insanın vücuda getirdiği şiir, daima, heyecansız bir insanınkini gölgede bırakır. Sana daha başkalarını da söyleyebilirim ama, bize Tanrılardan gelen sapıtmanın bütün güzel neticeleri işte bunlardır. Öyleyse, sapıtmadan dehşet duymaktan sakınalım ve kendini tutabilen aşığı sapıtmış aşığa üstün tutmak gerektiğini iddia edenler karşısında korkuya, şaşkınlığa düşmiyelim. Yukarki iddiayı ortaya atanlar, bahsi kazanabilmek için, Tanrıların, aşığa ve sevgilisine aşkı, onların iyiliği için vermediklerini ispat etmelidirler. Biz de, buna karşı, aşk denilen bu sapıtmayı Tanrıların, aşığı ve sevgilisini son derece mesut etmek düşüncesiyle verdiklerini ispat etmeliyiz. Şüphesiz bu ispatımıza bilgiçler inanmıyacaklardır ; fakat bilgeler inanacaklardır.

PLATON

PHAIDROS

sahife : 41-42-43-44

Çeviri : Hamdi AKVERDİ

İstanbul – 1943 – Maarif Matbaası

Okura Anahtarlar :

*İonyalı filozofların materyalizmi ile Atinalıların idealizmi

*Homeros ve Troya savaşı ile Çanakkale Harbi

*genesis

*Alexeev Elyazması luvi hurri dil kökeni

*İzmir Bayraklı Kazı Sonuçları Akurgal

*Bedrettin Cömert ? Mitoloji ve İkonografi notları

*Amin Maoluf “Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri”

*Maara?t El Numan katliamı ve Haçlıların Yamyamlığı

*Onüçüncü Savaşçı Filmi ve Ana Tanrıça Düşmanlığı

*Propaganda nedir?

 Yanıtla Yönlendir

Yanıtla veya Yönlendir için burayı tıklayın

Reklamlar ? Neden bu reklamlar?

” ÇİN 111. Canton Fuarı ”

GürTour Kalite ve Güvencesiyle, 20 Yıllık Deneğim ( 212 ) 232 17 47

www.fuartakip.com/cin

ETİKETLER:
Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

  1. Oğuz Halis Çavuşoğlu dedi ki:

    Bir Anahtar da ben vereyim : Güneş Batıdan Doğar – Antik Yunan Uygarlığı mı? – Ceyhun Şahin

    1. Serdar Anlağan dedi ki:

      Amatör tarihçiler, Otodidakt Uzmanlar, Ezoterik(!) Bi-lirkişiler…Falcılar, kahinler, düzmece-yalvaçlar, uzaylılar…çeşit çeşit şizofrenler…post-modern reaksiyonerler, karanlık-aydınlanmacılar, gericiler…sömürücüler…CEO’lar…vay babamcılar…herkesin anlayabileceği bir dille kafa karıştıran palavra atıp, propaganda yapan esrarkeşler…helehele neler neler…

      Madem seviyorsun, okuyorsun beni, “anahtar” diyorsun…

      Sana “gerçek” bir anahtar vereyim canım kardeşim (ama zordur, açtığı kapıdan ilerlemek), sevgiyle:

      http://www.drummingnet.com/alekseev/TableofContents.html