Bodrum Gündem

YAZMAYACAĞIM?

Bodrum için iyi olsun dileği ile çevre, sosyal yaşam, kültür sanat, ekonomi ve en çok da Bodrum politikası için yazıp çizen, çoğunlukla da aykırı laf edenlerden biriyim. Sokağın sesini okurlarımıza duyurmayı, kendime görev edindim bu güne kadar. Çok sözler edildi benim için, yazılarım için; kimileri dikkate bile almadı, kimileri sadece kızdı. Kimileri yazdıklarımı onayladı, dost oldu, kimileri ise düşman. Hepsine eyvallah dedim.

Lakin yazdıklarımdan dolayı, dost ve düşman ikisi birden olanlardan korktum. Çünkü en can yakanı, bu ikisi bir arada olanlardır. Ne yazık bunlar çok fazla.

İşlerine gelen bir yazı olduğunda yanaklarımdan öper, “helal olsun kardeşim” derler. Aynı kişiler bir sonraki yazımda düşman olup “haddine mi düşmüş bunu yazmak, onun gibileri yok etmek lazım” şeklinde sertleşir ve keskinleşirler. Demokrasi havariliği yaparlar, çıkarları, rantları vardır, yandaş basına bağırarak karşı çıkarlar, küfrederler, lakin senden kendi yandaş basını olmanı da istemekten de hiç çekinmezler. Çıkarları Bodrum?un üzerindedir. Sadece kendilerinin kazanmalarını isterler. Kazanırken her şey mubahtır. Onların dostları dostlarınız, düşmanları düşmanlarınız olsun isterler.

Daha bir çok özellikleri vardır. İşte o nedenle onlardan çok korktum (!) ve karar verdim.

Evet yazmayacağım bu sefer.

Bodrum’un geleceğine dair gördüklerimi, sokakta konuşulanları, eleştirileri yazmayacağım (!)

Örneğin; Cennet Koy tüm kanunsuzluklara karşın satılıp, bir beton koy haline getirilirken, Bodrum politikasında aktif rol alan CHP’lilerin, Ak Partililerin ve MHP’lilerin hiçbir şey yapmadan bu talan göz yumduklarını yazmayacağım (!)

Ramazan süresince ihtiyaç sahibi olanlara yapılan yardımları, basın bülteni ile reklam yapan belediyeleri yazmayacağım. Toplu iftarlarda protokol ve VİP bölümlerinin ayrıldığını, bunun dinen de, ahlaken de uygun olmadığını, senin iftarın bin kişi, benimki bin 500 kişi diyerek, sidik yarışı yapan belediyelerden, oy için siyasete alet edenlerden hele hiç söz etmeyeceğim (!)

Sağlık açısından en riskli ürünlerden birisi olan midyeleri, midyecilerin her sokağın başında sağlıksız tezgahlarda midye sattıklarını da yazmayacağım. Üstelik bu midyelerin hangi sağlıksız şartlarda üretildiğinin bilinmediğini, denetlenmediğini de. Üstelik simitçilerin neden kaldırıldığını sormayacağım gibi, yerine şimdide araba tezgahlarda”ker(h)ane tatlısı” satanların neden geldiğini de sormayacağım (!)

Sokaklarda yine 5-6 yaşlarında ki çocukların ışıldak ve şapka sattıklarını, bunun büyükşehirlerde mendil sattırılan çocuklardan hiçbir farkının olmadığını, izin verilen noktaların haricinde genç oğlan ve kızların sokak başlarında bir yerlerin reklam broşürlerini turistleri durdurup dağıttıklarını zabıtanın bunlara karşı bir önlem almadığını da yazmayacağım (!)

Bodrum işgal altında olduğunu, üç yıldan beri bir düzen getirilmişken, şimdi yeniden bir karmaşa haline gelen dükkan önü tezgahların caddelere yayıldığını da yazmayacağım (!)

Sokak ressamları ve el sanatları tezgahlarının düzensiz, orada burada ve yayılmacı bir şekilde izin verilmesinin nedenini de yazmayacağım (!)

Belediye meydanı Bodrumlular için bir şans oldu. Tam ortasına bir araba şirketinin ilginç bir şekilde işgal ederek reklam yapmasının hangi aklı evvelin karar ve izin verdiğini de yazmayacağım (!)

Neyzen Tevfik caddesinde Bodrum’a özgü sünger ve deniz ürünleri satan minik tezgahların her gün santim santim büyüyerek, Çin malı hediyelik eşya satmalarının, hediyelik dükkanı olan kira ve vergi ödeyen esnafa haksızlık olduğunu da yazmayacağım (!)

Bodrum’un önemli mekanlarından olan “Meyhaneler Sokağı’nda 5 liraya tekila satanları, (eski mekanlar hariç) 18 yaşından küçük gençlerin orada içki içip sarhoş olmalarını, rezillik içinde çocuklarımızın yaka paça taşındığı manzaraların yaşandığını, yabancı turistleri geçtik, bu 18 yaş altı çocukların Bodrumluların çocukları olduklarını, onları koruyamadığımızı da yazmayacağım (!)

Restauranların bar ve canlı müzik ruhsatları olmadan, bar işletmeciliği yapmalarını, eğlence vergisi bile ödemediklerini, haksız rekabet yaptıklarını da yazmayacağım (!)

Geceleri bir çok sokağın karanlığa büründüğünü, sokak lambalarının yanmadığını da yazmayacağım (!)

Cevat Şakir Caddesinde, manavların önüne geçen sene yapılan bilet satış gecekondusunun yanına birde, Bodrum Spora verildi diyerek perdelenen, gecekondu dondurmacısını hele hiç yazmayacağım. Bu gecekondunun yapılması için ne meclis, nede encümen kararı olmadığından söz bile etmeyeceğim. Bazı meclis üyelerinin bu karardan dolayı çok rahatsız olduğunu, bu yanlış uygulamaların bedelinin ağır olduğunu söylediklerini, duyduğuma dair bir tek cümle bile yazmayacağım (!) Hani orası yeşil alan olacaktı demeyeceğim, hiç boşuna beklemeyin bunu da yazmayacağım (!)

Bodrum Spor futbol takımında Bodrumlu gençlerin olmadığını, hep başka yerlerden transfer yapıldığını, aslında yelken, optimist, kürek, yüzme, basketbol, voleybol gibi sporlara yatırım yapılması halinde, ulusal ve uluslar arası başarıların alınabileceğini, futbol için yapılan yatırım ve harcamaların bu spor dallarına kaydırmanın, Bodrum Spor için çok daha akılcı olduğunu asla ve kata yazmayacağım (!)

Kış döneminde sürekli yapılan kask kontrollerinin yaz döneminde yapılmadığını, meydana gelen kazaların büyük çoğunluğunda alkollü sürücülerin olduğunu da kesinlikle yazmayacağım (!)

Daha yazmayacak çok şey var aslında.

Belediye Fen işlerine, İmar İşlerine hala bir atama yapılamadığından tutunda, özellikle CHP ve Ak Parti’de iç çatışmaların çok yoğunlaştığını, her iki ilçe başkanının da düşürülmesi için çalışıldığını, hiç ama hiç yazmayacağım (!)

Bu tür yazılarımdan dolayı gizli gizli tehdit edildiğimi de, baskı altına alınmak istediğimi de yazmayacağım (!)

Kusura bakmayın gazetecilik görevimi bu yazımda yerine getiremiyorum.

Fotoğrafımı da artık ters koymayacağım (!)

ETİKETLER: ,
Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

  1. NURAN YÜKSEL dedi ki:

    YAZMASAKDA,KONUŞMASAKDA KRAL ÇIPLAK KARDEŞİM.HEMDE ÇIRILÇIPLAK.AMA GİYİNMEK ZORUNDA.BUNA MECBUR.MUTLAKA GİYİNECEK..BAŞKA ÇARESİ YOK.

  2. Harika bir yazı, içerliyerek hop oturup hop kalkıp ama takdirle okudum yazı baştan aşağıya.

  3. Tuncay Özsert dedi ki:

    bir gecede dondurmacı kondurdular şapadanak hayret bişey yaaaa bu yöneticiler asla yönetici olamazlar kendilerini yönetmekten acizler ve BU DAKİKADAN İİBAREN HEPSİYLE SELAMI SABAHI KESİYORUM

  4. Yaprak dedi ki:

    Tebrikler…

  5. Alev Maro Salarvan dedi ki:

    Ya bir de yazsaymışsınız…… : ))

  6. erol dogan dedi ki:

    BİZ NE KADAR RECEP,LEŞİRSEK SEVGİLİ FATİH SEN DAHA ÇOK TERSDEN YAZARSIN
    Televizyonlarımızda bir adam bağırıyor. Çiftçiye ?ananı da al git? diyor, işçiye ?ayaklar baş oldu? diyor, şehide ? kelle? diyor. Her gün halka hakaretler yağdırıyor. Adı Recep, kendisi Kasımpaşa?lı. Halkımız Recep?e oy veriyor.

    Halkımız her gün başka bir Recep?le gülüyor, eğleniyor. Recep İvedik küfrediyor, halk gülüyor. Kaba saba bir adam; ya küfrediyor ya da geğiriyor. Ama çok seviliyor. Televizyonlarda izlenme rekorları kırıyor. Receplerle kalkıp, Receplerle yatıyoruz. İşte yeni halk kahramanlarımız? Receplerimiz?

    Halkın içinden çıkmış parti liderleri istiyorduk. Alın size Kasımpaşalı Recep dediler. Sinemaysa sinema, tiyatroysa tiyatro, müzikse müzik. Dinleyin ama İbrahim Tatlıses dinleyin dediler. Magandalara gülmemizi, magandaları dinlememizi, Kasımpaşalılara oy vermemizi istediler. Gülerken, dinlerken, okurken düşünmeyecektik. İlle de okuyacaksak, bize küfredeni seçecektik. Mesela Orhan Pamuk okuyacaktık. Bize küfredeni okuma düzeyine erişirsek, bize küfredene de oy verme alışkanlığını edinebilecektik çünkü.

    Oysa eskiden de gülerdik. Sinemalarda veya televizyonda Banker Bilo?ya gülerdik. İnek Şaban?dı kahramanımız. Onlar da bizim içinizden çıkmışlardı. Ama onlar doğuda marabaydı, şehirde işçi. Ağalık sistemini ve kapitalizmi sorguluyorlardı. Sitemin çarpıklığı tüm yönleriyle karşımızdaydı. Bizimle değil, sistemle dalga geçiyorlardı, Faşo ağayla dalga geçiyorlardı. Şimdi bizimle dalga geçenleri, bizi aşağılayanları beğeniyoruz.

    Suçun çoğu bizde mi acaba?

    ?Ah benim insanlarım!
    Yalanla besliyorlar sizi?
    Kabahat sende demeye dilim varmıyor ama
    Kabahatin çoğu sende??

    derken Nazım Hikmet bu günleri mi anlatıyordu? Ya da, ?Türk milletinin yüzde altmışı aptaldır; yüzde altmışımız aptalsak yüzde doksanımız da korkağız? diyen Aziz Nesin bir suçlu muydu?

    Kitaplarımızın yakılmasıyla başladı her şey. Yakıp yıktılar önce. Yeniyi yaratmak için eskilerden kurtulmak gerekirdi evvela. Radyolardan Kenan Evren?in sesini duyuyorduk. Kardeş kavgasını engellemek için idareye el koymuştu. O kadar iyi bir insandı ki, akan kanın durması için yapıyordu her şeyi. Aynı zamanda ressamdı kendisi yani ince bir insan. Mutluluğun resmini yapıyordu adeta. Sonra Özal?ı izlemeye başladık ekranlarda. Yeni rejimin yeni insan tipini yaratıyordu. Artık ?işini bilen memurların? ve ?gemisini kurtaran kaptan?ların devri başlamıştı.

    Toplumcu insan değil, bencil insan olmamız isteniyordu. Yeni insanın kendisinden önemli kardeşi, arkadaşı, ailesi, milleti ve vatanı olmayacaktı. Varsa yoksa kendisi. Önce kendisini kurtaracaktı. İşini bilecek, rakiplerine çelme takacaktı. İşini bilecekti, çünkü her alanda bireycileşme aşılanırken bir tek hırsızlık toplumsallaşmıştı. Yukarıdakiler devleti yağmalarken susacaktı. O?na da kendi çapında yolunu bulması öneriliyordu.

    Artık ?vatan-millet-Sakarya? nutuklarına karnı toktu yeni insanın. Vatan bir kadın memesine satılabilecek kadar basit bir şeydi. Daha doğrusu bunun böyle olduğunu söyleyen yeni kitapları vardı artık. ?Bayrakları bayrak yapan bayrak imalatçılarıdır, vatan uğrunda ölen varsa utanmalıdır? diyen yeni aydıncıklar türemişti.

    Toplumsal yozlaşma böyle başladı arkadaşlar. İnsanımızın yapısını bozdular önce. Vatan aşkını, halk sevgisini, toplumsal dayanışmamızı yok etmeye çalıştılar. Bu öyle kolay olmayacaktı onlar için. Benim memurum işini bilir anlayışını yerleştirmek için iki darbe yaptılar bu ülkede. İlkinde bizim içimizden çıkan gerçek kahramanlarımızı ölümlere gönderdiler. Bir taraftan da kendilerinkini yetiştiriyorlardı. Denizler idama gönderilirken Abdullah Gül gibileri İngiltere?ye ve Amerika?ya gönderiliyordu devşirilmek için. İkinci darbede de aynısı oldu. Devrimciler işkenceden geçirilirken Apo gibiler beslendi hapishanelerde. Daha sonra kullanılmak için. Müttefiklerimizin arka bahçelerinde devşirilen aydınlarımız peydahlandı. Bizi sırtımızdan vurmak için.

    Böylelikle kaldırdılar vatan, millet gibi kutsal kavramları tedavülden. Artık birey vardı, piyasa vardı. Her şey piyasa içindi, alınıp satılabilirdi. Sonrada sattılar? Satacak bir şey kalmayana kadar? Dün Tansu Çiller satarken; ?son sosyalist devleti yıktık? diyordu, bugün Unakıtan; ?artık satacak bir şey kalmadı? diyordu.

    Gerçektende kalmadı. Vatanımız satılığa çıkarılırken biz Recep?le yatıyor, Recep?le kalkıyoruz beyler bayanlar. Bozuk düzen bozuk ve ucube kahramanlar yaratıyor çünkü.

    Nazım Hikmet ve Aziz Nesin haklıydı. Bizi yıllar öncesinden uyarıyorlardı: aptallaştırıldığımızı, miskinleştirildiğimizi, kandırıldığımızı söylüyordu. Silkinmemizi, kendimize gelmemizi ve onurumuzu korumamız gerektiğini anlatıyorlardı.

    Silkinmek, onurumuzu korumak için ayağa kalkmak deyince Mustafa Kemal Atatürk?ün eylemi geliyor aklımıza. Köleleştirilen, tembelleştirilen, miskinleştirilen ve aptallaştırılan bir toplum anlayışının hâkim olduğu Cumhuriyet öncesi düzene karşı bir başkaldırıydı önermesi: ?Türk milleti çalışkandır, Türk milleti zekidir? diyordu Atatürk. Osmanlı düzeninin insanımızı yozlaştırdığını ve miskinleştirdiğini görüyordu. O düzende insanımızın zeki, çalışkan ve yaratıcı olamayacağını biliyordu. O yüzden milletin elinden tutup onu yüceltiyordu. Türklüğü aşağılayanlara karşı mücadeleye çağırıyordu. Kültürde, bilimde, teknolojide, sanatta, siyasette yani her alanda etkin olan çağdaş Türk insanını yaratıyordu. İşte bu ses bizimdir kardeşlerim. Recep?e gülmekle, Recep?e oy vermekle iyi bir iş yapmıyorsun kardeşim. Sana düşman olana değil, sana dost olana kulak ver, bize elini uzat!

  7. Meltem Ulusoy dedi ki:

    Sevgili Fatih, sen YAZMAMAYA devam et, ben de OKUMAMAYA ve HAK VERMEMEYE devam edeceğim…………….

  8. fİKRET KARATAŞ dedi ki:

    iyi ki yazmamış ve yazmayacaksın. Yoksa bilgisayarda diğerlerine yer kalmaz. Ellerine ve kalemine sağlık. Yazmamaya devam!…

    1. Mustafa Bektaş dedi ki:

      Fikret Bey sizdende bir eleştri bekledik ama gelen giden bir şey yok.Kocadonun her yaptığını eleştiren sizden belediyenin yeni yönetimine ilişkin tek bir eleştri yok.Çok mu güzel gidiyor her şey yoksa susturacak bülbül mü arıyorsunuz.Fatih beyi tebrik ettiğinize göre hoşlanmadığınız şeyler var heralde.Ha borç bu arada 50 milyon tl oldu.Buna ne diyorsunuz.Yoksa pazar yazıları yazmak daha mı keyifli.

  9. Salih Sevinç dedi ki:

    Hay klavyenize sağlık…çok güzel şeyler yazMAmışsınız…Bilhassa Bodrum spora yapılan yardım ve yönelmesi gerekn branjları yazMAmanız çok iyi olmuş…Midyeciler ve tezgahlarda one keza…yani sizin anlayacağınız yazMAdıklarınıza bir o kadar daha eklene bilir aslında…

  10. Ali DİZDAR dedi ki:

    Tebrikler… Yaz Sen Yine de Yaz… Zaten yazma desek de yazacaksın. Yazma deselerde YAZMALISIN…
    Yazıların günden güne düzelmekte. Gazetecinin görevi düzeni alkışlamak değil de çarpıklıkları göstermekse bas bas bağıra bağıra yazacaksın… Düzeni alkışladığın zamanlar eleştirilerimiz olacaktır doğal olarak… Selametle iyi bayramlar…
    Bu arada Erol DOĞAN kardeşimize de köşede bir yer versen olacak gibi…

  11. Ali DİZDAR dedi ki:

    Tersten Fotoğrafında daha yakışıklısın

  12. Özgür ACAR dedi ki:

    bunların hepsinin düzelmesi için yapılacak tek şey var….ama bende onu şimdi söylemeyeceğim 🙂

  13. erol dogan dedi ki:

    Sevgili ALİ Dizdar,köşe yazısı yazmak veya kendini gazeteci sanmak gibi,niyetim hiç bir zaman olmadı.saygılarımla .sevgili Ali yorumllarımı begenmeye bilirsiniz.ama benim için köşe yazarlıgı isteyemessiniz.ve haddimi çok iyi bilirim,yorumlarıma gelince bir daha siz mutsuz olmayasınız diye yorum yazmayacagım.SAYGILARIMLA

  14. Ayla Gürpınar dedi ki:

    Devam, Sevgili Fatih, devam.

  15. Ali Dizdar dedi ki:

    Sevgili Erol Kardeşim cümlem tenkit için kurgulanarak kasten yazılmamıştır.. Yanılmışım özür dilerim…
    Yorumunu bir köşe yazısı kıvamında zevkle okudum yenilerini de okumak isterim ve Fatih’e telefon edip seni köşe yazman için teklif ve israr etmesini istedim…
    Söyleyecel sözü olanların biryerlerde bunu ifade etmeleri hele bir de yazıya dökebiliyorlarsa sakınmamaları gerektiğine inanırım ve ben de ara sıra yazarım gazeteci yada yazar olmamız gerekmiyor düşüncesindeyim bu işi para için yapanların sık sık sapıttıkları görülmektedir.
    Saygılarımla…

  16. Ali Alifakıoğlu dedi ki:

    Artık yazmayacağım
    Bütün kabahat benim
    Ne kadar yalvarsanız boş
    Ne kadar ağlasanız boş
    Gündeme dönmeyeceğim
    Bitsin artık bu çile
    Çekemem bile bile
    Siz ne söylerseniz söyleyin
    Bu hayat geçmez böyle
    Artık yazmayacağım
    Bodrum’dan kaçacağım
    Gündeme dönmeyeceğim!

  17. erol dogan dedi ki:

    Sevgili Ali kardeşim,öncelikle eleştiri ve öz eleştiri olmadan dostluklar zor oluyor.Ben sizi yanlış anlamış olabilirim.özür dilerim,önemli olan sizlerin bodruma sahip çıkmanız.

  18. taşkın çağatay yamen dedi ki:

    yazacak birşey bırakmayacak şekilde yazmışın zaten .tebrikler :))

  19. Basın, hem özgür olmalı, hem de bu özgürlüğü başka amaçlarla istismar etmemelidir.
    Kitle iletişim araçları ve siz gazetecilerin; toplumu bilgilendirmek ve olaylardan haberdar etmek, sağlıklı bir kamuoyunun oluşturulmasına katkıda bulunmak gibi önemli görevler vardır. Kamuoyunun düşüncelerini, isteklerini ve eleştirilerini yöneticilere ulaştırmak, yöneticilerin de mesajlarını kamuoyuna iletmek açısından kitle iletişim araçları, çağdaş demokratik sistemin vazgeçilemez unsurları arasındadır. Medyanın bu görevini yerine getirebilmesi için çeşitli hak ve özgürlüklere sahip olması gerekir.Kamu görevi yapan medyanın baskı ve sansürden korunmasının yanı sıra; kendi yapısından kaynaklanan ve itibarını sarsarak temel işlevlerini yerine getirmesini engelleyen unsurları da kendi çabasıyla ortadan kaldırması gerekir.

  20. Başar Münir dedi ki:

    Fuzulî’nin bir dörtlüğü aklıma düştü, paylaşayım istedim;

    Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil,
    Çektiğim alamı bir ben bir de Allah?ım bilir.

    Arada kalmak böyle işte; yazsan bir türlü yazmasan bir türlü.

    Ne yapalım, bazılarının da kaderi bu.

  21. ilhan özyiğit dedi ki:

    sevgili fatih,
    Yazının hükmü de kalmadı, etkisi de.
    Malı götüren götürüyor, yağmalayan yağmalıyor.
    Kimse iplemiyor yazıları.
    Yolsuzluk dosyaları ırgalamıyor kimseleri.
    Bir omurgasızlıktır sardı seçecek olanı da, seçilecek olanı da.
    Ne ilke kaldı ne inanç!
    Ne söz kaldı, ne de dik duruş!

    Şair Murathan Mungan’ın deyişiyle: Türkiye’de her şey olabilirsiniz, bir tek rezil olamazsınız.
    Adeta yasaklanmıştır artık rezil olmak.
    Zaten artık geçerli ilke, “Rezillik gelip geçici, Allah vücut sağlığı versin”dir.
    O yüzden yazıların, yolsuzluk dosyalarının, mahkeme kararlarının filan da hükmü yok artık.

  22. T.Bülent Manzak dedi ki:

    Böyle ”YAZMAMAYA” devam et kardeşim. Özgür ve özgün düşünen, sürüye katılmayan kardeşimin, yazılarının devamını diliyorum. Başarılar…

  23. fİKRET KARATAŞ dedi ki:

    Bektaş kardeşimize,
    TANIDIĞIMIZ KALOMA BU YÖNETİM İÇİN EKİMDE DOLUYORDU AMA BEKLEMEDİM. BENİM YAZDIĞIM SİTEDE BU HAFTAKİ YAZIMI OKURSAN MEMNUN OLACAĞINI UMUYORUM. OKUR MEMNUN OLURSA YAZAN DA SEVİNİR ELBET. KOCADON İÇİN YAZDIKLARIMIN HİÇ BİRİ ELEŞTİRİ İÇERİKLİ DEĞİLDİ. HEPSİ ÇOK YAKINDAN TANIYIP BERABER ÜÇ YIL ÇALIŞTIĞIMIZ KARDEŞİMİZİ UYARMA YAZISIYDI. O YAZILARDA BELİRTTİĞİMUYARI VE ENDİŞELERİMİN HEPSİNE YAKINININ DOĞRU OLDUĞU BELLİ OLDU. KEŞKE OLMASAYDI. 1987 YILINDA BU YANA YEREL MEDYADA YAZIYORUM. YAZARKEN KİMSEDEN İCAZET ALMADIĞIMA EMİN OLMANI DİLERİM. AYNI ANLAYIŞLA DA AKLIMIZ BAŞIMIZDA OLDUĞU SÜRECE YAZMAYI SÜRDÜRECEĞİM.