Bodrum Gündem

“ROMA YI GÖRÜP ÖLECEĞİNE, GÖKOVAYI GÖRDE YAŞA”

gökovaNURAN YÜKSEL’İN GEZİ İZLENİMLERİ-2

“ROMA YI GÖRÜP ÖLECEĞİNE, GÖKOVAYI GÖRDE YAŞA”

Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın ölümünün 41. Yılında Bodrum’da yapılan etkinliklere ilk kez katılamadım. Yıllardır büyük bir aşkla ve inançla Balıkçı ya olan borcunu nuran_yuksel_gokova_gezi_notlari_bodrum_gundem (3)onu unutturmamaya çalışarak ödemeye çalışan sevgili Hocam HATİCE YÜCEL’in yanında olamamanın burukluğu ile aynı gün, 16 kişilik bir araçla çıktığımız aile gezimizin ilk durağında “Egenin Zigana’sı” olarak hissettiğim “Sakar Tepe Seyir Terasından” sisli bir sonbahar sabahında “Balıkçıya Ve Muhteşem Gökova’ya Merhaba” dedik. Bodrum’da değildik, ama Balıkçının ruhunun her zaman bulunduğu tepede tüm sevenleriyle ve onunla beraberdik.

Balıkçı manevi oğlu Şadan Gökovalı ve ailesine yaptığı vasiyette Bodrum’a gömülmek istediğini, kimseden saygı duruşu beklemediğini, ancak Bodrum’u Bodrum yapan değerlere, doğal zenginliklerine sahip çıkılmasını ve yalnızca bir MERHABA istediğini belirtmiş.

Geçmiş dönem Belediye Başkanlarından rahmetli Emin Anter döneminde, 1973 senesinde Gümbet Gönül Tepede mezarı hazırlanır. Aradan geçen 41 yılda Bodrumlular, özellikle Bodrumlu yerel yöneticiler, Balıkçı’nın anısına ne kadar sahip çıkabildiler. Eğer Sevgili Hatice Yücel başta olmak üzere sivil toplum örgütleri, Balıkçı’ya gönülden borçlu olduklarına inan bir avuç insan ve bitmek tükenmek bilmeyen gayretleri olmasaydı, ne olurdu acaba? Ne yazık ki Bodrumlu yöneticiler İZMİR kadar sahip çıkamadılar Balıkçı ya. Neyse ki son birkaç yıldır, özellikle Deniz Ticaret Odasının öncülüğünde yapılan çalışmalar (sempozyum başta olmak üzere )Balıkçıya olan vefa borcunu ödemede özellikle yerel yöneticilere, turizmcilere, geçimini mavi yoldan kazananlara ve Bodrum Sevdalılarına bir fırsat olur.

On yıl boyunca Bodrum belediyesinde öncelikleri eğitim, kültür, sanat olan bir seçilmiş siyasetçi, meclis üyesi ve yöneticisi olarak Balıkçı için yapmak isteyip de yapamadıklarımın acısını ve yalnızlığını çok hissettim. Yerel yönetim öncülüğünde, sözcülüğünü yapmaya ve yaşatmaya çalıştığım “ Buy Prozac Halikarnas Balıkçısı Festivali, Halikarnas Balıkçısı Kitaplığı” ve çalışmalarının hala kurumsallaşmadığını görmek, çalışmaların kişisel çabalarla ve gönül yorgunluklarıyla yürüdüğünü görmek gerçekten içimi çok acıtıyor. Belediye önünde ki Palmiye ağaçlarının üzerinde yazılan Balıkçını’nın eserlerinin adlarını her geçişte okuduğumda, Yokuşbaşı’ndaki Balıkçı’nın Bodrum’a gelenleri selamlayan panosunun önünden her geçişte, aylarca, yıllarca bıkmadan vazgeçmeden yaptığımız, şimdi hiç hatırlanmayan çalışmalarımızı düşündükçe, dönemin kültür ve sanat biriminde çalışan çok genç yaşta kaybettiğimiz arkadaşımızı Halil İbrahim’i, Cevat Şakir müzesindeki eşyaların çürümemesi için neler yaptığımızı anımsıyorum.

Işıklar içinde yatsın sevgili dostum diyorum.

Evet… Balıkçının 41. Ölüm yıldönümünde Bodrum’da değildik. Balıkçının anısınaydı gezimiz. Sakartepe’den baktığımızda Bodrum’un, Marmaris’in, Gökova’nın vazgeçilmezliğini ve muhteşemliğini bir kez daha hissettik. Acaba dünya da böyle bir manzaranın bir eşi olabilir mi? diye düşünmeden edemedik. Bu düşünce sadece doğup büyüdüğümüz topraklara olan sevdamızın sonucu değildi. Gerçekten bir dünya cenneti olan coğrafyada yaşıyorduk.

Sakar tepesinden inerken tıpkı Karadeniz’de Zigana, Ayder yaylalarına çıkarken hissettiğim duygulara kapıldım. En açık yeşilden, en koyu yeşile kadar rengin yanına yine en açık maviden en koyu maviye kadar, mavinin griye dönüşen her tonuyla adeta kucaklaşmıştı doğa. Körfez özellikle sonbaharda çoğu zaman olduğu gibi o günde sisler içindeydi. Gördüklerimiz sadece düşlerimizde olabilecek güzellikteydi. Ama her şey gerçekti ve karşımızdaydı. Akyaka’nın hemen yanı başında başlayan yemyeşil çam ormanları arasından çıkılan plaj, derenin denizle buluştuğu ve azmak denilen noktadan çıkılan teknelerle yapılan gezide kocaman tatlı su balıklarının seyri anlatılamaz.

nuran_yuksel_gokova_gezi_notlari_bodrum_gundem (8)Yine yeşilin ve mavinin bin bir rengiyle buluştuğu yoldan geçerek ulaştığımız rampanın sonunda, şırıl şırıl suların aktığı, en az 100 yıllık çınar ağaçlarının gölgesinde doğa ile insanın sıcacık kaynaştığı çiçeklerin arasında Çınar Muğla Evlerinin bulunduğu Çınar Restorana geldik. Hamarat Muğlalı kadınların elleriyle yoğurup fırınlarda ve saçlarda pişirdiği bazlamaların kokusu eşliğinde muhteşem bir kahvaltı sofrasıyla karşılaştık. Saçtan yeni çıkmış, avuçlarımızı yakan sıcacık bazlamanın içinde eriyen tereyağı, üzerine koyduğumuz tadı hala damaklarımızda olan meşhur doğal Marmaris’in petekli çam balı, yanında çökelek peyniri(imansız peynir de deriz ), tarla domatesi, salatası ve yeşil biberi, yeni yapılmış sızma zeytinyağında yeni mahsul zeytinden kırma çekişte ve içimizi ısıtan sıcacık karanfilli çay…

Ne kadar yediğimizi bilmeden gözlerimiz kapalı tatları içimize almak…

Ayrılmak istemesek de daha görecek yerlerimiz var diyerek ve aklımızı sofrada bırakarak, Çınardan üç kilometre uzaklıkta, her iki tarafında dört mevsim çilek tarlalarının bulunduğu yolu geçerek ilk kez gördüğüm Saklı Göl’e order methotrexate ulaştık.

nuran_yuksel_gokova_gezi_notlari_bodrum_gundem (9)Tekrar çarpılmıştık adeta. Bugüne kadar neden gelmedik? diye kendimizi sorguladık. Denizin, dağın içine girerek oluşturduğu azmağın etrafı sazlıklarla doluydu. Azmak delta yaparak Saklı Gölü oluşturmuş. İçinde kaplumbağaların, ördeklerin ve balıkların beraberce yüzüşlerini izlerken adeta kendimizden geçtik. O an, torunum, oğul balım Ceylin kuşumun yanımızda olmasını çok istedim. Nasıl mutlu olurdu kim bilir? Onlara ekmek atarken yüzüşlerini ve çıkardıkları sesleri duyunca nasıl mutlu olurdu. (en kısa zamanda Ceylin’le de geleceğiz.) Ancak bu cennet alanlarda kurulan tesislerde uygulanan fiyat politikalarının ve hizmet kalitesinin mutlaka denetlenmesi şart. (Her yerde olması gerektiği gibi.)

Marmaris merkeze hiç uğramadan geçmeyi tercih ettik. Hatta geçerken gözlerimi kapadım. Sanki İzmir Karşıyaka’dan geçiyorduk. Çok katlı binalar, tıpkı Bodrum’da olduğu gibi plansız büyüme, orman alanlarının içinde parça parça yapılan kooperatif evleri, katledilen orman alanlarının içinde sıralanan, kırmızı kiremit çatılı evler… Balıkçının ve kendimin rüyasını bozmamak için gözlerimi kapatarak geçtiğim Marmaris’ten Datça yoluna girdiğimizde, Hisarönü, Orhaniye cennetin saklı olduğu yerler değil, gözler önüne serdiği koylardı. Oraları tekrar görmekle içimiz tekrar kabarmıştı.

Kız kumuna geldiğimizde, kıyının her gün Marmaris ve İçmeler’den kalkan cip safarilerle gelen yerli ve yabancı turistlerle dolu olduğunu gördük.

Efsaneye göre Bybasssos Kralının güzel kızı prenses ile bir balıkçı birbirlerine aşık olurlar. Prenses geceleri sahile çıkıp, kandille balıkçıya işaret verir. Balıkçıda karşı kıyıdan sandalıyla gelerek buluşurlar. Durumu öğrenen kral, balıkçıyı yakalamalarını emreder.

Denilen yapılır.

Gece karşı kıyıdan ışığı gören balıkçı sandalında kürekleri çekmeye başladığında, prenses askerlerden kurtulur. denizin ortasında kendini görmeye gelen balıkçıya doğru koşmaya başlar. O anda bir mucize gerçekleşir. Kızın her adım attığı deniz anında kumsala dönüşür. Prenses koşarken askerlerin attığı okla vurulur. Efsaneye göre kumların rengi prensesin kanıyla kırmızıya boyanır. Balıkçı okla ölen prensesi alıp kayığıyla ortadan kaybolur ve bir daha kimse ikisini de göremez. O günde sanki insanlar kıyıdan karşı kıyıya denizin içinden yürüyerek geçerken, prensesi ve balıkçıyı aramaya gidiyorlardı sanki. Biz o yolda yürüyemedik. Fakat bir dahaki seferde bu ölümsüz aşıkları aramaya çıkmak için söz verdik.

Selimiye ye ulaştığımızda kendimize çok kızdık ve acıdık. Bu güne kadar neden Selimiye ye hiç gitmemiştik. Hangi mazeretlerimiz bu cenneti görmemize engel olmuştu. Selimiye dağlarla çevrili bir koyda, adeta bir göl görünümündeydi. Deniz orada bir havuzdu sanki. Sahil boyu yan yana sıralanmış pansiyonlar ve yine yan yana sahil boyunca sıralanmış sezon sonu nedeniyle çoğu kapalı hediyelikçiler ve lokantalarla doluydu. Kıyıda yürürken devasa bir binayla karşılaştık. 3. kat başlamıştı. Ancak önünde kocaman bir levha da “bu bina belediye tarafından mühürlenmiştir, yıkılacaktır” altına ise bir vatandaş tarafından yazılan “inşallah” yazısını okuduk.

Bizde “inşallah” dedik.

Selimiye’yi patlamaya hazır bir bomba gibi hissettim. Dağın yamaçlarında başlayan tesisler, evler, emlakçı ilanları içimi ürpertti. Umarım Selimiye’yi de turizm uğruna ranta ve talana teslim etmezler.

buy cheap Lithium nuran_yuksel_gokova_gezi_notlari_bodrum_gundem (6)Hava kararmaya başladığında aracımız bizi yer yer yağan yağmurun eşliğinde Muğla’nın meşhur Süpüroğlu yaylasına akşam yemeği için götürdü. CHP’nin cefakarlarından yoldaşımız Saadettin Ünsal’ın restoranında yediğimiz muhteşem tandır ve Muğla yoğurtlamasının ardından çaylarımızı içerken “ne olacak CHP’nin hali” meselelerini de konuşmadan edemedik.

Gecenin sonuna gelmiştik.

Evet…

Gerçekten Balıkçıya olan vefa borcu ödenmek isteniyorsa; önce Balıkçının tüm dünya ya tanıttığı, Bodrum’u Bodrum yapan, Muğla’yı Muğla yapan, cennet doğamıza sahip çıkmalıyız. Bodrum, Marmaris, Gökova bizlere, yönetenlere, tanrının bir emanetidir. Bu emanete sahip çıkmak, korumak özellikle yöneticilerin öncelikli asli görevleri arasında olmalıdır.

Bir günlük gezimdeki duygularıma, coşkularıma, mutluluklarıma, kaygılarıma, ortak olmanızla, yazma heyecanımın her geçen gün artma istemiyle mutlanıyorum.

Halikarnas Balıkçısı’na Ve Muhteşem Gökova’ya Tekrar MERHABA……

Nuran Yüksel

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

  1. Nazmiye Halvaşi dedi ki:

    Sevgili Nuran, günün, gübdemin yorgunluğu üzerine ilaç gibi geldi gezi yazını okumak.. Okurken gezindim sizinle birlikte.. Gözleribden, duygularından gördüm yeniden.. Ne iyi yaptın da yazdın..
    Nice geziler, gezi yazıların olsun.. Paylaş bizimle..
    Sevgi ve selamlar Datça’dan..

  2. semihaataacar dedi ki:

    sizleri Zuhal vasıtasıyla tanıdım çok mutlu oldum sayenizde muhteşem bir gezi oldu teşekkürler