Bodrum Gündem

“ATATÜRK OSMANLI İÇİN NE DİYOR?”

Çocuktuk o zaman, Kenan Evren televizyondan bağırıyor  :

-Sevgili bilmemnerelileeeeeer, nassınııız?…Daha önce gelmek istediiim ama gelemediiim, işteee şimdi geldiiiiim…diye çığırıyor,  halk alkışlıyor…

-Kenan Paşa çok yaşa…Kenan Paşa çok yaşa…

Bunlar Osmanlıyı inceden kalına doğru yücelttiler, Atatürk’ün içini boşalttılar, türk-islam sentezi diye bir uydurmasyon dayattılar.

Propaganda…

İki yaşındaki torununu boğdurma emri veriyor “Muhteşem Süleyman!”…Diyorlar ki cellat, bebecik ona gülücük verince bayılmış. Sonra ayılıp boğmuş bebeği. “Büyük Adam Süleyman!”…Aşina klanından geldiklerine inandırıyorlar, “quasi-divine” yani yıldız-soyu ya kanını akıtmak tabu. Boğarak kurban ediyorlar. Türk mitosundan kaynaklanan ırkçılığı takip ediyoruz.

Anadolu tarihi, katliamlar tarihi…

Kinross’un Atatürk’ünü okuduktan sonra şüphe duydum. Kinross cumhuriyetin kuruluş mücadelesi olan İstiklal Savaşı’nda ya da Kurtuluş Savaşı’nda, asıl mücadelenin Osmanlı İmparatorluğu’nun kalıntısına karşı verildiğini bildiriyor ve bunu ustalıkla yapıyor, kendi ulusunun devletinin bakış açısından bakıyor. Hiç hoşuma gitmedi. Tarihçi taraf  tutmaz. Kurtuluş Savaşı, müslüman Anadolu halkının yaşama hakkını savunmak için  türkçe konuşan entellektüellerin asker ile işbirliği  yaparak,  Atatürk’ün liderliğinde  emperyalizme karşı verilen ve amacı bağımsız bir cumhuriyet kurmak olan Türk Devrimi’nin mücadelesidir. Böylece Kinross gerçeği iki taraflı göstermektedir.

Neo-osmanlıcılık tabiyatıyla Türkiye Cumhuriyeti’ne düşmandır.

Cumhuriyet “kulluk” yerine “vatandaşlık” demektir.

Peki Atatürk  Osmanlı için  ne diyor?

 Atatürk : “…Saltanat ve Hilafet makamında oturan Vahdettin soysuzlaşmış, şahsını ve bir de tahtını koruyabileceğini hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta.” diye başlıyor “Nutuk”da.

“…devlet başkanlığı makamını kirletmekte olan hain Vahdettin…” diyor.

“…Bütün çıkarlarını yalnız kirli bir tahtın çürümüş çökmüş ayaklarına sarılmakta bulanlar…” Lamisil at low prices diyor.

“…Osmanoğulları, zorla Türk milletinin hakimiyet ve saltanatına el koymuşlardır. Bu zorbalıklarını altı yüz yıldan beri sürdürmüşlerdir. Şimdi de Türk milleti bu saldırganlara isyan ederek ve artık dur diyerek, hakimiyet ve saltanatını fiilen kendi eline almış bulunuyor…” diyor.

“…Gerçekten de, her ne sebeple ve ne şekilde olursa olsun, Vahdettin gibi hürriyetini ve hayatını milleti içinde tehlikede görebilecek kadar âdi bir yaratığın, bir dakika bile olsa, bir milletin başında olduğunu düşünmek ne hazindir! Şükre değer bir durumdur ki, bu alçak, mirasına konduğu Saltanat makamından millet tarafından atıldıktan sonra, alçaklığını sonuna kadar getirmiş oluyor. Âciz, âdi, duygu ve anlayıştan yoksun bir yaratık, kendisini kabul eden herhangi bir yabancının koruyuculuğuna sığınabilir; ancak, böyle bir yaratığın bütün Müslümanların Halifesi sıfatını taşıdığını ifade etmek elbette doğru değildir. Böyle bir düşünce tarzının doğru olabilmesi, öncelikle, bütün Müslüman milletlerin esir olmaları şartına bağlıdır. Halbuki dünyada gerçek böyle midir? Biz Türkler, bütün tarihimiz boyunca hürriyet ve istiklale sembol olmuş bir milletiz! Değersiz hayatlarını iki buçuk gün daha fazla ve sefilce sürükleyebilmek için, her türlü düşkünlüğe katlanmakta bir sakınca görmeyen halifeler oyununu da sahneden kaldırabildiğimizi gösterdik. Böylece, devletlerin, milletlerin birbirleriyle olan ilişkilerinde, şahısların, özellikle bağlı bulundukları devlet ve milletin zararına da olsa şahsi durumlarından ve kendi hayatlarından başka bir şey düşünmeyecek pespayelerin herhangi bir önemi olamayacağı şeklindeki bilinen gerçeği bir defa daha ortaya koymuş olduk.

Milletler arasındaki ilişkilerde mankenlerden yararlanma yöntemine rağbet etme devrine son vermek medeni dünyanın samimi bir dileği olmalıdır.”

“…Osmanlı hükümdarları ve çevresindeki yakınları debdebe ve gösteriş içinde yaşayabilmek için memleket ve milletin bütün servet kaynaklarını kuruttuktan başka, milletin her türlü çıkarlarını feda etmek, devletin haysiyet ve şerefini ayaklar altına almak suretiyle bir çok dış borçlar yapmışlardı. O kadar ki, devlet bu borçların faizlerini bile ödeyemeyecek duruma gelmiş, dünya gözünde “müflis” sayılmıştı…”

Efendiler, mirasçısı olduğumuz Buy Levitra Osmanlı Devleti’nin dünya gözünde hiçbir değeri, fazileti ve haysiyeti kalmamıştı. Devletlerarası hukukun dışında tutulmuş, sanki, himaye ve korunmaya muhtaç bir duruma gelmiş gibi kabul ediliyordu”

“…Ancak, bunca yüzyıllar boyunca olduğu gibi, bugün de, milletlerin cahilliğinden ve bağnazlığından yararlanarak binbir türlü siyasî ve şahsî maksatla çıkar sağlamak için, dini âlet ve vasıta olarak kullanmak teşebbüsünde bulunanların memleket içinde de dışında da var oluşu, ne yazık ki, daha bizi bu konuda söz söylemekten alıkoyamıyor.”

“…Milletimiz, yüzyıllarca bu anlamsız ve boş görüşten hareket ettirildi. Fakat ne oldu? Her gittiği yerde milyonlarca insan bıraktı. Yemen çöllerinde kavrulup yokolan Anadolu evlâtlarının sayısını biliyor musunuz? dedim. Suriye’yi, Irak’ı elden çıkarmamak için, Mısır’da barınabilmek için, Afrika’da tutunabilmek için ne kadar insan telef oldu, bunu biliyor musunuz? Ve sonuç ne oldu görüyor musunuz? dedim…”

Atatürk, Nutuk’da Osmanoğulları Hanedanı, osmanlı devleti, saltanat ve hilafet üzerine böyle diyor. Oniki eylül darbesi sonrasında, faşist cuntanın ön ayak olduğu, “türk-islam sentezi” adı ile başlatılan propaganda, Türkiye’nin giderek “dinci”, “ılımlı islam” denilen iktidarlarla yönetilmesi sonucunu doğurmuştur. Atatürk’ün üzerinde bir türk milliyetçiliği hayaldir.  Şimdi, höst-modern devrin neo-osmanlıcılık propagandası altında gericiliğe ve sömürüye alet edilenlerin, “Atatürk Osmanlı için ne diyor?” diye araştırmalarında fayda olduğunu düşünüyorum.

order naltrexone Son, iki satır yazı :

“Sen meyva ağacını seversin,

Ben ormanlardaki ulu ağaçları severim”

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.