Bodrum Gündem
TUNÇ ŞANAD

TUNÇ ŞANAD

Tunç Şanad 5 Aralık 1957 tarihinde İstanbul’da doğdu. Levent (Etiler) Lisesi’ndeki eğitiminin ardından, Marmara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi’nden mezun oldu. 1975 yılından bu yana kesintisiz olarak çalışma hayatını sürdürmektedir. İnşaat, turizm ve daha uzun bir süre reklam sektöründe çalıştı. Dört büyük seyahat acentesinin reklam departmanlarını kurup, yönetti. Türkiye’de gerçekleşen uluslararası büyük kongre ve etkinliklerde ekibiyle görevler üstlendi. 2002 yılından bu yana kendi ajansında reklamcılık uğraşını devam ettirmektedir. Bekar olup, 1990 doğumlu bir kızı vardır. Muhtelif dergilerde, kurumsal yayınlarda ve gazetelerde makale ile diğer yazıları yayınlanmıştır. "Ters Köşe Hikayeler” adında bir öykü kitabı vardır.

    BİR ZAMANLAR BODRUM / Tunç Şanad yazıları…

    Bodrum adının nereden geldiğine dair çeşitli söylenceler vardır. Ancak bizce en akla yatkın olanı St. Petrum’dan dönüştüğüdür. St. Jean Şövalyeleri’nin Mauseleion’un taşlarını da kullanarak yaptıkları şu ünlü “Bodrum Kalesi’nin” adından.

    Dönüşümün başladığı yıllardı… 70’lerin bitip 80’lerin henüz başladığı…

    BİR ZAMANLAR BODRUM…

    tunç seanudTunç Şanad (Çelik Ünlü) 

    “Nasıl anlatsam, nerden başlasam…” diye düşünüp duruyorum günlerdir. Çok kaynak var, onun; mitolojik, tarihi, arkeolojik yanlarını anlatan… Öyküleri, sanatsal değerleri, adının nereden geldiği defalarca yazılıp çizildi. İsimleri onunla anılan; Balıkçı, Neyzen, Herodotos, Homeros, Turgut Reis, Kral Mausolos ve daha birileri…

    Ben onunla, söylendiğine göre “değişmeye” başladığı ilk zamanlarında tanıştım. Tam dönüşümün başladığı yıllardı; 70’lerin bitip, 80’lerin henüz başladığı… 70’li yıllar boyunca şehirde giderek yükselen terör, birtakım insanları bezdirmiş, korkutmuş ve ona sığınma kolaylığına itelemişti. Şehrin ve dağın fırtınalı yıllarında o öylesine sakin bir koydu ki, onları suçlamak bilene anlamsız gelebilir.

    “Kaç kişiydik o zaman bak” anlatayım: Üç çifttik, çok gençtik, bekardık. Kızlar, anne-babalarına kız kıza tatile çıktıklarını söyleyerek gelmişlerdi. Biz erkekler, onlarla bir hafta boyunca aynı odayı paylaşacak olmanın heyecanı içindeydik. Taksim’deki küçük bir seyahat acentesinden yaptırmıştım 3 double oda-kahvaltı rezervasyonumuzu… Otobüsle 14 saati aşkın bir gece yolculuğu sonrası Neyzen Tevfik Sokağı üzerindeki derme-çatma motelin önünde duran otobüsten inerken, bacağını akrep sokmuş birini kapıdan çıkarıp hastaneye taşımaları bile “Bodrum’da tatil” havamızı bozamıyor, sadece odalarımıza girdiğimizde yatakları duvardan uzaklaştırıp, ortaya çekmemize sebep oluyordu. Çok sonraları öğrendik ki, akrepler tavanlara çıkar, oradan yatağa atlayabilirlermiş. Bilseydik bile, kimin umurundaydı: Bodrum’daydık!

    “Biraz deniz, biraz uyku; bütün istediğim buydu.” dersem yalan olur doğrusu… Bodrum’un o yıllara ait bir gerçeğini daha İstanbul’dayken keşfedememenin pişmanlığı içinde kendimizi ziyafete piknik sepetleriyle gelmiş gibi hissediyorduk. Onlar yanık tenleriyle güzeldiler, onlar minicik bikinileri içinde dipdiriydiler, onlar ışıl ışıl gözleriyle bize çapkınca gülümsüyorlardı ve onlar bizden defalarca çoktular!

    “Duygu, biraz duygu; bütün isteğim buydu.” diyordu yanımızdaki üç kız. Birlikte tatile çıkmak uğruna evdekilere yalan söylemişlerdi ve şimdi bizimle aynı yatağı paylaşıyorlardı. Biraz nazlanmak, hatta küçük şımarıklıklar yapmak, onların etrafında pervane olmamızı ve romantik bir aşık gibi davranmamızı beklemeleri en doğal haklarıydı.

     bodrumda biraz tuzdan arınmakAh o unutulmaz küsmeler…

    O bir hafta boyunca, günler ve gecelere her çift kendi arasında kim bilir ne çok kavgayı sığdırdı. Tadının damağımızda kalacağı, yıllarca ona buna, sonraki sevgililerimize, eşlerimize – ve hatta şu anda size bile – ballandıra ballandıra anlatacağımız hiç aklımıza gelmeden, kırılmalar, küsmeler, ağlamalar, “İstanbul’a dönelim, bak nasıl senden ayrılıyorum!” nakaratlarıyla, kuyu suyunun hepsini söküp alamadığı deniz tuzunun birbirimizin teninden tadıldığı geceler boyunca…

    Hadigari incir deposundan bozma bir odaydı…

    “Bodrum, Bodrum…” geceleri gündüzlerin tersine Bodrum’un içinde yaşanırdı. Hadigari o zamanlar üç-beş kişinin kıç kıça oturabildiği, eski bir incir deposundan bozma, küçük, loş bir odaydı. Gece öncesi, akşama belki orada bir kadeh yuvarlayarak başlayabilirdiniz. Yemekten çok eğlence peşinde olduğumuzdan Han Taverna’da ayrılmış masalarımıza koşardık. Yine de “Han Kebabı”nın tadı hâlâ damağımdadır. Sonradan büyük şehirlerde de ünlü olacak piyanist şantörler koca bir avlunun köşesinden bize seslenir, uzunlamasına sıralanmış masalarımızdan kalkar, kayrak taşından pistte dans ederdik.

    Barlar Sokağı da denen Cumhuriyet Caddesi’ni her şeyin tadına varıp yürüyerek geçerken, kimimiz Penguen’den dondurma alır, kimimiz Azmakbaşı’ndaki küçük tezgahtan lokma yerdik. Yolun sonundaki hedef belliydi: Halikarnas Disco!

    Halikarnas Disco şimdiki beton yığını değildi!

    O zamanlar bilmezdik; inşaatı yarım kalmış bir kilise üzerinde yapılmış, evden bozma bir restoranın Halikarnas Disco’ya dönüştürüldüğünü. Ve Halikarnas Disco şimdiki beton yığını ucube görünümünde değildi. Yukarıdaki ve aşağıdaki barlar ahşaptı. Biz aşağıdakini seçer ve tünediğimiz bar sandalyesinde sayısını unuttuğumuz yeşil Bodrum mandalinası dilimli cin tonik bardaklarının dibinden bakarak mehtabın batışını beklerdik.

    Bodrum’un kişilikleri ve görünüşleri renkli delileri vardı. Onlardan biri olan ve neden aklının uçup gittiği hakkında çeşitli hikayeler anlatılan Papatya Kaptan, sabaha karşı saat üçten sonra Halikarnas Disco’ya gelirdi. Birçoğunun attığı laflara selamla karşılık verir, ikram edilen içkisinden birkaç yudum aldıktan sonra piste fırlardı. Herkesin alkolden hafif kanlanmış, uykusuzluktan mahmurlaşmış, ama hâlâ çakmak çakmak bakışları altında tek başına kendisine has dansını yapar ve alkışlar arasında Halikarnas Disco’yu ertesi akşama kadar kapatırdı.

    han bodrumMavi Bar’ın önünden geçilir, Eylül’de işkembe içilirdi…

    Bu aynı zamanda saatlerin “Eylül”ü gösterdiği andı. Yeniden Cumhuriyet Caddesi’ne çıkılır, Mavi Bar’ın önünden geçilip geriye yürünür yolun ortalarındaki Eylül Restaurant’ta işkembe çorbaları kaşıklanırdı.

    İçip içip sarhoş olunmayan, ama günde birkaç saat uyunan Bodrum’da beyinlerin olmasa bile vücutların biraz olsun kendini toplayıp enerji sağlaması gereken bir zamandı. Çünkü birazdan pansiyonlara, motellere dönülecek, yelkovanın akrebe yetişmeye çalışmasıyla geçecek kısa bir müddet Bodrum’un adı değişecekti: “Bedroom…”

    Yine sonradan anlayacaktık ki, Bodrum’un içi yerine koylarında tatil yapmak birçok açıdan daha avantajlıydı. Çünkü, gündüzleri Bodrum’un içi boşalırdı. Limandan, saat ona kadar irili ufaklı tekneler günlük turlar için hareket ederlerdi. Tekneler gibi, o günlerde otobüs garı olarak kullanılan meydandan kalkan jipler karadan koylara giderdi. Bütün bunların sebebi artık Bodrum’un içinden denize girilememesiydi. O yıllarda Bodrum’un en büyük ve en lüks tesisi TMT’nin bir plajı ve iskelesi vardı. Yine de oradan denize girilmeye tereddüt edilirdi.

    Bodrum’un içinde geri kalan turistik tesisler birkaç pansiyon ve motelden oluşuyordu ki; bugünün ölçüleriyle onlara bu vasıfları vermek yanlış olurdu. Kimi yerli halk evlerinin odalarını yazın pansiyona dönüştürürdü. Koylardaki konaklama yerlerinin daha da ilkel olduğunu ve seyrekliğini rahatlıkla dile getirebiliriz. Ama bunlardan birinde kalmak, sabah uyanır uyanmaz pırıl pırıl bir denize atlayabilmek anlamına geliyordu. Tek yapacağınız akşam olunca bir “Bodrum Gecesi” yaşamak için merkeze ulaşmaktı.

    eski bodrum (2)Bazen hava patlar, teknenin burnu denize bata çıka yol alınırdı…

    Buna rağmen, Bodrum yarımadasının en batı ucundaki Turgutreis’de konaklayanlar da diğer koyları tanımak, farklı sularda serinlemek amacıyla günlük tekne turlarına çıkarlardı. Akyarlar, Karaincir, Kargı, Ortakent, Bitez koylarında küçük molalar verilir, hepsinde denize girilir, birinde, muhtemelen Karaincir’de öğle yemeği yenir, çiğböreğin tadı damağınızda Ada Boğazı’ndan geçilir, Gümbet’e ulaşılırdı. Saatin ve havanın durumuna göre hız ayarlanarak geri dönülürdü.

    Yazın ortası olmasına rağmen kimi kez hava patlar, teknenin burnu denize bata çıka yol alınır, rahatsız olanlar varsa tura katılanlar Karaincir’de indirilip minibüslerle Turgutreis’e gönderilirlerdi. Turgutreis’den hareketle direkt Bodrum’un karşısındaki Karaada’ya gidildiği de olurdu. Bodrum’dan hareket eden tekneler bazen ilk molayı yine Karaada’da verirlerdi. Yarımadanın kuzeyindeki koylar, adlarını bilmemize rağmen pek gitmediğimiz, yolları bozuk ve konaklayacak yeri olmayan, nadiren büyük şehirlerden gelenlerin yeni yeni kendilerine yazlık inşa ettikleri noktalardı. Gümüşlük, Yalıkavak, Gündoğan, Türkbükü, Gölköy, Torba Koyu…

    1965.. ali BARUT ve kızları BODRUMÇökertme’den çıktım da Halilim…

    Turgutreis’den kalkan günlük tekne turlarına ait bilgilerim, İstanbul’dan gelip mesleğini bırakarak teknesiyle günübirlik turlara çıkan, orta yaşlara geldiğini unutmaya ve unutturmaya çalışan güzel gözlü avukat hanımın gençlik aşısı olarak saydığı karayağız Bodrum delikanlısı kaptanını eski sevgilisi genç kız ile derme çatma bir disco’nun kuytu köşesinde yakaladığı 84 yazının son günlerine kadar gider. Tekne turları boyunca o öğretmişti bize dize dize türküyü:

    “Çökertmeden çıktım da Halilim,

    aman başım selamet…

    Bitez de yalısına varmadan Halilim,

    aman koptu kıyamet…”

    Bodrum adının nereden geldiğine dair çeşitli söylenceler vardır. Ancak bizce en akla yatkın olanı St. Petrum’dan dönüştüğüdür. St. Jean Şövalyeleri’nin Mauseleion taşlarını da kullanarak yaptıkları şu ünlü “Bodrum Kalesi’nin” adından… İ.Ö. 353’de ölen Kral Mausolos’un anıt mezarı, 1304 yılındaki büyük Anadolu depremi ile çok büyük hasar görmüştür. Bugün Efes’teki Artemis Tapınağı ile birlikte dünyanın 7 harikası arasında sayılmaktadır. Şarap ya da zeytinyağı taşımak için imal edilmiş, iki kulplu ve alt uçları sivri testiler uzun süredir Bodrum’un sembolü haline gelmiştir. Minyatür “amphora”lar kadar ilgi gören hediyeliklerin başında ressam Mehmet Sönmez’in Bodrum üzerine çalışmalarının yer aldığı çeşitli nesneler gelirdi. Yine o yıllarda Barlar Sokağı üzerindeki atölyede ayak ölçümüzü aldırıp, sandalet yaptırmak adettendi. Bodrum ile tanıştığım ilk yılın ardından birkaç yıl daha kendimizce bir oyun oynadık.

    1955 bodrumOn, dokuz, sekiz, yedi…

    Bodrum yarımadasına karayolundan yaklaşırken ilk gördüğünüz su sağınızdaki Güvercinlik koyudur. Bir müddet sonra yarımadayı kuzeyden güneye doğru kat etmeye başladığınız için denizi kaybedersiniz. Ta ki, Bodrum Kalesi’ni ve tüm merkezi yukarıdan görünceye kadar… Yolda, artık bellediğimiz o tepeye yaklaşırken heyecanla geriye doğru sayar ve aniden bizi anlatılmaz heyecanların sarmasına sebep olan muhteşem manzara ile karşılaşırdık. Tıpkı Cevat Şakir’in dediği gibi:

    “Yokuş başına geldiğinde

    Bodrum’u göreceksin

    Sanma ki sen geldiğin gibi gideceksin…”

    Yıllar sonra mesleki bir nedenle Bodrum’a doğru yol alırken aynı tepe üstünde aynı heyecanı yakalayabilmek istedim. Gördüğüm manzara benim için tüyler ürperticiydi. Kalenin taşları ile uyum içinde yayılan yemyeşil ağaçların aralarından tek tük gözüken beyaz damlar tüm Bodrum’u kaplamış, yeşili yok etmiş, kalenin sihrini silip atmıştı.

    “Kaç kişi kaldı şimdi…” o günleri paylaştığımız? Her gece Veli Bar’da Kadir ile gitar çalıp, bize El Condor Pasa, Quantana Mera, Maria Dolores diye seslenen Kemal Sünnetçioğlu da evliliğinin dördüncü ayında Bodrum’da geçirdiği bir trafik kazasında aramızdan ayrıldı.

    eski bodrum (1)Geri gelmeyecek gençlik…

    O altı kişiden ikisini çok uzun yıllardır görmüyorum. Diğer ikisiyle seyrek de olsa bir yerlerde karşılaşıyoruz. Sonuncusu yakın dostum; gittiği her tatilde o günlerdeki tadı bulamadığından yakınıyor ve hatta tüm yaşamının o günlerdeki gibi olmasını nasıl özlediğini anlatıp, dönmeyecek gençliğimize ulaşamamanın çaresizliğiyle çılgınlığını bastırmaya çalışıyor.

    Balıkçı’nın söylediği gibi:

    “Senden öncekiler de böyleydiler,

    Akıllarını hep Bodrum’da bırakıp gittiler…”

    Yazarın Diğer Yazıları
    Yorumlar

    1. Alparslan OZERKAN dedi ki:

      Doyumsuz bir anı… devamı var mı?
      Sanırım bizim kuşaktandı, o da anılarını paylaşırdı, ne yazık kı çürüttü onu, mahpusun damı, okurken ya da dinlerken tiyatroyu… o zaman yayın radyodandı, tam da heyecen depreşmiş, sunumla bütünleşmiş, duydukları, okudukları gözler önüne getirilmiş ürün için, kaleme alanından seslendirenlerine, efektinden dinleyenlerine büyük bir coskunluğa tam da erişmişken… ıınn ıııınnnıııınn ıııın… Arkası Yarın…. cümlesinin, ertesi güne nasıl da büyük coşkuyla hazırladığını, insanlığı yaşama bağladığını anımsatan doyumsuz ve anlamlı bir zaman… Bir başka verimle okumaktan zevk duyduğum yazara dileğimin bildirilmesini ve lütfederlerse tesekkürlerimi iletmek istiyorum… Sa[licakla… Alp..

    2. aaaahh O günleeerrr o günleeer,,,cuma geceleri otobüsle Bodrum,tekrar pazar geceleri İstanbul a dönüş,otobüsten iniş ve iş yerine gidip çalışma,,,ne enerji imiş bizdeki.Şimdi kalkıp Bakırköy den Kadıköy e gidemiyoruz.