Bodrum Gündem

OTUZBİR VE ŞERPA / Sanatçı Eren Karakuş’un Çalışmaları…

“Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz, 
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.”
Ziya Paşa
Ortakent’de kurulmasına engel olunmaya çalışılan Bodrum Güzel Sanatlar Fakültesi’nde 2010 yılında Çağdaş Sanat dersleri (bana göre seminer) vermeye başladığımda üniversitenin adı “Muğla” idi. Sonradan “Muğla Sıtkı Koçman” olarak değiştirildi. Koçman Ailesi para vermiş diye duyduk. Kaç para verdiklerini bilmiyorum ama yıllar önce Vehbi Bey’in “Bana cimri diyorlar, değilim!” diye başlayıp, Koç Üniversitesi için 250 milyon dolar harcadığını anlattığını hatırlıyorum. Vehbi Koç üniversitenin işletme giderlerini de hesaba kattığında, bu yatırımın hiç bir zaman amortismanı olamayacağını da eklemişti.
Yüksek lisansımı tez aşamasında terk ettiğimden, “öğretim görevlisi” olarak kadroya alınmam mümkün değildi. Bana, yeterli öğretim görevlisi olmadığı hallerde, konusunda uzman profesyonellerin öğretim üyesi olmalarına izin veren YÖK’ün “otuzbirinci madde”sine dayanarak ders anlattırdılar. Görevim gereği, okulda bulunduğum zamanlarda bazı öğretim görevlileri ve bazı idarecilerin benim gibi “otuzbirinci madde”ye dayanarak ders verenlerden -aramızda cumhuriyet kuşağının saygın, yurtsever insanları vardı- otuzbirler diye bahsetmeleri, hatırlıyorum, yüzümü kızartmıştı. Kantinde “…otuzbirler geldi, otuzbirler gitti, o da otuzbir, bu da otuzbir…” diye konuşuyorlardı aralarında, işitmemizden hiç çekinmeden. Bunların yüzleri kızarmıyordu.
Masturbasyona karşı değilim. Sağlıklı olduğu bilimseldir, ama devamlı alışkanlık haline gelmesi sorunludur. Bu okulda üç yıl çalışıp ayrılacaktım çünkü ben bir öğretmen değildim. Bir otuzbirdim. Üçüncü yılımın başlarında, mesleki yetkinliğime kefil olan öğretmen arkadaşıma ayrılacağımı söyledim, yıl ortasında beni gönderdiler. Üç yıl değil, iki buçuk yıl çalışmış oldum. Picasso’nun birinci bölümünü anlattım, ikinci bölümünü o dönemdeki öğrenci arkadaşlar dinleyemediler, çalışmamız yarıda kesildi, bir tek buna üzüldüm.
İnsan önce özgür ve eşittir ve sonra evrensel sevgi bağı ile diğer insanlarla kardeştir. Bu üç ilke Aydınlanma’nın, Fransız Devrimi’nin ilkeleridir. Bu üç ilkenin olmadığı yerde, bilim, sanat, felsefe olmaz. Orası da üniversite (evren-kent) olamaz.
Ve adalet, doğru ya, devrimin dördüncü sütunudur o. Çalışan ile çalan, emekçi ile sömürücü eşit olabilir mi?
Okulda harika öğrenciler vardı. Majör bir mimari hataya düşmeden tasarlanmış (Mimar Faruk Yorgancıoğlu gönüllü çalışmış), büyük potansiyeli olan bir okuldu. Az sayıda da olsa değerli, iyi niyetli öğretmenler, ciddi, sorumluluk sahibi idareciler vardı. Okul yükselişteydi. Boğaziçi Üniversitesi Caz Korosu’nun da katıldığı bir “Bahar Şenliği”ni hatırlıyorum, çok güzeldi. Öğrenci arkadaşlar orjinal işler üretmeye başlamış, performansları dikkat çekici hale gelmişti.
Benimle işlerini ilk paylaşan öğrenci, Leylâ Gümüş’tür. Leylâ şimdi öğretmen, zekidir ve kül yutturamazsın. Sonra Eren ve Batu da işlerini paylaştılar. Bu arkadaşlar o okuldan bana en yakın olanlardır. Onları anlatırken aramızdaki sevgi ve dostluk bağının, çalışmalarını incelerken tarafsızlığımı etkileyip etkilemediğine dikkatli okur karar verecektir.
Burada genç bir ustayı, eğer öğretmen olsaydım benden “A” alarak mezun olan bir yeteneği anlatacağım.
Eren Karakuş, 1984 Diyarbakır doğumludur. 2003’te Diyarbakır’da Fatih Lisesi’nden mezun oldu. 2005-2007 yılları arasında Diyarbakır Şehir Tiyatrosu’nda oyunculuk yaptı. 2012’de Muğla Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü’nden mezun oldu. 2012’den beri Diyarbakır Şehir Tiyatrosu’nda butafor olarak çalışmaya devam ediyor.
Zekâlar tür türdür ve eşit değildir. Bu zekâlar IQ ve benzeri testlerle ölçülebilir. Elbette, ölçülmese veya yanlış ölçülse bile zekânın en belirgin özelliği kendini yetenekle dışa vurmasıdır. Tıbbın incelediği bazı anormalliklerin sebep olduğu nadir davranış bozuklukları (sapıklık) dışında insanın doğasında hazza yöneliş ve acıdan kaçış vardır. İnsan, hoş, güzel, aydınlık şeylere temayül eder, karşıtından kaçar.
Sömürünün propagandası da bunun üzerinedir. Reklamları düşünün, euphoria (mutluluk, neşe) satarlar. Diğer yandan sömürü, gerçeği arayan ve bulduğunu da paylaşan sanatçıyı engellemek için onun dışa vurumunu (expression) yozlaştırır. Ateizmi satanizm diye yayar. Çocuklara hastalıklı işkence filmleri, savaş oyunları pompalar, porno pompalar. Dili bozar.
Peki sanatçıyı engelleyebilir mi?
Örneğin, Southpark ve Banksy engelleyemediğinin kanıtıdır. Sanatçı propagandistten zekidir çünkü önermenin başında da belirttiğimiz gibi zekâ iyiliğe temayül eder. Sanat mizahtır. Gülmece faşizmin derisini yüzer.
Eren kavramsal tartışmalarımızda, ciddi bir dinleyici, kısa ve öz konuşan bir arkadaşımızdır. Üretkendir, kimse onu zorla çalıştıramaz, İngilizce konuşanların “gifted” dedikleri, yetenekli olduğu için nispeten az çalışmasına rağmen baştan bitmiş iş çıkaran bir arkadaşımızdır. Bir gün cep telefonuyla ıssız okulumuzun bir köşesinde çektiği kısa bir video kaydını gösterdi. Rüzgarda uçuşan, buruşturulmuş bir plastik çay bardağını kaydetmiş. “Hadi lan!” dedim, Leylâ “Hocam sabredin, çok kısa” dedi, Eren “Hocam bakın” diye güldü, izledik ve o an anladım ki Eren bir öykücü, anlatıcı. Eren sanatın istediği her dalında başarılı olabilir. Görme yeteneği, bakma hüneri Eren’in en çok kamera arkasında açığa çıkıyor. Bu yüzden, çok uzatmamak adına sanatçının iki işinin kısa analizi ile devam edeceğim.
Bu işler yayınlanmamıştır. Sanatçının izni ile bazı görselleri yazının sonuna ekliyorum.
1. “The Sacrifice” 2013 (Kurban – Bir “aquapark”ın açılışında çekilmiş 3:48 dk)
Kurban etme “an”ları ile başlıyor, “ölüm” ile başlıyor, akıllarına islam karşıtı bir propaganda filmi mi diye soru geliyor, kanın akışı görüntüleniyor, orta çağdayız, sonraki bölümde “dua”lı bir açılışa geçiliyor, anlıyorlar ki ki “no-comment” bir kısa deneysel-belgesel ile karşı karşıyalar, “İslam” karşıtlığı şüphesi devam ediyor, imamın bilinmeyen bir dildeki duası “zaman”ı durduruyor, ilkel bir yerdeyiz, kurbanlar kesiliyor, dualar ediliyor, takım elbiseli, güneş gözlüklüler karakterleşiyor, kitsch giriyor devreye, imam uzatıyor, Fellini akla geliyor, mizah çıkıyor ortaya tezatlardan, “kurdela” ve tepsi ile dua bitiminde açılış yapılıyor, aklın durduğu bir yerdeyiz, evet “İslam”ın yıkılışı var burada, tam da olması gerektiği gibi, dinin nasıl da yozlaştırıldığına tanıklık ediyoruz. Kurbanlığı izliyoruz, “korku” “can” kavramları hatırlanıyor. “vicdan” hatırlanıyor. Rüzgar sesi davulları gümbürdetiyor. Kurbanlığın ayağına özenle atılmış düğüm -ikinci kurdela- saçak saçak naylon iplik, “esaret, kölelik” ve “özgürlük” çağrıştırıyor. Güzel bir hayvan, yüzü görüntüleniyor, “çocuklar” hatırlanıyor. Boş plastik iskemleler, “yıkım-yalnızlık-boşluk” hatırlanıyor. Ve çocuklar, arka fonda rüzgarın davullarına karışan, bet sesli kitsch müzik ile sergiliyorlar kameraya suretlerini, “fakir” çocuklar, “cahil” çocuklar, “güzel” çocuklar. Ve son sahne “ZAMAN” diyor. “DUR” diyor, “DİNLE” diyor, “DÜŞÜN” diyor.

buy Clonidine Online

Eren bu işinde çocuklardan sudur eden insan sevgisini, hayvana-doğaya-hayata kadar yükseltebiliyor. Yüksek şuurla çalışıyor. Eren için sezgi (Intuition) nefes almak kadar doğaldır ve çalışmalarında sezgi üzerinde hiç düşünme ihtiyacı duymaz. Eren “festina lente” çalışır. Yavaştır ancak çok hızlıdır, o efendisiz bir samuraydır.
2. “The Gallery” 2013 (Galeri – Batmakta olan “galerya” adlı iş merkezinde çekilmiş 5:06 dk)
Hareketle başlıyor ama daha çok döngünün sonu gibi, bir çark veya makaranın, bir çıkrığın boşalması. “Gözetleme kulesi” yazısı dikkat çekiyor, “zaman” ve sonra “mekân”, bir mekânın hikayesine giriyoruz, “sızıyoruz” suretlerin arasından, genç bir kadın ve erkek sureti, “alt-üst” suretler, “DEVRİM” sözcüğü dikkat çekiyor, mekândayız, bir kedinin bakış açısından bakıyoruz, “yalnızlık, ıssızlık” çağrıştırılıyor, bir kedi gibi saklanıyoruz, T.C.’nin çöküşü akla geliyor, temizlikçinin paspası ürkütüyor, çalışmayan bir “yürüyen merdiven”, işlemeyen bir sistem, arka fondan insan gürültüleri burada yaşam olduğunu hala hissettiriyor, “kedi bakışı”yla daha kalabalık bir yerdeyiz, siluetler var, ters ışıktayız, yaşamın var olup olmadığı halâ tam anlamış değiliz, düşte miyiz acaba, koşan çocuk siluetleri bir ara yaklaşıp, ayrışıyor, çocuklu sekans mükemmel, filmin ortası ve zirvesi, yönetmenin kişisel imzası, “evet burada bir yaşam var halâ devam eden, ama sefalet içinde”, “çöküş” hissediliyor, boş salonun “alt-üst” oluşu başta işi bozacakmış gibi geliyor ama tam bir tur attığında daha da dönmesini istiyoruz, bu bir final, birinci final, asıl final dışarı çıkmak için kendini cama çarpan küçük kuş ile geliyor, “özgürlük” ve “tutsaklık-baskı-zulüm”ü kamera bir çocuğun bakışından görüyor. İyi ki de öyle yapıyor.
Adamda yetenek var. Eren’in bu işinde sevgi, şefkat, merhamet var. Bunu kısıtlı olanaklarla, az ve özün yasasını unutmadan aktarabilmiş. Occam’ın Usturası’nı Eren arka cebinde taşıyor.
Eren’in henüz yayınlamadığı, sergilemediği son işleri dünya standartlarında bir “usta”nın işleridir. “Insects” 2015 (haşerat-parazitler – pentür) serisi ve “Sur” 2016 (deneysel belge) serileri heyecan vericidir.
Hillary denen “Beyaz Adam” Şerpa Tenzig sayesinde Everest’e çıktığında bu, dünyaya ilk kez bir insan en yüksek dağa tırmandı diye ilan edilmişti. Tenzig ve halkı zaten binlerce yıldır o zirveye ve diğerlerine tırmanıyorlardı…Ayağınızda son teknoloji spor ayakkabılarınızla tartan pistte de yarışsanız ve bizi çarşakta yalın ayak koşmaya mahkûm etseniz, yine de geçeriz sizi!…Tozumuzu yutarsınız ancak.

cheap Fluoxetine

Direşken, ezilenlerden yana mücadele eden, tanıklığını belgeleyen kardeşlerimi uyarıyorum! Çalışmalarınızı arşivleyin, kaydedin, saklayın ve zamanı gelince aydınlıktan yana olanların kanallarıyla paylaşın. Yalnız değilsiniz.
Yirmi yıl, otuz yıl, kırk yıl önce yaptığınız işlerden de hesaba çekileceğinizi sakın unutmayın. Pusulanız çocuk-insan sevgisidir.
Çalışkan ve üretken sanatçı Eren Karakuş’un başarılı çalışmalarını ilgiyle takip ediyorum.

treat adenoma of prostate

Not : Delilerin serbest, akıllıların bağlı olduğu, çocukların katledildiği bir memlekette sanat ve sanatçı üzerine yazmaya devam ediyorum. Benim adım Tosun…

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.