Bodrum Gündem

SESSİZLİK – SUSABİLİRSİN /Serap Eflanlı yazıları…

O’nun sevdiği yerlerden birinde, Salacak’ta bir cafedeyiz. İlk gençlik yıllarının bir dönemi buralarda geçmiş; o zamanlar bu cafe, tahta tabureli çay bahçesiymiş. Anılarımdaki fotoğraf değil ama, Kızkulesi en güzel buradan görünür, dedi. Sıklıkla susuyor ve ama garip bir şekilde, her şeyden de konuşuyorduk. Bazılarına üzülsek de “değişim” yine de iyi bir şey, diye mırıldandı. Az önce gelen taze demlenmiş çayından, küçük bir yudum aldıktan sonra; kırmızı gözlüklerinin üstünden gözlerimin içine sıcacık baktı.

Bazı durumları, birbiriyle ilişkilendirmeye başladım bir süredir dedi ve sustu yine. O’nun, düşüncelerini henüz çok netleyememiş, ama bir ip yakalamış ve ipin sonunun nelere kadar gideceğini coşkulu bir heyecanla bekler olduğunu, düşündüm. Benimle değil de kendisiyle konuşur gibi, hoş bir hali vardı.

Örneğin dedi, okuduğum kitapların yazarları ya da şairleri, izlediğim filmlerin, tiyatro oyunlarının yönetmeni, senaristi, oyuncusu, dinlediğim müziklerin söz yazarı, bestecisi, orkestrası, ve hatta siyasetciler, iyi ya da kötü, bana dokunan ya da dokunmayan tüm işler, bunların içinde olan kişiler, hayatımı bir yerden alıp, bir başka yere götürmüşler, götürmemişlere karşı, ne beğeni ne de yergi belirtme ihtiyacı duymadım. Onlar bir şeyler yazmış, yapmış, söylemiş ben de alabildiğimi alıp, alamadığımı koymuşum bir kenara; başka bir zaman, yeni bir gözle değerlendiririm belki diye. Bazılarını unutmuşumdur anında; sırf bir kaç yazı hatası buldum diye yüzüne bakmadığım kitaplar, dublajı ya da alt yazısında sorun var diye izlemediğim filmler, melodisi güzel olsa da anlamsız sözleri yüzünden yok saydığım şarkılar, ağız dalaşı yapan siyasetcilerden bıkkınlık geldiği, olmuştur. 

Ama birebir insan ilişkilerine, kendimi ve kişileri durumun dışında tutarak, yargısız, eleştirisiz, özeleştirisiz yaklaşamadım uzun yıllar. Kendime acımayla, gurur duyma arasında sıkışıklıklar yaşadım, bu nedenle de tepkilerim hep çok büyük oldu. Etrafımda, benden hem uzaklaşmak isteyen hem de anlattıklarımı merakla dinleyen, bir anlamda benimle bağını koparamayan insanlar vardı. 

Yıllar içinde, bugün düşündüğümde o günkü anlamını ve değerini artık hissedemediğim, iki cümle, o günlerdeki aklım ve tercihlerimle, bugünkü ben’in oluşumuna katkı sağladı.

İşte tam da burada duraklıyor ve uzun bir süre sessiz kalıyor. Öyle güzel duruyor ki, sanki o günlere gidiyor, o sözleri duyduğu anları yeniden yaşıyor. Ben de sessiz ve kıpırtısız bekliyorum, söze geri dönmesini.

Geçmekte olan vapurun çıkarttığı köpüklere, hafif bir tebessümle bakarak, “daha iyi bir numaran yok mu?” dedi, birden bire ve devam etti. Hoş sohbetli bir akşam yemeğinin sonlarına doğru, çeşitli nedenlerle konu çocukluğumda, ilk gençliğimde yaşadığım, hallettiğimi sandığım ama, her defasında halledememişliğimin içimi acıttığı şeyler yüzünden ve içkinin de etkisiyle, gerginleşen sofrayı terkedip, yatak odasının kapısını da çarparak, yatağa oturdum, ağlamaya başladım ve içmeye devam ettim. Bir süre sonra O geldi, gözlerinde şefkat vardı ama “daha iyi bir numaran yok mu?” sorusundaki ses tonu, kelimenin tam anlamıyla patlamalar yarattı içimde! Dışardan bakıldığında, her şeyin üstesinden gelen, kuyruğu dik, eğlenceli ben, aslında yaralarını sarmayı bilmeyen, acılarını çoğaltmayı seven, herkesin acılarını, açmazlarını anlamasını isteyen, zavallı bir bencil, iyileşmek istemeyen bir hastaydım. O cümleyle 8.5 yıl yaşadım.

Sustu yine, o 8.5 yılı an an düşündüğü, aralarda kaçırdığı anılarını bulmaya çalıştığı belliydi. Yüzünde en ufak bir gerginlik yoktu, aksine gevşemiş, daha da gevşeyecekmiş gibi bir hali vardı.

Sonra karşıma, “hayatını değiştirecek gücün var mı güzel kızım?” soru cümlesi çıktı. Of! of! ne sihirli, ne derinlikli bir cümle ve söyleniş biçimiydi o! Gözleri hafif nemli ama, dolu dolu gülümsedi bunu söylerken. Bu cümleyle de bir 7 yıl geçtikten sonra, artık 40’larımın ortalarında “hop” dedim kendime. Hayatına dahil ettiğin kişilerin ve onlarla yaşadıklarının, okuduğun kitapların yazarlarıyla, izlediğin filmlerin yönetmenleriyle, şarkı sözü yazarları ya da bestecileriyle olan ilişkinden bir farkı yok; artık payına düşenleri ve kendini al, sus ve dur biraz. Derin bir nefes aldı bu noktada ve kahve içelim mi? dedi neşeyle, bayılırım Türk Kahvesi’ne. Haydi söyleyelim iki tane, birer de sigara yakalım, noktayı koyalım. Köpüğü kıvamında, kokusu enfes sade Türk Kahve’lerimizle sigaralarımızı içerken; biliyor musun dedi, ben hep daha iyi anlaşılırım diye, uzun cümleler kurardım; bir gün, şimdi adını hatırlayamadığım bir filmde sanırım oyunculardan biri Robert de Niro’ydu, karşısındaki ben gibi konuşan kadına “…lütfen tatlım, bana 4 yaşındaymışım gibi anlat…” dedi. İşte bu dedim ya, bu! O kadar uzatıyordum ki, konuyu unutuyordu insanlar, bende çoğu zaman nereye bağlayacağımı bilemeden, havada kalmış, işlevsiz, “ama ben……” diye başlayan, “ama sen…….” diye biten cümlelerimle, anlamsız bir tartışma ortamı yaratıyordum. Oysa benim insanlarla olan ilişkilerim de, okuduklarım, izlediklerim, dinlediklerim kadar yalın olabilirdi. Onlar bir şey yaparlar ve ben konuşmayabilirdim; ben susabilirdim. Çok da yakışırdı üstelik.

Ama her iki cümlenin de hakkını vermem gerekir ki, içimi dışıma çıkarttılar; beni “mış” gibi olmaktan kurtardılar. 

Sonunda, sessizliğin gücünü, epey bağırdıktan sonra anladım.

Derin bir nefes aldı, yavaş yavaş, hissederek verdi nefesini ve; hâlâ çok ve uzun konuşabiliyorum ama artık güzel susuyorum. İlgiyle yaşıyor, değişim, dönüşüm cümlelerimi kendim yaratıyorum ve küçük, serin bir evde, sessizce YATIŞIYORUM…

……………………………….

PS: Zaman içinde, birileriyle temas ediyorsun ve onlar bir şeyler söylüyor ya da soruyor; ben artık cevap vermiyorum…

https://www.youtube.com/watch?v=3dO0C7RZH8E

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.