Bodrum Gündem

ANLAMAK, DİNLEYİNCE MÜMKÜN / Serap Eflanlı yazıları…

Yirmi yıl önce, iş nedeniyle tartıştığım bir arkadaşıma, “… ne demek istiyorsun, anlamıyorum…” dedim, o da bana “… anlamıyorsun, çünkü dinlemiyorsun…” yanıtını verdi.

Hayatımın çeşitli zamanlarında duyduğum, o an için ayırdına varamadığım ama sonrasında, bugünün popüler söylemiyle, “aydınlanma ve farkındalık” yaşadığım cümleler olmuştur.

İş arkadaşlıklarının, iş dışında da devam edebilmesi, ortak mekândaki tavırlarla, iş paylaşımındaki sorumluluklarla, iş disipliniyle, genel geçer sohbetler arasında edilen sözler, orada yakalanan hayata ilişkin düşüncelerle ve hatta olağan iş tartışmaları sırasında, kullanılan dil ve jestlerle mümkündür ya da değildir. İşin dışında iki kadeh şarapla, hoş sohbetler etmek, kaymaklı kadayıftır… Amma velâkin şart değildir.

**********

Son on yılda dozu gittikçe artan ve artıkça da, normal olarak normal sayılan, herkesin diline, ruhuna işlemiş olan kabalık, kimsenin kimseyi dinlememesi, giyimden, yeme-içmeye varan sakillik, olmuş gibi duran, olmamış haller, çok acıklı ve de sinir bozucu…

Bu dinlememe konusu tüm beşerî ilişkilere sirâyet etmiş durumda. Çocuk ebeveynini, ebeveyn çocuğunu, arkadaş arkadaşı, sevgililer, eşler birbirlerini, çalışan patronunu, patron zaten çalışanını hiç dinlemiyor. Karşı taraf sussa da, bende aklımdakini unutmadan söylesem derdinde herkes. YAZIK…

**********

Hepimizin başka başka insanlardan dinlediği, ders niteliğinde hayat hikâyeleri vardır.

Şaşkınlıkla, heyecanla, “… hadi canım, o kadar da değildir…” diyerek dinlediğimiz hikâyeler, anlatıcısına verdiğimiz değer kadar, değerlidir.

Ama, minimum yüz altmış sayfalık, “nasıl davranırsak, neler olur?”, “on adımda mutluluğun sırrı” ya da nerden bileyim “şişman olan sen değilsin, beynin”, “hayatın mucizesi maydanoz suyu” konulu kitaplar hele de yazarları yabancıysa, pek kıymet görür.

Değişim, gelişim, hayatın dinamiğinde olmazsa olmaz bir durum. Her şey, hepimiz değişmeli, değiştirmeli, gelişmeliyiz.  Bu nedenle, “.. ben, sizin yaşınızdayken…” ya da “… bizim zamanımızda…” diye başlayan cümleler kurmamaya özen gösteririm. Zirâ bilirim ki, her bebe, kendi zamanına doğar.

Aklım da dilim de, “… aman sevelim, sevişelim… hepimiz kardeşiz… enerjilerimizi birleştirelim, evrene gönderelim…” vb. yerlerde değil. Elbette tartışılır, sinirlenilir, kavga da edilir gerekirse. İş dinlemede, anlamada. Patırtının sonunda nihayet bir yalnız kalış var ya, işte orada kendin başta olmak üzere, her şeye dışardan bakmakta.

Meslekleriyle, tavırlarıyla mühim kadınlar, erkekler vardı çocukluğumun geçtiği mahallede. Onlar, biz çocuklar dahil, hiç kimseyle, “… Hşşşt! Hop! Gel buraya! Al bunu, getir şunu, götür öbürünü…” kabalığıyla konuşmazdı. Bugün ısrarla ve utanarak söylemek zorunda kaldığım; “ben ricayla ister, teşekkürle alırım” sözümün nedeni, çocukluğumun o kadınları ve erkekleridir.

Bilmek, tamam peki bilmesek de anlamak, anlamaya çabalamak insan hallerini; hep kendimizden yola çıkarak mümkün. Nasılsan, hayata nasıl başlamışsan, nerede duruyorsan, ne yapmışsan, nerede ve hangi durumlarda yüzleşmişsen kendinle, o kadar anlarsın. Lâkin gayret göstermek, gün gelir düşünmem gerekir diye de, anlamadığını yazmak aklının bir köşesine, yararlıdır.

**********

Hep yaptığım gibi, yine kendimden yola çıkarak söylüyorum ve unutmamak gerektiğini düşünüyorum: “o ilk intibâ, karşınızdakinde bıraktığınız ilk iz, çok önemli… sonrası faydasız…”

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.