Bodrum Gündem

VİZYON VE SABIR: VEHBİ KOÇ

metin-aycıl-bodrum-gündem-yazılarıGeçen haftaki yazımda, Vehbi Koç’un hayatından kesitler verirken, “vizyonu olanın sabrı da olur” söylemini kullanmıştım.

Bu hafta da yine Vehbi Koç’un hayatından, çok etkilendiğim iki kesit sunacağım. Bu yaşanmışlıkların ışığında, “vizyonu olanın sabrı da olur” söylemini çarpıcı biçimde somutlaştırmaya çalışacağım.

“Kurtuluş Savaşı’nın ilk yıllarında İstanbul-Ankara treni Eskişehir’e kadar işliyor, Eskişehir’den sonra yaylı araba ile gidiliyordu. Şimdi otomobille 2,5 saat süren yol, o zaman dört gün sürüyordu… Daha sonra düşman Eskişehir’e kadar olan bölgeyi işgal etti ve o yol tümüyle kapandı. İstanbul ile bağlantı için bir tek yol vardı, o da İnebolu’ya kadar arabayla, ondan sonra vapurla İstanbul’a varmaktı… Ankara’dan yaylı arabayla yola çıktık ve altıncı akşam İnebolu’ya vardık. İnebolu’da vapur beklemeye başladık, yanılmıyorsam üç gün sonra Bahr-i Cedid adlı bir vapur geldi. İskele olmadığı için mavnalar vapura götürüyor, mavna vapura yanaştığı zaman dalgadan yükseliyor, tam o sırada vapura atlamak zorundasınız. Fırtınadan Zonguldak limanına sığındık, iki gün orada kaldıktan sonra tekrar yola çıktık…İnebolu’dan yola çıkışımız, İstanbul’a gelişimiz beş gün sürdü… Doğruca Milli Ticaret şirketinin Fincancılar’daki mağazasına gittik… Arif Çubukçu’nun amcası Paşa Efendi en dipte oturuyordu. Arif Bey, Hasan Efendiyi yanına çağırdı, onları oturttu, ben de kapının yanında, basma toplarının birinin kıyısına iliştim. Hiç ilgi görmedim…”

İnsan sağlam bir yaratık, kendi kendini boş yere sinirlendirmese, kolay kolay yıpranmaz. Önce insan belli bir yere, belli bir zamanda gideceğini aklına koyar. Giderse iyi, ama geciktikçe sinirlenmeye başlar. Bugün sık sık çıktığım iş yolculuklarında, zaman zaman, çocuk denecek yaşta yaptığım bu Ankara-İstanbul yolculuklarını hatırlar ve gecikmelere üzülmemeğe çalışırım.

İşte bu koşullar altında, bu yollardan mal getirir, hem ordunun hem halkın ihtiyacını karşılardık. O günlerin büyük çabası; tüm ulusun el ele aynı amaç uğruna varını yoğunu, canını ortaya koyarak çarpışması ve çalışması, hepimize çok şey öğretti.””

 Vehbi Koç bunca zorluğa neden katlanıyordu? Delikanlı denecek yaşta olmasına rağmen, ilgi görmemesine neden hiç tepki göstermiyordu?

Çünkü o, neden orada olduğunu biliyordu. Hayallerinin peşinden gidiyordu ve onları gerçekleştirmek istiyordu; diğer bir ifadeyle, büyük resmi görüyordu. Zorluklara bunun için katlanıyordu ve bunun için sabrediyordu. Ne demiştik:

Vizyonu olanın sabrı da olur.

Şimdi ikinci hikâyeyi –kısaltarak- aktarmak istiyorum:

“Birinci İstanbul yolculuğumdan sonra babam beni zaman zaman İstanbul’a yalnız gönderiyor, alacağım malların parasını bana veriyordu. Günün birinde mal almak üzere 500 lira ile İstanbul’a geldim.

Dükkân için 50 kiloluk bir fıçı karpit alacaktım. Galata’da o devrin çok tanınmış bir firması olan Geseryan mağazasına girdim. Baş satıcı Bay Agop’tan karpit fiyatını sordum. Kilosunun 12,5 kuruş olduğunu söyledi. Başka mağazalardan da daha önce öğrendiğim fiyat aynıydı. Bay Agop’tan kiloda 10 para indirim istedim. Kendisinin yetkili olmadığını, camekânın arkasında oturan patrona gitmemi söyledi.

Camekândaki kapıyı vurdum, içeri girdim ve indirim isteğimi ilettim. Çorbacı (Vahram Geseryan) sert bir tavırla: ‘Git Agop’la konuş, olmaz!’ dedi ve beni tersledi. Son derece üzüldüm. Karpiti alıp çıktım. Çorbacıya bir hayli kızmadım desem yalan söylemiş olurum.

Geseryanların Beyoğlu’nda büyük bir mağazaları vardı. Burayı Vahram Geseryan’ın küçük kardeşi Aram Geseryan yönetirdi.

Geseryanlar bu büyük binada Sahibinin Sesi gramofon plâklarını, Philco radyolarını, Kelvinatör buzdolaplarını satıyorlardı. Mağaza çok güzel düzenlenmişti, her kat ayrı bir departmandı.

Birkaç konuşmadan sonra biz bu firmanın Ankara satıcısı olduk. Fazla mal sattıkça birinci sınıf acenta haline geldik ve meşhur çorbacı ile tanışabildik. Satışalrımız çoğaldıkça Geseryan’ın yanında itibarımız artıyordu, yanına çabuk kabul ediliyordum. Gün geçtikçe dostluğumuz artıyordu.

Yıllar geçiyor biz de iş hayatında ilerliyorduk. Galata’da kurşun boru yapan Hovagimyan kardeşler vardı. Ben de bunlardan Ankara mağazamız için kurşun boru alırdım, o yüzden tanışmıştık.

Hovagimyan kardeşler zengin olmuşlar, Sütlüce’de bir boru fabrikası kurmuşlar. İşi iyi hesap etmemişler, fabrikayı bitirmişler ama paraları da kalmamış. Boru ithali serbest, Galata ithal boru satıyor, yerli boru satışı zorlaşıyor. Kısacası, sıkışık duruma düşmüşler. Bana ortaklık teklif ettiler, ben de biraz düşündükten sonra bu boru fabrikasının iyi bir iş olduğuna karar verdim. Şirketin isminin ‘Koç-Boru’ olmak şartıyla ortaklığı kabul ettim.

1934 yılında 135 bin lira sermayeli bir şirket kurduk ve işe başladık. Bir hayli mücadeleden sonra Teşvik-i Sanayi Kanunu’ndan yararlandık; boru bandı gümrüklerinde indirim sağlayarak çıkardığımız malı satmaya başladık. Galat’nın Geseryan, Yarmayan, Hovagimyan Balıkçıyan gibi meşhur boru tüccarları bir yıllık boru üretimimizi almak üzere bizimle görüşmek istediler. Bizim Çorbacı Vahram Geseryan’ın yanında benim adım ‘Koç Bey’ oldu. Tabii, o karpit hikâyesini çoktan unutmuştu.

Toplantının Özipek Palas’ta, yani benim otelde olmasını teklif ettim, hemen kabul ettiler. Görüşme, benim yatak odamın yanındaki küçük salonda yapıldı.

Benim masanın başındaki sandelyeye oturmamı teklif eden ağabey Geseryan’a oraya kendisinin oturmsını söyledim ve oturttum. Ben de masanın aşağı ucunda oturuyor, bir yandan misafirleri ağırlıyor, öte yandan görüşmeleri yönetiyordum. Her istediğimi zevkle kabul ettirdim. Galata’daki dükkânda camekânın arkasından, ‘Git Agop’la konuş!’ diye beni tersleyen ve karpitte 10 para indirim yapmayan büyük çorbacı, Sirkeci’de benim odama kadar gelmişti ve bana ‘Koç Bey’ diye bol bol iltifat ediyordu. Allah’ın büyüklüğü bana bu ânı göstermişti.”

Burada kısaca araya girmek istiyorum ve diyorum ki: Vehbi Koç, camekânın arkasından Geseryan tarafından terslendiği gün, Sirkeci’deki toplantıyı görüyordu; yani büyük resmi görüyordu, sabrı bundandı. Ne demiştik:

Vizyonu olanın sabrı da olur.

Şimdi Vehbi Koç’un finalini izleyelim:

“Aslında bu olay çok önemli değil. Bu anımı yazmaktaki amacım, hayata yeni atılan gençlere, hiçbir zaman şaşmadığım bir inancımı anlatmaktır: İnsan ne olursa olsun, kendinden küçüğüne ve büyüğüne, karşısındakinin mevkiine, işine, sanatına bakmadan, ayırım göetmeden güler yüz göstermeli, tatlı sözden ayrılmamalıdır.

Herkese aynı nezaketle davranan insan daima yükselir ve başarıya ulaşır, bu görüşümü hayat tecrübelerim her zaman doğrulamıştır.”

Evet, artık fazla söze gerek yok diye düşünüyorum. Haftaya sizleri Japon bir iş adamı ile tanıştıracağım. İsmini belki çoğumuz duymamışızdır; ancak ürünlerini çok çok iyi tanıyoruz ve biliyoruz. Çok etkilendiğim bir insan. Sizlerin de etkileneceğinizden eminim.

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.