Bodrum Gündem

MURAT SERTEL’İN BAHÇESİ – 1

Sertelinbahcesi_kapakGece uyuyamadım. O kadar sinirlenmiştim ki!

1999’un Haziranıydı. Mayısta evlenmiştim. Düğün ritüelleri vs. bana toptan burjuva, bayağı geldiği için beş kuruş para harcamadım bu işlere. Yerine bir yıllık kirayı dolar olarak toptan verip, komisyonu, depozitosu dahil, Emirgân Boyacıköy’de, Toraman sokakta yüz-yüzelli yıllık, restorasyon görmemiş (ve tabi bu yüzden ünik) üç katlı ahşap bir evin bir-iki dönümlük bahçesindeki küçücük ama çok sevimli, oranlı müştemilatını tuttum.

Bahçe bir sanat eseriydi. Yüzlerce yıllık çam ve manolya ağaçlarının arasında, kültürlü, eğitmen bir ailenin rafine ruhu ile yaşatılan adeta seçkin bir arboterumdu. Burayı benden önce rakçı Özlem Tekin istemiş, vermemiş aile diye fısıldamıştı evi bize bulan emlâkçı. Bu muhit, Emirgân özellikle, Boğaz’ın korunmuş bölgelerindendir. İstanbul’un en güzel yerleri, Ermenilerin, Rumların yaşadığı yerlerdir. Burada bir kaç yıl evvel, 6-7 Eylül Pogromu’ndan sonra, Avustralya’ya kaçmış ve halâ bu ülkeye adım attığında gözleri faltaşı gibi açılan, her nasılsa mülkünü yağmadan koruyabilmiş bir beyefendinin satıp, kurtulmasına yardım etmiş, emlâkçıda adamla bir saat konuşmuş, parasını alacağına ikna etmiş ve restorasyonunu yükleneceğim, eski bir arkadaşıma ait olacak üç katlı evin satışını sağlamıştım. Pazarlığa çok gergin başlayan beyefendi, ben söze girince, bir süre sonra sakinleşti, bir türk olmama rağmen bana güvendi. Para konuşulurken çıktım ama sanırım 200.000 doların üzerinde bir satış oldu. O beyefendinin bu parayı alıp uzak bir kıtaya, çocuklarının yanına döndüğünü ve bir daha da Türkiye’ye adım atmadığını sanıyorum. Arkadaşıma aldırdığım evin fiyatı, şimdi 2-8 milyon dolar arasındadır herhalde. Arkadaşım işi bana vermedi, kendisi yaptı. İğrenç bir restorasyon oldu. Sonra ikinci büromu o sene burada açtım, sahildeydi ama adres Reşitpaşa görünüyordu, çok da işime geliyordu. İki sene epey iş yaptım o büroda, eve beşyüz metreydi, yürüyordum, Sultan’ın öğretmen olduğu okul da İstinye’de, sabahları sahilyolundaki yoğun trafiğin tersi istikamette olduğundan, o da rahat edecekti.

Eve taşınalı iki hafta olmuştu. Bi geldim bahçeye, ev sahibi, kendi terası ile bizim teras arasındaki yedi-sekiz metrelik bahçe bölümüne, 3 metre yüksekliğinde, 6 metre uzunluğunda, iki metre genişliğinde, eski bir boğaz evinden sökülmüş, sağlam ceviz ya da meşe kadronları yığdırmış, üzerine de yağmurdan ıslanmasın diye naylon gerdirmiş. Murat Abi, o kıymetli ağaçlarla bir ara fırsat bulursa bir ev daha yapacaktı, koruyordu, kurtarıyordu onları. Ama ben, delirdim görünce. Metrelerceküp çok kıymetli ağaç malzeme ve yüzlerce boş şarap şişesinin depolandığı, garaj olarak da kullanılan mekânda yer kalmamıştı ama kocaman bahçede bir çok uygun, gözden uzak yer vardı. Naylonlu yığını görünce evi terkettik. Annemlere gittik, Büyükdere’ye. Ertesi sabah uygun bir saatte, Murat Abi’yle görüşmeye gittim.

Murat Abi’nin o olağanüsü zevkiyle, bilgisiyle yaptığı müştemilattan çıkmaya karar vermiştim.

Onun terasta oturduk :

-Murat Abi, dedim, bunları buradan kaldırtır mısınız?

-Neden?

-Bu naylonlu azmanlar, benim görüş alanımı mahvetti.

-Sana sordum ben bunları koymadan evvel, olur dedin?

O Boğaziçi Bahçesi ki yirmi yıl Boğaz’ın en güzel korularından birinde, Azaryan Yalısı’nın yani Sadberk Hanım Müzesi’nin, Sedat Hakkı Eldem tarafından tasarlanan müdür lojmanın yer aldığı bahçede büyümüş biri olarak, o güne dek Murat Abi’nin bahçesi kadar doğal, dengeli, ustaca bakılmış başka bahçe görmemiştim. Murat Abi, o malzemeyi oraya koyduysa, bu bana “Naşla!” demektir, boşuna koymaz. Gerçekten de, o bahçede, evrenin en güzel yerlerinden biri olan Boğaziçi’nde, Boyacıköy’de, güneş batarken rakı ve sigara içerken, kafam güzel bişeylerle uğraşırken, Murat Abi aniden belirmiş :

-Ee…Serdar, buraya ağaç yığacağım, sence sakıncası var mı? diye hızlı hızlı sormuştu. O kafayla “Olur Murat Abi, siz nasıl uygun görürseniz…” falan gibi bişeyler söyledim, Murat Abi hemen uzadı.

Bu onu ikinci görüşümdü. İlk görüşmemizde gözgöze geldik, hiç hoşlanmadı benden, sonra eski eşim Sultan’ı görünce, sanırım güzelliğine, saflığına şaşırdı ve görüşmeyi eşi Jenny’e bıraktı, çalışmasına döndü. Murat Abi çok ve konsantre çalışan birisiydi ve eve yakın bu müştemilatta kalacak kiracının onun mahremiyetini bozacağını düşünüyordu haklı olarak. Ben o zaman Murat Abi’nin kim olduğunun onda birini bile bilmiyordum. O da beni tanımıyordu. Jenny ise evi kiralamak ve ABD’ye ailesini ziyaret etmeye gitmek istiyordu, ayrıca o yıl lise sonda olan biricik oğulları Tevfik’in de masrafları vardı, kısaca paraya ihtiyaç vardı. Evi bize Jenny verdi, Robert Kolej’de İngilizce hocasıydı, tatlı bir türkçesi vardı, ince, güzel, zarif bir kadındı, Murat Abi’den gençti, gözü tuttu bizi.

Ama onayı yetmedi evi tutmaya Jenny’nin. Tek başıma sözleşmeyi imzalamaya, Murat Abi’nin değeri anne-babasının, Pera’da, Doğan Apartmanı ya da civarındaki dairelerine gittim. Ahmet Sertel ve muhterem eşi hanımefendi (Muzaffer Hanım usum yanıltmıyorsa), Tevfik’in babaannesi ile tanıştık. Jenny de vardı, çok şekerdi, tam zarif bir türk gelini gibi davranıyordu.

Ahmet Bey’e :

-Zekeriya Sertel ile akrabalığınız var mı? diye sormuştum,

-Hayır, diye yanıtlamıştı.

Sonradan o güzel bahçede bir öğleüstü Ahmet Bey ile çay içip, sohbet etme şansı yakaladım. Çok hoş insandı,  Et Balık Kurumu’nun kurucularındandı, halkın çocuklarına süt ve et sağlayanlardandı.

Beni sevdiler, Ahmet Bey’in titizlikle üzerinde durduğu mukavelenin her şartını kabul ettim, evi verdiler.

İlk gece, küçük evimizin terasında on-on beş kedi, Stephen King romanlarındaki gibi, sabaha kadar korkunç sesler çıkardılar, üzerlerine su attım gitmediler, kızdım, küfrettim öyle gittiler.

Bahçenin bize uzak sınırındaki komşumuz Deli Akın’ın gündüzleri bağırarak canlı radyo yayını taklidi yapması da şoktu bizim için. Akın, zaman zaman Zeki Müren oluyor, zaman zaman da darbe bildirisi okuyordu. Bazen kriz geliyor ve hastaneye kaldırılıyordu. Yalnız kalmış, yaşlı anasına  komşular, Istanbullular, destek oluyordu.

-Murat Abi, dedim, Ben o zaman anlamamışım durumu, bunlar çok çirkin, lütfen kaldırın.

-Hayır, dedi.

-O zaman, size verdiğim bir aylık kira ve depozito kalsın, paramın geri kalanını iade edin biz çıkıyoruz.

Yüz ifadesinden, parayı çoktan harcadıklarını ve eğer bunu kabul ederse Jenny ile sıkı bir kavga çıkacağını, anladım. Bunu anladığımı anladı, çok kızdı :

-Bana ne yapacağımı ne cumhurbaşkanı ne de babam söyleyebilir, sen hiç söyleyemezsin! dedi.

-Murat Abi, dedim, Ben, sizin ne kadar önemli, değerli bir aile olduğunuzu biliyorum, burayı kiralarken de sizi kendime, ailem kadar yakın gördüm. Ben de tam sizin gibi biriyim! Bana da kimse ne yapacağımı emredemez, diye başımı kaldırdım.

Sustuk.

-Ben bu eve Sevgi Gönül’ü ve belki Suna Kıraç’ı davet edeceğim, bu halde nasıl misafir edebilirim? dedim.

Murat Abi, sakinleşti, insiyaki olarak mırıldandı :

-Suna benim sınıf arkadaşım, dedi.

Baktı şöyle bir, sonra sıkkın bir sesle :

-Şimdi Serdar, ne istiyosun sen?

-Bunların burdan kalkmasını istiyorum.

Murat Abi Ali Usta’yı çağırdı. Ali Usta oranın eski bıçkınlarından, kapı gibi cüsseli, kürek gibi elli, beyaz pala bıyıklı, kabadayı, elinden her iş gelen biriydi. Murat Abi’nin hizmetindeydi. Geldi.

-Ali, dedi Murat Abi, Serdar bunların burada durmasından rahatsız, bunları uzağa, deponun yanına  kaldır.

Ali Usta o günden sonra bana saygı duymaya başladı, Murat Abi’yi eyleminden, verilmiş kararından döndüren genç mimara.

Suna Hanım’ı ve İnan Bey’i misafir etme imkânı doğmadı ama Sevgi Hanım ve Doğan Bey misafirim oldular Murat Abi’nin masif ağaç merdivenini elleriyle yaptığı o küçücük, pembe masal evinde.

1.bölüm sonu…

 

Bilim insanı Prof.Dr.Murat Rauf Sertel ile ilgili anılarımı BG’de yazmaya devam edeceğim…Benim tanıdığım Murat Abi’yi asıl bir sonraki yazıda anlatacağım…

 

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.