Bodrum Gündem

PİSAGOR’UN ON İLKESİ / Serdar Anlağan yazıları…

pisagorun_on_ilkesi-serdar-anlağanPisagor M.Ö. 570-495 yılları arasında yaşamış İonya’lı bir filozoftur. Kuşadası’nın karşısındaki Sisam adasında doğmuştur. Simgesel anlamlar içeren ilkelerinden en bilinen onunu, devrim ve sanat emekçisi genç arkadaşlar için yorumluyorum.

1.Kalabalık yollardan kaçın, ıssız patikalarda yürü.

Geleneksel olarak bu ilke aydınlanma yolunda ilerleyenlerin mutlak yalnızlık içinde, kendi, özgün yollarında ilerlemeleri olarak yorumlanır. Devrim-sanat emekçileri için ise bu ilke, sömürünün propagandasının tuzaklarıyla dolu ana-akım medyadan ve popüler  kültürden uzak durmak, taklitten kaçınmak, kolaycılığa ve bencilliğe, şöhret budalalığına kapılmamak, asıl gerçeği dile getiren izlekler üzerinde çalışarak orjinale ulaşmak olarak yorumlanabilir.

2.Her şeyden önce diline hükmet.

Geleneksel olarak bu ilke aydınlanma yolunda ilerleyenlerin kendilerini-düşüncelerini açıkça tarif etmekten çok sakınarak gizlemelerini öğütler. Devrim-sanat emekçileri için ise bu ilke, sömürünün uşaklarına çalışmalarının sırlarını vermemeleri konusunda bir uyarı olarak yorumlanabilir. Fikir hırsızlığıyla sanatın propagandalaşarak sömürüye alet edilmesi diyalektik bir sonuçtur. Bundan kaçınmak olanaksızdır ancak sanat çalışmasının yerinde ve zamanında işe yaraması, yani ezilenlerin sesi olması, sömürünün yalanlarını açığa çıkarması, gerçeği dile getirmesini sağlayabilmek için, devrim-sanat emekçisinin yerinde susması şarttır. Bu ilke 5. ve 8. ilkelerle de bağıntılıdır.

3.Rüzgar çıktığında sesini aşkla dinle.

Geleneksel olarak bu ilke aydınlanma yolunda ilerleyenlerin, gerçeğe ulaşabilmek için tek yol olan doğayı incelemenin ancak ve ancak akıl ve bilim ile olabileceğini anlatır. Devrim-sanat emekçileri için ise bu ilke, aklın ve bilimin ancak maddeci diyalektik ile sağlam bir temele oturacağını hatırlatmak olarak yorumlanabilir. Filozof burada mecâzi olarak, spiritüalizmi, mistisizm tuzaklarına karşı uyarıda bulunmaktadır. Nazım Hikmet’in “Ben işlerimi az insiyak çok şuur ile yapmasını severim” ifadesi, devrim-sanat emekçilerinin düşünme-yaratma sürecindeki sezgi-idrak dengesini kurmalarına bir örnek oluşturabilir.

4.Bir insanın yükü omuzlamasına yardım et ama indirmesine karışma.

Geleneksel olarak bu ilke aydınlanma yolunda ilerleyenlerin, sorumluluk yüklenirken gayretlerinin teşvik edilmesi ancak bu sorumluluklardan yılıp, kaçtıklarında, tembellik ve uyuşukluğa kapıldıklarında onların yalnız bırakılması gerektiği olarak

yorumlanır. Devrim-sanat emekçileri için ise bu ilke, kolektif çalışmalarda önderlik sorumluluğunu yüklenecek yoldaşların hiç bir gerekçeyle çalışmayı aksatmamaları anlamına gelir. Nazım Hikmet “Benerci Kendini Niçin Öldürdü?” şiir-romanında bu konuyu işler. Benerci, yüklendiği sorumluluktan yalnız ve yalnızca tek bir koşulda vaz geçer, o da artık işe yaramadığını ve rehberliğinin devrim-sanat mücadelesine  artık engel olduğunu anladığındadır. Burada gerçek arayışının bireysel değil ancak toplumsal olabileceğini hatırlamak şarttır. Bu ilke 6. ve 7. ilkelerle bağıntılıdır.

5.Işık olmadan gerçekleri dillendirme.

Geleneksel olarak bu ilke aydınlanma yolunda ilerleyenlerin, lâyık olmayan, erdemsiz ya da kendini bilmeyen cahil kişilerle bilgi-erdem  paylaşmamaları olarak yorumlanır. Hukuk, tıp, mimarlık gibi mesleklerdeki özel-dil, bu ilke ile açıklanır. Devrim-sanat emekçileri için ise bu ilke, öncelikle 2. ve sonra 9.ilke ile bağıntılıdır. Çalışmaların, sömürünün uşaklarının ya da muhbirlerin eline geçmemesi için, eylemlerini yaşamları ile kanıtlamayanlara güvenilmez.

6.Evi terkettiğinde bir daha geri dönme yoksa gazaba uğrarsın.

Geleneksel olarak bu ilke aydınlanma yolunda ilerleyenlerin, gerçeği arayışlarında karşılaştıkları sırlardan ürkerek, edindikleri kısmî bilgiden korkuya, umutsuzluğa kapılmaları sonucu çalışmalarını yarıda kesip, yine çıktıkları cehalete, karanlığa geri dönmelerinin onlar üzerinde yıkıcı etkiler doğuracağına dair bir uyarı olarak yorumlanır. Devrim-sanat emekçileri için ise bu ilke, şartlar ne olursa olsun halkın, ezilenlerin, emekçilerin, çocuk ve kadınların, yaşamın yanında olmaktan ve mücadele etmekten vaz geçmemek olarak yorumlanabilir. Hak arama mücadelesinden dönenler, işi yarım bırakıp, sömürünün, ezenlerin saflarına geçip hırsızlığın, uğursuzluğun hizmetkârı olarak köleleşenler, özgürlüklerini ve söz haklarını kaybederler. 10.İlke ile bağıntılıdır.

7.Horozu besle, sakın onu kurban etme.

Geleneksel olarak bu ilke aydınlanma yolunda ilerleyenlerin, yaşamın değerini idrak etmeleri gerektiği, yaşayan bir varlığı kurban etmenin ise yoldan çıkmak olduğu anlamında yorumlanır. Horoz aynı zamanda ruhu-canı simgeler, böylece bu aforizmanın ikincil geleneksel manâsı intihar etmenin yasak olması üzerinedir. Devrim-sanat emekçileri için ise bu ilke, yaşamak ve yaşatmanın davanın temeli olduğu, yaşatabilmek için yaşamanın da şart olduğu olarak yorumlanabilir. Buna göre açlık grevleri, devrim-sanat mücadelesinde kabul edilemez, gerici-idealist eylemlerdir. Sanat emekçisinin çalışmalarını keserek, yeteneğini ve bilgisini paylaşmaması, susması da bir tür intihardır, bu da kabul edilemez.

8.Evine kırlangıçların yuvalamasına izin verme.

Geleneksel olarak bu ilke aydınlanma yolunda ilerleyenlerin, gerçeği arayışlarındaki çalışmalarında, zihinlerini işgal eden gezgin, gelip geçici, yanıltıcı düşünce ataklarından, bireysel çıkar, şöhret, ödül, gibi arzulardan, öfke, nefret, korku gibi duygulardan arındırmaları, bu ataklardan sakınmaları anlamında yorumlanır. Kırlangıçlar bunlardır. İkinci manâ olarak, amaçsız, miskin, sünepe, asalak kişilerden uzak durmak olarak yorumlanır.  Devrim-sanat emekçileri için ise bu ilke, çalışmaları aşırmak, sömürmek için emekçiye yanaşan burjuva uşaklarından sakınmak anlamına gelir. Cıvıldayarak şakıyan ve yutağından çıkardığı salya ile çamurdan yuva yapan sevimli kırlangıç, göçmen bir kuştur. İlkyazda gelir, ürer ve geldiği yere döner. Bazıları yuvalarını kartalların yaşadıkları yere yakın kurar. Böylelikle onları avlayacak doğanlardan sakınırlar çünkü kırlangıç kartal için çok küçük bir avdır, doğan ise kartalın yuvasının olduğu yere yaklaşamaz. Çok konuşan, sevimli, kendini devrim-sanat emekçisi gibi gösteren, ustalaşmış emekçilere onları pohpohlayarak yaklaşıp, fikir hırsızlığı yapan ya da muhbirlik alçaklığına düşen çok kırlangıç vardır.

9.Sağ elini hemen herkese uzatma.

Geleneksel olarak bu ilke aydınlanma yolunda ilerleyenlerin, gayelerini kendilerine saklamaları gerektiği, bilgi, anlak ve erdemlerini takdir edebilecek kapasitede olmayanlara, sırları açıklamamaları olarak yorumlanır. Uyarıdır. Genelde güçlü el olan sağ el, burada gerçeği simgeler. Yere düşmüş ve kalkmaya muhtaç olan birine uzatılan bu sağ el, cehaletin karanlığındaki zihni uyandırmayı simgeler. Ancak pek çok, yanlışta ısrar eden, inatçı, anut kişi kendisine sunulan erdemi reddeder ve o  müşfik sağ eli keser. Dogmatik zihin gerçek ışığına gözlerini yumar. Devrim-sanat emekçileri için ise bu ilke, ezilenlerin, halkın yanında mücadele ederken, romantizm, lirizm tuzağına düşmemek, gerçekçilikten, akılcılıktan kopmamak olarak yorumlanabilir. Romantik, lirik idealizm tuzağına düşen, bilgili, erdemli, yürekli, aydın ve yurtsever nice yoldaşın köy muhtarları, öğretmenler tarafından ihbar edildikleri, işkenceyle öldürüldükleri, bu halk kahramanlarının sömürüden kurtarmaya çalıştıkları tarafından hain diye lanetlendikleri unutulmamalıdır.

10.Sabahları yatağından kalktığında çarşaflarını silkele.

Geleneksel olarak bu ilke aydınlanma yolunda ilerleyenlerin, geçmişteki cehaletlerinin, önyargılarının, dogmatik saplantılarının izlerinden, kalıntılarından kurtulmaları olarak yorumlanır. Uyku, karanlıktaki yarı-ölümdür. Sabah güneşiyle uyanmak ise gerçek yolundaki arayışla aydınlanmaktır ; çarşafları silkelemek, gece boyunca vücuttan dökülen ve eğer yatakta kalırsa hastalık yayan deri

parçacıklarından, artıklarlardan kurtulmaktır, simgesel olarak bu anlatılır. Erdemli insan aydınlanma yolunda ilerlerken, bir zamanlar onlardan biri olduğu karanlıktakilerin halâ kendi yaptıkları putlara taptıklarını yani metafizik bir sabite saplanıp kaldıklarını görür ve o zaman geçmişten gelen tüm arazları silinir, diyalektiğin değişim-evrim ilkesi işler. Devrim-sanat emekçileri için ise bu ilke, hangi sınıftan gelirse gelsin ; o sınıfa ait sosyal koşullanmalar, sömürünün dayattığı ataerki, kişilik kültü, ikiyüzlü burjuva ahlâkı, ırkçılık, milliyetçilik, yobazlık, bağnazlık, muhafazakârlık, yabancı düşmanlığı, seksizm, türcülük, lumpenlik vb. tüm arazlardan ve bu arazlardan kalan alışkanlıklardan, örneğin dildeki, jestlerdeki parazitlerden kurtulmak ; insanı, doğayı, yaşamı seven, dengeli ve şefkatli, adalet, eşitlik, özgürlük ve evrensel kardeşlik ilkeleri ile düşünen ve eyleyen bir insan olarak, özeleştirisini yapmak ve yola, davaya devam etmek olarak yorumlanabilir.

Sonsöz

Tüm kavramlar gibi mükemmellik de değişkendir. Mükemmel insan metafizik bir safsatadır. Mükemmel iş ise yer ve zaman içinde geçicidir. Mükemmel işler, işlevlerini yerine getirdikten sonra yozlaşarak sömürünün propagandasına malzeme olurlar. Che Guevera’nın portresinin ya da Guernika tablosunun, hatta Nazım Hikmet’in dizesinin reklâmlarda kullanılması buna örnektir. Devrim-sanat emekçileri ise her biri için her şeyi ve kendileri için hiç bir şeyi isteyenler olduklarından, eylemlerinde taklit edilmeleri imkansızdır. Sömürünün asalakları yalnızca onların arkalarında bıraktıkları ölü işleri çürütürler ve bu böyle gider.

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.