Bodrum Gündem

KIZ ÇOCUKLARI /Nuran Yüksel yazdı…

 

nuran-yüksel-kız-yurdu1968 yılında Bodrumlu bir kız çocuğunun yüreği kuş gibi çırpmaya başlar. Ankara’da devlet parasız yatılı okulu sınavlarını kazanmıştır. İlkokulu yeni bitiren kız çocuğu Ankara’da okumanın heyecanıyla o yıllarda tek uzun yol seferi yapan Karadeveci otobüsüyle başkente gider. Kız lisesinin bahçesinde kendisi gibi ülkenin dört bir yanından gelen diğer kız çocuklarını görür. Marmarisli Nazlı, Kastomonulu Ayşe,  Kırklarelili Derya, Konyalı Fadime ve diğerleri…

Aylar, yıllar birbirini kovalar. Kız çocukları ana, baba, memleket özlemi içinde kaldıkları devlet parasız kız öğrenci yurdunu evleri gibi görürler liseyi bitirene dek. Odalarını, sofralarını paylaştıkları kız çocukları birbirleriyle adeta kardeş gibi olurlar.

Yatılı okul yurdunda kalan kız çocukları, gürültülü yağan yağmurdan, çakan şimşekten çok korkarlardı. Elektrikler kesildiğinde üst üste bir yatakta toplanır, ışıklar gelene kadar sarılırlardı birbirlerine. Ama yine de güvende hissederlerdi kendilerini. Çünkü etüt ablaları, yurt müdürleri vardı. Onlar burada devletin ve öğretmenlerinin güvencesi altındaydılar ve anneleri, babaları onlara emanet etmişti. Koruma altındaydılar kötü olan her şeye karşı.

Kız çocuklarının 16 kişilik yatakhanelerindeki çelik dolaplarında Bodrumlu kızın ailesinden gelen mandalinanın, Kayserili kız çocuğunun ailesinin gönderdiği sucuğun keskin kokusu, Kütahyalı kıza gelen çifte kavrulmuş leblebinin, Marmarisli Nazlı’nın annesinin kendi elleriyle yapıp gönderdiği susamlı helva ve kurabiyelerinin sakızlı kokusu karışırdı odanın havasına. Kalorifer peteklerinin üstüne küçücük ellerde yıkanan, kuruması için serilen çorap ve çamaşırların nem kokusu içinde paylaşırlardı kız çocukları gelen yiyeceklerini.

O küçücük, henüz ortaokul sıralarındaki kız çocukları ancak Şubat tatili ve yaz tatillerinde giderlerdi memleketlerine. Hasretleri, özlemleri çoğaldığı zaman, yürekleri kuş yüreği gibi kabarır gözyaşlarına hakim olamazlardı. Çoğu zaman da gözyaşlarını yorganın altında kimseye göstermeden akıtırlardı.

Her şeye rağmen çok mutluydu kız çocukları. Geceleri gökyüzündeki yıldızlara baktıklarında içlerini tatlı ve gururlu bir duygu kaplardı. Her bir yıldızda kendilerini görür, hayaller kurarlardı. Çünkü onlar okumak için oradaydılar. Okulları bitince kimi doktor, mühendis, kimi öğretmen yada hemşire olacaklardı. Öğretmenleri onlara Cumhuriyetin ve Atatürk’ün kızları olmayı, memlekete faydalı olabilmeyi öğretiyordu. İşte o zaman gökyüzündeki yıldızlar kadar özgür, aydınlık olduklarını düşünerek küçücük kalpleriyle huzur ve güven içinde uykuya dalarlardı.

Evet bende Bodrum’dan Ankara’ya daha iyi koşullarda okuyabilmek için giden kız çocuklarından birisiydim. Bizler başardık. Ben ve benim arkadaşlarım, yani o denemin kız çocukları, bu günün kız çocuklarından daha bir şanslıydık. Lise öğrenimimizi de devlet parasız yatılı okul yurtlarında kalarak tamamladık. Hayallerimize ulaştık.

Ama bugün öyle mi? O görüntüler aklıma düştükçe, içimde yanan alevi söndüremiyorum. Günlerdir her yer alev alev yanıyor. Adana Aladağ da tarikat yurdundaki açılmayan kapılar ardında kül olan kız çocukları. Ben onların neden birbirlerine sarılarak ölüme gittiklerini çok iyi anlıyorum. Çünkü ben de bir zamanlar yurtta okuyan kız çocuklarından biriydim. Korktuğumuz zamanlar bizde birbirimize sıkı sıkı sarılırdık. Ama ben ve arkadaşlarım çok şanslıydık. Zira bize sahip çıkan yöneticilerimiz vardı. Bizler o dönemlerde tarikatların, cemaatlerin değil, devletin ve Milli Eğitim Bakanlığının güvencesi altındaydık.

İçimde yanan alevleri söndüremiyorum.

Boğazım düğüm düğüm.

Ne yaptık veya ne yapmadık da bu güzel yurdum bu durumlara geldi.

Çocuklarımızı “dindar nesil” yetişsin diye mantar gibi çoğalan ve destek bulan tarikat yurtlarına gitmesine nasıl göz yumduk. Fakir, çaresiz insanların çocuklarının o yurtlarda kalmasına nasıl engel olamadık.

Bizler ne yaptık da veya ne yapmadık da bu günlere geldik.

Bugün gerçek şu ki; artık toplumsal bir çöküş yaşıyoruz. 15 yıldır iktidar olan anlayışın, çözümsüz siyasetin halkımızı ve özellikle de çocuklarımızı nasıl cemaatlerin, tarikatların kucağına bıraktığını çok açık ve net bir biçimde görüyoruz.

Bu nasıl bir acımasızlıktır?

Bu nasıl bir duyarsızlıktır?

Bu nasıl bir adalet duygusu, insan sevgisi ve vicdanıdır?

Bu nasıl bir devlet anlayışıdır?

Gecenin zifiri karanlığında bir avuç küle döndü birbirine sarılarak ölüme giden küçücük kız çocukları. Gecenin zifiri karanlığında gökyüzünü aydınlatan alevler aslında hepimizin, çocuklarımızın aydınlık geleceklerinin karanlığı oldular.

Tekrar soruyorum; Biz ne yaptık veya biz ne yapmadık da bu günlere geldik.?

NURAN YÜKSEL / 01-12-2016 

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

  1. Türkan Demiröz dedi ki:

    Çok güzel bir anlatım ben de kendimi içinde buldum bütün insanlar okuyabilse keşke