Bodrum Gündem

ŞÖVALYELERİN İZİNDE/Başar C.Münir BG Yazıları…

rodos

Bodrum’a ilk geldiğimde sanıyorum 13-14 yaşlarındaydım. Torba’da yaklaşık bir aya yakın bir süre kalmış ve yarımadanın hemen hemen her yerini gezmiştik. En çok ilgimi çeken ve beğendiğim yerlerin başında hiç kuşkusuz ki Bodrum Kalesi olmuştu. Muazzam Bodrum manzarası, hala ayakta oluşuyla oldukça etkili bir yapıdır. Kaleyi gezerken burçlardan birinin içine girdiğimde ise âdeta büyülenmiştim. Burcun içi sanki bir Malkoçoğlu filmi dekoru gibiydi; ahşam büyük bir masa, morlu kırmızılı mavili bayraklar, vs. Hani, bir köşeden Cüneyt Arkın “Kancık kelleni ödlek bedeninden ayırmaya geldim uleyyn..!” diye bağırarak çıksa, şaşırmayacaktık…

Tatil bitip İstanbul’a döndükten sonra Bodrum Kalesi ile ilgili biraz bilgi topladım. Kale, 1400’lü yıllarda St.Jean Şövalyeleri tarafından yapılmış ve Osmanlı idaresine geçene kadar şövalyeler tarafından kullanılmış, daha sonra ise Osmanlı yönetiminde kale, hapishane gibi işlevler üstlenmişti. O dönem kale hakkında oldukça ansiklopedik bilgi topladığımı söyleyebilirim.

Bodrum Kalesi halen ayakta, müze olarak dünyanın sayılı müzeleri arasında gösterilmekte ve zaman zaman da çeşitli etkinliklere evsahipliği yapmakta.

komPeki, Bodrum Kalesi’ni inşa eden St.Jean şövalyelerine ne oldu? Kimdi bu adamlar, Bodrum’dan gittikten sonra ne yaptılar, sonları ne oldu? Dergimizin bu sayısında işte bu sorulara cevap arayacağız.

Kudüs, tarih boyunca dinler için önemli bir merkez olmuştur. Dünyadaki sayılı hac mekânlarından biridir. Bu bakımdan hem şehirde yaşayanların kullanması için hem de ziyaretçilerin iaşelerinin sağlanması için şehirde hanlar, hamamlar, hastaneler yapılmıştır. St.Jean Kilisesi’nin hastanesi de bunlardan biridir. Hastane, kilisenin etrafında bir inanç çevresinde toplanmış müritlerce desteklenmektedir.

Papa 2.Pascal, hastaneyi kiliseden bağımsız bir yapı olarak 15 Şubat 1113 tarihinde tanımış ve kutsamıştır. Bunun önemi şudur; hastane artık herhangi bir dini otoritenin yönetimi altında değil, tek başınadır. Kendi yöneticilerini kendisi seçer, kendi yönetimini kendisi yapar.

Devir Haçlı Savaşları dönemidir. “Uzaktan gelenler…” kutsal toprakları ele geçirmişlerdir ve o topraklar mutlaka geri alınmalıdır. Savaşlar çetin geçer. Hastane artık sadece hacılara hizmet vermez, savaşlarda yaralananlara da bakmaya başlar. Böylelikle uhrevi bir özellik de kazanır. Özellikle Papa’nın hastaneyi kiliseden ayrı bir birim olarak tanıması ve kutsaması, bu uhreviyeti tesciller. Bir önemli karar daha verilir bu sırada: Artık hastane baktığı yaralıların güvenliğinden de sorumlu olacaktır. Hastaneye bağlı olarak çalışan askeri bir kuvvet oluşur: şövalyeler… Bu şövalyeler de “St.Jean Şövalyeleri…” olarak anılmaya başlar. Tüm bunları kapsayan bir de bayrak oluşturulur: Kırmızı zemin üzerine uçları sekiz noktalı haç…

1200’lü yılların sonunda “kutsal toprakların” kaybedildiği artık aşikârdır. Yaralılara hastane hizmeti veren, şövalyeleri ile de askerî bir güç haline gelen St.Jean tarikatı için de yol görünmüştür. Hastaneyi ve merkezlerini 1291 yılında Kudüs’ten, 1210 yılında bir geri hizmet hastanesi açtıkları Kıbrıs’a, Limasol’e taşırlar.

kibrisKıbrıs’a taşınmayla birlikte artık sadece karada değil, denizde de güçlü hale gelirler. Kıbrıs bir üs olarak kullanılır. Bir yandan yeni hastaneler açılırken diğer taraftan Kıbrıs’ın stratejik önemi neticesinde “hacıları korumak amacıyla” artık donanma da kurulmuştur. St.Jean Tarikatı artık Doğu Akdeniz’de yabana atılmayacak bir güç haline gelmiştir. Tüm Avrupa’dan tarikata katılmak için insanlar akın etmekte, yüklü bağışlar alınmaktadır.

rodos 1111309 yılına gelindiğinde, şövalyeler yeni bir merkez üs bulurlar kendilerine: Rodos. Güçlenen donanmaları ile Rodos’u almışlardır. Kıbrıs’taki misyon devam etmekle birlikte, artık tüm harekat Rodos’tan idare edilmektedir.

Doğu Akdeniz’deki en büyük güç, artık yeni isimleriyle “Rodos Şövalyeleri”dir. Amaçları, “Hristiyan dünyasını korumak”tır. Bu amaç kutsal bir amaçtır ve bu kutsal amaca yönelik olarak tüm Hristiyan dünyasından yardım görürler. Bir devlet olma iddiasında olmadıkları halde, “işlerde kolaylık olsun diye” para bastırırlar. Bu para, bugün doların hemen hemen tüm ülkelerde rağbet görmesi gibi, farklı ülkelerde karşılığı olan bir paradır. Hristiyan dünyasındaki ülkelere ilişkileri yürütebilmek adına elçi atarlar. Devlet değillerdir, aslen bir hastane ve yardım topluluğudurlar, hastanelerini korumak amacı ile silahlı güç elde etmişlerdir. Fakat diğer taraftan zenginleşmişler, bir nevi Hristiyan dünyasının denizlerdeki jandarması durumuna gelmişlerdir.

İşte, Bodrum Kalesi’nin yapılması tam da bu döneme rastlar. Rodos’ta muhkim şövalyeler, önemli bir liman olması ve kara ile bağlantısı sağlaması itibarıyla Bodrum’a bir kale inşa ederler. Ayrıca bir de şu anda Bodrum Orduevi’inin bulunduğu yere de bir gözetleme kulesi koyarlar. Bodrum Kalesi, İstanköy’deki kale ile birlikte ticaret yolunu denetleyen en önemli iki stratejik noktadır ve 1480’de Osmanlı tarafından fethedilene kadar da öyle kalacaktır.

1500’lü yılların başına gelindiğinde, Osmanlı tahtında Kanuni Sultan Süleyman vardır. İmparatorluk dünyanın en güçlü devletlerinden biri haline gelmiştir. Doğu ticaret yolu tamamıyla Sultan Süleyman’ın elindedir.

Tek bir istisna vardır: Rodos. Rodos şövalyeleri ticaret gemilerine de saldırarak büyük rahatsızlık yaratmaktadır.

Sultan Süleyman Rodos’un alınmasını emreder. Ada 1523’te 6 ay boyunca Osmanlı donanması tarafından abluka altına alınır ve kale duvarları dövülür, fakat bir türlü ele geçirilemez. En sonunda ada ile ilgili bir anlaşmaya varılır.  Ada vira (söz ve bağışlama) ile teslim olur. Toplar hariç silahları ve zenginlikleri ile kaleyi terk eden şövalyelerin üstadı L’isle d’Adam padişah tarafından kabul edilir. Büyük üstat tahliyenin salimen düzenlenişinden ötürü Sultan’a teşekkür eder.

Şövalyeler uzunca bir süre topraksız kalırlar. En sonunda 1530’da, Roma-Germen İmparatoru 5.Karl, Papa’nın da onayıyla Malta adasını şövalyelere tahsis eder. Şövalyeler artık “Malta Şövalyeleri…”dir. Bu tahsisle birlikte çok önemli bir kural gelir: Tarikat hiçbir şekilde hristiyan bir ülke ile savaşmayacaktır. İki hristiyan ülke savaş halindeyse tarafsız kalacaktır.

Malta’da sessizlik 35 yıl kadar sürer. Tam da aynı sebeplerden Sultan Süleyman bu sefer Malta’yı kuşatır. 4 ay kadar süren kuşatma, Sicilya’dan gelen şövalyelerin de katılımıyla bitirilmek zorunda kalır. Kuşatmada 35.000 asker ile birlikte Turgut Reis de yaşamını yitirmiştir.

kanuni rodos fethi 1Şövalyelerin Malta’da Osmanlı ordusunu mağlup etmesi, Avrupa’da büyük bir sevinç dalgası yaratır. Birçok şehirde kiliselerde çanlar çalar. “Yenilmez” zannedilen Osmanlı ilk yenilgisini almıştır.

Şövalyelerin o dönemli büyük üstadı Jean de la Valetta savaşta büyük prestij kazanmıştır. Malta’da yeni bir liman şehri kurulur ve ismi verilir: “Valetta”

Malta, şövalyelerin idaresinde tam anlamıyla mamur edilir. Hastaneler, saraylar, kiliseler inşa edilir, bahçeler yapılır. Bir anatomi okulu kurulur, tıp fakültesi açılır. Tarikat oftalmoloji ve farmakoloji alanında ihtisaslaşır ve dünyanın sayılı merkezlerinden biri olur. Bununla birlikte, Batı Akdeniz’de Osmanlılar’a ve Kuzey Afrikalı korsanlara karşı önemli bir deniz kuvveti olarak kalırlar. 1571’de Osmanlı donanmasının ağır kayıp verdiği İnebahtı savaşında da şövalyeler önemli bir rol alırlar.

Durum 1700’lü yılların sonlarına kadar böyle devam eder. Osmanlı devleti artık gücünü kaybetmiştir. Dünya siyaset sahnesinde yeni güçlü oyuncular vardır. Siyaset boşluk kaldırmaz, bir güç odağı yok olmuş veya etkinliği azalmışsa, mutlaka bir başka güç odağı ortaya çıkar.

1798 yılında Mısır’ı işgale çıkan Napoleon Bonaarte, Malta’yı stratejik öneminden dolayı işgal eder. Şövalyeler “hristiyan bir ülkeye karşı silah kullanmama” sözleri yüzünden Napolyon’a karşı adalarını savunamazlar ve Malta’yı terk etmek zorunda kalırlar.

Artık topraksızdırlar. Sicilya’da Messina’ya, Katanya’ya, sonraları Ferrara’ya yerleşirler, fakat eski hükümranlıkları yoktur. En sonunda Papa’nın da onayıyla 1834 yılında Roma’ya yerleşirler.

Özellikle Napolyon’un Malta’yı işgali ile birlikte adadan çıkmak zorunda kalan Malta Şövalyeleri, artık askeri güçlerini yitirmiştir. Roma’ya yerleştikten sonra ilk kuruluş felsefesine geri dönmekte bulurlar çareyi: Hastaneler kurmak. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları sırasında önemli sayılabilecek uluslararası sağlık ve yardımlaşma hizmetleri sunarlar. Bunun karşılığında ise, dünyada başka bir gruba sağlanmayan bir imtiyaz elde ederler: Uluslararası tanınma.

government_magistral_villa_Roma

Bugün Malta Şövalyeleri, bir devlet olmadıkları halde, 104 ülke ile diplomatik ilişkiler kurmuş, Birleşmiş Milletler’de gözlemci statüsüne sahip, ayrı pasaportu olan bir grup. Günümüzde deprem gibi büyük ölçekli yardım organizasyonlarında, mültecilerin sağlık sorunlarında, dünya nüfusunu etkileyebilecek salgın hastalıklarla savaşta geniş maddi imkânları ile yardım dağıtan bir grup.

Diğer taraftan, bu işleri yapan benzer oluşumlardan farklı olarak 1.000 yıla yakın geçmişini inkâr etmeyen, tüm bu yaptıklarını aynı hristiyanî kutsallık anlayışı ile devam ettiren bir kuruluş.

Ve tahmin edebileceğiniz gibi diplomatik ilişki kurduğu ve pasaport anlaşması yaptığı ülkeler arasında Türkiye yok.

Bodrum, St.Jean / Rodos / Malta Şövalyeleri için önemli bir nokta. Kudüs’ten başlayıp Kıbrıs – Bodrum – Rodos – Malta rotası ile Roma’da nihayetlenen bir “Şövalyeler’in İzinde” rotasının planlanması ve bu rotada da Bodrum Kalesi’nin etkin olarak kullanılması, “ucuz turist / herşey dahil sistem” sarmalındaki turizmimize önemli bir nefes aldıracak ve ülkemizin tanıtımına da fayda sağlayacaktır.

Elbette ki “Ama onlar bize karşı savaşmış, Haçlı bunlar, düşman..!” aculluğuna kapılmaz isek…

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

  1. Durul dedi ki:

    Harika bir araştırma ve güzel bir yazı. Beğenerek okuyoruz. Teşekkürler.