Bodrum Gündem

O BENİ SEÇTİ… Serap Eflanlı yazıları…

üzüm-serap-eflanlı-bodrum-gündem-yazıları

30’larımın ortalarındaydım, varsa eğer öyle bir şey, biyolojik saatim falan da çalmamıştı. Her gördüğü 50-60 santimlik varlığa (cüceler dahil) sarılan, emzirme ateşiyle yanıp tutuşanlardan değildim. Son derece anlamsız bulduğum cümlelerden biri “bedenim istiyor”, bir diğeri de “valla bizim çocuk, kardeş istiyor”du. Benim içinse “bazı şeylerin fikri güzel” diyebileceğim bir durumdu. Birinin bana ihtiyaç duyma halinden, bunun düşüncesinden bile rahatsızlık duyuyordum, diyor; gözlerimin içine bakarak.

Bakışlarımdaki “nasıl bir annesindir acaba?” sorusunu fark etmiş olmasının şaşkınlığını üzerimden atamadan, bu sorunun cevabı bende değil aslında, ben sana nasıl bir anne olduğumu değil, anneliği nasıl öğrendiğimi, hâlâ da öğrenmekte olduğumu anlatabilirim dilersen. Önce kahvelerimizi yapayım, içimden geçenleri gözlerimden gören halinin verdiği telaşı dindireyim izninle, dedim. Telaşlanma dedi, senin gözlerinde, cevabını benim de merak ettiğim soruyu gördüm. Ama Türk kahvesine ve bir ince sigaraya hayır demem.

Elimde sade Türk kahvelerimiz ve tabaklarının kenarında birer ince sigarayla salona geri döndüğümde O’nu, tebessümle karnını okşar buldum.

Gününü, saatini, yaşanış biçimini, O’nun bana düştüğü ânı, yazmayacağından emin olsam anlatırdım, ama şimdilik bende kalsın; ben olsam yazardım çünkü dedi; cümlesinin sonuna eklediği o bir türlü tarif edemediğim ama çok etkilendiğim gülümsemesiyle. O’nun, bende olduğu tıbben kanıtlandığı andan itibaren “anne”lik sıfatını kazanmıştım. Sevinç, telaş, coşku, olağanüstü bir duygu hali yoktu. Yapmam gerekenleri bilmek ve yapmak zorunluluğu vardı önümde. Hayır! vaz geçmeyi hiç düşünmedim. Ara sıra içtiğim bir kadeh şarabı saymazsak -ki bence saymayalım- standart olarak, sigara ve alkol çıktı hayatımdan. Her ay düzenli doktor kontrolleri, yapılması gereken tüm testler, alınması gereken gıdalar ve vazgeçilmez folik asit.

Göğüsleri, karnının önünde giden bir hamileydim; bu hoşuma gidiyordu ama kocamla birlikte sokaklarda dolaşmaktan rahatsızdım, “işte bu” der gibi 🙂 Yeterli süre geçti, gelmesi beklenen gün geldi. İstanbul’un ender güneşli sonbahar sabahlarından birinde, rezervasyonu önceden yapılmış hastane odasına yerleştik, sonra “haydi gidiyoruz” dediler. Doğum değil, alınanın sana verildiği bir ameliyattı yaşadığım. İki saat sonra, bugün ilk fotoğraflarına bakıp, kıpkırmızı halini görünce kendisini, “bu ne be! itfaiye arabası gibiymişim” diye tanımlayan, üzüm gözlüyü kucağıma verdiler. O zamanlar üzüm gözlü değildi; sonradan oldu diyerek, kahvesinin son yudumunu içti keyifle.

Tahmin edeceğin gibi, görür görmez içimden ılık ılık bir şeyler akmadı. Daha çok komik, tedirgin edici, endişe verici yine heyecanlı bir durumdu. Yeni bir iş gibiydi. 15 yıldır sürekli notlar alarak çalışıyordum; dolayısıyla iki yıl boyunca, emmesinden, s*çmasına, sağlık bilgilerinden, uyku saat ve sürelerine kadar her şeyin yazıldığı defterleri oldu. Mutfak, yarı laboratuvar havasında, genel hijyen AB standartlarındaydı. Eve gelenlere galoş ve bone giydirmiyordum ama, ellerini yıkamaları ve O’nu öpmemeleri şarttı tabii ki. Benim paranoyak olmam, O’nun mikrop kapmayacağı anlamına gelmezdi değil mi? dedi ve hoş bir kahkaha attı. İlk doğum gününde dedesinin, O’na kremalı pastadan yedirdiğini gördüğüm an, hışımla ellerinden alıp, “siz O’na sevginizi verin, ne yiyeceğine ben karar veririm” terbiyesizliğini bile yapmıştım. Hatırladıkça utanırım o andan ama, benim dışımda birinin sebep olacağı bir durumla baş etmek zorunda kalma fikri, tırnaklarımı göstermeme yetiyordu. 

Bir sigara daha içsem rahatsız olur musun? diye sordu samimi bir nezaketle. “Hayır, hatta bugün hovardalık edeyim, ben de bir tane daha içeyim” dedim.

…………………………….

Sonra o planlı programlı günler geçti, ben sakinleştim. Büyükşehirdeki hayatımız O’nunla birlikte bir sahil kasabasına evrildi. Başbaşa kalışımızla birlikte, O’na aşık oldum! İnandığım tek “aşk” biçimi budur. Gerçektir, saftır, hesapsızdır, sağlıklıdır. İlişkimiz ikili hale geldikten sonra da, kalbine, ruhuna, zekâsına duyduğum hayranlık artmaya, O’na bağlanmaya başladım. Benim O’na kattıklarımdan çok, O’nun bende yarattıklarıyla ilgiliyim. Beni neden anne olarak seçtiğini bilmiyorum ama O, bende farkında olmadığım bir boşluğu dolduruyor ve O’nun bundan haberi yok; ne güzel di mi?

Bir gün denk gelir de, “nasıl bir anne olduğumu” O’na sorarsan, söylediklerini bana da anlar olur mu? dedi ve sıcacık elini yanağıma hafifçe dokundurarak gitti.

………………………………

Düşünüyorum da, dostları sadece O’nun hayatına değil, benimkine de yenilik kattı. Böyle konuşan biriyle ilk defa karşılıyorum ve anlattıklarını nasıl yazacağımı düşünmekten, geceleri uykularım kaçıyor. Söylediği her söz, yaptığı her jest beynimin içinde uçuşuyor; kaçırırım belki endişesiyle sabahlara kadar, anlattıklarının önce notlarını, sonra O’nun gerçekte kendisiyle konuşur gibi olan halini, yazmaya çabalıyorum. Sığındığım bu küçük alanda, bütün sesler, görüntüler devinip duruyor. Ve ben O’nun bir daha ne zaman geleceğini bilmiyorum…

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.