Bodrum Gündem

Bodrum’un Hafızası; HÜSEYİN YETER ŞAKAR…

hüseyin yeter şakar manşetHüseyin Yeter Şakar adeta Bodrum’un hafızası. Neredeyse 1950’den bu yana Bodrum’a dair tanımadığı, bilmediği hiç kimse yok. Öyle çok şey anlattı ki hepsini buraya sığdırmak çok zordu. Lakin güzel bir haberimiz var; Hüseyin yeter Şakar hafızasını yazıya dökmüş ve kitaplaştıracak. Bir kitaba sığar mı bilinmez, olmadı ikinci kitap yapılır.

Sorularıma öylesine detaylı, öylesine titizlikle yanıt verdi doğrusu şaştım kaldım. 81 yaşında olmasına karşın, hafızası çok berrak, bir o kadar da net. Bazı anlattıkları karşısında derin düşüncelere dalarken, bazılarında ise kahkahalar ile güleceksiniz. Bazılarına da vayyyy be diyeceksiniz…

Fatih Bozoğlu/Bodrum Gündem 

bodrumlu hüseyin yeter şakar'ın hayatı (6)“Ben Girit’ten, Türk katliamlarının başladığı dönemde ailesini kaçırıp İstanköy’e getiren, Klavura lakaplı ailenin torunuyum. Klavura İbrahim Reis’in torunuyum. 1897’de Girit’ten kaçarak İstanköy’e göçüyorlar. 26 yıl İstanköy’de yaşıyorlar. Girit’ten kaçtıklarında babam 10 yaşında. İstanköy’de evleniyor, çoluk çocuğa karışıyor. 4 çocuğu varken Cumhuriyet’te mübadele oluyor. Mübadele ile Bodrum’a geliyorlar ve 1926’da Belkıs ablam doğuyor. Bilahare on yıl sonra da ben doğuyorum. Tekne kazıntısı, hiç hesapta yokken. Babam 52 yaşında, annem de 40 küsur yaşında. Torunları olduğu için annem utancından çıkmazmış, hamile olduğu belli olmasın diye. Yani kökenimiz Girit. Atalarım, adını Venediklilerin diken anlamına gelen spina ve uzun anlamına gelen longa kelimelerin birleşiminden almış Spinalonga adalarında 250 yıl öncesinden o güne dek yaşamışlar…”

Hüseyin Yeter Şakar’ın dört ablası, bir de 1923 doğumlu ağabeyi var. Anne ve babası Bodrum’a geldiklerinde, bir süre Aydın Nalbantoğlular’ın Kumbahçe sahildeki evlerinde yaşıyorlar. Daha sonra Azmakbaşı’nda eski Mylas Otel’in olduğu eve taşınıyorlar. Belkıs ablası ve Hüseyin Yeter Şakar bu evde dünyaya geliyorlar.

bodrumlu hüseyin yeter şakar'ın hayatı (4)-Babanız ne iş yaparmış?

“Babam İstanköy’de berberlik yaparmış. İtalyanlar 1912’de bir komplo ile oraya gelip yerleşiyorlar. Aslında zapt ediyorlar demek lazım. İmar faaliyetine girişip kordonu falan yeniden yapmaya kalkışıyorlar. Babam da bu işlere çok meraklıymış…

-Ali Cengiz var sünger tüccarı, babamın kalfasıymış- ona teslim ediyor. İtalyanların yanında bu imar-inşaat işlerini öğrenmeye çalışıyor. İyi bir inşaat ustası oluyor orada. Bodrum’a geldiğinde de berber dükkânını açıyor ilk olarak. Cadde üzerinde orman müdürlüğü var, Rumlar zamanında burası okulmuş. Tabi Rumlar gidince burası boş. İşte orayı kiralıyor babam, hem berberlik yapıyor, hem de kahve çalıştırıyor. Bu arada Bodrumlularla iyice kaynaşıyor. Halk Partili Dr.Mümtaz Ataman vardı o zaman belediye başkanı. Kardeşi vardı Necip Bey. Onlar ile oldukça samimiler. Tam karşımızda bir bina yapılacak, babama, “Derviş, ben bu binayı yaptıracağım. Lakin kime yaptırmalı bilemedim,” diyor. Babam da diyor ki; “Ben yapayım.” Necip Bey gülüyor; “Hadi ya dalga mı geçiyorsun? Sen berber adamsın. İnşaat işinden ne anlarsın?” diyor. Babam da; “Ben o binayı yapacağım. Beğenmezsen para falan da verme,” diyor. Necip bey babamın bu iddialı sözleri karşısında kabul ediyor. İşte caddede tam karşımızdaki o binayı yapıyor. Yokuşbaşı muhtarı Hasan Bayram vardı, onun babası Muharrem Bayram’ın dükkânı. Çok sağlam ve güzel bir binadır. Birkaç bina daha yapınca bakıyorlar, babam Derviş baya iyi bir usta. Belediye binası yapılacak, ihale açılıyor ve babam kazanıyor ihaleyi. Bundan önceki ilk belediye binasını da babam yapıyor. Süper bir bina yapıyor o dönemin şartlarında. Temel atma törenine o dönemin Valisi Recai Güreli geliyor. Bina bitince gelip görüyor, Vali bey binaya hayran oluyor. Yıl 1936, benim doğduğum yıl. Vali bey ve belediye başkanı Mümtaz Bey babama, “Biz seni belediyeye kalfa yapalım,” diye teklifte bulunuyorlar. Kalfa bu günün fen işleri amiri. Babam diyor ki;  “Benim diplomam yok.” Hemen babamı altı aylığına Muğla’ya kursa gönderiyorlar. Geliyor ve belediyede işbaşı yapıyor 1937’de. 37’den, 57’ye kadar Bodrum Belediyesi’nde kalfa, yani fen işleri amiri olarak görev yapıyor. İlk eserlerinden biri limandaki ilk dalga kırandır. Liman açıktı ve fırtınalarda tekneler kırılıyordu. Bir yazda tamamlıyor. Baharda başlıyor, yazın yoğun bir faaliyet. Ben çocuktum çim çim avlamaya giderdim kayaların arasına. Yaz sonu bitiyor. Liman biraz korunuyor böylelikle. Daha sonra mendirek yapılırken, Fener ile Türbeburnu da birleştirildi. Daha korunaklı şimdiki hale geldi…”

Hüseyin Yeter Şakar babasının Bodrum’a kazandırdığı eserleri öyle bir keyif ile anlatıyor ki görmeniz lazım. Elbette onun için büyük bir gurur kaynağı bu eserlerin babası tarafından yapılmış olması.

bodrumlu hüseyin yeter şakar'ın hayatı (11)-Çocukluğunuzu öyle bir anlatın ki bize, gözlerimizi kapattığımızda kendimizi o günlerde hissedelim. Nasıldı Bodrum o yıllarda? 

“Cennet gibiydi. Bu gün de cennet ama bu binalar biraz daha çoğalırsa şu dağları göremeyeceğiz. Bodrum mütevazı bir yerdi. Nüfus aşağı yukarı 2.000-2.500 civarındaydı. Köy ile kasaba arası bir yerdi. İnsanlar bırakın çocukları, torunlarının isimlerini dahi bilirdi. Herkes birbiri ile kaynaşmış, birlik ve dirlik vardı. Yollarımız toprak yoldu. Bir yağmur yağdı mı, mis gibi toprak kokardı o zamanlar. Tepecik camiinden itibaren, marinaya kadar olan yerler kumsaldı. Orada erişte çıkardı, biraz kirliydi. Ama bizim Kumbahçe pırlanta gibiydi. Mandalina kokardı Bodrum benim çocukluğumda, deniz kenarına geldiğimizde de yosun kokardı Bodrum…”

Hüseyin Yeter Şakar’ın 5 yaşlarındayken aklında kalan en önemli şey savaş. 1941’de süregelen 2.Cihan Harbi. Geceleri sahile inip İstanköy’e bakarlarmış. Film gibi uçakların adayı bombalamasını izlerlermiş. Dört pervaneli uçan kale diye adlandırılan uçaklar geçermiş üzerlerinden. En çok onlardan korkarlarmış. Çünkü yanlışlıkla bombaları Bodrum’a atsalar Bodrum yerle bir olabilirmiş. O nedenle geceleri karartma yapılırmış. Ama uçakların ve bombaların sesleri çok korkuturmuş. Hatta evler o kadar çok sallanırmış ki dışarıda yatmak zorunda kalırlarmış çoğu kez…

Bodrum’un iki yakası var diye anlatılır. Biri yerlilerin ikamet ettiği Türkkuyusu, Yokuşbaşı, Umurça, Yeniköy, Neyzen Tevfik Caddesi ve Çarşının olduğu mahalleler. Diğeri de Cumhuriyet Caddesi ve Kumbahçe. Bir şehirde iki farklı anlayış, iki farklı kültür. Yıllar içinde kaynaşmış olsa da Bodrum yerlisi ve Giritliler kendi kültürlerine ve kendi yaşam anlayışlarına göre yaşamışlar…

bodrumlu hüseyin yeter şakar'ın hayatı (8)-Bu taraflar Bodrum’un biraz daha modern bir yakası mıydı?

“Bunu yerli arkadaşlarımız da itiraf ederler. Bodrum kendi içine kapanık haliyle yaşarken mübadele oluyor ve Giritliler geliyor. Biraz daha toleranslı, giyim, kuşam daha rahat. İlk geldiklerinde yerliler epey bir yadırgıyorlar ve istemiyorlar. Bir de yarı gâvur olarak görüyorlar. Buranın havasını da bozacak diye, mahalle kavgasına varan gerginlikler de olmuş. Lakin bir süre sonra, tanıştıkça kabulleniyorlar. Müslüman ve Türk olduğumuza kanaat getiriyorlar. Böylece yerliler ve Giritliler kaynaşıyorlar. Giritliler Bodrum’un kültürüne ve yaşamına çok büyük bir katkı sağlamıştır. Deniz müzesinin olduğu yerden aşağıya sahile kadar orası kocaman bir meydandı ve maçlar orada yapılırdı. Maçlara hiçbir zaman kadınlar, kızlar gelmezdi. Ne Milas’ta, ne Muğla’da. Bizim maç olduğunda ise maçı izlemeye gelenlerin neredeyse yarısı kadındır. Kimisinin başında futa, kimisi eşarplı, kimisinin de başı açık olurdu. Sandalyesini alıp gelen sahanın kenarına otururdu. Sporcular onları gördüklerinde bir başka oynarlardı. Hiç böyle bir şey görmemişler tabii. O nedenle maçları hep Bodrum’da yapmak isterlerdi. Düğün adetlerimiz de farklıydı. Bodrum yerli düğünleri ağırdır, meşakkatlidir ve çok masraflıdır. Bizim Giritliler’inki öyle değildir. Cuma akşamı kına yapılır, cumartesi ise balo olurdu. Milas’tan caz gelir buraya, sinema salonunda modern bir şekilde danslı balolar şeklinde düğün yapılırdı. Şimdinin Mandalin Bar’ın olduğu yerde askeriye vardı. Gümrük taburuydu burası. Çerkez Cahit Binbaşı vardı. Çok modern insanlardı, her yılbaşı ve ulusal bayramlarda danslı, sazlı sözlü balo tertip ederlerdi. Millet sandallara biner, açıkta demirler ve baloyu seyrederdi. Bir burası vardı modern eğlencenin olduğu yer, bir de şimdiki Kortan Restaurant’ın olduğu yerde Şehir Kulübü vardı, söz, nişan ve hatta düğünler yapılırdı. Oradaki nişan, düğünler de yine sandala binip açıkta demir atanlar tarafından seyredilirdi.”

Hüseyin Yeter Şakar geçmişten anımsadığı her şeyi not etmiş, bir kitap haline getimiş. 1940’tan bu güne kadar her şeyi detayları ile anımsıyor. “O zaman memleket küçüktü, herkes birbirini tanıyor ve her şeyden haberdar olabiliyordunuz,” diye anlatıyor. “Ben bakmıyorum, görüyorum yaşananları. Bu gün bunun faydasını daha iyi anlıyorum. Yazarken de, anlatırken de adeta o günleri yaşıyorum,” diye konuşuyor Hüseyin Yeter Şakar…

bodrumlu hüseyin yeter şakar'ın hayatı (10)Ne iş yaptınız? Herhalde bir meslek edindiniz değil mi?

“En başından anlatayım. Merkez Turgutreis İlkokulu’ndaydık. Dördüncü sınıftaydık. Kasım ayının 27’siydi sanırım. Bir gece anlayamadığımız bir şekilde yandı okul. Çiviler kurşun gibi sağa, sola uçuyor. O gece limanda ya Dumlupınar ya da Erzurum gemisi vardı. On beşte bir İskenderun – İstanbul seferi yapardı. O gece genç yaşta ölen ablam İzmir’e götürülecekti doktora. O gece öyle lanet, şanssız, uğursuz bir geceydi. 1948’de okulumuz yanınca ben Cumhuriyet İlkokulu’ndan mezun oldum. Sonra İzmir’e gittim. Amcamın oğlunun çalıştığı, İzmir’in en meşhur mobilyacısı Suavi Tanyeri’nin yanına çırak olarak verdiler. Çok kabiliyetim vardı. 12-13 yaşlarındaydım. Verdikleri işi yaptığımda ustam şaşırırdı. Ablam ölünce tabii biz yalnız kaldık. Annem benim yanımda ama babam da burada. Sünnet olduk İzmir’de ve babamın elini öpeceğiz bahanesi ile Bodrum’a kaçtık. Bodrum’a gelmeden önce ustam Suavi Tanyeri eve geldi ve “Bu çocuk çok kabiliyetli, Bodrum’a gidince sakın orada kalmasın,” dediydi. Ama dönmedik. Bodrum’da mobilyacılık yok. Nazilli Pide’nin olduğu yerde marangoz Hasan Hüseyin vardı. Onun yanına verdiler. Masa sandalye filan yapıyordu. O sırada da ortaokul açıldı, yıl 1949. Dedim ki babama; “Ben ortaokula gideceğim.” İki yıl devam ettim. Tornacı olmak istedim. Rahmetli annem pis ve kirli iş diye kabul etmedi. Terzi olacaksın dedi. Terzi İbrahim Özkeskin vardı. Gazeteci Zeki Özkeskin’in babası. Bodrum’u, Muğla’yı bırakın, Ege’nin en büyük ustalarından biriydi. Askere gidene kadar onun yanında çalıştım. Askerden geldikten sonra da bir müddet daha çalıştım. Sonra babam şu an bulunduğumuz binanın ön tarafını dükkân olarak yapmıştı. Bir, bir buçuk sene kadar terzilik yaptım ama sevmiyordum terziliği. Annemin zoruyla olmuştu zaten. O yıllarda Almanya işi vardı ve babama ben terzilik yapmayacağım diyerek dükkânı kapattım. Bir süre ağabeyim İbrahim Şakar’ın yanında durdum. Müteahhitti. Köy yolları, okullar, köprüler yapardı…”

Hüseyin Yeter Şakar’ın yaşamındaki dönüm noktalarından birisi de Mister Robert ile tanışması olmuş. Avusturyalı bir gazeteci. Bodrum’un tanıtımını da yaparmış. Herkes ona çok iltifat edermiş. Meğer tarihi eser kaçakçısıymış. Mister Robert, Hüseyin Yeter Şakar’ın kapattığı terzi dükkânını turistik restaurant yapmayı teklif eder. Fakat o tarihte Kıbrıs Barış Harekâtı gerçekleşir. Cengiz Topel şehit olduğunda ortalık iyice kızışır ve Mister Robert de, restaurantı açamadan kaçar. Hüseyin Şakar bu arada evlenir…

bodrumlu hüseyin yeter şakar'ın hayatı (35)Evlenme hikâyenizi de anlatır mısınız bize?

“Benim hanım Ali Cengiz’in kardeşlerinden, Vapora Hüseyin Kaptan’ın kızıydı. Hakikaten güzel bir kızdı. Ben askerden geldiğimde o daha ilkokul beşinci sınıftaydı. Benden küçüktü yani. 12 yaş var aramızda. Tanımazdık birbirimizi. O yıllarda gençler olarak güzel giyinirdik. Devamlı Paşatarlası’na giderdim. Oradan Bodrum’u seyrederdim, hayallere dalardım. Orada Rumlar’dan kalma ve birbirlerine bağlı derin kuyular vardı. Mahalleli gelir o kuyulardan su çekerdi. Mahalleli içme suyunu oradan temin ederdi. Bir gün su çeken biri var, yandan görüyorum. Güneş vurmuş bir de. Kalkık burunlu, saçları kısa kesilmiş. Giyimi de güzel. Kim dedim acaba kendi kendime. Tanıyamadım. Ama merakımı cezbetti. Suyu doldurdu, yanaşıp bakmak olmazdı. Sonuçta mahallelimdi, kardeşleri, ailesi mutlaka tanışımızdı. Arkam dönüktü, şöyle bir dönüp baktım göz ucu ile meğer benim müstakbel hanım Zehra. Tanıyamamamın nedeni ben onu hep örgülü saçlı biliyorum. Tabi 16-17 yaşlarına gelince saçlar kesilmiş, bir de güzel giyinmiş. Serpilmiş güzel bir genç kız olmuş neticede. O yanımdan geçerken göz ucu ile gördüğüm an allak bullak oldum. O güne kadar evlilik aklımın ucundan geçmiyordu. 29 yaşındaydım. Annem babam evlendirmek istiyorlardı ama benim rahatım iyiydi. Ama mahallemizin kızı Zehra’yı görünce işler değişti. Alabora oldum. Anneme gittim dedim ki bir kız var. Verirlerse tamam, vermezlerse bir daha bu konu kapanacak dedim. “Kim,” diye sordu ben de dedim, “Emine Hanım’ın, Vapora Hüseyin kaptanın kızı Zehra.” “Eyvaaah!” dedi annem, başını ellerinin arasına alarak. Giritlice “Edrepese,” yani “Utanmıyor musun,” dedi. “Çocukla mı evleneceksin,” diye sordu. Benim için kızı isteyip istememesi çok önemliydi. Ne düşündüğünü anlayabilmek için yapmadığım cambazlık kalmadı. Onları anılarımda yazdım burada anlatmayayım. Kısmetmiş oldu. Altı ay sonra da Almanya çıktı. İlk önce yeni evli olduğum için tereddüt ettim. Babam da yaşlı. Babam “Bodrum’un ahvali belli. Burada iş tutturmak için uzun yıllar gerekli. Sen en iyisi Almanya’ya git. Beğenmezseniz gelirsiniz,” dedi. 1966 da gittik Almanya’ya. 7 sene çalıştık ve burada bir pansiyon inşa ettik. Barbaros Pansiyon olarak 20 yıl çalıştık. Sağımızda solumuzda barlar açıldı. Müşteriler gürültüden rahatsız olmaya başladı. Dolayısı ile başka bir işe dönmek gerekiyordu. Bir oğlum ve bir de kızım var. Oğlum, “Bar işine gireceğim,” dedi. “Bu iş bilmediğimiz iş, belalı iş,” desem de, çok ısrar edince Lodos Bar isminde bir bar açtık. 5-6 sene bar işlettik. Sonra oğlum İngiltere’ye gitti. Onun gidişini bahane edip kapattım barı. 1996 yılından bu yana da kiraya veriyorum.”

bodrumlu hüseyin yeter şakar'ın hayatı (7) -Hüseyin Yeter Şakar’a turizmin ilk başladığı yılları da sormadan edemeyiz tabii. Almanya görmüş birisinin gözünden turizm nasıl bir şeydi?

“1960’lı yıllarda turizm ufak ufak başlamıştı. Ankara ve İzmir’de hafta sonu aileler gelmeye başlamıştı. 1954 yılında 18 yaşıma girdiğimde pasaport çıkardım ve İstanköy’e gittim. Turizm turizm dedikleri şey nemenem bir şey, neymiş diye. Gidip gördüm. Çok beğendim, her şey çok muntazamdı. Her şeyden önce faaliyet var, hareketlilik var. Raşit’in kahvesinde başlandı ilk defa turizm işine. İlk turizm hareketleri limandaki sergiler ile başladı. Sünger satılır, deniz kabuklarından hediyelikler yapılırdı ve sergide satılırdı. Uganda isimli bir gemi gelirdi buraya. Bir gelişte 1.000-1.200 talebe getiriyordu. Müthiş bir hareketlilik oluyordu. Para da giriyordu. Gençler de mutluydu. Ben Almanya’ya giderken Akdeniz Pansiyon vardı, Müveddet abla. Ali Cengiz’in kızıdır. Çok uyanık bir kadındı. İlk evini pansiyon yapan oydu. Halime abla vardı Halikarnas Disko’nun mülk sahipleri. Onlar da Halikarnas Pansiyonu açtı. Baktı millet para kazanılıyor bu işten, evler pansiyon haline gelmeye başladı. Ben Almanya’ya gidip geldiğimde, yedi yıl sonra turizm almış başını gitmişti. Deli İbrahim Mercan Pansiyonu’nu açmış, Aydın Nalbantoğlu Nereid Pansiyon’u açmış, Karya, Kalyon Otel, marina tarafında Heredot açılmış Tuğrul Acar’ın babası tarafından. Ben alt katı restaurant üstünü pansiyon yapmak niyetindeydim. Babamla ağabeyim pansiyon yaparak başlamışlar. Her odada banyo duş vardı. Kendim temizliyordum. Güzel de bir iskele yapmıştım. 1970’den 1986 yılan kadar yerli turist geldi. 86’dan sonra yabancı turist gelmeye başlayınca yıldızlı oteller yapılmaya başladı, merkezden köylere kaymaya başladı turizm. Turizme emeği geçmiş ilk kahramanları hatıralarımda tek tek yâd ettim.”

Hüseyin Şakar Almanya’dan döndükten sonra Bodrum’un tanıtımı için bir takım faaliyetlere de imza atıyor. 1974 yılında TRT’de yayınlanan “Öyküleri ile Türküler” adlı program için, Türk Halk Müziği sanatçısı Seyhan Tütün’ün söylediği Çökertme türküsü eşliğinde, türkünün öyküsü canlandırılmış ve Hüseyin Şakar da Halil rolünü üstlenmiş. 45 dakika sürmüş bu film. Kimler yok ki bu filmde; Kavalcı Ali Dayı var, Kemancı Salih, Kocabıyık Muslu var, Foto Mehmet Barut var. Yani o dönemin hemen hemen bilinen tüm isimleri varmış. Bu film Bodrum’un tanınmasında çok büyük bir katkı sağlamış.

bodrumlu hüseyin yeter şakar'ın hayatı (1)-Cevat Şakir’den bahsetmeden olmaz. Sizin için ne anlam ifade eder Cevat Şakir Kabaağaçlı, nam-ı diğer Halikarnas Balıkçısı?

“Cevat Şakir benim isim babamdır. İlk Bodrum’a geldiğinde kalede kalması gerekiyormuş. Ama kaymakam ile anlaşma yapıyorlar ve dışarda bir ev bulup ve 24 saatte bir imza atmak şartı ile evinde yaşamasına izin veriyorlar. Azmakbaşı’nda şimdinin Sultanahmet Köftesi satılan evi buluyorlar. “Kirası ne kadar,” diye soruyor Cevat bey. Kaymakam “25” diyor. 25 deyince bir duraklıyor Cevat bey. “Büyük para…’ diyor, “25 lira veremem.” Kaymakam gülerek “25 kuruş yahu…” diyerek rahatlatıyor. Yıllarca bu evde yaşıyor. İsim babalığına gelince; o dönem Cevat Bey Bodrum’da çok seviliyor. Herkes çocuğu olduğunda ona gidiyor ve ismini Cevat Bey koyuyor. Ablam Belkıs’ın ismini de Cevat Bey koyuyor. Ablamı kucağına alıyor ve “Çok güzel bir kız olacak bu Derviş usta, ben buna Belkıs ismini koyuyorum,” diyor. Aradan on yıl geçiyor hiç hesapta yokken ben doğuyorum. Babam Cevat Bey’i eve getiriyor, kahveler içiliyor. Annem bebekle geliyor. Cevat bey babama bakıyor ve beni torunu zannediyor. Çünkü o zaman üç torunu varmış babamın. “Tekne kazıntım elinden öper,” diyor. Cevat Şakir basıyor kahkahayı ve ‘Yeter be Derviş ustam yeter…’ diye bağırıyor. “Hala mı yahu? Bunun adı Yeter olsun,” diyor. Ama annem Giritlice “Zevat bey ama ben babamın adını da isterim,” diyor. Bunun üzerine Cevat Şakir benim adımı Hüseyin Yeter olarak koyuyor. Ben onların evinde büyüdüm. Çok büyük bir adamdı. Onun Bodrum’a gelmesi ve yerleşmesi büyük bir şanstı Bodrum için. Bodrum’a çok önemli katkıları oldu. Bu gördüğünüz büyük ağaçların hepsi onun eseridir. Yurtdışından Bergamut ve Pomelan getirtti. Modern balıkçılığı da o öğretti buradakilere. Babam belediye binasını yaparken, belediye etrafındaki düzenlemeyi de Cevat Bey yapmış…”

bodrumlu hüseyin yeter şakar'ın hayatı (45)-Hüseyin Yeter Şakar, Cevat Şakir ile ilgili en çok bilinen anekdotu anlatıyor;

“Bir sabah kalktık, kalenin önünde Amerikan donanması, büyük büyük armadalar, çıkarma gemileri. Yıl 47-48. Neredeyse bütün Bodrum Kumbahçe sahile geldi. En iyi oradan görünüyordu. Seyrederken bir baktık çıkarma gemilerinin arkası açıldı. Tanklar denize indiler. Aynı ördek gibi. Şaşırdık kaldık. Belki on tane tank Hey Yavrum ’un aradan caddeye çıktılar bir tur attılar ve tekrar gemilere döndüler gittiler. Tabi bu donanmaya bir hoş geldiniz ziyareti yapılacak. Bodrum kaymakamı, belediye başkanı ve diğer protokol oluşturuyorlar. Tabii tercüman lazım. Evvela burada Galip Bey vardı, ziraat teknisyeni, ona söylüyorlar. Galip Bey, “Ben o kadar iyi İngilizce bilmem, tercümanlık yapamam,” diyor. “Cevat Bey var, en iyi o bilir.” Cevat Şakir’e söylüyorlar. Cevat Şakir antika bir adam. Kılık kıyafeti değişik. Onun üzerinde askeri bir montgomeri vardı, siyaha boyatmış. Bir de siyaha boyattığı askeri bir pantolonu. Başında da siyah bir bere. Dev gibi bir adamdı. Dünyayı takmazdı. Neyse ertesi gün gidiyorlar Bodrum protokolü ile donanma ziyaretine. Amerikan Donanma Komutanı herkese hoş geldiniz diyerek ellerini sıkıyor. Cevat Bey en arkada duruyor. Ona da usulen bir hoş geldin diyorlar. Kaptan köşkünde konuşmaya başlayınca, Cevat bey de tercüme ediyor konuşulanları. Amerikalı komutan şaşırıyor. “Benden güzel İngilizce konuşuyorsun, nerden öğrendin,” diyor. Cevat Bey Oxford mezunu olduğunu ve yedi lisan bildiğini anlatıyor. Protokolü yolcularken Amerikalı komutan, Cevat Şakir’in önünde eğiliyor ve onu öyle selamlıyor. Bu yıllarca anlatıldı orada bulunan zevat tarafından. Daha sonra İzmir’e yerleşti ama orada mutlu olmadığını duyuyorduk. Zor günler yaşamış. Yazdığı kitaplardan aldığı telifler ile zar zor geçinmiş. Vasiyeti üzerine 1973’de öldüğü zaman Bodrum’a gömüldü…”

Bodrum müze müdürü Haluk Elbe’nin açtığı İngilizce kursuna da devam eder Hüseyin Yeter Şakar. Cevat Bey ile ilgili bir anısını kahkahalar ile şöyle anlatıyor;

bodrumlu hüseyin yeter şakar'ın hayatı (43) “Ben aşağıda kapının önünde duruyorum, sağı solu seyrediyorum. Bir baktım Cevat Bey geliyor bu yana doğru. Baktım Cevat Şakir yürüyüşü. Koca koca adımlar, başı önünde. Başını kaldırmadan sağa sola gür sesi ile “Merhaba” diye selam veriyor. Benim tam önümden geçerken “Merhaba Cevat Baba hoşgeldiniz, nasılsınız,” diye sordum. Kaç sene geçmiş aradan. Döndü şöyle bir baktı bana “Merhaba hoşbulduk Yeter,’ dedi ve yürüdü gitti. Şaşırdım tabii. Yunusların atası Yunus Amca vardı. Bodrum’un en büyük bakkaliyesi. Oda dükkânın önünde oturuyor. Göbekliydi, göbeğinin üzerinde de köstekli saat. Bir gördü Cevat Beyi. “Bre Zevat Bey sen misin? Nerden çıktın bre yav,” dedi. Cevat bey de “Anamın ….dan. Nereden çıkacağım başka,” dedi ve yürüdü gitti. Bunu da hiç unutamam. Ali Cengiz ile çok iyi arkadaşlardı. Penguen’in orada otururlar, çok güzel muhabbet ederlerdi. İngilizce ile birlikte Almanca’yı da su gibi konuşurdu.”

“Geldiği zaman buraya çok hanım hanımcık, hatta derlerdi ki beş vakit namazında, 40’lı yaşlarındaydı çok da güzel bir hanım değildi. Âmâ Hüseyin’in hanımı vardı Fahriye Hanım, onu yanında çalıştırırdı. Nişanlısı varmış, ölmüş bir daha da evlenmemiş diye bir laf vardı.”

bodrumlu hüseyin yeter şakar'ın hayatı (47)-Bodrum Hakimi’nin intihar olayını hiç bu kadar detaylı dinlememiştim. Sanıyorum BGDergi okurlarımız da bu olayın detaylarını ilk defa öğrenecekler;

“Hakime hanımın intiharını yaşadım. Kendisine manto dikmiştim İbrahim (Özkeskin) usta ile. Ölümünden bir sene evvel. Evine götürdüm, bahşiş vermek istiyordu ama çekindi benden, genç olduğum için herhalde. Ertesi gün dükkâna geldi parasını ödemeye. Bu mantonun düğmelerini kim dikti dedi. Ustam ‘Hüseyin dikti,’ dedi. “Tebrik ederim,” dedi, “ben böyle bir düğme görmedim.” Ayaklı dikmiştim çünkü düğmeleri, iliğe kolay girsin diye. “Ben böyle bir düğme ilk defa görüyorum,” deyip bana bahşiş verdi, bunu bahane edip. Kısaca anlatayım hikâyesini. Geldiği zaman buraya çok hanım hanımcık, hatta derlerdi ki beş vakit namazında, 40’lı yaşlarındaydı çok da güzel bir hanım değildi. Âmâ Hüseyin’in hanımı vardı, Fahriye Hanım. Onu yanında çalıştırırdı. Nişanlısı varmış, ölmüş bir daha da evlenmemiş diye bir laf vardı. Kadın ilk geldiği zamanlarda gerçekten çok ağır, mutaassıp bir hanımdı. Sonradan sosyetik bir iki aile ile bir savcı ile dost oldu. Keşiflere gidiyorlardı köylere. Döndüklerinde bakıyorduk, kahkahalarla iki kişinin kolunda ve sarhoş şekilde eve geliyor. Tabi ne olduğunu da bilmiyoruz. Sonra yanında bir kız vardı onun 17-18 yaşlarında. Biraz mavi boncukçu bir kızdı. Bana da gelmişti ama ben iyi ki gitmemişim. Herkese mavi boncuk dağıtırdı. Bir gün birisine randevu vermiş, aynı gün başka birisine de. Arkadaşın biri geliyor, yanlış hatırlamıyorsam 23 Nisan’dı ablası ile kalıyordu ve ablası müsamereye gidecekti, bekleyen arkadaş bir bakıyor kapı açılıyor başka birisi giriyor avluya. Görünce geleni kıskançlık damarı patlıyor. Doğru polise. Polis geliyor bir baskın. Çocuğu yakalıyorlar avluda. Tabi o zamanlar elini tutabilsen ne mutlu. Ama uygunsuz bir vaziyet yok. Tabi evin içinde yakalandığı için, ertesi gün bir mahkeme 10 ay hapis çocuğa. O zavallı gider gelir şimdi Bodrum’a bazen. Lakabı da ıspanaktı. 10 ay hapis yattı çocuk, tabii kızcağızı da hemen memleketine yolladı hakime hanım. Ondan sonra yalnız kaldı. Bu yalnızlık da ona dokundu. Öyle tahmin ediyorum. Bunalıma girdi. Çünkü o kız onun can yoldaşı idi. Zaman zaman durgunluk gelirdi ona. İyice durgunlaştı zamanla. Bir gün Fahriye hanımdan ip istiyor, diyor ki; “Bana bir urgan lazım.” Bir gün evvelinde. Ve diyor ki; “Ben biraz rahatsız hissediyorum kendimi. Yarın kapıyı mutlaka çal ve mutlaka içeri gir ve beni uyandır, geç kalmayayım.” Fahriye Hanım geliyor sabah çalıyor kapıyı, yok. Pencereyi vuruyor, bağırıyor, yok. Orada Çimçim Ahmet denilen birisi var. Subay, Ahmet Tünay, şimdi burada, ufak o zamanlar, diyor ki Ahmet şuradan atla da hâkime hanımı uyandır. Duvardan atlatıyorlar çocuğu. Çocuk giriyor içeriye içerisi loş olduğu için bir şey görmeden yukarı çıkıyor. Giriyor bakıyor hâkime hanımın yatak odasına, yok. Geriye dönüyor, geri dönerken gözü loşluğa alıştığından bakıyor bir ip sarkıyor merdivenden aşağıya. Baktığında kadını görüyor, çocuk zaten küçük, hemen atıyor kendini baygın vaziyette dışarıya. Açıyorlar kapıyı hemen. İlk gelen savcı arkadaşı. Bu kadın cahil bir kadın değil, mutlaka bir şeyler yazmış bırakmıştır. Ne kâğıt ne bir şey bulunamadı. Bütün şüphe onda toplandı. İlk giren kimdi? Belki de o aldı kâğıdı. Bilmiyoruz. Öyle dedikodular çıktı ve ne olduğu belli değil. Otopsiler yapıldı, iç organları türbe mezarlığına gömüldü. Ağabeyi geldi. Burada o zaman tek minibüs var Meyami Salih’in. Onunla anlaşıp İstanbul’da nişanlısının yanına gömmüşler diye söylenti oldu. Ondan sonra da bildiğiniz gibi Mustafa Bacaksız Çelik Dayı hâkime hanım türküsünü besteledi. Ne olduğu belli değil. Kime sorsanız kafasına göre bir şeyler uyduruyor.”

 -Bir de Halil Efe hakkında neler söyleyeceksiniz. Söylenenlere göre çok da makbul bir adam olmadığı duyulur. Ne diyorsunuz?

“Efelik ile alakası yok. Çingen Halil zaten adı. Kendisi bildiğiniz kaçakçı. Türkü de geçti ya ismi. Halil Efe oldu hemen adı. Adı üzerinde Çingen Halil. Kaçakçılık yapan bir adam bu. Ben 1936’da doğdum. O 1900’lerin başlarında.

bodrumlu hüseyin yeter şakar'ın hayatı (38) -Kerimoğlu hakkında ne biliyorsunuz?

“Kerimoğlu’nun kızını hatırlıyorum. Taşlık sokakta otururdu, Yunuslara ekmek almaya gelirdi. 1950’li yıllardı. Yaşlı başlı, çakır gözlü, aksi suratlı bir kadındı. Torunu da, Mehmet Kocaman var burada, tabela falan yazar. Ama Kerim Efe’nin kendisini fotoğraflardan tanırız. Tabi o zamanlar efelik dediğin ne ki? Eşkıyalık yapıyor. Gidiyor yol kesiyor. Efelik dediğin Çakırcalı gibi olur. Çakırcalı Mehmet Efe vardı. Bu adam babası öldürüldükten sonra, kendini fakire fukaraya adıyor. Gidip zengin konaklarını basıyor, zenginden altın alıp, köylü fukaraya dağıtıyordu. Efe dediğin bu. Sonradan da Osmanlı zaptiyeleri vurmuş onu…”

 “Bu gelişimin olmaması mümkün değildi ama ben diyorum ki; keşke bu kadar olmasaydı. Benim bütün arzum şuydu evet Bodrum gelişecek ama bu kadar olmaması, bu dağların tepesine kadar imarın çıkmaması lazımdı.”

bodrumlu hüseyin yeter şakar'ın hayatı (14) -Son olarak röportajımızın sonunda neler demek istersiniz, Bodrum’un şimdiki hali ile alâkalı…

“Bodrum o eski haliyle kalamazdı çünkü iş yoktu, fakirlik vardı. Mesela ceket diktiren adamdan parası hemen alınamazdı. Derdi ki, “Süngerim var, çıkınca vereceğim, zeytinim var, mandalinam var çıkınca vereceğim.” Ama bir samimiyet ve bereket vardı. Herkes birbirini anlıyordu. O zamanlar şeref ve namus söz ile idi. O fakirlikle devam edemezdi Bodrum. Halkın büyük bir kısmı, Giritlilerin çoğu Nazilli’ye gitti, İzmir’e gitti. Ama mesela kaptanların durumları çok iyiydi. O zamanlar otobüs yok. Nakliyat tekneler ile yapılıyordu. Yine de o vaziyette kalamazdı Bodrum. Bu gelişimin olmaması mümkün değildi ama ben diyorum ki; keşke bu kadar olmasaydı. Benim bütün arzum şuydu; evet Bodrum gelişecek, ama bu kadar olmaması, bu dağların tepesine kadar imarın çıkmaması lazımdı. 80’lerde kooperatifler kanununun gelmesi ile Bodrum bitti. Köyler bizim için ayrıcalıktı şimdi ise hiçbir anlamı kalmadı. Turizmin girmesine hiçbir zaman bir şey demedim; ama bu gidişle benim torunlarım bu dağların yeşil halini hiçbir zaman göremeyecekler.  Gençlere diyeceğim ise, buraya özen gösterin, bilhassa Bodrumlu gençler. Bodrum için yapılan toplantılarda hep dışarıdan gelip buraya gönül vermiş kişiler var. Bakın oralara iki tane Bodrumlu yok. Bodrumlu kendi memleketine sahip çıkmıyor, ben buna üzülüyorum. Son olarak kale müzesi hakkında planlanan durum umarım olmaz. Buradan 60’lı yıllarda çıkarılan Afrodit heykelleri kahvelerde satılıyordu. O zamanlar gelen turistler, biz onlara seyyah derdik, iyi ki görmemiş. Orası büyük bir tarih merkezi. Umarım bozulmaz…”

Yorumlar

  1. Mehmet Ülküm dedi ki:

    Fatih Bey; Bodrum’un yaşanılmış ve bu Kente acısıyla tatlısıyla katkıda bulunmuş insanların anılarını gelecek kuşaklara aktarmak adına hizmet etmişsiniz. Sizi tebrik ediyorum, Yeter beye sağlıklı uzun bir yaşam diliyor ve teşekkür ediyorum. Bu tür çalışmalarınızın devamını diliyorum . Devamında bu anıların bir kitap haline getirilmesinin çok kıymetli olacağını düşünüyorum.