Bodrum Gündem

BEN BİR ÖĞRETMENİM…

BEN BİR ÖĞRETMENİM…

hatica orman manşet fotoğrafıBir Anadolu kasabasında 9 Aralık 1991 tarihinde başladım öğretmenliğe. İlk görev yerim içinden tren yolu geçen Yozgat ilinin Yenifakılı ilçesi idi. Küçük bir ilçe olan Yenifakılı’da tepede mavi boyalı heybetli  bir binada, Aralık ayının karlı ve soğuk bir gününde girdim sınıfa. Çocuklar sadece ilçe merkezinden değil civar köylerden de geliyorlardı. Çoğu traktör kasasında okula gelebiliyordu. Yöre halkının geçim kaynağı  şeker pancarı  üretimiydi. Kış çok uzun sürdüğü için yaklaşık altı ay kadar karın altında kalan tarlalarda bir şey yetişmiyordu. Okulumuz kömürle ısınıyordu. Fotokopi makinesinin olmadığı, yazılı sınav sorularını tahtaya yazıp çocukların önce soruları yazıp sonra cevapladıkları günlerdi. Yeşil tahta ve tebeşir tek eğitim aracı idi. Bir kaç yıl sonra teksir makinesi çıkmış mumlu kağıda yazarak saman kağıdı ile soru kağıdı çoğaltabiliyorduk. Ders kitabı, defter, kalem öğrenciye, bana da tebeşir ve tahta yetiyordu. Nice kompozisyonlar yazıldı, nice yarışmalara katılındı. Eldeki ile yetinmeyi bilen, teknoloji ile tanışmamış  yaratabilen, yazan, çizen çocuklar…

Anadolu insanının, yiğitliği merhameti bütünüyle çocuklarına da yansımıştı… Çok kalabalık olan sınıflarda başka başka sulara yelken açmaya çalışıyor, öğreniyor ve öğretiyordum. Soğuktan ve tarlada pancar hasadı yapmaktan nasır tutmuş, yara olmuş ellere kalem tutturmak, dilimizi edebiyatımızı öğretmek, yaşamlarına dokunmak en zevkli olandı. Beş yıl sonra  zorunlu hizmetimi tamamlayıp oradan ayrılırken yüzlerce çocuğumun yarınlarına umut olmaya çalışmanın huzurunu taşıyordum. Kerpiç evlerden ,çamurlu yollardan oluşan bu kasabadan ayrılırken tren vagonlarının geride bıraktığı sesi yıllarca hiç unutmayacaktım. Yaşamı bana öğreten, öğretmenliği öğreten ,insanlara güveni ve iyi niyeti öğreten bu küçük kasaba yıllarca yaşam rehberim olacaktı. Bodrum yarımadası Anadolu kasabasından sonra çok farklı olacaktı ;ama 1995 yılının Bodrum’unda öğretmek ve eğitmek de çok keyifliydi. Yeni bir başlangıca merhaba derken etrafımdaki coğrafya değişse de çocuklar birbirinden çok farklı değildi. Yarımada okulu olduğumuz için Mumcular yöresi köyleri  ve şehir dışından gelen çok öğrencimiz vardı. Yabancı dili öğrenmeye çalışan çocuklarımızla yaptığımız kültürel faaliyetler, tiyatrolar. Adım adlı okulumuzun ilk edebiyat dergisi, İngilizce ve Almanca tiyatrolar öğretmenliği zevkli kılıyordu. Umurça’da eğitim öğretime devam ettiğimiz yıllarda sabah ezanıyla derse giriyorduk bu nedenle de İstiklal Marşımızı hava aydınlanınca bir ders sonra okuyorduk. Turgutreis yılları okul binasının yapılmaya başlandığı  umutlu yıllardı. Okula ulaşmak için en az iki saat önce yola çıkan öğrencilerimiz çoğunluktaydı. Bu yüzden okulu bırakmak isteyen bir çok öğrencimiz oldu. Öğrencim okumak istemediğini söylüyordu sadece .. Oysa ki ekonomik sıkıntılar, çocuklarımızı yıldırmıştı. Bu şekilde okul aile birliğimiz ve yardımsever kişilerin çabaları ile bu çocuklar tekrar okula döndürüldü, eğitimlerini tamamlayıp bu gün yetişkin bireyler oldular. Konacık’taki binaya taşındığımız 2002 yılından sonra mutlu çocukların okuduğu bir okul olmuştuk. Yıllar sonra kendimize ait okul binamız olmuş ,sürekli oradan oraya taşınan ,vizyon geliştirememiş bir kitle olmaktan sıyrılmıştık. Çocuklarımızın bir bahçesi ve oyun alanı vardı artık… O bahçeye sevgiyle ve elbirliğiyle ağaçlarını dikti çocuklarımız, her birinin ağacı vardı, onları büyütme  ve koruma görevleri   vardı. Başarma azmiyle yoğrulan binlerce çocuğum…  Yılların biriktirdiği çok güzel çocuklar.

Sınıfıma girdiğim anda dertlerim, acılarım, hüzünlerim yok olurdu benim. Yoklukların içinde yarınlara dair umut olmalıydım. Ben çocuklarıma başarmayı öğretmeliydim. Her zaman ve şartta, imkansızlıkta, yoklukta başarabilmek. Benim karamsarlığa kapılmaya hakkım yoktu, sonra çocuklarım ne olurdu?… Hep bunu düşündüm, ay yıldızlı bayrak olmak, vatanımı sevmek ve görevimi en iyi şekilde yapmak… Bunlar devletime ve  milletime karşı en önemli görevlerimdi. Benim öğretmenlerim bana bunu öğretti, sonsuza kadar da böyle yaşamalıydım. Zayıf olanın elinden tutmak ve  keşfetmek, kıyıda köşede gezen çocukları ve boynu bükük olanı görmek, öğle teneffüsünde sınıfları dolaşırken çantasından çıkardığı ekmek arasını yemekte olanın yüreğine dokunmayı bilmek, parmak kaldırmayanı konuşturmak, kitabı olmayanı bulmak ,kirli ve yırtık pantolonla  sıradan geçeni ,montu olmayanı  fark etmek, sürekli geç kağıdı almaya gelen öğrencinin parası olmadığı için okula yürüyerek geldiğini anlayabilmek, ailesiyle uzlaşamayanı uzlaştırmak, sorunları aşmalarına destek olmak, üniversite yaşamına katkılar sunmak, benim işim işte bunlardı.… Ben Atatürk’ün gösterdiği yolda ilerleyen bir Cumhuriyet öğretmeniyim. Yıllar yılı almadan vermeyi sadece çocuklarımın gözlerinin pırıldamasını, milletimizin değerli bireyleri olmalarını, hayata karşı dik durabilmelerini ve hep çok çalışmalarını istedim onlardan, ancak o zaman güçlü olabilirlerdi…En iyi okulu kazanmalarını ,en yüksek puanı almalarını  ama her şeyden önce iyi insan olmalarını, dürüst ve mert olmalarını istedim. Sonsuza kadar da onların hepsi için iyi dileklerimi gönül dolusu sevgimi yollamaya devam edeceğim. Çünkü ben bir  öğretmenim…

 

 

Yorumlar

  1. Melike Aydoğan dedi ki:

    Harika bir yazi olmuş degerli öğretmenim. Tüm o zorluklari yasamadan ekmek elden su gölden büyüyen bir nesil var. Malesef bazi değerleri yipratiyoruz. Tüketim kolaylığı var diye üretmeyi bıraktık. Asil bundan sonra siz öğretmenlere cok daha fazla is düşüyor. Yollari aydinlatacak geleceğe ışık tutacak olanĺar sizlersiniz. Bir gün değil hergün değerinizin bilinmesi dileklerimle… Saygıyla ellerinizden öperim

  2. Cevat CANGIR dedi ki:

    Tebrik ederim hoca hanım.Beni duygulandırdınız.Aynı çalışmaları yaşamış ”Anadolunun tozlu bozkırlarından kaya dibindeki çiğdemleri ”görmüş bir kişi olarak duygularınızı anlıyorum.Yaşamınızda sağlıklı ve mutlu nice günler diliyorum…