Bodrum Gündem

PROF. DR. NAZAN APAYDIN DEMİR  “BETONDAN DEVA OLMAZ”…

PROF. DR. NAZAN APAYDIN DEMİR  “BETONDAN DEVA OLMAZ”…

Türkiye'nin ilk ve tek “Kozmetik Ürünler Uygulama ve Araştırma Merkezi”ni kuran bilim insanı Prof.DrTürkiye’nin ilk ve tek “Kozmetik Ürünler Uygulama ve Araştırma Merkezi”ni kuran bilim insanı Prof.Dr.Nazan Apaydın…

Çiçek Bozoğlu / BG Dergisi Röportajları

Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi’nden Prof. Dr. Nazan Apaydın Demir’le gerçekleştirdiğim bu röportaj esnasında ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün  “Vatanını en çok seven, görevini en iyi yapandır…” sözleri kulağımda çınladı durdu. Vatanseverlik Nazan Hocayı anlatan kelimelerden sadece biri belki de. Vatanseverlik;  görevini en iyi şekilde yaparken kendisinden sonra gelecek nesillerin gelişmesine katkı koyabilmektir zannımca. Tam da bu anlamda karşımda gördüğüm örnek bir Cumhuriyet kadını Prof. Dr. Nazan Apaydın Demir. İlim irfan sahibi, kendine güvenen ve güveninin temelini de bilimsel bilgiye dayandıran. İdealleri için durmaksızın, tüm olanaksızlıklar ve engellere rağmen yılmadan, inançla çabalamış ve bu çabalarının meyvesini de her taşında emeği olduğu, Türkiye’nin ilk ve tek “Kozmetik Ürünler Uygulama ve Araştırma Merkezi”ni kurarak almış. Kurduğu merkezle bitmiyor Nazan Hoca’nın hayalleri. O betona, ranta teslim olmuş bir Muğla yerine bu güzel coğrafyayı zambaktan menekşeye, orkideden kantorona bin bir çeşit çiçek bahçesi ile donanmış olarak hayal ediyor.

Prof. Dr. Nazan Apaydın Demir; Eğer hedefinizi görüyorsanız, yolu açabiliyorsunuz. Yolun üstündeki hiçbir engel de sizi durduramıyor. Ama sizin bir hedefiniz yoksa, çalışırken önünüzde dört şeritli yol olsa da hiçbir yere varamıyorsunuz. Ben yaptığım işin doğruluğuna inanıyorsam, hiçbir engelden yılmıyorum ve bir işe başlamışsam mutlaka bitiriyorum…” diyerek özetliyor yaşam felsefesini. Ve ekliyor: Hedeflerime ulaşmak konusunda inatçıyım, asla vaz geçmem…”

 Şimdi Prof. Dr. Nazan Apaydın Demir’in kim olduğunu, kurduğu merkezi ve hayallerini öğrenelim.

-“Özel sektörde memur bir babanın beş çocuğundan biri olarak, Tarsus’ta doğdum. Üniversite hayatına kadar Tarsus’ta eğitim gördüm. Lise eğitimimi Tarsus Endüstri Meslek Lisesi kimya bölümünde tamamladığım için kimya ile ilk tanışmam böyle oldu diyebilirim. Meslek lisesi çıkışlı olduğumdan puanım düştü ve fen fakültesi kimya bölümünde okudum.  Asıl ilgi duyduğum alan edebiyattı; fakat lisedeki eğitimin bir devamı olarak mecburen fen alanında eğitimimi tamamladım. Erzurum’da Atatürk Üniversitesi Fen Fakültesi’nden mezun olduktan hemen sonra aynı fakülteye biyokimya alnında asistan olarak girdim. Daima iyi bir öğrenci oldum. Akademik kariyerime aynı alanda yüksek lisans, doktora, doçentlik ve profesörlük alarak devam ettim. 7 yıllık profesör olarak ayrılarak Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi’ne geldim. Ama şunu da söylemek istiyorum; bugün Türkiye’de kimyagerlik eğitiminin en iyi verildiği 3 üniversiteden biri Atatürk Üniversitesi’dir.  Muğla’ya geldiğimde önce Moleküler Biyoloji ve Genetik bölüm başkanlığı yaptım. Daha sonraysa üç yıl Araştırma Laboratuvarları Merkezi’nin müdürlüğünü ve koordinatörlüğünü yürüttüm…”

Türkiye'nin ilk ve tek “Kozmetik Ürünler Uygulama ve Araştırma Merkezi”ni kuran bilim insanı Prof.Dr.Nazan Apaydın (7)“Kozmetik Ürünler Uygulama ve Araştırma Merkezi” oluşturmayı ne zaman düşündünüz?

-“Bu alandaki çalışmalarıma Atatürk Üniversitesi’ndeyken başlamıştım aslında. Burada da bununla ilgili bir laboratuvar kurmaya çalışırken, eşim Burdur kampüsünde bulunan Fen Edebiyat Fakültesi’ne dekan olarak atandı ve ben de merkez laboratuvarına müdür olarak atanınca Moleküler Biyoloji ve Genetik bölüm başkanlığından istifa ettim. İki bina ve görev arasında gidip gelmemek adına bu tercihi yaptım. Burada hem merkez laboratuvarları müdürlüğünü hem de tüm merkezlerin üst koordinatörlüğünü yürütürken Kozmetik Ürünler Uygulama ve Araştırma Merkezi kurmak için başvuruda bulunduk üniversite olarak. Çünkü Türkiye’de tanımlı böyle bir merkez yoktu, alan tanımsız ve boştu. Türkiye, çok büyük bir pazarı olan sektörün akademik olarak tamamen dışındaydı. Merkezin yanı sıra meslek yüksek okulu bünyesinde “Kozmetik Kimyası ve Teknolojisi Bölümü”nü açmak için de yoğun bir çaba harcadım. Yeni bir merkez kurmak, bölüm açmak ve bununla ilgili yazışmaları, müfredatları hazırlamak herkesin yaptığı bir şey değil. Bu bölümün müfredatını da ben hazırladım…”

Böyle bir bölüm kurmaktaki amacınız nedir? Buradan mezun olacak gençlerden beklentiniz nedir?

-“En azından kozmetik sektörü için teknik, ara eleman olmalarını bekliyorum. Bu kadar önemli bir sektörün eczacılığın, kimyanın veya biyolojinin arka bahçesi gibi değil de bizzat kurumsallaşması gerektiğini düşünüyorum. Kozmetik Fakültelerinin kurulması gerektiğini, açtığımız merkezin de Kozmetik Fakültelerine giden yolda bir ara mesafe olduğunu düşünüyorum. Dünya genelinde çok ciddi ciroları elinde tutan bir sektörden bahsediyoruz. Bunun mutlaka mesleki eğitimi de olmalı. Eğitim, kurumsallaşmada çok önemlidir. Kozmetik Fakültesi çatısı altında aromaterapi, fitoterapi, parfümörlük gibi anabilim dalları oluşturularak bu çok güncel alanlardaki karmaşaya da bir son vermek önemli. Hiçbir mesleki eğitimi olmayan birçok insan bu yasal boşluktan faydalanıyor çünkü. Ülkemiz, bu eğitimleri bir fakülte çatısı altında toplayarak hem eğitimi güncellemek hem de diğer ülkelere karşı bir öncü rolü oynamak imkânına sahip. Bunlar binlerce yıldır var olan kavramların, modern dünyaya uyarlanmış hali olacak ve emin olun gelecekte bugün olduğundan çok daha fazla önemli olacak.

general-cosmeticsSizin bahsettiğiniz kozmetikle kamuoyunun algıladığı kozmetiğin aynı şey olmadığını düşünüyorum.

-“Bilişim ve silahtan sonraki en büyük pazar kozmetik ürün ve parfüm sektörüdür. Lütfen insanımız sektörün gücünü doğru algılasın. Deterjan ve sabun gibi temizlik ürünleri de kozmetik sektörünün çatısı altındadır. Kişisel hijyenimizin yanı sıra çevremizin temizliğini de sağlayan, diş macunumuzdan, şampuanımıza kadar hayatımızın bir parçası olan bir sektör bu. Bugün kozmetik sektörünün dışında olup sağlıklı olan kimse söz konusu olamaz. Hayatı boyunca tek bir Aspirin dahi kullanmadığını söyleyen çok sayıda insan tanıdım ama sabun kullanmayan, temizlik ürünü kullanmayan bir insan var mıdır? Ya da böyle bir insanın sağlıklı olması mümkün müdür? Kozmetik sektörünün önemini yeteri kadar kavrayamıyoruz, farkında değiliz diye düşünüyorum. Kozmetik sektörünün önemli bir bölümünü cilt bakım ürünleri oluşturuyor. Bugün pazar yerine gidin, 1 liraya bile oje bulursunuz; biz bunlardan bahsetmiyoruz. Bunlar boyar maddelerin organik çözücülerle çözülmesi ile kolayca hazırlanan ürünlerdir. Bizim merkezimiz zaten bu grup ürünlere hiç girmemiştir. Kozmetik sektörüne sadece renkli kozmetikler olarak bakmayalım; dünyanın en büyük üçüncü pazarından bahsediyoruz ve pazar şu an tamamen doğal ürünlere kaymış durumda. Bizim asıl hedefimiz sektörün üreticisi olmak, büyük bir potansiyelimiz olduğu konusunda bir farkındalık yaratmak, doğal kaynaklı nitelikli model ürünler geliştirmek ve ekonomiye büyük girdi sağlayacak bu alan için akademik destek vermek…”

Türkiye’nin florasının inanılmaz bir zenginliği var.

-“Basitçe söylersek bütün Avrupa Kıtasında 12.500 kadar bitki çeşidi var; bunların 11.000 kadarı Türkiye’de yetişiyor. Bu 11.000 bitkinin 3.000’i ise sadece bizim ülkemize özgü endemik bitkiler. Bizim en yakınımızda Yunanistan’da bu sayı 800.  Rakamlarla açıklandığı zaman tablo çok net. Öte yandan Muğla’ya baktığımızda iki tane havalimanı olan, güvenli, insanı medeni, çok yağış alan ve bu yüzden adeta yarı tropikal bir iklime sahip. Haliyle orkide dâhil yüzlerce endemik çiçeğe ev sahipliği yapacak toprağın altı da üstü de her türlü zenginlikle donatılmış eşsiz bir şehir. Adeta bu iş için var olmuş bir şehir görünümünde; bakir ve sağlıklı güzelliğin dünyaya açılan kapısı olmak için tüm güzelliği ile beklemede…”

Türkiye'nin ilk ve tek “Kozmetik Ürünler Uygulama ve Araştırma Merkezi”ni kuran bilim insanı Prof.Dr.Nazan Apaydın (11) Kozmetikte piramidin en üstünde hangi ürün yer alır?

-“Piramidin en üstünde parfüm, en altında da yüzey temizleyicileri yer alır ki ülkemizde bunlar bile milli kaynaklarla yapılmaz. Sentetik kimyasallar yurtdışından ithal edilir ve karıştırılır. Sonra da çok cüzî bir kar payı ile dışarı yollanır. Bir tır deterjan gönderir bir koli parfüm alırsınız. Türkiye’de var olduğunu ifade edilen kozmetik sektörünün hemen hemen tamamı ithaldir. İhracat diye gösterilen ürünlerin hammaddeleri de Türkiye’de yapılmıyor. Böyle bir paradoks var burada. Bunu aşmak mümkün ve bence gerekli de.

Parfüme gelince; o bir prestij ürünü ve doğduğu yer Mısır değil Mezopotamya. Hatta tarihte kayıtlı ilk kimyager Babilli bir kadın olan Taputti ve yaptığı ürün de parfüm. Üzücü olan şu ki, binlerce yıl önce bu coğrafyada başlayan parfüm sanatı bugün bu ülkede yapılmıyor maalesef. Merkezimiz tüm bu olaylara dikkat çekmek için var. Onlarca doğal kaynaklı parfüm de yapmış durumdayız…”

Muğla’da çok güzel bir proje başlattınız.

-“Kozmetiğin üreticisi olmak için bir farkındalık yaratmaya çalışıyorum. Dışarıdan çok farklı söylemlerle  yıpratılmaya çalışıldığımı da çok üzülerek ifade etmek istiyorum. Ben yaptığım işin doğruluğuna çok inanıyorum. Bu sektörün ülkemizin ekonomisine çok ciddi bir katkı sağlayacağını, kadın istihdamı yaratacağını ve doğal kaynaklarımızın boşa gitmeyip, bu alana yönlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Siz dağlardaki zambakları, orkideleri ve diğer endemik çiçekleri başına jandarma dikerek koruyamazsınız. Biyokaçakçılığa bu şekilde engel olamazsınız. Onları doğal ortamında çoğaltarak, etken maddeyle izole edip ürüne dönüştürerek, üretime ve ekonomiye katkı sağlayarak korursunuz. Muğla’yı zambak tarlaları, orkide ve menekşe bahçeleri ile hayal edin. Kantaron, papatya ve yasemin tarlaları ile hayal edin. Emin olun ki bu doğal kaynaklar altından daha değerli ekolojik zenginliklerimizdir ve sadece teşhis edip bir kitaba yazmak yetmez. Onları doğrudan üretime yönlendirmek gerekir. Zaten kadim tarih boyu hep yapılmış bir şey bu. Ben sadece bunu modern zamanlara uyarlamaktan ve bu zenginliklerimizin farkında olmaktan bahsediyorum. Daha fazla geç kalmadan. Bu tohumlar ve soğanlar yok olmadan…”

İzmir'in Karaburun ilçesinde yetişen ve kış çiçeği olarak bilinen nergise coğrafi işaret almak için Türk Patent Enstitüsüne başvuruldu. Adını mitolojik bir hikayeden alan ve kasım ayında yetişmeye başlayan nergisin hasadı şubat ayı sonuna kadar sürüyor. ( Cem Öksüz - Anadolu Ajansı )

İzmir’in Karaburun ilçesinde yetişen ve kış çiçeği olarak bilinen nergise coğrafi işaret almak için Türk Patent Enstitüsüne başvuruldu. Adını mitolojik bir hikayeden alan ve kasım ayında yetişmeye başlayan nergisin hasadı şubat ayı sonuna kadar sürüyor. ( Cem Öksüz – Anadolu Ajansı )

Öncüsü olduğunuz proje çevreci olduğu kadar tüm Muğla için ciddi bir iş istihdamı demek aslında.

-“Kadınlarımıza mikro kredilerle, kendi koşullarında, evinin konforunda iş kapısı açabilecek bir sektör. Ülke genelinde çok büyük ekonomik girdi sağlayacak bir proje. Kalkınma ajansı projesi ile bir pilot tesis kurdum. Ama tesisin aktif hale gelebilmesi için destek gerekiyor. Bu pilot tesis, merkezimizde AR-GE’si bitmiş 30’dan fazla kozmetik ürünü üretmenin yanı sıra, üniversite-halk etkileşmesi açısından da çok güzel bir model olma özelliğine sahiptir. Yöresel kalkınmaya doğrudan katkı sağlayacak, çevre köylerden bitki satın alacak ve yine az da olsa istihdam sağlayacaktır. Ticarileşmiş, markalaşmış ürünlerin daha büyük çapta üretilmesi için kurulmuş, ilk kozmetik pilot tesisi olma özelliğine de sahiptir. Bu tesis ilerleyen zamanlarda bağımsız bir modülde, aynı bitkilerden ilaç aktifleri de üretebilir. 25 dönümlük büyük bir alandan bahsediyoruz çünkü. Doğrudan ilaç üretemezsiniz belki ama ilaç üretiminde kullanılacak bitkilerle ilgili ara ürünleri üretebilirsiniz. Türkiye’nin bu işlere başlaması gerekiyor.  En azından böyle bir kaygısı olması ve yola çıkması gerekiyor. Bunu da kâğıt üstündeki soyut akademik yayınlarla değil, somut ürünler üreterek yapması gerekiyor. Kimse darılmasın ama taşın altına elini koymadan sadece söylemlerle, sahaya inilmeden sorunlar çözülmüyor. Kapılarda yazan akademik unvanlar, bu ülkenin sorunlarına somut çözümler bulmayı gerektiriyor. Benim farkım tam da burada işte. Ben kâğıt üstündeki olası çözümlerden, kimsenin anlamadığı bilimsel yayınlardan bahsetmiyorum. Doğrudan üretimden, sürdürülebilir, nitelikli, yeşil kimyadan bahsediyorum. Bahsetmekten öte, yaptığım ürünlerle marka oluşturma, bölüm açma, merkez kurma, tesis yapma, kitap yazarak sorunu ve çözüm önerileri ile, olayı tüm yönleriyle ortaya koyuyorum. Bu benim için bir çeşit bilimsel davadır.  Ülkeme karşı bir sorumluluğum ve borcum olduğunu düşünüyorum. Ben burada varım ve yaptığım şeylerin doğruluğuna inanıyorum…”

Türkiye'nin ilk ve tek “Kozmetik Ürünler Uygulama ve Araştırma Merkezi”ni kuran bilim insanı Prof.Dr.Nazan Apaydın (2)Prof. Dr. Hasan Seçen hocamı buradan saygı ile anıyorum. ”Haset on kısımdır,  dokuzu âlimlerde bulunur,” derdi. Bu sektördeki çalışmalarımın, parfümle ilgili girişimlerimin, yaptığım işlerin, akademik çevrelerden de öte birilerini rahatsız ediyor olması normaldir. Bazen bu rahatsızlık, mobbing boyutlarına, kısır çatışmalara varsa da… Her şeye rağmen bu alanın ülkeme çok büyük katkı sağlayacağına, mutlaka girilmesi gerektiğine inanıyorum. Fakat ülkemden talebim böyle hocalarına sahip çıkması, yalnız bırakmaması. Üzülerek söylüyorum ki kadın olmak ayrıca bir sorun. Ülkenin en batısında bile. Bu ülkenin her alanda kadın ekollere ihtiyacı var diye düşünüyorum; en çok da bilimde. Çünkü bilimsel kariyer gerçekten çok zorlu bir yolculuk. Hele bir de üç çocuğunu aile desteği olmadan Erzurum gibi çok zor bir şehirde büyütürken. Hele hele bir de girişimcilik ruhuyla yeni bir alanda öncü rolünü üstlenip tesisler kurmaya çalışırken. Bu alanda çok genç yaşlardan itibaren danışmanlık yaptığımı, öğrencilerimin bazılarının profesör olduğunu ve yüzden fazla akademik yayınım olduğunu da belirtmek istiyorum.

Markalaşmanın önemini bir daha vurgulamak gerekirse;

-“Yine bu çalışmalar ile birlikte nitelikli tarım politikalarının benimsenmesi gerekiyor. Sürdürülebilir kimya için aynı zambak, aynı menekşe ekstresinin kullanılması gerekiyor. Bu yüzden pilot tesisteki seralarımızda kendi çiçeklerimizi yetiştireceğiz. Pazardan aldığımızla ya da toplayarak bu işi belli bir standartta yürütmemiz mümkün değil. Bu ürünlere organik sertifikası almak istiyorsak yoldan ne kadar içerde olduğu, hangi bahçede yetiştiği, üretilirken pestisit kullanıp kullanılmadığı gibi etkenleri standardize etmemiz gerekli. Bunun üzerinde çalışıyoruz. Geçen yıl Bayındır’da belli bir miktarda nergisi satın aldım. Bizim tarihimize de baktığınız zaman nergisin çok ayrı bir yeri var. Geleneksel kokularda çok fazla kullanılmış. Oradaki köylülerden biri bana şöyle bir şey söyledi; “İstanbul’dan bir çiçekçi geldi, bir tır dolusu nergis için 3 bin liraya anlaştık. Bunun da bin lirasını verdi gitti. Kalan parayı da ödemedi.” Şimdi düşünün 3 bin liraya verdiği o bir tır dolusu nergisle eğer ben esans çıkarsaydım katma değeri inanılmaz yüksek ürünlere çevirebilirdim.  Bozulma riski olmazdı, esans yıllarca kalabilirdi. Katma değeri çok ama çok yükselirdi. Böyle bir farktan bahsediyorum.

Biliyorsunuz Muğla ve ilçelerinin arazileri elde edilen rantın yüksek olması nedeniyle her geçen gün betonlaşmaya teslim ediliyor. Muğla’da tarımla uğraşanlar elindeki toprağı betona ezdirmesinler. Betondan deva olmaz. Bunun yerine çiçeğe yatırım yapsınlar, çok daha yüksek katma değer alacaklar. Toprağı, doğayı korusunlar. Özellikle her yerde bulunabilecek genetik olarak aynı aileye mensup tohumlardan da ziyade endemik tohumların soğanlarını, sarımsakları mutlaka korusunlar. Bunları korumanın en önemli yolu da ürüne çevirmektir.  İnsanlar buna eğilimli, çünkü daha önce tütün tarımı yapılıyormuş bazı köylerde. Tütün tarımı kalkmış, araziler boş ve biz burada nitelikli tarım yapacağız. Buralara zambaklar, menekşeler, nergisler,  laleler ektirerek hem yerli soğanlarımızı koruyacağız, hem bundan çok ciddi para kazanacağız, hem de insanları kendi evinin konforunda bunu kazanma imkânı sunacağız.

tarımsal arazilerimiz betonlaşıyorToprak sahibinin asıl duymak istediği şey sanki ektiğinin karşılığını alabilme garantisi.

Ben bununla ile ilgili özellikle şöyle söylemek istiyorum; kozmetik konusunu bir hocanın getirebileceği en üst noktaya taşıdım. Alanla ilgili çeviriler yaptım, kitaplar yazdım, öğrenci yetiştirdim, bölüm kurdum, merkez kurdum, marka oluşturdum ve benzeri şeyler…  Sadece bitki yetiştirmek olarak bakmasınlar. Bazıları da girişimcilik örneği gösterip bu bitkilerden elde edilecek çaylar ile ilgili tesis kursunlar. Mutlaka buna gücü yetecek yatırımcı da var, pazarı da. İşin ticari kısmında değilim ben, hedefim de bu değil. Ama şunu çok net görüyorum;  çok büyük bir potansiyeli var, bu kesin, bunu hiç tartışmıyorum bile. Artık bu alanın çok ciddi devlet desteğine ihtiyacı var. Özel olarak buranın tematik bir üniversite olmasını, sadece ilaç ve kozmetik ile ilgili bir üniversiteye dönüştürülmesini, araştırmaların burada yoğunlaştırılmasını, belki özel fonlar ayrılması gerektiğini düşünüyorum. Bir devlet politikası olarak Bodrum’ da ya da Fethiye’de birkaç tane pilot tesis açılması gerektiğini düşünüyorum. Ülkemin mutlaka ve mutlaka kendi milli ilaç ve kozmetik sektörünü desteklemesi gerektiğini düşünüyorum.  Bunları sadece kozmetik bitkiler olarak düşünmemek gerekiyor. Kozmetik ve ilaç bir samuray kılıcı gibidir. İçerisindeki etken maddenin miktarıdır durumu belirleyen. Siz elinizdeki ile ciltteki bir siyah lekeyi yok ederken, ürünün içindeki etken maddenin dozunu  arttırırsınız eldeki yarayı da tedavi edersiniz…”

Türkiye'nin ilk ve tek “Kozmetik Ürünler Uygulama ve Araştırma Merkezi”ni kuran bilim insanı Prof.Dr.Nazan Apaydın (4)Muğla Üniversitesi Meslek Yüksekokulu’nda açılan Kozmetik Kimyası ve Teknolojisi Bölümü ilk öğrencilerini 2015-2016 yılları arasında aldı. Öğrencilerinizin alanınızla ilgili yeterli tecrübeye ulaşmasını nasıl sağlamayı düşünüyorsunuz?

-“Bana göre tıp eğitimi diğer meslek dallarına göre çok fazla yara almadan devam ediyor. Neden derseniz; sistem 3. sınıftan itibaren hasta ile öğrencinin birebir temasını sağlıyor. Sadece kâğıt üzerinde eğitim görmüyor öğrenci. Ama öte yandan fen fakülteleri yıllardır kan kaybediyor. Öğrencilerin ilk tercihleri arasında yer alamıyor maalesef. Hâlbuki kimya olmadan bir ülkenin sanayisi ayakta kalabilir mi? Kimya gelişmişliğin anahtarı olarak kabul edilir. Kimyaendüstrisi için kimyagerlik eğitimi neden talep görmüyor? Çünkü öğrenci 4 yıl teorik eğitim gördükten sonra gidiyor. Sistem kendini güncelleyemiyor. Öğrenciler doğrudan endüstriyel ürünler yapma becerisi kazanamadan mezun oluyor. Biz bu fakültelerin müfredatlarını güncelleyebilir, son bir yılını bu tarz pilot tesislerde çalıştırarak öğrenciye doğrudan doğruya somut ürünler yaptırma/analiz yapma becerisini kazandırabiliriz. Bu onların iş bulma ya da kendi işini kurma konusunda şansını artıracaktır…”

Türkiye'nin ilk ve tek “Kozmetik Ürünler Uygulama ve Araştırma Merkezi”ni kuran bilim insanı Prof.Dr.Nazan Apaydın (5)Sohbetimizin en başında edebiyata olan ilginizden bahsetmiştiniz. Gördüğüm kadarı ile bu ilgi sizi yazım alanında da farklı bir yere götürmüş.

-“Ümit Yaşar Oğuzcan’ın Tarsuslu ve idolüm olmasından yola çıkarak ilk şiir denemelerime ilkokulda başladım. Uzun zaman ara verdikten ve çocukları biraz büyütüp kariyerimi belli bir noktaya getirdikten sonra eski ilgi alanıma geri dönüp takma isimlerle yüzlerce şiir yazdım. Başlangıçta şiirlerimin altına kendi adımı yazma cesaretini gösteremedim nedense. Ama onları bir kitapta topladım ve ilk fırsatta da yayınlayacağım inşallah.

Yazarlığa gelince, o benim en eski hayallerimden biri olup gerçekleşmesi çok tesadüfi oldu. 2016 yılında Kocaeli’nde Güral Holding’in yönetim kurulu başkanı Sevim Güral Olgun Hanım’la beraber “Fark Yaratanlar Kadınlar” paneline davet edildim ve orada bir konferans verdim. Konferansa dinleyici olarak katılan yurtdışında yaşayıp sanat danışmanlığı yapan birisi cesaretlendirdi beni. Konferansın sonunda, sunumda yer verdiğim şiirlerden dolayı belki de; “Hocam, sizin güzel bir hitap ve yazım diliniz var, kitap yazın bence,” tavsiyesinde bulundu. Hatta bu konuda bana başlık bile verdi; ”İslam Tarihi’nde Kadın Sanat ve Bilim Öncüleri”.

Türkiye'nin ilk ve tek “Kozmetik Ürünler Uygulama ve Araştırma Merkezi”ni kuran bilim insanı Prof.Dr.Nazan Apaydın (6)Önce ciddiye almasam da konu aklıma takıldı ve bununla ilgili çok iyi bir tarama yaptım. Maalesef kitap yazacak kadar kadın öncü bulamadım. Üzücü olan şu ki, sadece Türkiye tarihinden bahsetmiyorum. İslam dünyasında bilime ve sanata yön veren kadınlardan bahsediyorum. Lütfen yanlış anlaşılmasın, ben kimseyi hedef almıyorum, ama gerçek bu. Gerçi durum Batı için de çok farklı değil ama özetle kitap yapacak kadar isim bulamadım. Fakat kitap yazmak düşüncesine takılı kaldım bir süre. Sonra “insan en iyi kendi bildiği şeyleri yazar” felsefesi ile yola çıkarak doğduğum şehirden Tarsus’tan Lokman Hekim öyküleri, Şahmeran efsanesini ve ailemde var olan şifacılık geleneğini kaleme aldım. İlk kitabımın ismi “ŞİFACI”(Şems-i Tebrizi ve Kainatın İksiri). Kitabım piyasaya çıktıktan sadece 20 gün sonra 1. Baskısı bitti.  Tanıtımsız reklamsız. Kendi kendine yolunu buldu ve akıp gitti. Onu “SEMİRAMİS” (Bir Kadın, Bir Çiçek ve Bir Efsane) izledi. Mezopotamya’nın ünlü kadınları benim hep ilgimi çekmiştir. Mezopotamya’nın ve Anadolu’nun tarihteki kadın karakterlerinin batı edebiyatında hiç yer almadığını fark ettim ve bunu da bir kayıp gibi düşündüm. Kendilerine göre uyarlamalar var ama gerçeklerden uzaklar. Truvalı Helen’i, Kleopatra’yı tüm dünya tanır.  Semiramis Mezopotamyalı bir kraliçedir. Fırat Nehri’nin altına tünel yaptırırken nehrin yatağını değiştirmiş, sonra tekrar yerine almış, bütün o Babil’in Asma Bahçeleri’ni kurgulanmış bir kadın.  Yine onun sarayında bir kadın; Tabuti. Dünyanın ilk parfümünü yapmıştır. Dünyada parfümün ilk çıktığı yer Mezopotamya’dır ve bu bir tablette yazılmıştır. Bunların bilinmemesinin bir kayıp olduğunu, Mezopotamya kültürüne karşı bir saygısızlık olduğunu düşünüyorum. Bilimsel eserler de yazarsınız, ama bunu herkese okutamazsınız. Roman tarzında ilk kitabımın başarısı beni yüreklendirdi ve “SEMİRAMİS”i bu cesaretle yazım.

Bu arada “Ülkemizdeki Bitkisel Hammadde Kaynakları (İlaç, Parfüm ve Kozmetik Sektörü İçin)” adlı kitabım dağıtıma yeni çıktı.  Bu parfüm ve kozmetik sektörünü ilgilendiren bilimsel bir kitap.  Biten ama toparlanması gereken bir de şiir kitabım var “Kelimelerde Açan Çiçekler” diye.  Dördüncü kitap olarak yine bir roman düşünüyorum. Bu gelecek olan kitabımda Puduhepa isminde bir karakterim var. Tarihin ilk yazılı antlaşması olan Kadeş’te Mısır’ın en büyük Kralı Ramses ile birlikte mührü bulunan kadındır Puduhepa. Hitit kralının eşidir ve Hitit Kralı ile birlikte onun da mührü vardır o antlaşma üzerinde. O da Tarsuslu’dur. Yine parfüm ile ilgili bir kitabım da bitmek üzere. Bilim ve sanat ayrılmaz bir ikili bence. Ömrüm oldukça ikisinde de var olmaya çalışacağım elimden geldiğince. Zamanda çiçeklerden, şiirlerden, kadın öykülerinden oluşan güzel bir iz bırakmak düşüncesi ile…”

Oldukça renkli bir kişiliğe sahip olan Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi’nden Prof. Dr. Nazan Apaydın Demir’in hem bilim hem de edebiyat alanında bu güne kadar yaptıklarına baktıkça olağan hayatları içinde yaşayıp giden milyonlarca amaçsız, hedefsiz, günü hatta ömrü bitirme gailesi içinde debelenen insanlardan olmadığı için kendisine teşekkür ediyorum. Bir birey, kadın ve anne olarak.

Amacı sadece üç oğlunu büyütmek olmamış hiçbir zaman. Eğitimini aldığı alanda öncü olmak, ülkesi adına yeniliklere imza atmak ve bunun gereği olan atılımda bulunmak adına üzerine düşeni laykıyle yapmaya gayret etmiş daima…

Hiç yılmadan, önüne çıkan engellere aldırmadan, hedefine doğru emin adımlarla ilerleyen bir Türk kadını, Prof. Dr. Nazan Apaydın Demir…

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.