Bodrum Gündem

KOD Adı  “ATİLLA” vefat etti

KOD Adı  “ATİLLA” olan 1963-64 yıllarında Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilatının silahlı eğitimini veren genç subay emekli Tuğgeneral İhsan Beriş, 30 Mart 2024 gece yarısı 01:00’de Ankara’da tedavi görmekte olduğu hastanede vefat etti…

İhsan Beriş ile Bodrum Gündem Dergisi (BG Dergi) için 2018 yılında yapmış olduğumuz ve tamamı vatan savunmasında geçen bir ömürden kısa kesitlerin yer aldığı röportajı sizinle paylaşırken merhuma Allah’tan rahmet, başta ailesi olmak üzere sevenlerine başsağlığı ve sabır diliyoruz…

1963-64 yıllarında Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilatının silahlı eğitimini veren genç subay emekli Tuğgeneral İhsan Beriş’in inanılmaz öyküsü… Bu sadece onun değil, Kıbrıs milli davasının da kısa bir öyküsü…

 Kod Adı Atilla: E.Tuğgeneral İHSAN BERİŞ…

“O Kıbrıs tarihini yazan, gizli kahramanlardan…”

 

 Kıbrıs tarih boyunca savaşlar, katliamlar ve entrikalar ile çalkalanmıştır. Kıbrıs adası 1571’de Türkler tarafından fethedilir. Osmanlı ile bütünleşen ada bir daha da Türkler’den koparılamaz. Ancak II. Abdülhamid, Osmanlı-Rus savaşında İngiltere’den gelecek yardım karşılığında gelirinin Osmanlı hazinesine verilmesi şartıyla, 4 Haziran 1878’de Kıbrıs adasını geçici olarak İngiltere’ye terk eden antlaşmayı imzalar. 16 Ağustos 1960 tarihinde kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanı (Mihail Muskos) Makarios seçimle, cumhurbaşkanı muavinliğine ise Dr. Fazıl Küçük rakipsiz ve seçimsiz olarak getirilir. Kurulan bu cumhuriyetin ömrü sadece üç buçuk yıl olur. 21 Aralık 1963 ‘Kanlı Noel’de Rumlar, Kıbrıslı Türkler’e saldırır. Bunun neticesi olarak on binlerce Türk, 113 köyden ayrılmak mecburiyetinde kalır.

 Türkiye, 1959 yılında imzalanan Londra Anlaşması’nın 4. maddesine istinaden 20 Temmuz 1974 günü tek taraflı olarak Kıbrıs Barış Harekâtı’nı başlatır. Türk askeriyle mücâdele edemeyen Millî Muhâfız Ordusu ve EOKA-B, Türk yerleşim birimlerine saldırarak büyük bir katliâma girişir. Yüzlerce Kıbrıslı Türk katledilir.

Kadınların ırzına geçilir, çocuklar sokak ortalarında öldürülür, köyler yakılıp yıkılır. Türk kuvvetleri 22 Temmuz’da Girne’yi ele geçirir ve 22 Temmuz akşamı Türkiye, BM Güvenlik Konseyi’nin ateşkes kararını kabul eder.

fazıl küçük ve makarios Dr.Fazıl Küçük, 1 Nisan 1955 tarihinde EOKA (Kıbrıs’ı Yunanistana ilhak etmek için kurulan silahlı yeraltı örgütü) faaliyetlerine başlayınca, ilk önce Kıbrıs Türk Mukavemet Birliği (KTMB) ve ardından da Eylül 1955’te Volkan adlı gizli örgütleri kurar. 1958 yılında en son kurulan örgüt olan Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT)’nın en yüksek seviyesi olan ‘Ağrı’ kod adı ile yerini alır. 

 *(Dr.Fazıl Küçük’ün mücadelesini ve yaşamını BG Dergi’nin ileriki sayılarda yayımlayacağız…)

 Kıbrıs Barış Harekâtı’nın çizdiği sınırlar Türk tarafına devlet kurma imkânı verir ve 13 şubat 1975 tarihinde “Kıbrıs Türk Federe Devleti” ilan edilir. Adalı Rumlar ve Yunanistan, yoğun kulisler sonucunda; BM’den KTFD’ni ortadan kaldırmayı öngören 13 Mayıs 1983 tarihli kararı çıkartmaya muvaffak olurlar.

Bu durum karşısında, Kıbrıs Türk halkı, 20 Mayıs 1983 tarihinde Devlet Başkanı Rauf Denktaş’a bir muhtıra vererek bağımsızlık ilan edilmesini ister. Kıbrıs Türk Federe Devleti Meclisi de 15 Kasım 1983 tarihinde oybirliğiyle Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ilan eder.

“Bağımsızlık bildirisi” Rauf Denktaş tarafından okunur ve Türkiye Cumhuriyeti hükümeti resmen tanınır. 17 Nisan 1984 tarihinde de büyükelçiler, karşılıklı olarak güven mektuplarını cumhurbaşkanlarına sunar…

 **(Rauf Denktaş’ın mücadelesini ve yaşamını da yine BG Dergi’nin ileriki sayılarda yayımlayacağız…)

 Elbette Kıbrıs yakın tarihini böyle birkaç cümle ile anlatmam mümkün değil.

Hele hele “Milli Davamız” olarak kabul ettiğimiz Kıbrıs meselesinin bu gün nerelere geldiğini tedirginlik ve acı içinde izlemeye devam ediyoruz.

 rauf-raif-denktas-kibris-turk-tarihi-arastirma-merkeziKıbrıs tarihine damga vurmuş iki özel isim: Dr.Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş… Kıbrıs tarihini yazan bu iki özel ismin yanında, bir de isimsiz kahramanlar vardır. Bir çoğunu kaybetmiş olsak da, onlardan bazıları içimizde yaşarlar. Onlar sessiz, sakin ve vakurdurlar. Kahramanlıklarını da bırakın öyle sağda solda anlatmayı, çoğu kez kendi yakınlarıyle bile paylaşmazlar.  İşte o Kıbrıs gazilerinden ve bana göre kahramanlarından birisi olmayı hak eden bir isimdir İhsan Beriş Paşa. (Bu söyleşiyi okuduğunuzda, inanıyorum o sizin için de bir kahraman olacak)

 İhsan Paşa (Tuğgeneral demiyorum, özellikle Paşa diyorum) Bodrum’da eşi ile birlikte mütevazı bir yaşam süren emekli bir Paşa. Bodrum’da yaşayanlar birçok etkinlikte onu görmüşlerdir. Milli bayramlarda gazi arkadaşları ile geçit töreninde ya da Zeki Müren’i anma konserlerinde, papyonu smokini ile ağız armonikası ile verdiği solo konserlerinde rastlamışlardır. Söyleşimizde bu kibar, bu entelektüel, bu naif insanın aslında nasıl bir kahraman olduğunu öğreneceksiniz.

 Aylarca bir röportaj, bir söyleşi yapalım diye ikna etmeye çalıştım İhsan Paşa’yı. Her seferinde çok kibar bir şekilde ve beni kırmadan savuşturdu. Lakin ben de sıkı gazeteciyim, öyle kolay kolay vazgeçmem. Biliyorum, hissediyorum bu söyleşiden çok ilginç şeyler çıkacak ve bunları ilk defa ben kayda alacağım ve ben yazacağım.

 Sonunda ikna ettim diyeceğim ama sanırım bu çok iddialı bir cümle.

 Çünkü; O bir kurt, o tam bir asker, hem kara hem deniz komandosu, o bir Kıbrıs kahramanı, o sadece bir Tuğgeneral değil, Paşa.

 Benim hevesimi kırmamak için röihsan beriş okul yıllarıportajı kabul etti demek, çok daha doğru olacak.

-“1 Temmuz 1937’de Ankara’da doğmuşum. 1941 yılına kadar dört yıl Ankara’da kalmışız. 1941 yılında babamı daha önce yedek subay olarak askerliğini yapmasına rağmen, 2.Cihan Harbi nedeni ile ikinci kez silah altına alıyorlar ve Afyon’da görevlendiriliyor. Biz ailecek Afyon’a gittik. Afyon’da bir sene kaldık. Babam ikinci defa terhis oldu ve İstanbul’a geldik. Annem rahmetli Hatice Hanım ev kadınıydı. Babam ise muhasebe ile uğraşan, bir hesap kitap adamıydı. İstanbul’da Beşiktaş’ta Tabakçı Hüseyin Sokak’ta üç katlı bir ev kiraladık. Hiç unutmuyorum, o sokaktaki en pahalı ev bizimkiydi. 26 liraydı. Babam Sütlüce’de bir şirketin muhasebesini yapıyor, diğer taraftan da mezbahada komisyonculuk yapıyordu. İyi para kazandığını tahmin ediyorum. İlkokulu Beşiktaş’ta tamamladım. Daha sonra Beşiktaş’tan Kılıçali’ye taşınmak zorunda kaldık. Evimizden tramvay yoluna çıkınca sol tarafta Çırağan Sarayı vardı. Tabi o zaman virane ve yıkık bir haldeydi. Onun yanında da Kılıçali Karma Ortaokulu vardı. Kızların ve erkeklerin beraber okuduğu ilkokullardan birisiydi. 1948-50 yılları. Ortaokulu bitirdikten sonra Ortaköy’e taşındık. Babam İskele Sokağı’na girince soldaki altta iki dükkân olan üç katlı bir evi satın aldı ve biz oraya taşındık. Kabataş Erkek Lisesi’ne başladım. Ancak o dönem babamın işleri bozulmaya başladı. Ortaköy’de yaşadığımız evin satılması gerektiği söylenmeye başladı. Bu arada benim ile ilgili olarak; eğer birinci sınıfı ikmalsiz ve iyi bir derece ile bitirirsem tam karşımızda bulunan Kuleli Askeri Lisesi’ne girebileceğim konuşuluyordu…”

 Tam bu sözlerin ardından, derin bir iç çekti önce.  Gözlerine baktım, dolu doluydu mavi gözleri yağmur bulutları misali. Sanki o an birkaç saniyeliğine, çok eskiye bir yolculuğa çıkmış gibiydi.

Kuleli Askeri Lisesi’ndeki yıllarına mı gitti acaba?

Kuleli Askeri Lisesi’nin kapatıldığı mı aklına gelmişti?

Bilemedim.

O da bir demedi…

1-kuleli-askeri-lisesi-b7 -“Ben de Kuleli Askeri Lisesi öğrencilerini görüyordum zaman zaman. Doğrusu gıpta ile bakıyordum onlara, canım çekiyordu. Lise birinci sınıfı sorunsuz ve iyi bir derece ile bitirince askeri liseye müracaat ettik. Yapılan imtihanda muaffak olunca, askeri liseye kabul edildim. 1952 yılında Kuleli Askeri Lisesi ikinci sınıfına başladım. 1952-53 eğitim dönemi… 1954 senesinde, dört yıl olan liseler üç yıla indirildi. O yıl Kuleli’den hem üçüncü sınıftakiler, hem de dördüncü sınıftakiler mezun olduk. 1 Ekim 1955’de de Kara Harp Okulu’na girdim. 1956-57 bir ve ikinci sınıflar. ‘57 sonunda da sınıflar belli olmaya başlıyor. 1957’deki düşüncelerime göre ben süvari sınıfını yazdım ilk tercihime. İkinci tank, üçüncü tercihim ise piyadeydi. Sonuç ilk tercihim olan süvari sınıfına seçildim. Ben muharip subay olmak istiyordum o nedenle süvari sınıfını tercih etmiştim. Daha sonraları genelkurmay başkanı olabilmek için topçu sınıfını seçme geleneğinin olduğunu öğrendik. 30 Ağustos 1957’de omuzumuza bir demir takıldı ve asteğmen olduk. Harp okulunun subay taburunda bir yıl daha eğitim aldık. Sonra da atış okulları dediğimiz sınıf eğitiminin yapıldığı okullara gittik. Ben süvari sınıfından olduğum için Ayazağa’ya gittim. Orada Türkiye’nin Milli Binicilik Takımı da oradaydı. At binmeyi ve at üzerinde silah kullanmayı öğrendik. 1958 yılları sonuna doğru süvari sınıfının lağvedilerek, bu sınıfta olanların Tank sınıfına gönderileceği konuşulmaya başlandı. Ağustos’ta bitmesi gereken temel eğitimini Haziran’da bitirip, bizleri Ankara’da tank okulunda özel bir eğitime tabi tuttular. Eğitim tamamlanınca benim tayinim Kars 5.Süvari Alayı’na çıktı. Motor subaylığı. O yıllarda eşim Feriha Hanım’a evlilik teklifinde bulundum.  Zaten uzaktan bir akrabalık da vardı, yani önceden tanışıyorduk. Evlilik kararını aldık ve evlendik…”

IMG_4939-1İhsan paşa evlilik konusunu bir iki cümle ile geçiştirdikten sonra, tayin olduğu Kars’a gitmeden önce yaşadığı çok ilginç bir anısını da bizimle paylaştı. Bir Cumartesi günü el bombası atışı yaptırıyorlarmış. Atış alanında 3-5 tane patlamamış bomba kalmış. Atış alanı da bombalardan kaynaklı çukurların olduğu bir alan. Patlamamış bombalar önlem alınarak hafta başında imha edilmesi kararı verilmiş. Yani bir manga asker orada nöbet tutacak ve kimseyi oraya yanaştırmayacak.

 Gerisini İhsan Paşa’dan dinleyelim;

-“Ben bölük komutanıma bir teklifte bulundum. “Komutanım, ben bunların yanına birer bomba bırakayım. Zaten taarruz bombası, parça tesiri yok. Ben birkaç metre uzağa kaçarım, bu 3-5 bombayı patlatırım,” dedim. İlk ikisini patlattım. Üçüncüsünü patlattığım anda sırtımda büyük bir sancı. Beni hemen Gülhane Askeri Hastanesi’ne götürdüler. Bir şarapnel parçası girmiş. Hala da taşıyorum onu içimde. Alınamayacak bir yerdeymiş, akciğerimi delmiş. Epey bir tedavi sürecinin ardından ben ancak Kasım sonunda tayin olduğum Kars’a gidebildim…”

IMG_4931-1Kars’ta 5-6 ay kadar görev yapar. Bu arada nikâhlandıkları halde bir türlü bir araya gelememişler Feriha Hanım’la. İşte o an bir şans doğar, Ankara’da bir muhabere kursu çıkar.  İhsan Paşa o kursa başlar. Ankara’da bir ev tutar ve üç yıl süren o kurs sayesinde bir araya gelebilirler eşiyle. Kurs sonunda da ikisi birlikte Kars’a dönerler.

 İhsan Paşa 1963 Mart ayında, komando kursuna seçilir ve yaşamında dönüm noktası olacak bir karar alır; eşini İzmir’de ailesinin yanına bırakır; kendisi de Eğridir Dağ Komando Okulu’nda eğitime başlar.  Altı ay süren zorlu bir eğitimi başarı ile tamamlar. Sonra eşi Feriha Hanımı alır ve yeniden Kars’a der. Ancak komando eğitimini aldığı için, şark hizmeti üç yıldan, dört yıla uzar.

IMG_4922 Yine İhsan Paşa’nın anlatımı ile devam edelim söyleşimize. Çünkü söyleşinin en heyecanlı yerlerinden birisi de burası;

-“1964’de şark görevinden dönmemiz gerekiyordu. Uzayınca 1965’de döneceğiz. Fakat 1964 Martında Kara Kuvvetleri’nden ismime bir emir geldi benim deniz komando kursuna katılmam için. İstanbul’da ve Mayıs ayında başlıyordu. Eşim o sırada hamile. Doğumu daha ileriki aylarda beklerken, Nisan ayında ilk oğlumuz Kars’ta doğdu. Eşimin bütün itirazlarına rağmen evi kapattık. Eşyaları bir arkadaşımızın evinde bir odaya depoladık. Eşimi tekrar İzmir’e ailesinin yanına bıraktım. Ben İstanbul’da deniz komando kursuna başladım. Çok ama çok zorlu bir ön eleme yapıldı. Önce yazılı bir imtihan yapıldı. Yazılı imtihanı geçenler ise beden imtihanına girdi. Koşular, barfiks çekmeler falan ve arkasından da 300 metre yüzme. 5 Mayıs günüydü; İstanbul’da boğazda Vaniköy’de. Yüz metre kurbağalama, yüz metre bir yan, yüz metre öbür yan, yüz metre de sırtüstü. Kesinlikle şapırtı, şupurtu olmayacak. Ben ikinci gruptayım. Birinci grup atladı. Feryatlar figanlar, “Yandım Allah!” şeklinde. Birinci gruptan herkes dışarı çıktı. Dışarı çıkan direkt olarak eleniyor. Son derece moral bozukluğu ile bizim ikinci grup atladık. Benden bir yıl önce mezun olan rahmetli Burhan ağabeyimle de beraberiz, aynı gruptayız. Bizim gruptan da feryat figan, “Yandım Allah!” sesleri ve herkes sudan dışarı çıktı. Ben çıkarsam Kars’a döneceğim mecburen. Evi toplamışız. Olacak şey değil. Baktım Burhan ağabeyim yüzüyor. Takıldım arkasına. Çok zor olan bu yüzme etabını da başardım ve deniz komando kursuna girmeyi hak ettim. Kara komando kursundan çok çok zor, çok daha meşakkatli bir kurstu. Onu da başarı ile bitirdik. Sonra tayinim Uzunköprü’ye çıktı. 64’den 67’ye kadar orada kaldım. O sırada Kıbrıs’a Özel Harp Dairesi kanalı ile gidişim gerçekleşti. Kıbrıs Türk kafilesini değiştirme alayının içine dahil oldum. Er üniforması giyerek BM gözetiminde Kıbrıs’a çıktık…”

 Gözünüzü kapatın ve bir anlığına düşünün; Yüzbaşı rütbesinde bir subay.  Ki bu subay özel eğitim almış. Hem kara hem de deniz komando kurslarını başarı ile tamamlamış çok özel bir asker. Er üniforması ile Mehmetcik ile beraber Kıbrıs’a çıkıyor, hem de Birleşmiş Milletler gözetiminde… Türk bölgesine geçince Mehmetcik’ten ayrılıyor ve Özel Harp Dairesi bölümüne geçiyor Yüzbaşı İhsan Beriş. 

IMG_4917-“Kıbrıs Lefkoşa Sancağı’nda 33.Tabur Komutanlığı’nda, Mücahit Tabur Komutanı olarak görevime başladım. Üç tane bölüğüm vardı. Birisi sur içinde, ikisi sur dışında. Kıbrıs Türk Kuvvetleri alayı ile de komşuyuz. Önceden gizli olan, ancak artık herkesin bildiği TMT, yani Türk Milli Mukavemet Teşkilatı’nın silahlı eğitimlerini veriyorum. Yer altındayken eğitim verilen Kıbrıs mücahitlerinin kahramanlıkları çok fazla. Çok fazla şehitleri de var. Onlar sayesinde kantonlar oluşuyor ve etrafları da Rumlar tarafından sarılmış. İşte o Rumlar tarafından sarılmış kantonlarda bulunan mücahitlere bir buçuk yıl boyunca eğitim verdim. Hiç Türkiye’ye gelmedim bu süre zarfında. Eşimle çok özel kanallar vasıtası ile gizli gizli mektuplaşabildik sadece. Bir buçuk yıl sonra Türkiye’ye döndüğümde oğlum bana ağabey diye hitap ediyordu…”

 gazetecilik kıbrısİhsan Paşamız’ın anlattığı o “Kanlı Noel” diye adlandırılan katliamı da kısaca belgelemekte yarar görüyorum;

 EOKA ve Rum çeteleri birleşerek köylere saldırmaya başlamıştı. Yer Lefkoşa’nın batısında bulunan Kumsal semti… Semte gelen Rumlar, İrfanbey Sokağına ulaştığında Mürüvvet Hanım çocuklarına pijamalarını giydiriyordu. Fakat birden kapının önündeki Rumları fark etti ve çocuklarıyla birlikte küvetin içinde saklandı. İki evladı ile küvete sığınan Mürüvvet Hanım, sessizce ölümün ayak seslerini dinlemeye başladı. Evin sahibi olan Hasan efendi ve Feride hanım ise yine banyoya sığındılar. Ev sahibesinin kardeşi olan Nuvber ise beş aylık bebeğiyle banyoya saklandı. Zaman ilerledi ve Rum çetesi kapıyı kırarak içeri girdi. Evde bulunan insanlara çoluk çocuk demeden otomatik mavzerle 15, storn otomatik tabanca ile 12 ve diğer mavzer silahlarla 6 el ateş ettiler. Rumlar Kumsal köyüne saldırıyorken hiçbir destek kuvvet gelmedi. Birlikler iki gün sonra köye ulaştığında 2 numaralı evdeki banyonun ışığı açıktı. Duvarlar kanla ve et parçaları ile kaplıydı. Bir kadın banyo küvetinde cansız üç yavrusuyla birlikte can vermişti. Hakan ve Kudsi annelerinin kucağında can vermişti. Rumların gözü kan bürümüştü. Yoksa hangi ideoloji veya amaç küçücük bedenleri kendilerine hesap görür ki? Kıbrıs Türk Alayı Binbaşısı Dr. Nihat İlhan eşi ve ufacık yavruları Rum çeteler tarafından böyle katledilmiştir. 

kıbrıs ta katliam Vural Türkmen ve katliam fotoğraflarının Türkiye’ye kaçırılması…

Türk gazeteciler Lefkoşa Havaalanına indirilmiyor ve diğer uçaklarla belge veya yazı alışverişleri yasaklanıyordu. Peki ama bütün dünyanın görmesi gereken katliam fotoğrafları dünyaya nasıl servis edilecekti? Nihayetinde bir fırsat ellerine geçecekti. Ankara’dan gelen bir tıbbi uçak alana iniş izni almış ve gidişte yaralıları alacaktı. Gelen uçakla Ankara Vali muavini de gönderilecektir; fakat vali aranacaktır. Hemen bütün çalışmalar toplandı, fotoğraflar yazılarla birlikte zarflara konuldu. Fotoğraflar ve yazılar Türkiye’ye nasıl gönderilecekti? Doktorlar ve gazeteciler bir araya gelerek bu soruna bir çare bulmaya çalıştılar. 

Rumlarla yapılan mücadelede ağır yaralanan 5 mücahitten 3’ü hayatını kaybetmiştir. Yaralılardan Vural Türkmen aslında Türk Mukavemet Timleri Gizli Örgütü’nün (TMT) bir üyesiydi. Türkmen Dr. Kaya Bekiroğlu, Dr. Naim Adiloğlu, Dr. Ezel Örfi, Dr. Şemsi Kazım ve Kimyager Cahit Rüstem ekibi tarafından kasıklarından boğazına kadar alçıya alındı. Belgeler ve resimler Türkmen’in göğüs ve sırt bölgesine yerleştirildi. Daha sonra Türkmen Kızılhaç görevlileri tarafından uçağa bindirilir. Etimeskut Askeri Havaalanına inen Türkmen indiğinde belgeler ve resimler Türk yetkililere teslim edilir.

Kıbrıs katliamı Türkmen sayesinde bütün dünyaya duyuruldu. Katliam kanıtlandıktan sonra karargahta tutulan Türk askerleri harekete geçtiler. Kıbrıs müdahalesinde Türkiye artık batılı devletlere kanıt sağlayabilirdi. 15 Ocak 1964 tarihinde yayınlanan fotoğraflara dayanarak Londra Konferansı düzenlendi. Dönemin Başbakanı olan İsmet İnönü bizzat hastaneye gelerek Vural Türkmen’i kutladı. Fakat İnönü yan tarafta yatan mücahit tarafından Kıbrıs’a müdahale için telkin edildi. (Kanınızda zerre kadar Türk kanı varsa Kıbrıs’a müdahale edersiniz). Siyah beyaz tek kare fotoğraf Türklerin meşru müdafaa hakkını bütün dünyaya kanıtlamıştır.

İhsan Paşa Kıbrıs dönüşünde Özel Harp Dairesi’nde görev alır. Özel Harp Dairesi bünyesinde iki tane özel tim bulunmaktadır ve İhsan Paşa da bu özel timlerden birisinin komutanlığınına getirilir.

-“Bu özel timler çok ilginç birliklerdi o dönemlerde de. Şu anda ne kadar büyümüş vaziyetteler. Biz o dönem nüvesini oluşturmuştuk. Kıbrıs’ta da mücahitlere eğitim verirken aslında bu günün düzenli ordusunun da kuruluşunu yapmıştık…”

 Buraya kadar okuduklarınız Kıbrıs Davasının nerelerden nerelere geldiğinin kısa bir özeti adeta. İhsan paşa elbette birçok detayı bizimle paylaşmıyor. Lakin birazcık düşündüğümüzde nasıl bir mücadele verilmiş olduğunu anlayabiliyoruz. İhsan Paşa Dr.Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş’tan da bahsediyor bu söyleşimizde.

denktaş ve küçük“Ben Kıbrıs’ta göreve başladığımda, Rahmetli Rauf Denktaş ne yazık ki Türkiye’de ikamete mecbur edilmişti. Dr.Fazıl Küçük ile araları pekiyi değildi. O nedenle Kıbrıs Türkleri’nin aralarında bir bölünme olabileceği endişesi ile Türk yetkilileri Denktaş’ı Türkiye’de tutuyorlardı. Her gün Rumların haber kanallarını izliyorduk televizyondan. O dönem yani ‘67’de onların renkli yayınları vardı. Yine bir akşam TV izlerken bir anda herkeste bir gerginlik oldu. Ayağa fırladılar. Ne oluyor demeye kalmadan, Denktaş’ın fotoğrafı ekranda göründü. Denktaş’ın Rumlar tarafından yakalandığını öğrendik. Türkiye’den yetkililere haber vermeden, çok özel bir kanalla yola çıkmış, ama Karpaz yarımadasında tam bir Rum bölgesinden adaya çıkmışlar ve Rumlar tarafından yakalanmış. Büyük pazarlıklar sonucu Denktaş’ı geri alabildik. Dr. Fazıl Küçük ile bir balkon konuşması yaptılar. Herkes çok mutlu oldu Denktaş kurtuldu diye.  Zaman içinde Dr. Fazıl Küçük siyasetten uzaklaşarak gazeteciliğe geri döndü. Böylelikle liderliği Denktaş Bey’e bıraktı…”

kıbrıs barış harelkaetGeldik 1970’li yıllara. İhsan Beriş’in ikinci kez şark tayini çıkar ve yine Kars’a gider. Bir sene sonunda yine bir emir ve yine bir eğitim. İmtihana girer ve başarılı olur. İzmir’de 10 ay sürecek bir lisan okuluna başlar. Eşi Feriha Hanım’ın desteği ile -ki bunu özellikle söylüyor- kursu üçüncülükle bitirir. Kurs sonunda tekrar Özel Harekât Dairesi’ne döner ve 2-3 ay sonra yine bir emir ile Amerika’da psikolojik harp eğitimine gider. Bu kurs 11 ay sürer. Mükemmel özellikleri olan, eğitimli bir asker ne yapar? İşte onu yine İhsan Paşa anlatsın;

-“Lisan durumum iyi, Amerika’dan da başarı ile dönmüşüm. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin genel dil sınavlarına girdim. Bu sınavın amacı NATO’da veya yurtdışında örneğin ataşelik gibi görevler için lisan bilen subayları seçmektir. İlk sınavda 83 puan aldım. Kurmay subaylar 50-51 puan ile yurtdışı görevlere gidebiliyorlardı. Ben bir yıl bekledim kurmay olmadığım için. 1978-80 arası Brüksel’de askeri temsilcilikte görev yaptım. Çoluk çocuk yaşamımızın en güzel yıllarını Belçika-Brüksel’de geçirdik. Avrupa’nın tamamını gezme fırsatı bulduk.”

İhsan Paşa’ya 1974 Barış Harekâtı ile ilgili görüşlerini de sorayım derken, hiç beklemediğim bir şeyle karşılaştım. Meğer Kıbrıs Barış Harekâtı’nda da görev almış.

ihsan-beriş-paraşütten-düşerken-1“Ben Kıbrıs’ta iki sefer görev yaptım. Anlattığım gibi, birincisi 1963-1964 yıllarında bir buçuk yıl ve ikincisi de Barış Harekâtı ile oldu. Amerika’daki özel kurstan yeni dönmüşüm. Döner dönmez de izne çıktım. Foça’da kayınbiraderimin yazlığında tatildeyim.  10 Temmuz 74’de izne ayrılmıştım, 15 Temmuz 1974 günü bir telgraf geldi. O sıralar bir gerginlik var adada, biz de televizyondan takip ediyoruz. Nikos Sampson diye biri çıkmış, serdengeçti çeteler kurmuş. General Grigas ile birlikte Türklerin meskûn olduğu yerlere baskınlar yaparak Türkleri yok etme politikası güdüyordu. Bir amaçları da Kıbrıs hükümetini de devirmekti ki başardılar ve idareyi ele aldılar.  Bu garantör antlaşmalarına aykırı olduğu için, rahmetli Ecevit siyasi faaliyetlerine başladı. Önce General Grıgas’ın gizli bir şekilde Türkiye’nin haberi olmaksızın, Yunanistan’a gönderildiğini öğrenince -ki Yunanistan da garantör ülkedir- Yunanistan ile görüşmeye gerek duymadan doğrudan İngiltere ile temasa geçti. Garantör ülke olarak İngiltere ile birlikte müdahale etmeyi teklif ettiğini kendisinden öğrenmiştik. İngiltere kabul etmeyince, 20 Temmuz günü çıkarma kararı alındı. Ama bana 17 Temmuz günü derhal birliğine ilhak et diye bir telgraf geldi. O gün yola çıktım ve Özel Harp Dairesi’ndeki görevimin başına geçtim. Rahmetli Kemal Yamak Paşa; “İhsan Binbaşım, hemen Genel Kurmay Karargâhı’na gideceğiz…” dedi. Genelkurmay’da 3.kata çıkmak için asansöre bindik ve bana orada ; “Daha önce Kıbrıs’ta görev yapmış ve lisan bilen bir subay istediler, Birleşmiş Milletler Barış Gücü ile irtibat sağlamak için,” dedi. “Emredersiniz komutanım,” dedim. Genelkurmay 2.Başkanı’nın yanına girdik. “Bu arkadaşımız mı,” diye sordu. Yamak Paşa “Evet komutanım,” diye cevapladı. Genelkurmay 2.Başkanı, “Birleşmiş Milletler ile ilk defa temas ediyoruz. Onlar da bilmiyor, ne olacak. ‘64 yılında geldiler ve ‘64’den bu yana Birleşmiş Milletler Barış Gücü de biz de ilk defa böyle bir durumla karşı karşıya kaldık. O nedenle bir irtibat subaylığı şart oldu. Binbaşım size başarılar dilerim,” dedi. 20 Temmuz’da çıkarma oldu, biz de 21 Temmuz’da helikopter ile adaya indik. Lefkoşe Büyükelçiliği’nde bir oda ayarlamışlar bize. Kurmay Albay Nezihi Çakar ile birlikte göreve başladık. Çakar Albay bir ay sonra Kıbrıs’ta bulunan alaylardan birine tayin edildi. Benim Kıbrıslı bir yardımcım vardı ve onunla bu görevi yürüttük. Kolay olmadı başlangıçta sistemi kurmak. Çok sık ateşkes ihlalleri yapılıyordu. Biz de yapıyorduk, Rumlar da yapıyordu. Barış Gücü de bizimle irtibat kuruyordu. Avusturyalı bir irtibat subayı vardı. Hemen bize geliyordu, ateşkes ihlalinin kim tarafından başlatıldığını tespit etmeye çalışıyor ve gerekli önlemleri alarak yeniden düzen sağlamaya çalışıyorduk. Tabii burada bilinen askeri birlikler dışında, mahalli kuvvetler de vardı. Onlar ile irtibatı da ben sağlıyordum. Birkaç günlüğüne gitmiştim Kıbrıs’a. Kemal Yamak Paşa, “Sistemi kur, ben seni geri çağıracağım,” demişti. Ben 1974 21 Temmuz’unda gittim,  1976 yılının Ocak sonunda ancak dönebildim. 1,5 yıl orada kaldım hiç Türkiye’ye gelmeden. İki unutamadığım anımı da paylaşacağım sizinle; 16 Ağustos’ta 2.harekât bitti. Eylül sonuna doğru Limasol İngiliz üssünden bir binbaşı, yanında bir başçavuş ile birlikte haber göndermiş “Sizinle görüşmek istiyorum,” diye. Kolunda dosyalar dolu bir Astsubay ile birlikte geldiler. “Nedir istediğiniz,” dedim. O da “Sizin bizde 11 tane şehidiniz var,” dedi. Çok şaşırdım. Limasol’da neden bizim şehidimiz olsun?  İngiliz Binbaşı; “Sizin yanlışlıkla batırılan Kocatepe gemisinden düşen askerler bunlar,” dedi. Keşif sırasında fark etmişler. Her birinin fotoğrafını çekmişler, üzerlerinden ne çıkmışsa tutaklarını da tutmuşlar.  Diş kalıplarını almışlar. Çünkü başları ve vücutlarının büyük bölümü balıklar tarafından yenilmiş. Çok tanınabilir değillerdi. Biz bunu bilmiyorduk. Yansa bile eğer önceden diş kalıbı alınmışsa kimlik tespiti yapılabiliyor. Geçici olarak gömmüşler. Bizde o sırada Girne’de şehitliği yeni tanzim ediyoruz. En başta onlara yer ayırdık. Oradan aldık getirdik ve ailelerini de çağırdık. Merasimle şehitlikteki yerlerinde toprağa verdik. İşte bu olayın ardından Türk Silahlı Kuvvetleri’nde diş yapısı ve kalıbı alınmaya başlandı.  Unutamadığım ikinci anım ise; Yine Lefkoşa’da, Rum birlikleri ile bizim birlikler arasında 1,5 km.lik bir alan vardır. Barış Gücü bu alanda dolaşır. Rum bölgesinin girişinde Barış Gücü’nden Kanadalı bir yüzbaşı öldürülüyor. Rumlar Türkler öldürdü diyor. Onlar da inanmışlar yüzü asık bir şekilde daha önce tanıştığımız bir Kanadalı subay geliyor bana. Ölen Kanadalı yüzbaşının künyesini gösterip; “Bu ne,” dedi, “siz Türkler öldürmüşsünüz?” Nerede olduğunu sordum. O da “28.Tümen bölgesinde,” dedi. Hemen irtibata geçtik tümenden alaya oradan da birliklere kadar. Böyle bir olay olmadığı söyledim. Bu telefonlaşmak öyle birkaç dakikalık değildi. Gece yarısına kadar sürdü. “Haydi gidelim bölgeye ve oradaki komutanla konuşalım,” dedim. Tümene haber verdik. Eğer Türk bölgesinden gitmeye kalkarsam ancak ertesi sabah ulaşırım. Ben Barış Gücü kıyafetlerinden giydim, mavi şapkalarını da taktım. Biz oraya gidene kadar oraya birlik yığmış Rumlar. Başladılar bize ateş etmeye. Birlik komutanı ile görüştük. Anlattık. Kanadalı subayın vurulduğu yer ile bizim birlik arası bin 500 metre. Buradan bir yüzbaşının vurulmasının mümkün olamayacağına ikna oldular ve anladılar ki o subayı Rumlar vurmuş. Eğer anında görüşmeler yaparak, onları birlik komutanı ile görüştürmeseydim asla inanmayacaklardı ve o yüzbaşının vurulması bizim üzerimize kalacaktı.”

İhsan Paşa adada kaldığı 1,5 yıl boyunca Rauf Denktaş ile de sık sık bir araya gelir. Türk Kolordu Kurmay Başkanı ile BM Barış Gücü’nün Kurmay Başkanı ayda bir araya gelirler. İhsan Paşa bu toplantılarda tercümanlık yapar. Politikalar ve ne şekilde hareket edileceği bu toplantılarda belirlenir.

ecevit ve denktaş “Biz her akşam kolordu karargâhına giderek günlük rapor verirdik irtibat subaylığı olarak. Zaman zaman BM Barış Gücü’nün sivil elemanları da gelirdi. Bunlar Denktaş’ın müsaadesi ile bazı bakanlar ile görüşürlerdi. Büyükelçilik pek istemezdi bu görüşmeleri. Denktaş bu görüşmelerinde mutlaka beni çağırır ve BM Barış Gücü’nün sivil elemanları ile görüşürken yanında olmamı isterdi. “Şu kişi gelecek, bizim görüşlerimiz de belli. Ters bir şey olmasın, sen de takip et,” derdi. Bana güvenirdi ve severdi…”

O dönemde adaya İş Bankası bir şube açar. Büyükelçiliğin dokunulmazlığı olan bagajları ile kaçak olarak para gönderilmiş Türkiye’den. Sonra resmi olarak gönderilmeye başlanmış. Mücahitlerin bir çoğuna maaş verilirmiş bu paralarla. Kıbrıs’ın sıfır geliri var o dönemlerde.  1955’den bu yana Türkiye sürekli olarak para yardımı yapmış Türk tarafına. Döviz gönderilmiş. Bu dövizler nasıl elde edildi, diye sorarsanız, İhsan Paşa çok önemli bir noktayı da bizimle paylaşıyor;

-“O dönem 25 kuruşluk şekerimiz dışarıya 10 kuruşa satılarak döviz elde edildi ve o dövizler Kıbrıs Türkleri’ne aktarıldı. Türkiye’nin Kıbrıs için çok büyük fedakârlıkları olmuştur. Çok bedel ödenmiştir. 500’e yakın şehit verdik. Bu gün Kıbrıs’a baktığımda ne yazık gelecek göremiyorum. Üretim yok, üretmeyi bilmiyor gençler…”

İhsan Beriş Kıbrıs dönüşünde Özel Harekât Dairesi bünyesinde bulunan iki özel timden birisinin komutanlığını sürdürürken, kısa bir süre sonra timi ile birlikte Almanya’da, Münih’in güneyinde bir kasabada konuşlanmış Amerikan 10.Özel Kuvvetler’in içinde kısa bir özel kursa tabi tutulur. Orada paraşüt atlayışları yapar. Amerikalılar ile birlikte ve onlar olmadan bir takım tatbikatlar yaptıktan sonra da Türkiye’ye dönerr. Özel tim konusunda bir açıklama gereği duyuyor ki başlıyor anlatmaya;

“Bu arada özel timlerin görevinin ne olduğunu da anlatmak ve anlamak lazım. Eğer Türkiye bir işgale uğrarsa, işgal edilen bölgelerde barış sırasında organize edilen teşkilatları harekete geçirmek, bunları eğitmekle görevlidir özel tim. Gerilla savaşı, yani gayri nizami harp tekniklerini öğreterek, işgal kuvvetlerine vur-kaç taktiği ile sıkıntı yaratmak. İkmal yollarını tahrip etmekten tutun da, cephanelerini imha etmek, silah ve cephanelerini çalmaya kadar düşmana sıkıntı verecek mücadeleyi vermekti görevimiz.”

İhsan Paşa Brüksel’e giderken yarbay rütbesindedir; ancak 1980’de albaylığa terfi eder. Brüksel dönüşünde ise Genelkurmay Başkanlığı İstihbarat Başkanlığı’na tayini çıkar. Genelkurmay’daki görevine 1 Eylül’de başlar; 12 gün sonra ise 12 Eylül darbesi yapılır. Darbeden dört ay sonra ise Milli Güvenlik Konseyi Genel Sekreterliği’ne tayini çıkar. Milli Güvenlik Konseyi söndürülene kadar, yani Turgut Özal’ın başbakan seçilmesine kadar, görevine devam eder. Daha sonraysa Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği’ne tayin edilir. İşte şimdi yine çok ilginç noktaları anlatmaya başlıyor İhsan Beriş Paşa;

-“Anayasa gereği, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği’ne bağlı özel bir başkanlık oluşturulmuştu: Toplumla İlişkiler Başkanlığı. Burada da bir yıl çalıştıktan sonra 1985’de kıta hizmeti için alay komutanı olarak Etimesgut Zırhlı Birlikler Okulu Eğitim Tümen Komutanlığı’nda, 2.Alay Komutanlığı yaptım. 1987’ye kadar alay komutanlığım sürdü ve bu yıl tekrar Genelkurmay Başkanlığı İstihbarat Sekreterliği’ne tayin edildim. 1988’de de kurmay subay olmadığım halde tuğgeneralliğe terfi ettim. Bunu övünmek için söylemiyorum ama o yıl generallik için sıraya giren 100 albay varsa, bunların 80 tanesi kurmaydır. Geri kalan 15-20 tanesi de sınıftandır. O yıllarda 30 civarında tuğgeneral seçilmişti.  28’i kurmaylardan, 2 tanesi de sınıftan. Ben de sınıftan gelen bir albay olarak tuğgeneralliğe terfi ettim…”

IMG_4912 İhsan Paşa üç yıl boyunca Kara Kuvvetleri Denetleme Heyetinde görev alır ve askeri açıdan bilmediği birçok şeyi de öğrenme fırsatı bulur. Son bir yılında ise mühimmat depolarının tamamı ona bağlıymış. 1992 yılında da emekli olmuş.

-“Emekli olduğumda henüz 55 yaşındaydım. Benim dönemlerim 1989’da emekli olmuştu ama ben 3 yıl daha fazla tuğgeneral olarak görevde kaldım. Kıbrıs’ta iki kere görev yaptığım için bir buçuk yıl da oradan terfi verdiler ve ben 46,5 yıl Türk Silahlı Kuvvetleri’ne hizmet etmiş oldum. Emekli olduktan sonra İstanbul’da bir benzin istasyonunda müdürlük yaptım. Daha sonra Yeni Günaydın Gazetesi’nin radyosu vardı. Radyonun müdürlüğünü, daha sonra da gazetenin müdürlüğünü yaptım. Bekir Kutman’dı sahibi. Bir sabah işe gelirken vurdular onu. 1999’da, 7 yıllık özel sektör çalışmalarım sonunda da artık yeter dedim. Bodrum’da bir yazlığımız vardı. İzmir’den bir ev alırız, gider geliriz diyorduk. ‘92’de emekli olduğumuzda bir arsa almıştık Menemen civarından. 21 yıl boyunca bekledik, para etsin de İzmir’den bir ev alalım diye. Hiç talibi çıkmadı. Sonra bir gün satıldı. O para ile Bodrum’da ikinci bir ev aldık, kiraya verdik. Yazlık evimizi de kışın yaşanabilir bir hale getirdik ve şimdi bu evimizde yaşıyoruz. İyi ki İzmir’den bir ev almamışız, iyi ki Bodrum’a gelmişiz. Çok mutluyuz…”

 İhsan Beriş Bodrum’a ilk defa 1984’de gelmiş. Bir dostları vasıtası ile Kale Konut kooperatifine girerler. Böylece 1995’de geç de olsa bir evleri olur. Bodrum’u çok sevmişler. Feriha hanım önceleri kaygılanmış, Bodrum’a yerleşmek için biraz ayak direse de yerleştikten sonra çabucak alışmış. Feriha Beriş’in “Şiir Günleri” etkinliği adeta bir marka haline geldi. İhsan Paşa da Zeki Müren korosuna katılır ve ağız mızıkası ile solo konserler verir etkinliklerde.

Son sözleri ise çok duygusal;

-“Sezonda kamp açık. Yıllardır görüşemediğimiz arkadaşlarımız ile buluşabiliyoruz. Sınıf arkadaşlarımız geliyor bazen; her ne kadar miktarları azalmışsa da. Biz 1957’de 298 kişi mezun olduk. Şimdi 142 kişi kaldık. Velhasıl kelam iyi ki Bodrum’a gelme kararını almışız…”

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.