Bodrum Gündem
TUNÇ ŞANAD

TUNÇ ŞANAD

Tunç Şanad 5 Aralık 1957 tarihinde İstanbul’da doğdu. Levent (Etiler) Lisesi’ndeki eğitiminin ardından, Marmara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi’nden mezun oldu. 1975 yılından bu yana kesintisiz olarak çalışma hayatını sürdürmektedir. İnşaat, turizm ve daha uzun bir süre reklam sektöründe çalıştı. Dört büyük seyahat acentesinin reklam departmanlarını kurup, yönetti. Türkiye’de gerçekleşen uluslararası büyük kongre ve etkinliklerde ekibiyle görevler üstlendi. 2002 yılından bu yana kendi ajansında reklamcılık uğraşını devam ettirmektedir. Bekar olup, 1990 doğumlu bir kızı vardır. Muhtelif dergilerde, kurumsal yayınlarda ve gazetelerde makale ile diğer yazıları yayınlanmıştır. "Ters Köşe Hikayeler” adında bir öykü kitabı vardır.

    YALNIZLIĞIM… Tunç Şanad BG Dergi yazıları…

    9-sayı-tunç-şanad-BG-için-internet-başlığı

    Görevli genç kız koridorun bitimindeki ağır kapıyı açınca, Zeynep stüdyoya girdi. Spotların ışığı gözlerine vurduğundan bir süre etrafını seçmekte zorlandı. Koltuklarında oturan seyircileri göremiyordu, ama programın ünlü sunucusu Cüneyt Sorgucu stüdyonun ortasındaki karşılıklı iki berjerden birine oturmuş onun gelmesini bekliyordu işte.

    Yerine doğru ilerlerken alkış bir yana dursun, çıtını bile çıkarmayanlar için “Ne ruhsuz bir seyirci” diye düşündü. Sunucu ayağa kalktı ve kadının elini sıkıp, karşısındaki koltuğu işaret ederek, “Buyurun lütfen Zeynep Hanım” dedi. Zeynep Limansız, uzun yıllardır hayvan hakları için büyük mücadeleler vermiş, tüm hayvan severlerin tanıdığı bir isimdi. “Yaşım yetmişe dayansa da, konu sokaktaki ve evdeki dostlarımız olunca bir televizyon programına hâlâ beni çağırmaları sevindirici, ama çok da doğal…” diye aklından geçirdi.

    Cüneyt, “Hayvanlara olan tükenmez sevginizi biliyoruz. İsterseniz oradan başlayalım. İlk olarak ne zaman evde bir hayvanınız oldu?” diye konuya girdi. Zeynep, “Hangi kameraya doğru konuşursam daha iyi görüntü veririm” diye etrafı kolaçan etti. Ama gözleri hâlâ spotlara alışamamıştı.

    “Zannediyorum, büyük kızımın üç buçuk, küçüğünse iki yaşında olduğu zamanlardı…”

    “Anladığım kadarıyla ilk hayvanınızı onlar için aldınız. Kedi miydi, köpek mi?”

    “İki kardeş kedi yavrusuydu. Pet shopun vitrininde onları yan yana görünce, aklıma hemen kızlarım geldi. Biri simsiyah, diğeri tekirimsiydi. Eve götürdüğümde kızlarımın çok sevineceğini ve oyalanacaklarını düşündüm.”

    “Oyalanmak..?”

    kedi

    Kadın, soruyu duymamışçasına konuyu değiştirdi. “Bildiğiniz gibi, 2004 yılında çıkarılan 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nun birinci maddesinde ‘Amacı hayvanların rahat yaşamlarını ve hayvanlara iyi ve uygun muamele edilmesini temin etmek, acı, ıstırap ve eziyet çekmelerine karşı en iyi şekilde korunmalarını, her türlü mağduriyetlerinin önlenmesini sağlamaktır’ der. Ama hangi kanun olursa olsun, sonuçta uygulanmasında aksaklıklar varsa adaleti asla tesis edemezsiniz.”

    Cüneyt sabırlı bir yaklaşımla, “Siz konuşmanın nasıl yürümesini isterseniz o yoldan ilerleyelim” dedi.

    Sunucu ne söylerse söylesin Zeynep kaldığı yerden devam ediyordu zaten… “Hayvanlara karşı işlenen suçların müeyyidesini sadece idari para cezası olarak saptayan bir kanunun yaptırım gücü ne kadar olabilir ki?” Kadının sesi giderek yükseliyor ve sinirlendiğinin belirtisi açıp kapanan burun deliklerinde görülüyordu. “Sonradan çıkarılan Uygulama Yönetmeliği de belediyeler ve benzeri kuruluşların insafına kaldı. ‘Sokak hayvanlarının yeri barınaktır’ anlayışı onları kısa sürede ölecekleri bir tecrit hücresine koymaktan başka birşey getirmez. Hayvanları bir canlı değil de eşya olarak görenler, zarar vermeyi bir suç değil de kabahat olarak değerlendirdikleri sürece sonuç alamayız.”

    Sunucu akışı değiştirmeyi denedi: “Demin ilk hayvanlarınızı pet shop’tan aldığınızı söylüyordunuz. Bu karşı olduğunuz birşey değil mi?”

    “O zamanlar bu bilinçten yoksundum tabii… Satın almak yerine sahiplenilmesi gerektiğini bilmiyordum. Aslına bakarsanız iki çocuğa bakmaya çalışan bir çocuktum ben de…”

    “Yardım eden kimse yok muydu?”

    “Annem uzun yıllardır yaşadığı memleketinden kalkıp yanıma gelmişti; üstelik babamı da orada yalnız bırakarak. Babamın da buna pek itirazı yoktu. Ne zaman annemin kararlarına karşı çıkabilmişti ki?”

    “Eşiniz?”

    Zeynep, boşluğa bakarak her zamankinden yavaş konuştu: “Gitti o… Küçük kızıma hamileydim daha… Mühendis olarak çalıştığı ulusararası firmadaki işi gereği sıklıkla yurtdışına çıkardı. Orada tanıştığı bir meslektaşına kaptırmış gönlünü. ‘Boşanmak istiyorum’ dediğinde o kadar şaşkındım ki… Ben kendime gelemeden tek celsede olup bitti. O, kadının yanına taşındı, ben burada kızlarımla yalnız kaldım.”

    “O zaman mı çalışmaya başladınız?”

    “Üniversiteyi bitirir bitirmez evlenmiştim. Tam iş arayışına başlayacakken ilk kızıma hamile olduğumu öğrendim. Ardından ikincisi… Hayatta hiç çalışmamıştım. Boşanınca büyük bir şirketin İnsan Kaynakları Departmanı’nda iş buldum neyse ki. Babaları kızlar için birkaç ayda bir harçlık gönderiyordu. Kazandığımla onları en iyi şekilde yetiştirmeye azmetmiştim.”

    Cüneyt, elindeki kıskaçlı bir altlığa yerleştirdiği sayfalara bazı notlar alırken, “Devam edin lütfen” dedi.

    “Birkaç yıl içinde önce müdür yardımcılığına, oradan da İnsan Kaynakları Müdürlüğü’ne yükseldim. Artık dimdik ayaklarımın üzerinde durabiliyordum. Güçlüydüm. Kızlarım için iyi bir gelecek sağlayabilirdim. Eski kocamın onlar için göndereceği üç kuruşa da ihtiyacım yoktu.”

    “Bir daha hiç evlenmediniz mi?”

    “Hayır! Taliplerim çıkmadı değil… Hatta biriyle evliliğe çok yaklaşmışken…”

    “Siz mi vazgeçtiniz?”

    Kadının sesi yine uzaklardan gelir gibi oldu, “Hayır o… O da gitti…”

    Adam, Zeynep’i normal temposuna çekmeye çalıştı, “Sizi mutlu edecek başka ilişkileriniz olmuştur ama, değil mi?”

    “Hayır! Hiçbir zaman izin vermedim, ihtiyacım da yoktu zaten…”

    “İnsan kendisini seven birine ihtiyaç duymaz mı hiç?” diye sordu Cüneyt.

    Kadın aniden koltuğunda daha dik oturmaya başladı. Yüzündeki dalgın ve hüzünlü gülümsemeyi kendinden emin bakışlarla örtmeye çalışıyor gibiydi. “Niye ihtiyacım olsun ki? Ben daima güçlü bir kadın oldum. Etrafımda konuşulanları, ne ima edilmeye çalışıldığını, bana bakan gözlerin ardındaki niyetleri hep sezdim. Flört etmek istediklerini de, yalanlarını da anladım. Kimin kalıcı insan olduğunu farkettim.”

    “Kimler kalıcı oldu?’

    Zeynep, iç geçirdi, “Sadece annem, babam ve kızlarım.”

    Adam “Çok fazla değilmiş…” diye mırıldandı.

    Kadın devam etti: “En kötü günümde bile renk vermeden işimin başında oldum. Duygu ve düşüncelerimin başkası tarafından okunmasına asla izin vermedim.”

    Sunucu, “İnsanlara bu kadar mı güvenmiyorsunuz?” diye sordu.

    “Hayvanları tanıdıkça insanların güvenilebilecek yanının ne kadar az olduğunu keşfedersiniz. Ben hayvanlardan değil, insanlardan korunmayı terch ettim. Bir erkeğin beni ne kadar sevdiği ve önemsediği benim değerimi belirlemez. Benim öz güvenim bana yeter.”

    “Bu yalnız bir hayatı da beraberinde getirmiyor mu?”

    “Ben yalnızlığı tercih ederim. Ruhumu güçlendirir ve bana huzur verir. Yalnızken daha güvende ve güçlü hissederim kendimi. Yalnız kalmayacağım diye hayatıma yeni insanlar katmaya çabalamadım hiçbir zaman. ”

    Zeynep yutkundu ve boğazının kuruduğunu hissetti. “Bir bardak su alabilir miyim?” dedi.

    “Tabii ki, hemen getirirler. Birşey soracağım… Siz bir restoranda karşınızdaki erkeğin daha ağzını açmasına fırsat vermeden garsonla muhatap olup siparişiniz üzerine konuşmaya başlayan kadınlardan mısınız?”

    Biraz öfkeli, kaşlarını çatarak, “Siz kadın-erkek eşitliğine inanmaz mısınız? Benim kendi yeyip-içeceğimi sipariş vermek için bir erkeğe mi ihtiyacım var? Biz kadınlar…” diye devam edecekti ki, kendisini stüdyoya getiren genç kızın yanındaki sehpaya bir bardak su koyduğunu gördü. “Bildiğin saydam bardak… Bu nasıl bir televizyon kanalı?..” diye düşündü, “Her türlü içeceği kendi amblemlerini taşıyan kupalarda getirmeye özen gösteren onlar değil midir hep?”

    Cüneyt’in yeni sorusuyla dikkati dağıldı. “Anneniz, babanız ve kızlarınız hayatta en güvendiğiniz kişiler… Ne sıklıkla görüşüyorsunuz onlarla?”

    Zeynep yine kendi kendiyle konuşur gibi cevapladı: “Babam öldü benim… O da gitti… Bir kız, babasının hayatındaki önemini en çok onu kaybettikten sonra anlıyor, biliyor musunuz? Çok özlüyorum onu…”

    “Kızlarınız?”

    “Kızlarım yurtdışında… Gelirler ama beni sık sık görmeye…”

    “En son ne zaman gördünüz onları?”

    “En son…” diye durakladı kadın. Hatırlamak için kendini zorladı. Sonrasında ağzından çıkan her kelimenin arasında birkaç saniye vardı. “Bilmiyorum… Geçenlerde… Geçen ay… Yok yıl… O kadar oldu mu?..”

    Adam, oturduğu koltukta Zeynep’e doğru eğildi, “Biraz yoruldunuz sanırım, sonra devam etsek… Sizi odanıza götürseler, dinlenseniz…”

    Kadın gerçekten de epey bitkin olduğunu hissetti. Cevap bile veremedi. Beyaz giysili aynı genç kız gelip koltuktan kalkmasına yardım etti. Kolundan tutup kapıya doğru yöneltti. Çıkarken bile alkışlamadı şu ruhsuz lanet olası seyirciler. Adeta yoktular…

    Odaya girdiklerinde kız, Zeynep’i yatağa otuttu. Yanındaki komodinin üzerindeki küçük bir kutuyu açıp, çıkarttığı hapı kadının ağzına uzattı. Sonra yarısı dolu su bardağını da eline verdi. “Evet… Bu size çok iyi gelecek. Güzel ve huzurlu bir uyku çekeceksiniz.” Zeynep eli biraz titrese de bir iki yudumda ilacı yutabildi. Uzandı… Kız pikeyi göğüs hizasına kadar üzerine çekti.

    Adam, odanın kapısından girerken bir yandan beyaz önlüğünü giyiyordu. Göğüs cebi üzerindeki isimlikte iki satır halinde Psikolog Cüneyt Sorgucu yazıyordu. “Nihal Hemşire, şu teknikteki arkadaşlara söylesen de benim odaya taktıkları yeni ampulleri değiştirseler. O kadar gözalıyorlar ki.” dedi. Nihal, “Tabii hocam, ben yarın gereğini yaptırırım” diye yanıtladı.

    Cüneyt, yatakta yatan kadını kastederek, “Nedir durum?” diye sordu. Kız, çoktan dalmış kadının saçını hafifçe okşayıp, “İlacını verdim. Sabaha kadar deliksiz uyur” dedi. Sonra hatırlattı, “Hocam, psikiyatristimiz de sizden haber bekliyor. Kendisi sıkı bir hayvanseverdir. Zeynep Hanım onun için çok önemliymiş. Değerlendirmelerinizi bir an önce öğrenmek istiyor.”

    Cüneyt derin bir soluk aldı. “Hayatındaki travmaların onu getirdiği bu depresif durum, duygusal dengesizlikler ve davranış bozukluklarına sebep oluyor. İlerleyen yaşı da gözönüne alırsak… Psikiyatristimizin işi pek kolay olmayacak gibi görünüyor.”

    “Genelde uyumlu, ama saldırganlaştığı zamanlar da oluyor.”

    “Frustration leads to aggression…”

    “O ne demek hocam?”

    “1939 yılında Yale Üniversitesi’ndeki beş psikolog geliştirmiş bu kuramı… Hayal kırıklığı saldırganlığa yol açar.”

    “Keşke hayatında ona destek olacak bir erkek olsaymış” dedi hemşire.

    Cüneyt, “Korkaklık işte…” diye söylendi.

    “Niye öyle söylediniz hocam?”

    “Çünkü…” dedi Cüneyt, “Yalnızlığına güçlü kadın kılıfı giydirmek korkaklıktır.”

    talkshow01

     

    Yazarın Diğer Yazıları
    Yorumlar