Bodrum Gündem

YAKIN TEHLİKE…

Küresel, Bölgesel, ulusal gelişmelerin etkilediği, yönlendirdiği tehlike ve risklerle karşı karşıyayız.

Öncelikle ekonomik, finansal gelişmelerin dar gelirli halkı ve bireyi etkilemesi, yoksulluğu artırırken, siyasal-sosyal sorunları da derinleştirmektedir.

Siyasi, ekonomik, askeri, stratejik çıkar farklılıklarının yarattığı sürekliliğe sahip çatışmalar ise mevcut küresel sistem içinde,  Türkiye’nin de içerisinde bulunduğu, gelişmekte olan ülkelerin aleyhinde sonuçlar yaratmaktadır.

Bu sebeple, ülke yönetiminde; siyaset üretiminde, nitelik ve sorumluluk ile ekonomik üretkenlik, milli gelir dağılımında adalet, güvenlik, hukuk, insan hakları konularında yeterlilik gibi devlet-toplum meselelerinde, nitelik-liyakat meselesi önem kazanmıştır. Bunun için siyasetin, öncelikle siyasi iktidarın ve liderlerinin sorumluluklarının, hukuki-kanuni-ahlaki-etik değerleri, devlet-toplum-insan bütünlüğünü etkileyen ve şekillendiren sonuçlar yaratır.

Siyasetin, siyasetçinin, sorumluluktan kaçma çabaları, sorumluluklarını farklı adreslere gönderme oyunları, günümüz Türkiye’sinde de görmekte olduğumuz gibi siyasi yozlaşmaya paralel, denetimsizliği davet ederek, yolsuzluk ve yoksulluğun artışına sebep olmaktadır.

Siyasette sorumluluğu iç ve dış farklı adreslere havale ederek, kişisel/kurumsal iktidarın korunması için, toplumsal algıyı şekillendirebilmek için yönlendirme faaliyetlerinde görülen gelişmeler, demokratik sistemde, rejimde yozlaşma şartlarını güçlendirmektedir.

Bu yaklaşım içerisinde, bazı temel Türkiye meseleleri üzerinde, genel değerlendirmeler yapılması, yararlı olacaktır.

20 inci yy. Mucizesi:

Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde, Kurtuluş Savaşı ile Emperyalizmin yenilmesi olayı 20 inci yy. mucizesidir.

TBMM’ de, Millet iradesinin tecelli ettirilmesi, Millet iradesi üzerinde hiçbir güce söz hakkı tanınmaması, kuvvetler ayrılığına dayanan, parlamenter sistemin temelleri atılmıştır. Cumhuriyet idaresi kurularak, kulluktan, eşit vatandaşlık şartlarının geçiş koşulları hazırlanmıştır. Muasır medeniyet ve aydınlanma hedeflerinde, demokratik sisteme yöneliş süreci başlatılmıştır. Siyasi-ekonomik bağımsızlığın kazanılması, dini-mezhepsel, etnik ve ideolojik vesayetlere girilmeden, özgür vatandaşların, refah devletinin oluşturulabileceği, kurumsal çalışmalara öncelik verilmiştir. Kurtuluş-Kuruluş felsefesi ile şekillendirilen demokratik-laik-sosyal hukuk devleti ilkelerinin içselleştirilmesi ve hayata geçirilmesi, 1950’lerde başlayan oportünist düşünce-ideoloji-çıkar arka planında ve pratiğinde, demokrasi-laiklik-otoriterlik-siyasal İslamcılık gibi tartışmaları da gündeme taşımıştır.

Kimlik Siyaseti:

2010 Anayasa Referandumu ile gelişme kaydeden ve süreklilik kazandırılarak, devam ettirilmekte olan kimlik siyasetleriyle, muhafazakar-dinci-milliyetçi kesimi konsolide edici çalışmalar, toplumsal ayrışma şartlarını da güçlendirmektedir.

Kuruluş felsefesinden uzaklaşma, nitelikli demokratikleşme şartlarının yozlaştırılması, siyasal İslam’ın-ideolojik tabuların dünyası içinde, siyaset üretme çabaları, Türkiye’nin demokratik-laik-sosyal hukuk devletinin geliştirilebilmesi çabalarını da engelleyen hususlardandır.

Kurucu felsefe ve aydınlanmacı zihniyetle kazanılan, siyasi-ekonomik bağımsızlığa sahip Türkiye şartları, 1950’lerden itibaren, özellikle son 16 yıllık AKP iktidarı döneminde, siyasi-ekonomik-güvenlik politikaları bakımından, sağlıklı olmayan gelişme şartları içerisine çekilmiştir.

Bu durum, sürekli gelişme ve değişim içerisinde olan tehdit ve risklere karşı, Türkiye şartlarını güçsüz ve güvensiz bırakmaktadır.

Sorumsuzluk ve Algı:

Hukuka-adalete dayanan kurumlar sistemi, ekonomide adil paylaşım şartları ve işlerlik kazandırılan insan haklarına, inançlara saygılı laik sistem, şüphesiz Türkiye Cumhuriyeti’nin hedef aldığı, özlenen demokratik sistemdir.

Ancak ifade edilen yozlaştırılmış siyasi-ekonomik-sosyal-kültürel yapıda oluşturulan oportünist-karizmatik liderlerin-güçlerin baskın hakimiyeti, yine 2010 Anayasa Referandumundan sonra anayasasız ve hukuksuz bırakılan şartları oluşturmuştur.

Bahse konu gelişmeler karşısında, iç dinamiklerin başat rolünü saklayarak, sebep ve tehditler olarak, ‘dış güçler’ , ‘emperyalizm’ , ‘ABD’, ‘küresel sermaye’ , ‘AB’, ‘Almanya’, ‘İngiltere’, ‘Esat’ gibi odaklara yapılan havaleler, göndermeler, siyasetin ve liderlerin sorumluluklarından kaçmalarının araçları olarak kullanılmakta oluşu, özellikle ülkemizde, sonuç alınabilen bir yöntem olarak kurumsallaştırılmış gözükmektedir.

Keza, gerçekleri değerlendirerek, milli ve yurtsever, ‘aydın’‘ olarak görevlerini yaparak, eleştirilerde bulunanları ‘vatan hainliği’ damgası ile yaftalayabilmeleri ise sahip olunan Türkiye gelişmişliği çerçevesinde, ‘can yakıcı’, ‘vahim’‘ kelimeleriyle ifade edebileceğimiz bir gerçeğimizdir.

Örneğin, ekonomi-sanayi-finans hayatımızda meydana gelen gelişmeler, her geçen gün ülkemizi, toplumu, vatandaş olarak hepimizi fakirleştirirken, siyasi iktidarın, kadrolarının propaganda mekanizmalarının yaratmak istediği ‘ dış tehditler ‘ algısı, toplumun önemli bir kesiminde kabul ettirilebilen psikolojik iklimi yaratmaktadır.

Örneğin, 16 yıllık kesintisiz güçlü iktidar döneminde, yaklaşık 470 milyar dolar borçlandırılan Türkiye’nin, hiçbir üretim kaynağı yaratılmadan, betona-tüketime yatırılan dövizlerle, yandaş rantı yaratılması politikalarından, halkımızın ne kadarı haberdardır?

Örneğin, dış ekonomik ve finans baskısının gelişi bilinmesine rağmen, sandık çoğunluğunun kazanılması beklentileri sebebiyle, yapısal ve faiz uygulama tedbirlerinin kullanılmaması ve ertelenmesi hususlarının açıklaması yapılmış mıdır?

Örneğin, ekonomi ve finans konularında, evrensel bilim ve bilgi gerçeklerine rağmen, sermaye dünyasını tedirgin eden ve güvensizliği artıran açıklamalar, nasıl tekrarlanabilmektedir?

Örneğin, halkımızı boğabilecek ekonomik kriz ortamında, Katar’dan ‘uçak saray’ satın alma ve/veya ‘hibenin kabul edilmesi’ olayının ‘milli şuur’‘, ‘adalet’,

‘vicdan’, ‘sorumluluk’‘ kavramları çerçevesinde ki yeri sorgulanabilecek midir?

Örneğin, Türkiye’nin çok haklı çıkar ve gerekçelerine rağmen, Suriye politikasında; başlangıçta ABD ile birlikte Esat rejimine karşı uygulanan ve gelişmelere rağmen Esat’ı hedef alan politikanın kararlılıkla devam ettirilmekte oluşunun insani ve mali sonuçlarıyla ilgili bilgimiz nedir? TBMM’nin yetki ve sorumlulukları nerede başlamaktadır?

Örneğin, AKP’nin siyasal İslamcı düşünce yapısının, Suriye politikalarını çıkmaza soktuğu meselesi, yeterince tartışılabilmiş midir?

Örneğin; Eylül 2018 tarihi itibariyle, hala MİT bünyesinde FETÖ ile ilgili operasyon yapma ihtiyacı duyuluyorsa, 16 yılın siyasal ve kurumsal sorumluluğu tartışılabilecek, denetlenebilecek midir? Bu konuda, TBMM İstihbarat ve Güvenlik Komitesinin görev sınırı nedir?

Örneğin, son gelişmeler içerisinde; hukuki durumu bilinmesine rağmen, Atatürk’ün vasiyetinin gündeme taşınması ve milli varlığımız olan İş Bankası hisselerinin etkilenmesine yol açan açıklamalar ile Eğitim Öğretim Yılı açılışında,

Cumhuriyet’in örnek eğitim-öğretim politikalarını ve sonuçlarını eleştirerek, çocuklarımızın gelecek kaygılarını yükselten, tüm saygın değerlendirmelerin aksine, 16 yılın karanlık eğitim fotoğrafını reform olarak gösterebilen zihniyeti tartışmak zorundayız.

Sonuç:

İçerisinde bulunduğumuz şartlarda, siyasi eleştiriyi de, içeren makale yazarken, farklı duyguların geliştirdiği psikolojik yorgunluğu hissediyorsunuz.

Siyasetlerle bağ kurmaktan kaçınan alışkanlıklarınızı bırakarak, sorumlu vatandaş kimliğinin kullanılması gerçekliği de, insan enerjisini etkiliyor.

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 1950’lerden itibaren iyi yönetilemediğini ve özellikle 2010 yılından itibaren de AKP iktidarınca, Cumhuriyet değerleri, Cumhuriyetin kazanımları ve nitelikli demokratikleşme ve demokratik-laik-sosyal hukuk devleti hedefleri yönünden, riskleri davet eden şartların oluşumunda, rolünün tespitinin öncelikle önem kazandığını ifade edebiliriz.

Gelişmekte olan ve sürekliliğe de sahip vahşi kapitalist ve küresel finans sisteminin etkileme sonuçları karşısında; iç dinamiklerde toplumsal bütünleşme, nitelikli demokratikleşme, siyasal İslamcı (dinci), otoriter zihniyetin reddi, demokratik anayasa, hukuk devleti, hukukun üstünlüğünün şekillendirdiği kurumsal yapı, laik sistem, ekonomi-sanayi de üretim-ileri teknoloji önceliği, adaletli paylaşım, demokratik ittifakların genişletilmesi ile TBMM sinde ve toplumsak katmanlarda işbirliği şartlarının geliştirilmesi ihtiyacı, öncelikli milli görev olarak karşımıza çıkmaktadır.

Cevat Öneş

18 Eylül 2018  Bodrum

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.