Bodrum Gündem

YARIKKAYA’DAN KAÇIŞ…

( Bodrum trolcülüğünün duayeni rahmetli Şevket Kaptan (Nalbantoğlu),oğlu rahmetli Hasan ağabey ve Turgut Reis taratasının ortaklarından rahmetli tersaneci Erol usta ( Özyurt ) ile yine Turgut Reis tratasının reisi ve yardımcı kaptanı rahmetli Duran ağabeyi ( Karagöl ) saygı rahmetle anıyorum.)

1980 Yılında Bodrumlu Turgut Reis ,Mustafa,Ege Gülü ve Zühre tratalarıyla birlikte Mersin’de çalışmaktaydık.Çalıştığımız alan İskenderun Körfez’inden Kıbrıs açıklarına kadar uluslararası sulardı.Açık deniz olduğu için ağ çekme süresi dört saat gibi uzunca bir süreydi.

Mola (ağın çekilme zamanı ) zamanı geldiğinde bir saat içinde ağı çekip balıkları seçip,yıkayıp buzladıktan sonra buzhane olarak adlandırdığımız soğuk hava deposuna yerleştiriyorduk.Kalan üç saat süre bizim dinlenmemiz oldukça yeterliydi.

Çıktığımız seferler dört gündüz üç gece sürmekteydi.Dört gün boyunca hiç kara yüzü görmezdik.Gözümüzün alabildiği yer ufuk çizgisiyle kaplıydı.Dört günün sonunda limana gelip karaya çıktığımızda sürekli denizde sallandığımız için hepimize kara da sallanıyor gibi gelirdi.

Ocak ayı olmasına rağmen Ak Deniz güneşi oldukça yakıcıydı.Bazen deniz çarşaf dümdüz olurdu.Böyle zamanlarda kamaranın üstüne çıkar elime aldığım kitabı okumaya başlardım.Bu anlarda kendimi bir balıkçıdan ziyade mavi yolculuğa çıkmış bir turist gibi hissederdim.Kıyıya yakın çalıştığımız anlarda Toroslar karlarla kaplı zirveleriyle,bembeyaz gelinliği içinde yer alan bir gelini andırırdı.

Mersin Limanı’na akşam dönerdik.Limana yaklaştıkça Torosların karlı zirvelerinden gelen ayaz Ak Deniz’in nemiyle birleşip,burnumuzun direğini sızlatır ve gözlerimizi yaşartırdı.

Mersin Limanı İtalya’nın Napoli Limanı’ndan sonra Akdeniz’in en büyük limanıydı.Babam rahmetli Mersin Limanı’nın  1950’erde inşası sırasında dalgıç olarak çalışan dayım rahmetli,Gümüşlüklü Hasan Bilginer’in  vinç halatının kopması sonucu beton blok altında kalmaktan son anda kurtulduğundan bahsetmişti.

Limana girdikten sonra bir çoğu muhrip olan alargadaki gemilerin arasından geçip Toprak Mahsulleri  Silosu’nun arka tarafına askeri limana yakın bir bölgeye yanaşırdık.Yanaştığımız bölgede büyük rorolar ,kuru yük gemileri yer alırdı.Bunlardan en çok dikkatimi çeken Çanakkale Savaşları’nın efsane mayın gemisi ‘’Kaptan Nusret ‘’ gemisi olmuştur.Defalarca yan yana yanaştığımız bu geminin önemini üniversitede tarih öğrenimi yaptıktan sonra anlamıştım.

Tarihimize önem vermediğimizden bu gemi de kısa süre kaderine terk edilince bağlı olduğu yerde batmıştı.Daha sonra Tarsus Belediye Başkanlığı gemiyi karaya çıkartıp bölümlere ayırarak Tarsus Belediye Parkı’na koyarak vatandaşların görmesini sağlamıştı.

Yanyana olduğumuz çoğu Arap şileplerine balık verip,karşılığında viski ve yabancı sigara alırdık.Bir keresinde tır kamyonlarını içinde bir turda döndüğü Necdet Or adlı ( Bu gemiyi 1990’da İstanbul’da Haydarpaşa Limanı’nda tekrardan görmüştüm )devasa roroya çıkıp oradan tanıdığımız bir arkadaşa İtalya’ya kot ve viski siparişinde bulunmuştuk.

Gemi İtalya seferinden döndükten sonra siparişleri verdiğimiz Yunus Emanet adlı Giresunlu arkadaşımızdan malları teslim aldık.Bu sefer de geminin içinde gümrük memuruna yakalandık.Gümrük memuru viski ,sigara ve kotlara el koydu.

Bunun üzerine ben ‘’Bunun hal çaresi yok mu ? ‘’ deyip cebimden çıkardığım 30 TL’yi memura verince sorun çözülmüş oldu.Bu hayatımda bir devlet memuruna verdiğim ilk ve tek rüşvet olarak hayatımda yer etti.

Limana bodoslama yanaştıktan sonra soğuk hava deposundaki balıkları bizi bekleyen kamyona yüklerdik.Ardından buz,kumanya ve mazot alınırdı.Akabinde bazen taksi tutarak,bazen de yürüyerek Mersin şehir merkezinde önce bir lokantada karnımızı doyurur,sonrasında bir meyhanede kafayı çektikten sonra sinemaya giderdik.Gece yarsına doğru tekneye gelip,sabah saat 04:00 ‘de denize açılırdık.

O dönemlerde  denizin üzerinden, dış dünyayla tek iletişim radyo ile sağlanırdı.Kulağımız haberlerin sonundaki hava durumunda olurdu.Hava raporuna göre denize açılırdık.Ama kış mevsimi olduğu için hava çok değişkendi.Yine hava raporunu dinledikten sonra denize açılmıştık.Adana Karataş açıklarında feci Yarıkkaya Fırtınasına yakalandık ki;.Yarıkkaya İskenderun Körfezi’nin meşhur fırtınasıdır.

Akşam üzeri yakalandığımız fırtına’da teknemiz devasa dalgalar karşısında adeta ceviz kabuğu gibi kalmıştı.Bodrumlu Tersaneci kardeşlerden  rahmetli Erol Özyurt  ile kardeşi  Mehmet Özyurt’un sahibi olduğu Turgut Reis Tratası 20 metre boyunda olup içinde 350 beygir gücünde Mersedes motor yer almaktaydı.Teknemiz dalgaların üstüne çıktığında her taraf gözükmesine rağmen dalga çukuruna girdiğimizde dalgalara aşağıdan bakıyorduk.Dalgaların boyu 4-5 metreye yakındı.Teknenin  burnu dalganın içine girmesinin ardından dalgalar kaptan köşkünün üstünden güverteye  dökülmekte ve dalga suları  güvertenin deliklerinden tekrar denize akmaktaydı.

Fırtınada tek güvencemiz dizel motordu.Motora bir şey olması halinde hepimizin Akdeniz’in sularını boylaması içten bile değildi.İyi olan taraf şiddetli rüzgara arkamızı vermemizdi.Denizler tanrısı Poseidon sanki kudurmuş gibiydi.Gecenin  karanlığını ard arda çakan  şimşekler aydınlatıyordu.Şimşeklerin  aydınlattığı denizde peşpeşe arkamızdan gelen devasa dalgaları  görünce ürperdik.Dalgalar peşimizden kovalıyor,biz ise kaçıyor gibiydik.

Dalgalar kısa sürede tekneyi yukarı kaldırınca şimşeklerin aydınlattığı denizde dalga çukuruna  düştüğümüzde, teknenin içindeki her şey,buna ambardaki balık kasaları da dahil olmak üzere yer değiştiriyordu.Bizler düşmemek için sıkı sıkıya bir yerlere tutunarak Mersin Limanı’na  ulaşmaya çalışıyorduk. Tekne dalga tepesine çıktığında sağ tarafımızda belli belirsiz Adana Karataş ilçesinin ışıklarını görünce içimiz ferahladı.

Kaptanımız Aşağı Mazı’dan Mustafa kaptandı (Karagöl ).Kaptan hem pusula yardımı hem de Karataş’ın ışıklarını kertez alarak Mersin Limanı’na doğru yol almaktaydı.Dalgalarla boğuşa boğuşa ilerken yaşadıklarımı macera olarak niteleyip müthiş keyif almaktaydım.Oysa 5-6 yıl sonra ( yaş ilerlediğinden mi bilmem )aynı durumlarda içimi korku kaplardı ve bir an önce karaya ulaşmak için can atardım.

Yaklaşık yedi saatlik dev dalgalarla boğuştuktan sonra Mersin Limanı’nın önüne geldik.Çok sayıda devasa gemi açıkta demir attığından bizim için de tehlike oluşturuyordu.Kaptanımız gözcülerinde yardımıyla gemilerin arasından sıyrılıp saat 23 sıralarında Mersin Limanı’na girdi.

Limanın içinde de alarga vaziyette (kıyıyla bağlantısı olmadan ) çok sayıda gemi ve muhrip demirlemiş vaziyetteydi.Bunlarda biri de 1992’de ABD’nin Ege Denizi’ndeki NATO tatbikatında Saratoga savaş gemisi’nden atılan füzelerle vurup beş denizcimizi şehit ettiği Türkiye’nin o dönem en büyük savaş gemisi olan Muavenet muhribiydi.

Bu gemilerin  arasından geçip Mersin Limanı’nda yer alan Toprak Mahsulleri  Silosu’nun arka tarafında her zaman bodoslama yanaştığımız askeri liman yakınındaki yere yanaştık.Hemen yanımızda da Çanakkale Deniz Muharebelerinin efsane mayın gemisi Kaptan Nusret yer almaktaydı.

Her sefer dönüşünde balıkları İzmirli Balıkçı Muzaffer Diler’e teslim ederdik.O dönemlerde henüz telsiz ve cep telefonu olmadığından o gün haber verememiştik.Sabah olduğunda limandaki görevlilerin ofisinden telefon edip balıkları teslim ettik.

Liman görevlilerinin hemen hepsiyle dost olmuştuk.Sefer dönüşü biz onlara balık verirdik.Onlarda ihraç edilen nohut çuvallarından bir delik açar,nohutları bazen haşlayıp bazen de humus yaparak bize verirlerdi.Limandan canlı küçükbaş hayvan ihracatı da yapıldığı için bazen hayvan denize düşüp boğuldu bahanesiyle  bu hayvanları kesip bize et verirlerdi.

Mersin hayatımda  bir çok lezzetleri ilk kez tattığım bir şehirdi.Bunların içinde Adana kebap,şalgam,muz ve fındık lahmacun gelmekteydi.Fırtına nedeniyle denize açılamadığımız günlerde Adana’ya gider,oradaki Halep Çarşısı,Bağdat Çarşısı gibi çarşılardan alış veriş yapardık.Aldığımız ürünlerin çoğu başta saat olmak üzere Uzak Doğu menşeili elektronik eşyalar olurdu.

Yarıkkaya fırtınasından kaçıp limana yanaştığımız gün,balıkları teslim ettikten bir saat sonra Bodrum’dan gelen Mustafa Tratası’ın patronu Şevket Kaptan’ın( Nalbantoğlu )  vefat  haberiyle hepimiz sarsıldık. Oğlu rahmetli Hasan Ağabey bu haberle yıkılmıştı.Bizlerle birlikte Mersin’de bulunan diğer üç Bodrum traratalarının kaptanları bizim kaptanlarla birlikte tekneleri bağlayıp Bodrum’a Şevket Kaptan’ın cenazesine gittiler.

Şevket Kaptan’ı çocukluğumda Mustafa Tratasıyla Mazı Hurma sahiline geldiğinde kıyıdaki lokantada içki içerken görmüştüm.Biz çocuklara o dönem bizler için çok büyük bir miktar olan beşer Lira harçlık vermişti.Kim olduğunu lokantacıdan öğrenmiş olduğum bu tonton sevimli amcayı hiç unutmamıştım.Bu yüzden vefatına çok üzülmüştüm.

Kaptanlarımızın Bodrum’a Şevket kaptan’ın cenazesine gitmesi üzerine Bodrumlu trol balıkçıları olarak bizler zorunlu tatil yapmak zorunda kaldık.Bu esnada sık sık Mersin çarşısına çıkıp kafamıza göre takılıyorduk.En büyük eğlencemiz sinemaydı.Arabeskin kral olduğu,Ferdi Tayfur ve Orhan Gencebay’ın ortalığı kasıp kavurduğu dönemdi.Bunlara 1979’da çıkarmış olduğu Ayağında Kundura şarkısıyla meşhur olan İbrahim Tatlıses de eklenmişti.O dönem Mersin’de faaliyette olan Kamer,Kurum ve Sıdalı sinemalarında  bu sanatçıların filmleri oynamaktaydı.

Bir hafta sonra kaptanların gelmesiyle birlikte tekrardan denize açıldık.Benim kaldığım yer makine dairesiydi.Sıcak olmasına sıcaktı ama alışmış olduğum mazot ve sintine kokusunun yanında limandan ayrılma zamanımız olan 04:00’da gecenin karanlığını yırtan ve beynimi tırmalayan  350 beygirlik dizel motorun sesiyle uyanırdım.O sesi hala unutabilmiş değilim.

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.