Bodrum Gündem

Depremleri Yönlendirmek / Ronald Karel Bodrum Gündem Yazıları….

Aşağıdaki makalenin gayesi, dünyadaki bilim dalları arasında çok geri kalmış bir bilim dalı olan DEPREM konusunu başka bir açıdan incelemektir. Bugüne kadar bakılan bakış açısı sadece büyük bir zaman kaybı olmuş, dünyadaki yer bilimcilerin özellikle USGS ve Japon Sisimologlar inatları yüzünden ileriye doğru bir tek adım dahi atılamamıştır.

Deprem konusu son derece karmaşık bir konudur ve her ne kadar yer altında meydana gelen stres ile oluşuyor ise o stresten önce ve sonra meydana gelen tabiat olayları son derece incelenmeye değer.

İşte bu konuda 50 seneye yakın mücadele veren bir araştırmacı olarak hiçbir iddiası olmayan ama ilerdeki yıllarda ele alınacağına inandığım aşağıdaki makaleyi yazmaya karar verdim.

Kurduğum bilimsel hayalimi yazmadan önce öncelikle deprem konusuna daha başka açıdan bakalım.

Scientific American magazininde yayınlanan makalede güneş lekelerinin, güneşin yüzünde büyük manyetik alan oluşturduklarını ve güneşin tabakasından değişik gazlarla ‘solar winds’ yani ‘güneş fırtına-rüzgârlarını,’ meydana getirdiklerini yazıyor. Bu patlamaların her 11 senede çoğaldığını ancak son zamanlarda iki misline çıktığını belirtiyor.

Zaten hepimizin hissettiği gibi güneşin ısısı son 100 seneye göre daha sıcak ulaşıyor bizlere. Bazı bilim adamları 0.1 daha fazla diyor. Yani genel anlamda güneş ışınları bütün mevsimlerde daha sıcak.

Bence güneş patlamaları dünyamızın iklimini son derece etkileyen ve küresel ısınmanın en büyük nedenidir. İnsanoğlu atmosferi kirletmiyor demiyorum. Lakin güneş sistemimizde daha tam olarak anlayamadığımız fiziki ve kimyasal olaylar meydana gelmektedir. Makale benim gibi düşünenlerin var olduğunu zaten yazıyor.

Daha yeni yeni birçok bilim adamı iklim değişikliğinin güneş patlamalarından meydana geldiğini iddia etmeye başlamış. Birleşmiş Milletlerin prestiji olan  ‘Intergovernmental Panel on Climate Change (IPCC)’ güneşteki ısı artışının dünyamızın iklimine tesir edebileceğini yazmış.

Şu kısa özetten sonra konumuz olan depremlere geçmek istiyorum.

Güneş rüzgarlarının depremleri tetiklemesi konusu.

Güneşteki dünyamıza yönelik açılan delikler ve içerisinden dünyamıza doğru fışkıran güneş rüzgârları depremleri tetikliyorsa o zaman depremleri başka alanlara yönlendirebilir miyiz diye hep hayal kurdum. Şimdi bu hayallerimi elimden geleni kadar bilimsel hale getirmek istiyorum.

Öncelikle bugüne kadar yayınlanmış benim vizyonumu destekleyecek bilimsel makaleleri özetleyelim.

  1. Güneş rüzgârlarının büyük depremleri tetiklediğine dair makaleler mevcut. İki tanesini makalemin sonunda SONUÇ bölümünde yayınladım.
  2. Yer altında stres sonucunda meydana gelen ‘’peroxy effect’’ ve 1 cm3 de milyonun üzerinde iyonun meydana geldiği iki değişik NASA laboratuvarlarında gösterilmiş. (NASA Goddard Space ve NASA Ames, ki kendim defalarca kez bulundum ve şahidim).
  3. Yıllardan beri içimde olan bilimsel vizyonumu kullanıp, bu iki ana konuyu birleştirip depremlerin yukardan tetiklendiğini göstermek istedim. Sadece tetiklenme değil, mademki tetiklenme olayı güneşten geliyorsa o zaman o tetiklenmeyi nasıl büyük şehirlere yakın olan faylardan uzak tutabiliriz diye beyin jimnastiği yapmaya karar verdim.

Yukarda yazdıklarımı okuduğunuzda, bırakın depremleri yönlendirmeyi, daha güneş rüzgarlarının iklimi değiştirdiği düşünülürken, depremleri tetiklediği utopya olarak kabul edilmektedir kartezyen bilim dünyası tarafından.

Çok iddialı değil mi?

Evet, aynen öyle.

Ama inanın veya inanmayın kendi çapımda bilimsel içgüdülerimi kullanarak hayali bir sonuca vardım. Kendi çapımda da olsa, belki ileriki jenerasyonlara faydası olan, bir temel arz eden bu makalem tabii ki çok büyük kritiğe maruz kalacaktır.

İnsan hayatının pek önemsenmediği bugünkü dünyada biliminin siyasi ve ticari hale getirildiğine inan bir araştırmacı olarak deprem bilimini ilerletmek için girişimci olmak lazım diye düşündüm ve elimi kayanın (taş ufak kalır) altına soktum.

Ticari değeri olmayan her bilimsel araştırma çöpe gidiyor. Depremleri önceden tahmin etmek konusu bugünkü uluslararası siyasi-bilimsel kafa ile değeri anlaşılmıyor. Hâlbuki savunma açısından son derece önemli olan bu konunun getirisi son derece yüksek.

Artık dünya çok kazanç getiren birkaç spor, bilim ve sanat dallarından başka bu dallarda yapılan faaliyetler devletler tarafından teşvik bulamıyorlar. Halbuki dünya insanlığı, barışı için tek dil sayılan spor, bilim ve sanat faaliyetlerinin her ülkede çoğaltılması lazım geldiğine kuvvetle inanan biriyim. Emperyalizmin çağanoz kolları hemen hemen bütün kıtaları sarmış durumda ve halkların kanını emmeye başladı. Avrupa dâhil bütün ülkelerde küçük esnafı yok etmeye çalışan, alım gücü olmayan halklara bol kredi vaat eden bu emperyalist akım, bugün çok gelişmiş dediğimiz ülkelerdeki yeni neslin pusulasını şaşırtmaktadır. Bu sebeten dolayıdır ki yeni bilimsel araştırmalar büyük ülkeler tarafından mani olunuyor, devletler bu araştırmalara meblağ ayırmıyorlar. Ekonomik savaş, silahlandırma, su savaşları, ekolojik mücadeleler insan hayatının önünde geliyor.

Ticari yönden çok kazanç getiren bilgisayar sistemi ve insan gücünün yerini alan yeni teknolojiler bütün gelişmiş ülkelerde işsizliklere sebep olmaktadırlar.

Bu rezalet içerisinde benim burada ‘depremlere mani olma veya yönlendirme teorim’ herhalde birçok kişiye ütopya gibi gelecektir. Ben onlarca yıldan beri Allah’ın bana bağışladığı yeteneklerimi sonuna kadar kullanıp insan sıfatını hak etmeye çalışıyorum. Hayatımın son nefesine kadar kim ne derse desin bu inancıma devam edeceğim.

İşte bu benim dördüncü araştırma konum olup, güneş rüzgârlarının ki buna parçacıklar da dahil, proton ağırlığının ve dünyamıza saçılan elektromanyetik dalgaların faylara olası etkisi ve kutup bölgeler başta olmak üzere büyük depremlerin meydana gelmesidir. Bu depremlerin büyük şehirleri vurmaması için alınabilecek tedbirlerin nasıl olabileceğini anlatmaya çalışacağım.

Link ; https://www.swpc.noaa.gov/products/real-time-solar-wind

Yukardaki tablo şimdilik güneş fırtınalarını yeteri kadar incelemeye yeter ve artar bile. Güneş patlamaları ile depremler arasında bir bağlantı kurmak için bundan sonra kafa çalıştırmak, çalışmak ve yine çalışmak, fedakârlık lazım. Bu tablo ile dünyadaki depremleri mukayese etmek lazım. Çok zor bir araştırma.. Ama insanlık için başlamak lazım.

Yukardaki tablo saat saatına aktif bir şekilde güneş patlamalarını göstermektedir. Proton ağırlığı, iyon ısısı vb de tabloda gösterilmektedir.

Istatisklere göre bu tablonun yanına EMSC den elde edilen canlı deprem tablosunu koyup, on sene kadar güneş patlamaları 500 km/s ile 1000 km/s arasına ulaştığı zaman, veya-ve proton ağırlığı 30 u geçtiği zaman kutuplara yakın bölgeler başta olmak üzere diğer hassas faylarda stres başlayıp Mag 6.0 veya üzerinde depremler meydana geldiği görülmüştür.

SOHO UYDUSU

Güneş Lekesinin yapığı patlama NASA’nın SOHO uydusu üzerindeki LASCO, MDI ve EIT kameraları ile görünebilir. Güneş patlaması, Güneş lekelerini oluşturan manyetik ilmek üzerindeki plazmanın, manyetik konfigürasyon değişimi nedeniyle ani olarak salınması ile oluşur.

Lekelerin bulunduğu bölgeden fışkıran gaz, ipliksi yapılar şeklinde manyetik alan çizgilerini takip ederek yayılır. Bir süre sonra bu ipliksi yapılar, gerilim kuvvetlerine dayanamayarak kopar ve kütle atımları şeklinde uzay boşluğuna saçılır.

Güneş lekeleri Güneş yüzeyi üzerinde yoğunlaşan manyetik alanlardır. Siyah bölgeler olarak görülen bu lekeler geçici olaylardır. Orta büyüklükte bir Güneş lekesi aşağı yukarı dünya kadar büyüktür. Güneş üzerinde oluşan bu lekeler günler, hatta haftalar boyunca izlendikten sonra yok olurlar. Lekeler, şiddetli manyetik alanlar Güneş yüzeyinde belirdiğinde ortaya çıkarlar. Bulundukları alanın sıcaklığını 6000°C den 4200°C ye kadar düşürürler, bu nedenle lekenin bulunduğu alan çevresine göre daha koyu bir bölge olarak görülür.

Güneş yüzeyindeki bir leke sistemi. Bu lekeler o kadar büyük boyutlarda olur ki, genellikle Dünya gezegeninin çapından daha fazla alan kaplarlar. Bazı lekeler ise çok daha dev boyutlara sahiptir ve neredeyse Jüpiter gezegeni büyüklüğüne ulaşabilir.

Enerji salınımı bakımından Güneş yüzeyi üzerinde meydana gelen en şiddetli olaylardan biri geçici enerji boşalmaları olarak tanımlayabileceğimiz Güneş patlamalarıdır.

Bunlar Güneş sistemimizde gözlenen, en şiddetli patlama olaylarıdır. Hiroşima’ya atılan bombanın yaklaşık 40 milyon katı bir enerjiye sahiptirler. Çok güçlü manyetik alanların parçalanmaları ve yeniden birleşmeleri patlamaların oluşması için gerekli olan ilk enerji kaynağını oluşturur. Gamma ışınım, X-ışınım, görsel ışınım ve radyo ışınım gibi elektromanyetik spektrumun hemen hemen her dalga boyunda ışınımda bulunurlar. Bu ışınları özetleyecek olursak şöyle diyebiliriz. Radyasyon veya ışınım, elektromanyetik dalgalar veya parçacıklar biçimindeki enerji yayımı ya da aktarımıdır. “Radyoaktif maddelerin alfa, beta, gama gibi ışınları yaymasına’’ veya “Uzayda yayılan herhangi bir elektromanyetik ışını meydana getiren unsurların tamamına’’ da radyasyon denir. Bir maddenin atom çekirdeğindeki nötronların sayısı, proton sayısına göre oldukça fazla ise; bu tür maddeler kararsız bir yapı göstermekte ve çekirdeğindeki nötronlar alfa, beta, gama gibi çeşitli ışınlar yaymak suretiyle parçalanmaktadırlar. Çevresine bu şekilde ışın saçarak parçalanan maddelere radyoaktif madde denir.

Güneş atmosferinin en dış katmanı korona çok güçlü manyetik alanlarla yapılanmıştır. Kapalı bir yapıya sahip olan bu manyetik alanlar, genellikle Güneş leke gruplarının üzerinde gelişen olaylarla birdenbire açık duruma geçebilirler. Şiddetle gelişen bu olaylar sırasında ivmelenen Güneş maddesinin hızı Güneşin çekim alanından kurtulmak için gerekli hıza (618 km/s) eriştiği andan itibaren koronal kütle atımı başlar. Büyük koronal kütle atımları sırasında atılan Güneş maddesi 10E16 gram mertebesindedir. Bu aniden gelişen çok şiddetli patlama sırasında söz konusu madde 700-1000 km/s lik hızlarla ivmelenir. Yüklü parçacıklardan oluşmuş olan bu Güneş maddesi yolu üzerindeki gezegenlere ve uzay araçlarına çarpmak üzere hızla gezegenler arası ortama yayılır. Koronal kütle atımları genellikle bağımsız gelişen olaylar olmakla birlikte zaman zaman da Güneş patlamaları sırasında gözlenirler.

Manyetik Alan

Güneş sürekli bu parçacıkları kaybetmektedir; parçacıklar “solar rüzgâr” olup uzayda yol almaktadır. Bizim manyetik alanımız dünyanın çevresinde bulunan bu parçacıkların birçoğunu yönlendirir. Şurası önemlidir: Bu parçacıkların ancak küçük bir bölümü dünyanın yüzeyine ulaşır.

Manyetosfer dinamik bir yapıya sahiptir. Güneşten gelen Güneş rüzgârıyla enerji kazanan magnetosferin içerisinde dinamizmi harekete geçiren süreçler başlamaktadır. Bu sürecin dünyada gözlenen sonucu manyetik fırtınalardır. Ayrıca Güneş aktivitesinin değişimine bağımlı olarak kutup ışıması (Aurora) ve proton olayları da gözlenen sonuçlardandır.

Büyük Güneş patlamalarının ardından 30 dakika içerisinde enerji yüklü protonlar dünyaya ulaşmaktadır. Enerji yüklü parçacıkların (çoğunlukla protonlar) sağanağı altına giren magnetosfer bu parçacıkların bir kısmını yakalayarak daha da hızlanmalarına yol açmaktadır. Hızlanan bu protonlar atmosferin üst katmanlarına kadar sızmaktadırlar.

Güneş patlamalarının yeryüzünde birçok zararları vardır. Ben bunlardan en fazla biyolojik zararları üzerinde yazmak istedim. Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesinin makalesine göre giderek artan sayıda örnek, biyolojik sistemlerin jeomagnetik alandaki değişimlerden etkilendiğine dair işaretler taşımaktadır. Yapılan araştırmalarda fiziksel olarak stres altında bulunan bazı biyolojik sistemlerin jeomagnetik alandaki çalkantılara tepki gösterdiği sonucuna varılmıştır. Bu alandaki çalışmaların artması Uluslararası Radyo Bilim Birliği (URSI=Internationale Union of Radio Science) içerisinde tıpta ve biyolojide elektromanyetik adı altında yeni bir komisyonun kurulmasına öncülük etmiştir. Güneşteki değişimlerin biyolojik sistemlerde bozulmalara yol açmasıyla ilgili belirtilerden biri de, göçmen kuşların göç sırasında yön bulma yeteneklerinin bozulmaya uğramasıdır. Güvercinlerin, yunusların ve balinaların sinir sistemlerinde yuvalanmış küçük manyetik mineral birimlerinden oluşmuş doğal pusulaları vardır. Yön belirlemede kullandıkları yöntemlerin belki en esaslı olanı değildir ama yapılan bir çok gözlemde göç eden güvercin gruplarından, geri dönüşler sırasında jeomagnetik fırtınaya yakalanmış olan gruplarda çok sayıda güvercinin geri dönmediği saptanmıştır.

EM yani elektromanyetik dalgaların insanlar üzerindeki etkileri de çok fazladır. Hele romatizması olan kişiler vücutlarındaki değişik bölgelerde hissettikleri ağrıları o denli iyi incelemişlerdir ki ne zaman ve nerede ne kadar kuvvette deprem olacağını dahi kestirebilme durumuna geliyorlar.

DEPREMLERI YÖNLENDİRMEK VEYA YOK ETMEK

Benim başkanı olduğum GeoCsomo nun kurucusu Prof Dr Freund ile Viyana da çalışan Prof Duma güneş rüzgârlarının depremleri tetiklediklerine dair makale ilgimi çekti.

İyonosferde güneş rüzgârları elektrik akımı üretir. Dünya yüzeyinde, bu akımlar manyetik alan dalgalanmalarına sebep olurlar. Dünya’nın iç kısmına nüfuz eden bu dalgalanmalar elektrik akımlarına sebep olurlar J ve Dünya manyetik alanı B’nin varlığında, Lorentz kuvveti F = J x B olarak bilinen elektromanyetik bir kuvvet üretir.

Lorentz kuvveti, fizikte, özellikle elektromanyetizmada, elektromanyetik alanların noktasal yük üzerinde oluşturduğu elektrik ve manyetik kuvvetlerin bileşkesidir. Eğer q yük içeren bir parçacık bir elektriksel E ve B manyetik alanın var olduğu bir ortamda v hızında ilerliyor ise bir güç hissedecektir. Oluşturulan herhangi bir kuvvet için, bir de reaktif kuvvet vardır. Manyetik alan için reaktif kuvvet anlamlı olmayabilir, fakat her durumda dikkate alınmalıdır.

F = qE + qv × B

Modern Maxwell denklemleri elektrik yükü taşıyan parçacıkların ve akımların veya yüklü parçacıkların hareketinin, elektrik ve manyetik alanı nasıl oluşturduğunu tanımlarken, Lorentz kuvveti kanunu elektromanyetik alanın hareket eden yüklü parçacığın üzerinde yarattığı kuvveti tanımlayarak, resmi tamamlamaktadır. Lorentz kuvveti E ve B’nin yüklü bir parçacık üzerindeki etkisini tanımlamaktadır. Ancak bu elektromanyetik kuvvetler bütün resmi kapsamamaktadır.

Yüklü parçacılar, muhtemelen yerçekimi ve nükleer kuvvetler gibi diğer kuvvetlerle eşleşmişlerdir. Bu nedenle Maxwell denklemleri diğer fizik kanunlarında ayrı tutulamaz ve yük ve akım yoğunlukları vasıtası ile ilişkilendirilmişlerdir. Nokta yükün Lorentz kanununa verdiği tepki işin bir yönü iken, E ve B’nin akımlar ve yükle nedeni ile oluşması diğer yönüdür.

Gerçek malzemelerde Lorentz kuvveti yüklü parçacıkların davranışını tanımlamakta, hem prensip olarak hem de hesaplama olarak yetersiz kalmaktadır. Bir malzeme ortamında, yüklü parçacıklar hem E’ye hem de B’ye tepki verirler ve ayrıca bu alanları oluştururlar. Karmaşık taşınım denklemleri yüklerin zaman ve uzaydaki tepkilerini belirlemek için çözülmelidir. Örneğin, Boltzman denklemi, Fokker-Planck denklemi veya Navier-Stokes denklemi gibi. Magneto hidrodinamik, akışkanlar dinamiği, elektro hidrodinamik, süper-iletkenlik, yıldız oluşumu gibi konular incelenebilir. Bu konuları irdeleyecek fizik donanımları (kanunlar, denklemler ve matematik vb..) geliştirilmiştir. Bu amaçla Green-Kubo ilişkileri ve Green denklemleri (çoklu gövde teorisi) incelenebilir.

Kp index değişimleri (manyetik alanın küresel sapmaları ki dünyada 13 manyetik gözlemevi mevcut ve Kp index bu verilerin ortalamalarını ölçmeye çalışır) aşağı yukarı 28 gün içerisinde resimde görüldüğü gibi 3 deprem üzerinden hesaplanmıştır. Japonya daki Kumamoto, İtalya daki Aquila ve Meksika daki Chiapas depremleri..

Günümüzde, Global Seyrüsefer Uydu Sistemleri (GNSS) iyonosferin izlenmesinde ve Toplam Elektron İçeriğinin (TEC) belirlenmesinde önemli bir araç olarak kullanılmaktadır. GPS uyduları, dünya’nın yörüngesinde konumlandırılmış sensörler gibi kullanılarak uzay iklim koşullarının araştırılmasında kullanılmaktadır. Bu çalışmada, uzay iklim koşullarının iyonosferik VTEC değişimlerine muhtemel etkilerinin araştırılması amaçlanmıştır. Orta-enlem bölgesinde seçilen IGS istasyonlarından 14 Şubat – 30 Haziran 2015 tarihleri arasındaki GPS gözlemlerinden elde edilen VTEC değişimleri incelenmiştir. Global İyonosfer Haritaları (GIM-TEC) kullanılarak hesaplanan VTEC değişimlerinin güvenirliği test edilmiştir. VTEC değişimlerindeki anormallikler çeyrekler arası hareketli ortanca yöntemine göre belirlenmiştir. Uzay iklim koşullarının izlenmesi amacıyla kullanılan Kp, Dst, F10.7, proton yoğunluğu ve altı farklı ölçekteki proton akısı indis değerleri, Goddard Uzay Fiziği Veri Tesisinin OMNI web ara yüzünden indirilmiştir. VTEC analiz sonuçları incelendiğinde, Güneş aktivitesi indisleri (F10.7, proton yoğunluğu ve proton akısı) ile jeomanyetik aktivite indisleri (Kp ve Dst) değişimlerinin VTEC değişimlerini etkilediği görülmüştür.

Güneş patlamaları, güneş rüzgârları, proton ağırlığı ile Kp anormallikleri bir araya getirilip büyük depremler ile istatistiksel sonuçlar elde edilmiştir.

Bu araştırmalar sadece Lorents kuvvetinin faylarda dengesizlik yaratması üzerine hesaplanmıştır. Lakin dünyamız güneş fırtınaları esnasında sadece elektromanyetik fırtınalara maruz kalmayıp bir yığın gaz parçacıklarının da etkisi altında kalmaktadır.

BİLİMSEL VİZYONUM

Pekiyi acaba mademki bütün bu fiziksel olaylar güneşten kaynaklanıyor ise acaba büyük şehirlerimizi depremlerden nasıl koruyabiliriz?

Yıldırıma çare bulunduğu gibi, bir güneş fırtınasına da çare bulunabilir ve dünyanın sismik faylarına yönlenen elektromanyetik dalgalar, radyasonlar, değişik ve bugün daha bilinmeyen gazlar büyük denizlere yönlendirilebilir veya imha edilebilir…

Valentino Straser ve Gabriele Cataldi isimli araştırmacılar güneş rüzgarlarının en yüksek olduğu zamanda ve iyonik değişimi esnasında 428 depremi 2012-2014 tarihleri arasında incelemişler.. Mag 6.0 ve üzerindeki depremlerde tam benim çalışma saham olduğu gibi, proton ağırlığının da dünyaya en kuvvetli olduğu zamanlara isabet etmiş. Bu araştırma dünyamızdan 1.5 milyon km uzakta yer alan ACE uydusunun bilgilerinden faydalanılarak gerçekleşmiş.

Birçok granit veya diğer magmatik kayaçlar, volkanik taşlar, küçük fakat oldukça radyoaktif aksesuar mineralleri nedeniyle bir miktar radyoaktivite içerir.

NASA LABORATUVARLARINDA DEFALARCA GERÇEKLEŞEN DENEYLERDE ‘AIR IONIZATION’ UN VARLIĞI ISPATLANDI.

Tektonik güçler yeryüzündeki levhaları veya levha parçalarını birbirlerine ittikçe, kayaların bazı kısımlarında stres oluşturuyor. Bu itmeler eğer sabit hızda olursa, stres doğrusal olmayan şekilde artıyor; yani bir yerden sonra aşırı derecede artıp depreme sebep oluyor. Fakat depremi oluşturan bu geri dönüşümü olmayan noktaya gelinmeden önce, kayaların stres altındaki yerlerinde “positive hole charge carrier” denilen, kayaların içinde rahatça dağılabilen elektronik şarjlar ortaya çıkıyor.*

Bu parçalar yüzeye geliyor ve yer yüzeyinde çok yüksek elektrik alanı oluşturuyorlar. Bu yüksek elektrik alanlarının yüksek voltaj yüklü alanlar ile aynı olmadığını belirtmek lazım.

Çünkü elektrik alanını hesaplamak için, voltajı uzaklığa bölmek gerekiyor. Voltaj sadece birkaç volt olsa bile, uzaklık kısa olursa (mesela birkaç nanometre kadar), oluşan elektrik alanı santimetre başına bir milyon volt’a eşit oluyor. Bu miktar, havanın yeryüzüne elektron vererek iyonize olmasını sağlamak için yeterli bir miktar. Pozitif yüklü iyonlar havaya karışıyor ve sürüklenerek veya konveksiyon ile atmosferde yukarıya çıkıyor. Bu iyonlardan her birinin üzerinde bir su taneciği yoğunlaşabilir. Fay hattı üzerinde bulutların oluşup oluşmayacağını, nerede ve ne zaman oluşacağını belirleyen çok önemli bir kriter, havanın yüksekliğe bağlı olarak nemi ve sıcaklığıdır.

* (“positive hole”, elektronların eksilmesi ile oluşuyor. Elektron eksikliği, eklenmiş bir pozitif şarj ile aynı etkiyi yapıyor ve bu “delikler” elektrik alanlarında pozitif şarjlar gibi davranıyor).

İyonize deprem bulutlarının meydana gelebilmesi için rutubet-nem şarttır. Yoksa 6.0 kuvvetindeki bir deprem dahi deprem bulutları yapmayabilir. İkinci önemli husus da depremin merkezi en aşağı 25 km civarı olabilmeli ki bozuk elektronlar yeryüzüne çıkabilsinler.

Mademki güneş fırtınaları yeryüzünü vurduğu ve beraberlerinde güneşten çıkan parçacıklarını getirdikleri zaman dünya zemininde hasar oluşturuyorsa ki bu hasarı bazı bilim adamları ‘dünyanın manyetik alanında saptama’ meydana geldiğini savunuyorsa o zaman bu akıtma, tetikleme olayını durdurmak veya yönlendirmek lazım diye düşünebiliriz.

Dünyaya yönelik ve hemen hemen kıtalar büyüklüğündeki bu muazzam tetiklemeyi her yerde durdurmak veya yönlendirmek elbette ki mümkün değildir. Çok kalabalık ve endüstrisi çok olan şehir ve bölgelerde gereken tedbirler alınabilir diye düşünüyorum.

Güneşte büyük deliklerin açılması sonucunda, dünyaya yönelik patlamalar esnasında beraberinde hangi maddelerin bulunduğuna dair bile kati bir sonuç olmadığından ben X-Ray, proton ağırlığı, iyon ısısı, radyasyon vb gibi yeryüzünde kabul görmüş madde ve gazların yer yüzünde yerleştirilen büyük özel aynalar vasıtasıyla yeryüzünden sadece 300 km civarı inşa edilecek olan uydulara yönlendirmeyi düşünüyorum. Uzayda 1000 km yüksekliğe kadar aşağı yukarı 940 uydu bulunmaktadır. Yeryüzüne en yakını ise sadece 400 km yükseklikte yer almaktadır.  Bence dünya atmosferine çok yaklaşmaması için en yüksek uydu yerden 300 km yükseklikte olmalıdır. Hubble uzay teleskopu ise yerden 600 km yükseklikte yer almaktadır.

Bazı statisklerimi dikkate almam lazım..  Mesela ne zaman ki güneşte büyük bir açılıyor ve ‘dünyaya yönelik güneş patlaması’ haberi yayılıyorsa, hemen ardından kutuplara yakın bölgede Mag 5.0 ve üzerinde deprem(ler) oluyor. Hâlbuki beklenen ‘solar flares’ yani güneş patlaması bir veya 2 gün sonra dünyaya ulaşacak deniliyor. Belki bizlerin daha anlamadığı bir gizli elektromanyetik bağ kuruluyor kutuplarla o güneşteki delikler arasında. Bu yazdığım çok önemli çünkü çok şaşırmıştım.

Fizikte, bilimde tesadüf diye bir kelime mevcut olamaz. Her fiziksel olayın bir nedeni vardır.

GÜNEŞ ENERJİSİ İLE GÜNEŞ RÜZGÂRLARI ARASINDAKİ FARK

Her iki olay güneşten kaynaklanıyorsa da aralarında farklar mevcut.

Güneş enerjisi herhangi bir zararlı gaz salınımının olmadığı, doğrudan güneş ışığından üretilen temiz bir enerji kaynağıdır.

Güneşin yaklaşık yüzde 90‘ını oluşturan hidrojen gazının çekirdekleri füzyon ile helyum çekirdekleri oluşturmakta ve bu sırada çok büyük bir enerji açığa çıkmaktadır. Güneşte meydana gelen tepkimeler sonucunda oluşan bu enerjinin bir kısmı dünyaya ulaşan ışınım enerjisidir. Bu ışınımın panellerle elektrik enerjisine çevrilmesi işlemi sistemi tanımlamaktadır.

Fotovoltaik modüller, üzerine gelen güneş ışığı sayesinde direk ya da yaygın radyoaktif dalgaları elektriğe çevirirler.

Güneş rüzgârları ise Güneş rüzgârı, Güneş’in üst atmosferinden yayılan bir plazma dalgasıdır. Büyük çoğunluğu, enerjileri genellikle 1,5 ve 10 keV arası olan elektronlar, protonlar ve alfa parçacıklarından oluşur. Bu parçacık akımının yoğunluk, sıcaklık ve hız nicelikleri zamana ve Güneş’in boylamına göre değişkenlik gösterir. Bu parçacıklar, Güneş tacının yüksek sıcaklığından gelen yüksek enerjileri ve maruz kaldıkları manyetik, elektriksel ve elektromanyetik fenomen sayesinde Güneş’in kütle çekiminden kurtulabilirler.

Güneş rüzgârı süpersonik bir şekilde dışarıya doğru uzak mesafelere doğru yayılarak, yıldızlararası maddeyle çevrili devasa hacimdeki balonumsu bir alan olan heliosferi doldurur. Bu konuyla bağlantılı diğer fenomenler arasındaysa; kutup ışıkları (Kuzey ve Güney ışıkları), kuyrukluyıldızların her zaman Güneş’ten dışarıya doğru olan plazma kuyrukları ve manyetik alan çizgilerinin yönünü değiştirip Dünya’daki güç şebekelerinde güçlü akımları oluşturabilen jeomanyetik fırtınalar yer almaktadır.

Acaba güneş patlamaları esnasında güneş enerjisi panellerine erişen parçacıklar ne oluyor? Üç lisanda yaptığım araştırmalarda bu sorunun yanıtını bulamadım. Ancak physic.org sitesinden elde ettiğim bilgiye göre ‘’solar sail’’ yani ‘güneş yelken’’ adı altında bir makaleyi yakaladım.

Araştırmacılara göre 300 metre uzunluğunda bakır bir kabloyu 2 metre genişliğinde bir alıcıya takarak ve 10 metre uzunluğunda bir yelken yeteri kadar 1000 evi ısıtacak kadar güneş enerjisi toplayacak güçte olabilir.

Lakin yazıyor makale, güneş fırtınası da beraberinde taşıdığı parçacıkları ile çok büyük ‘solar sail’ ile durdurulabilir. Çünkü güneş patlamalarındaki güneş rüzgârları dünyamıza fayda vermezmiş. İşte tam da istediğim nokta buydu.

Güneş patlamaları esnasında dünyaya yönelik ateş ve parçacıkları yok etmek veya dünyamıza gelir gelmez büyük okyanuslara yönlendirmek.

Bu yukarda yazılanlar sadece bazı bilim adamlarının görüşlerinden ileri gitmemektedir.

Şimdi ben bu bütün bilgileri, ayrıca gerek İngilizce, gerekse Fransızca olarak bulduğum bilimsel yazıları da ilave ederek kendime göre bir hayali- vizyonu bol bir teori hazırlamak istedim.

Şu an dünyamızda güneş enerjisi hakkında yapılan veya planlanan çalışmaları ele alarak bu çalışmalara ek olarak krokiler yapmaya çalıştım.

UT, Dünya atmosferinin dışında konumlanması sayesinde, yeryüzündeki teleskoplara kıyasla pek çok avantaja sahip olabilmektedir: Bu teleskop yeryüzünün 600 km yüksekliğinde kurulmuştur. Atmosferin olumsuz etkilerinden (Görüntüde bulanıklık ve havadaki partiküllerden yansıyan ışığın oluşturduğu arka-plan kirliliği gibi) bağımsız görüntü elde edilmesinin yanı sıra, Ozon tabakası tarafından tutulan morötesi ışığın gözlemlenmesi ancak bu şekilde mümkün olabilmektedir.

NASIL FAYDALANABİLİRİZ?

Aliminyumdan yapılmış birçok aynalara sahip olan böyle büyük bir teleskop bence dünyaya yönelik güneş fırtınalarını toplayıp özel aynalarla ya dünyamızın yörüngesinden uzaklaştırabilir ya da büyük okyanuslarda yerleştirilmiş büyük çelikten yapılmış ‘’enerji toplama’’ gemilerine yönlendirebilir.

Bu sebepten dolayı bu teleskopa ilaveten lazerler, yelkenler ve aynalar ilave edilip güneş patlamaları esnasında kaptığı bütün tehlikeli parçacıkları uzaya geri çevirme veya – ve dünya yörüngesine girmesine mani olmalıdır. Lakin bu güneş patlamaları ile dünya arasındaki ilk ‘Stop’ olduğu için Türkiye ve komşularımızı koruyabilmek amacıyla bu teleskop gibi en aşağı 10 adet daha yapılmalıdır diye düşünüyorum.

İkinci aşama ise karada ve büyük şehirlere yakın bölgelerde büyük radarlar inşa etmek ve bu radarlara inecek olan güneş ateşlerini tekrar uzaya geri göndermek veya büyük okyanuslara yönlendirmek olabilir.

İkinci tedbir olarak, yukardaki sembol olarak gösterdiğim büyük şehirlerimizin etrafına büyük radarlar yerleştirip, HUP gibi büyük teleskop(lar) ın geçirdiği gamma olsun X Ray olsun diğer bilinen ve bilinmeyen parçacıkları toplayıp Uzayda yerleştirilen uydulara yönlendirmek gerekir diye düşünüyorum. Tabii ki bu antenler yerine alüminyumdan yapılmış özel büyük aynaların imal edilmesi lazım.

Bu özel aynaların güneş rüzgârlarını, ısınlarını vb toplama kuvvetine sahip olması gerektiğini ve anında kendilerine bağlı olan uydulara havale etmelerini savunuyorum. Var olan bir mekanizmaya bakalım.

Çukur Aynalar  (Konkav aynalar)

Işık eğilmez bükülmez. Bir nesneyle karşılaşıncaya kadar, düz bir doğrultuda hareket eder. Bu ışığın önemli bir özelliğidir. Hem sanki bir maddeymiş gibi davranır hem de dalga özellikleri gösterir. Işık ışınları kısa veya uzun olabilirler fakat her zaman için doğrusaldırlar.

Çukur ayna içi yansıtıcı olan bir küre parçasıdır.

Resmi inceleyelim.

Paralel rays: Paralel ışınlar

Principal axis: ana eksen

Focus: Odak noktası

Focal Length: Odak uzaklığı

Gelin şimdi saniyede 300000 km hızla giden ışığın çukur aynaya çarptığında neler olduğuna bakalım.

Temel fizik;

Uzayda hareket eden ışık ki doğrusal hareket eder, eninde sonunda bir yüzeyle karşılaşır. Eğer yüzey yarı saydamsa ışık maddeden geçerken bir kısmı da yansır, ancak geçişten sonra görüntüde bozulmalar dalgalanmalar olur. Eğer yüzey  saydamsa (cam, su, vb) ışığın büyük çoğunluğu  maddeden geçecek ve ışık yoluna devam edecektir.

Eğer yüzey ışığın büyük çoğunluğunu yansıtırsa böyle yüzeylere ayna denir.

Aynaya gelen ışının yüzey normaline göre geliş açısıyla gidiş açısı aynıdır. Bu kanun tüm aynalar ve tüm ışınlar için geçerlidir.

Öyle büyük aynalar imal edilmelidir ki çarpan ışınlar oldukları gibi uzaydaki kendilerine bağlı olan uydulara ve onların aynalarına ulaşabilsin.

Yeryüzündeki büyük aynalardan gelen ışınlar buradan ya büyük denizlere dağıtılır, yönlendirilir, ya da denizdeki saçtan yapılmış ve güneş enerjisini absorbe eden veya depolarında toplayan gemilere yönlendirilirler.

Üçüncü olarak, uzayda yerleştirilen büyük uydular da aynı vazifeyi görebilirler ve güneş fırtınaları esnasında tehlikeli ışınları lazerlerle dünyaya inmesini önleyebilirler, büyük dev aynalarla geriye çevirebilirler.

BUGÜNLERDE İMAL EDİLMEYİ PLANLANAN JAPONLARIN GÜNEŞ ENERJİSİ TOPLAMA GEMİSİ

Japonların yapmayı planladıkları Aquarius Eco Ship Project, işte yukarda gördüğünüz gemidir. Bu gemi güneş enerjisini toplamak için inşa edilme durumundadır. Demek ki depolar bu gibi durumlara müsait olduğuna göre denize yönlendirilemeyen ışınlar ve gazlar depolarda saklanabilirler. Lakin bu enerjiyi depolarda yok etme gücüne sahip miyiz? diye sormaya başladım kendi kendime.

Dünya artık gerek güneş enerjisinden gerekse rüzgârlardan büyük gemiler inşa etmek için kolları sıvadı. Bunun örnekleri çok.

Lakin bizim konumuza gelirsek, bilim dünyası depremlerin güneş rüzgârlarından tetiklenmesini kabul edinceye kadar bu konuda hiçbir çalışma yapılmayacağını çok iyi biliyorum. Benim görevim, tekrar yazıyorum ve altını çiziyorum kaybolmuş bir dava gözüyle baktığım ve dünyanın en geri kalmış bilim dalı olarak nitelendirdiğim ‘deprem bilim dalını ilerletebilmek için çaba sarf etmemdir.

MARMARA BÖLGESİ ÖRNEĞİ

Türkiye’nin en büyük endüstrisine sahip olan Marmara bölgesinde 20 senedir beklenen olası büyük İstanbul depreminin olmayacağını, aynı tehlikenin Türkiye de birçok büyük şehirlerin beklediğini yaza yaza, söyleye söyleye yoruldum. Artık Japonlardan tutun, Fransızlara  ve bizim depremcilere kadar herkes yüzlerce kez ‘ Öleceğiz.. En aşağı 7.3 olacak’ diye avaz avaz bağırmalarına rağmen, sayın Prof Dr Üşümezsoy u kutlarım.. ‘Eğer gaz çıkıyorsa zaten stres azalır’ dedi, kesip attı. Deprem tahmini kahve falıyla yapılmaz, elde ondan fazla fiziksel ve kimyasal ön sinyal verisi gerektirir. Birçok disiplinlerin bir arada çalışması gerektiğini 80 li yıllardan beri söyledim. Deprem olmayacak demiyorum, ama birkaç bölge hariç ülkemizin diğer bütün bölgelerinde aynı risk mevcuttur.

İşin en trajiko –komedi tarafı şimdi Allah göstermesin bir deprem olsa herkes ‘ben bildim’ diye bağıracak. Hani deprem tahmini yaparken zamanını, kuvvetini ve yerini bilmek lazımdı? Bana yeryüzünde bir tane adam gösterin bu tahmini yapıp da 100% becereni. Yaptıysa keşke loto oynasaydı, hiç olmazsa kendisine faydası olurdu demek geliyor içimden.

Yukardaki haritada gördüğünüz gibi, Marmara bölgesi üzerinde yerleştirilen ve denizin ortasında yer alan büyük gemi, ayrıca Türkiye nin üzerinde yerleştirilmesi gereken o muazzam teleskoplar sayesinde güneş fırtınalarının Kuzey Anadolu fayına etkisini azaltabiliriz diye düşünüyorum. Neden olmasın?

Bugün herkes eski teorileri ele alıp, biraz ilaveler yapıyor ve yeni teoriymiş, yeni bir bilimsel makaleymiş gibi işin kolayına kaçıyorlar. Ben şahsen bu durumu 2005 senesinde Fransa Toulouse daki DEMETER toplantısında ve 2007 senesinde İtalya, Perrugia daki bilimsel toplantılarda şahsen yaşadım. Adam makaleye imza atmış, soru sorduğumda haberi yoktu. Mesele araştırmak değil, makale yazmak. CV sini geliştirmek. Bu konuya da girmeyelim içler acısı bir rezalet. Uluslararası bir rezalet!

Zaten bunun bir örneğini okumuştum.. Dünya haritası çizilirken herkes eskilerini kopya ederek yapmış. Nihayet gerçek bir araştırmacı Büyük Okyanusta öyle bir ada olmadığını bulmuş.. Kopyacılığın sonu budur.

Tekrar konumuza dönelim, yukardaki resimde görüldüğü gibi Trakya, İstanbul boğazının Karadeniz çıkışı ve Batı Karadeniz’in Marmara bölgesine bağlı bölgede, Kocaeli ilimizin doğusuna, Çanakkale de 5 adet dev uydular yerleştirerek İstanbul u biraz koruyabiliriz.

Yukardaki tabloda içerisinde parçacıkların bulunduğu güneş patlaması dünyaya yönelik olduğu zaman ilk önce yeryüzünden 600 km yukarda bulunan dev teleskoplar tarafından başka yönlere doğru yönlendirilmeye çalışılacak. Lakin bu yönlendirmenin gücü pek fazla olmamakla beraber ilk kalkan görevini yapmaya çalışacak, çünkü teleskoplara yerleştirilmesi gereken dev lazerler her ne kadar güçlü olsalar bile ışınların dünyaya yönelmesine tam olarak mani olamayacaklardır. Çünkü teleskopların arkasında dünyaya yönelik daha 600 km kadar mesafe olduğundan güneş Van Allen kuşağının yaptığı etkinin 1% ini bile yapamayacaklardır. Lakin burada önemli olan güneş patlamaları esnasında yayılan parçacıkları etrafına doğru çekmek olmalıdır.

Yani mıknatıs gibi belki daha icat edilemeyen bir çeşit dev mıknatıslar bu parçacıkları absorbe edip özel lazerlerle uzaya fırlatıp dağıtmalıdırlar.

Unutmayalım, güneş patlaması, güneş lekelerini oluşturan manyetik ilmek üzerindeki plazmanın, manyetik konfigürasyon değişimi nedeniyle ani olarak salınması ile oluşur.   Patlamaların oluşturduğu elektromanyetik ışınım spektrumun geneline yayılmaktadır. Yani ışınım, görünür, UV, X ve ışınımına kadar ulaşır. Bunun yanında plazma salınması da gerçekleşir. Yüklü parçacıklar patlamanın şiddetine bağlı olarak günler hatta saatler içerisinde dünyaya ulaşabilir. Bazı güneş patlamaları 17 saatte dünyaya varmıştır.

Resimde sonra uydular görülüyor. Yukarda bahsettiğim gibi, bu uydular da yerden en fazla 400 km yükseklikte yer almalıdırlar. Yani Marmara bölgesine daha yakın olduklarından özel Teleskoptan kaçan çoğu parçacıklar bu uydularda bulunması gereken dev ayna ve dev lazerlerle en kötü ihtimal olarak Karadeniz’in ortasına doğru yönlendirilmelidirler.

BU uydularda da muazzam mıknatıslar büyük teleskoplardan kaçan parçacıkları bir noktada toplamalıdırlar ki, büyük dev aynalar ve lazerler bu büyük miktarları yer altındaki faylara erişmeden yönlendirsinler.

Hemen burada belirtmek isterim ki, faylar devamlı yer değiştirirler, bunun sebebi de Kuzey Afrika plakasının kuzeye doğru kayması, Orta Doğu plakasının batıya doğru kaymasıdır. Acaba plakaların azar azar ilerlemesi de güneş patlamalarından mı oluşuyor sorusu geliyor aklıma. Bence bu bugünkü konumuz değil. Bu konu depremleri de aşar.

En son etap ise teleskoplardan ve uydulardan kaçan güneş rüzgârların Marmara denizi ortasındaki a dev gemideki depolarda toplanması ve imha edilmesidir.

Bu gemide de gökyüzüne bakan büyük aynalar yerleştirilmelidir. Teleskoplardan ve uydulardan kaçan parçacıklar yine bu büyük gemide özel teknolojik sistemlerle toplanıp ya yok edilmeli ya da dev aynalarla uzaya veya uzak denizlerin ortasına yönlendirilmelidir.

SONUÇ

Yukarda büyük bir cesaretle yayınladığım bilimsel makalenin çok iddialı olduğunun farkındayım. Bu cesaretimi neye borçluyum?

Çoğunuzun bildiği gibi 60lı yılların ortasında âşık olduğum bulutlar ve hemen sonra elde ettiğim meteoroloji bilimi sayesinde 28 Mart 1970 tarihinde gece saat 23.05 de meydana gelen büyük Gediz depremi öncesi saat 16.15 cıvarında İstanbul’un atmosferinde gördüğüm, meteorolojik olmayan iyonize bulutlardan sonra yine çok iddialı teoriler ortaya atmıştım. Daha sonra Türkiye de meydana gelen (1972) Burdur ve Bingöl depremleri benim ne kadar haklı olduğumu göstermişti.

1970 senesinde gördüğüm iyonize bulutlar üzerinde artık yüzlerce bilimsel makale var. O zaman olmaz-yok öyle şey, bilimsel değil, halüsinasyon demişlerdi. Bugün yine bilim resmen deprem öncesi meydana gelen iyonize bulutları kabul etmiyorsa dahi, bilimsel laboratuvar araştırmaları bunun doğruluğunu gösterdi.

Meteoquake-Meteodeprem teorimden sonra güneş rüzgârlarının faylara etkisine inandığımı, bilimsel içgüdümle bu konuya eğilmeye başlamıştım. 14 sene önce, 2005 yılında Milliyet gazetesinde yayınlanan haberde, şahsen bırakın güneş rüzgârlarının iklime tesirini, güneş patlamalarının sismik aktiviteleri tetiklediğini yazmıştım. Bu fikrimi 1980 li yılların başında Jussieu üniversitesinde Meteoroloji Bölümü başkanı Pr. Dr. Clou ile Prof Dr Denise Cruette ile paylaşmıştım. Şahsen dünyamızın kalbi, atar damarları, genel yaşamın hep güneş tarafından idare edildiğini hep savundum.

Nihayet, güneş rüzgârlarının depremlerle ilişkisi üzerinde makaleler yazılmaya başlandı.

İşte bazı bilimsel makaleler

https://www.researchgate.net/publication/328808564_SOLAR_WIND_IONIC_VARIATION_ASSOCIATED_WITH_EARTHQUAKES_GREATER_THAN_MAGNITUDE_60

Başka bir makale

https://www.academia.edu/3788016/The_effect_of_solar_cycles_activities_on_earthquake_a_conceptual_idea_for_forecasting

Üçüncü araştırmam olan elektromanyetik dalgaların uçakların altimetreleri başta olmak üzere diğer aletlerine zarar verebileceği ve bazı uçakların bu yüzden düşebileceği konusunda daha makaleler mevcut değil. Ama bekleyelim, belki gerçek bir bilim araştırıcısı bu konuyu ele alır. Hatırlarsınız Air France Rio uçağını, uçak bir gün önce deprem olan bir bölgede düşmüştü bırakın başta Milliyet gazetesi ve bizim basını, Belçika da RTL Tvi bile benim bu konudaki görüşlerimi yayınlamıştı.

Pakistan’da düşen uçak yine iyonize bulutların arasında geçtiği için ve elektromanyetik alanda uçtuğu için düşmüştü.

Hâlbuki ticari yönden çok önemli bir konu ve üzerinde durulması lazımdı. Ama uluslararası bağnaz kaldırım bilim adamları suları duvarlardan yukarı çıkarıp kulaklarını kapatmayı tercih ediyorlar.

Bugün ise sizlerle son derece inandığım güneş fırtınalarının faylara yaptığı olası etki üzerinde düşüncelerimi dile getirdim.

Amacım çok basit.

Okuyucular arasında ‘belki olabilir- tartışılır’ cümlesi bile bu makaleyi hedefine ulaştıracaktır. Çoğunluğun ‘hayda oradan, ütopya’ diyeceğini çok iyi biliyorum. Benim arzum, deprem konusunun başka ve taze bir açıdan incelenmesini teşvik etmektir.

Deprem öyle zavallı, bilinmeyen, içler acısı bir bilim dalı olmuştur ki artık Erken Uyarı sahtekârlıklarıyla hayat kurtarma çabasında hokkabaz bilim adamı sıfatını taşıyan zavallılar ticarete dökmeye başlamışlardır. Bugün bizlere ERKEN UYARI diye yalandan sattıkları bu sistem aslında OLAN BİR DEPREMİN HABERCİSİDİR. Zaten P dalgaları meydana gelmiş ve deprem olmuştur. Taş çatlasın 10 saniye sonra yıkıcı S dalgaları o şehre varacaktır. Allah aşkına siz bu en fazla 10 saniyede ne kurtarabilirsiniz? Ancak eğer bütün sistem 100% çalışırsa sadece gaz vanalarını ve elektrikleri bilgisysrlarla kapatabilrisiniz. Zaten sistem tam çalışmıyor.. Geçen aylarda Tokyo da sistem 9.0 kuvvetinde alarm verdi ve halkın yüreği ağzına geldi.

Bu hokkabazlığın başında Japon yer bilimcileri ile maalesef ABD deki USGS gelmektedir.

Mülti disiplinli araştırmaları anlamadıkları için deprem ön sinyallerini hiçe sayan, hatta veto eden bilim adamlarını buradan kınıyorum. Elimde Kalifornia UNüversitesi er Bİlimleri başkanı ve bir kaç USGS de çalışan bilimadamlarının mektupları mevcut.. EOS , NATURE gibi tanınmış bilimsel magazinlere mektuplar göndererek deprem ön sinyalleri hakkında yazılan makaleleri basmamaları istenmiştir.

GeoCosmo olarak bütün bunlar kara listeye alındı. Zamanı gelince ABD de bütün bunların hesabı sorulacaktır.

28 Mart 2020 senesinde Londra nın (University of London) yani Londra Universitesinde Gediz depremi öncesi keşfettiğim iyonize bulutların 50 nci yıldönümünü kutlamak için Uluslararası bir Konferans düzenlemek istiyoruz. Deprem Ön Sinyalleri ile uğraşan bilim adamlarını davet edip sadece bizim basına değil dünya basınına kapılarımızı açacağız. Burada sadece iyonize bulutlar konuşulmayacak, NASA da gerçekleşen deprem ön sinyalleri üzerindeki laboratuvar deneyleri, Japonya da yapılan araştırmalar, Romanya, Yunanistan, İtalya, Bulgaristan ve başka ülkelerde bu konuda yapılan bütün araştırmalar açıklanacaktır.

Bu konu hakkında gelişmeleri geocosmo.co.uk web sitesinde yayınlayacağım.

Sevgiyle kalınız.

Ronald Karel

Kaynaklar

Kandilli Rasathanesi
Evrimağacı
Beybut
NASA

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.