Bodrum Gündem
TUNÇ ŞANAD

TUNÇ ŞANAD

Tunç Şanad 5 Aralık 1957 tarihinde İstanbul’da doğdu. Levent (Etiler) Lisesi’ndeki eğitiminin ardından, Marmara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi’nden mezun oldu. 1975 yılından bu yana kesintisiz olarak çalışma hayatını sürdürmektedir. İnşaat, turizm ve daha uzun bir süre reklam sektöründe çalıştı. Dört büyük seyahat acentesinin reklam departmanlarını kurup, yönetti. Türkiye’de gerçekleşen uluslararası büyük kongre ve etkinliklerde ekibiyle görevler üstlendi. 2002 yılından bu yana kendi ajansında reklamcılık uğraşını devam ettirmektedir. Bekar olup, 1990 doğumlu bir kızı vardır. Muhtelif dergilerde, kurumsal yayınlarda ve gazetelerde makale ile diğer yazıları yayınlanmıştır. "Ters Köşe Hikayeler” adında bir öykü kitabı vardır.

    Özel Şoför / Tunç Şanad BG Dergi yazıları…

    Reha’nın masasındaki telefon iç hattan arandığını belli eden bir zil sesiyle çaldı. Özel asistanı, yarım saat sonra havalimanına doğru yol çıkması gerektiğini hatırlattı. Sonra “İnsan kaynakları yeni şoförünüzü işe başlattı efendim. Sizi o götürecek. Öncesinde özlük dosyasını görmek ister misiniz?” diye sordu. “İyice araştırdılar değil mi Behiye?” dedi Reha, “İşinin ehli ve güvenilir biri olması çok önemli biliyorsun…” Hattın ucundaki kadın “Son olarak ben de bu hafta başında kendisi ile yüz yüze görüştüm ve evraklarını dikkatle inceledim efendim.” diye yanıtladı.

    Yola çıkmasına beş dakika kala Reha, asistanının masasına bıraktığı dosyayı alıp, kapağını açtı. İlk sayfasının üzerine ataçlanmış büyükçe bir fotoğrafı gördü önce… Şaşırdı… Özel şoförlüğünü yapması için bir kadının işe alınmış olacağı hiç de aklına gelmemişti doğrusu. İsmine baktı; “Azade Acemler”… Evrakların bir kısmını gözden geçirdi. Son olarak İtalya’da çokuluslu bir şirketin CEO’sunun özel şoförlüğünü yapmıştı. Daha önce kendisinin de tanıdığı ve bir zamanlar bakanlık ta yapmış olan bir işadamının yanında çalışmıştı. Hatta kendi imzasıyla bir bonservis bile vardı. Yakın dövüş eğitimi üzerine alınmış bir diploma, ileri sürüş teknikleri sertifikası… “İnsan kaynakları iyi iş çıkarmış” diye düşündü adam dosyayı masaya bırakırken.

    Odasındaki sadece kendisine özel asansöre binip, P düğmesine bastı. Kapı açıldığında öndeki iki koruma yanlara çekilerek yol verdiler. Azade, arabanın arka kapısını açmış binmesini bekliyordu. Üniforması düzgün vücuduna oturmuş, şapkası ise sol kolunun altındaydı. Yaptığı çok hafif makyaj, ciddi yüz ifadesini bozmayacak nitelikte idi. Reha, kadına teşekkür ederek otomobile binince, o da kapıyı kapattı ve sürücü koltuğuna yöneldi. Siyah takım elbiseli iki koruma arkadaki siyah araca bindiler. İki otomobil birbiri ardına kapalı otoparktan çıkıp, havalimanının yolunu tuttular.

    Yol boyunca Reha; aralıksız üç telefon konuşması yapmak zorunda kaldı. Arabadan inerken telefon hâlâ kulağındaydı ve kapısını açmakta olan Azade‘nin yüzüne bile bakmadan terminale girdi. Kadın otomobili hareket ettirmeden önce Behiye’yi aradı ve saygılı bir ses tonu ile Reha Bey’i havalimanına bıraktığını bildirdi. Tecrübeli asistan bilgilendirildiği için teşekkür etti ve sabah 11:00’de evden Reha Bey’in eşi Oya Hanım’ı alması gerektiğini ve gün boyunca onun emrinde olacağını söyledi.

    ∼ ∼ ∼ ∼ ∼ ∼ ∼

    Azade, ertesi sabah on bire on kala yalının caddeye bakan kapısından giriş yaparken, güvenlik görevlisi daha önceden bilgilendirildiğini vurgularcasına “Hayırlı olsun” dedi. Bahçedeki ana binanın görkemli kapısından inen merdivenlerin alt ucunda arabayı durduran kadın, dışarı çıkıp Oya Karun’un gelmesini bekledi. Saat on biri çeyrek geçe mermer merdivenleri inerken kadın Azade’yi gördü ve “Sen de kimsin?..” dedi. Genç sürücü, dün işe başladığını ve Reha Bey’in özel şoförü olduğunu, kendisine de hizmet vermekten onur duyacağını söyledi. Oya, bir kaşı kalkık, kapıyı tutmakta olanı süzerek arabaya bindi. Yola çıkarlarken, “Ben trafikte kadın sürücülerden hiç haz etmem. Sen de onlar gibi kullanmıyorsundur dilerim” dedi. Azade, dikiz aynasından bir hayli şık kadına baktı. En azından ellilerinin başında diye düşündü. Ama, yaptırdığı estetik operasyonlar ve eksik etmediği kozmetik bakımlar sayesinde çok daha genç görünüyordu. “Hanımefendinin hizmetimden memnun kalacağını umuyorum efendim” diye cevapladı. Oya da dikiz aynasından Azade’nin gözlerini yakalayıp birkaç saniye süzdü. Sonra “Zaman içinde göreceğiz…” dedi.

    ∼ ∼ ∼ ∼ ∼ ∼ ∼

    Üç gün sonra Reha Karun yurtdışından döndü. Aynı düzende havalimanında karşılandı. Holding binasına doğru gidilirken Reha, “İlk gün konuşmaya fırsatımız olmadı. Hayırlı olsun yeni işin; aramıza hoş geldin” dedi, “Dilerim uzun soluklu bir mesaimiz olur. Sen de, biz de birbirimizle çalışmaktan memnun kalırız. Daha önce çalıştığın yerler ve kişilere bakıldığında, tecrübenle işlerimizin ciddiyetini kavramışsındır ve özellikle de ketumiyete ne kadar önem verdiğimizin farkındasındır diye düşünüyorum.” Sonra ekledi, “Akşam geç saate kadar çalışmam gerekecek. Eve dönüşüm akşam yemeğinden sonra olur. Senin de haberin olsun.”

    Azade akşam patronunu evine bıraktığında saat on biri geçmişti. Yalının bahçesinden sahil yoluna çıkınca ceketinin cebinden yassı ve küçük ikinci bir cep telefonu çıkardı. Çevirdiği numara açılınca, “Her şey planlandığı gibi gidiyor efendim” dedi, “Reha Karun ve hatta eşi Oya Karun dahi hizmetimden memnunlar. Şirketteki asistanı da öyle gözüküyor. Gerekeni yapmamı emredeceğiniz güne kadar burada hiçbir şüpheye uğramadan çalışabileceğim.” Karşıdaki ses bir hayli donuk ve adeta mekanikti, “Çok dikkatli ol. En ufak bir aksilik istemiyorum. Son işindeki hatan affedilir gibi değil biliyorsun. Zaten affetmiş de değilim. Öyle veya böyle, az ya da fazla bunun cezasını vereceğimi unutma. Senin yapamadığın işi tamamlamak için bir başka adamımızı gönderdiğimizde, hedefi öldürdükten sonra görevine seni de ebediyen sistemden çıkarması için devam etmesi gerekirken ben durdurdum. İkinci ve son fırsatını iyi değerlendir. Güvenimi boşa çıkarma. Cezanı vereceğim günden sonra da hatta…” Kadın “Hiç şüpheniz olmasın efendim“ diyebildi sadece…

    ∼ ∼ ∼ ∼ ∼ ∼ ∼

    Reha, yalının terasına çıkıp bir koltuğa oturdu. Bir elindeki viski bardağını yanındaki sehpaya bırakırken diğer elinde tuttuğu puroyu yaktı. Gecenin karanlığında boğazdan geçen tekneler ile Avrupa yakasının ışıkları huzur veren bir görüntü oluşturuyorlardı. “Gece daha çok seviyorum bu şehri” diye düşündü adam, “Karanlık kimi kötü şeyleri gizliyor…” Terasın ardındaki salonun kapısında hareketsiz duran bir siluet, purosunun dumanını savuran adamı arkasından seyretti bir müddet… Oya, dişlerinin arasından duyulamayacak bir sesle “Az kaldı…” diye mırıldandı ve dönüp uyumaya gitti.

    Ertesi gün Oya’nın telefonuna bir mesaj düştü. “Talep ettiğiniz hizmet önümüzdeki bir ay zarfında yerine getirilecektir. Bu nedenle ödemenin ikinci yarısını iki gün içinde hazır etmelisiniz. Teslimatı yapacağınız yer ve zaman ayrıca bildirilecektir.” Kadın, kocasının asistanının direkt numarasını aradı, “Behiyeciğim, yarın bana arabayı yollar mısın, birkaç işim var dışarıda…”

    ∼ ∼ ∼ ∼ ∼ ∼ ∼

    Azade otomobili bankanın önünde durdurdu ve Oya’nın inmesi için dolanıp kapısını açtı. Yeniden direksiyona geçip beklerken düşünmeye başladı. Acaba bu defaki siparişi veren müşteri Reha Karun’un eşi Oya Karun olabilir miydi?.. Eğer öyle ise başka mirasçısı olmadığından bütün bu servet ona kalacaktı. Oya ya da bir başkası, onun için fark etmezdi. O işine bakmalı ve bir öncekindeki hatasını telafi etmeliydi. Aldığı görev, uluslararası bir büyük markanın İtalyan ortağını öldürmekti. Bu nedenle şirketin CEO’sunun özel şoförü olmuş ve bu sayede hedefi ile de gizli bir ilişki başlatmıştı. Kimsenin bilmediği bu kaçamak buluşmalar sayesinde görevini yerine getireceği günün bildirilmesini beklerken, hesapta olmayan bir şekilde adama aşık olmuştu. İmha emri geldiğinde tereddütü patronunu çok sinirlendirmiş, işi tamamlaması için bir başkası gönderilmişti. Çaresizce ardından kendisinin de öldürülmesini beklerken, Hasan Alamut cezasının ölüm olmayacağını ve şimdilik ertelendiğini söylemiş ve bir müddet sonra da genç kadına Reha Karun işi gelmişti.

    Hasan Alamut, tüm dünyayı kapsayan bir hizmet vermekteydi. Kendisini bugüne kadar görüp, tarif edebilecek birkaç yakın adamı ise böyle bir şey yaparlarsa, öldürülmeden önce yaşayacaklarını hayal bile edemeyeceklerinin bilincindeydiler. Şüphesiz ismi bile gerçek değildi, ama ondan hizmet almak isteyecekler arasında böyle biliniyordu. Çok yüksek bir bedel ödemeyi baştan kabul edenlerin, Hasan Alamut için muteber kişiler tarafından, çoğu kez önceki sağlam müşterilerce önerilmeleri gerekiyordu.

    Doğudaki bir ülkenin pek de küçük olmayan bir ormanı ona aitti. İçinde büyük bir şato ve etrafa serpiştirilmiş eğitim merkezleri vardı. Dünyanın dört bir yanından kaçılıp, daha üç-dört yaşındayken getirilen çocuklar burada çok uzun yıllar akıl almaz eğitimlerden geçiyor, sonunda kusursuz birer suikastçiye dönüşüyorlardı.

    Arabanın arka kapısı açıldığında Azade düşüncelere daldığından Oya’nın geldiğini fark etmemişti. Kadının bankaya girerken sırtına asılı olan şık spor çantası bu defa oldukça şişkin gözüküyordu.

    ∼ ∼ ∼ ∼ ∼ ∼ ∼

    Yaklaşık üç hafta sonra Azade’nin telefonuna gelen mesaj, görevi artık yerine getirebileceğini söylüyordu. Makam arabasının arka koltuğunun önünde bulunan mini-barın içindeki viski şişesini alarak bir başkası ile değiştirdi. Yenisinin içine damlattığı zehir, aldığı eğitim esnasında yapmayı öğrendiklerinden sadece biriydi. Kalp krizi nedeniyle ölüme sebep olur ve mevcudiyeti tespit edilemezdi.

    Bir toplantıdan çıkan Reha, hayli keyifli bir şekilde arabaya bindi. Epeydir sonuçlanmasını beklediği bir anlaşma imzalanmıştı. Yola çıktıklarında kendine bir kadeh viski koydu, arkasına yaslanıp, keyifle yudumladı. Bir müddet sonra henüz holdinge varmamışlardı ki, sırtına adeta bir bıçak saplandı, göğsü sıkıştı ve boynu kasıldı…

    ∼ ∼ ∼ ∼ ∼ ∼ ∼

    Azade, hastaneden çıkıp otoparka doğru yürüdü. Bagajdan daha önce bıraktığı viski sürahisi ile bir bardağı alıp, arka koltuğa geçti ve zehirli olanlar ile değiştirdi. Yanında getirdiği üzerinde zehirli tıbbi atık yazan torbanın içine görevini tamamlayan sürahi ile bardağı koydu. Ceketinin iç cebinden ikinci telefonunu çıkardı ve Hasan Alamut’u arayıp operasyonu tamamlandığını bildirdi ve o andan itibaren ne yapacağına dair talimatı dinlemek için bekledi. Adam, özel şoför olarak işine devam etmesini ve bu süreçte Oya Karun’un yanında bulunup, ona destek ve hizmet vermesini istedi. Genç kadın sorgulamadan emri anladığını ve yeni talimatlar gelene kadar istendiği gibi davranacağını söyledi.

    Sonraki günler ve haftalarda Azade, sözde büyük bir yas tutan Oya Karun’un yanında oldu ve her hizmetine koştu. Oya ise kocasının ölümüne sebep olan elin kime ait olduğunu bilmeksizin sonuçtan memnun yaşamakta ve artık kendisine tüm servet, malvarlığı ile birlikte miras kalmış holdinge “mecburiyetten” gidip geliyordu. Genç kadının hiçbir şey sorgulamadan her işe koşturması ve gece-gündüz görevi başında olması yeni patroniçenin hoşuna gidiyor, Azade’ye kendi şaşalı ortamında lüks bir yaşam sunuyordu. Azade, böyle sürerse rahata alışıp, paslanacağını düşünüyor ve yeni görev yeri ile hedefinin bildirilip, buralardan en kısa zamanda uzaklaşacağı günü bekliyordu.

    Hiçbir şey olmasa bile her hafta aynı gün ve saatte yine Hasan Alamut’u telefonla aradı. Adam, yeni görevini bildireceğini söyledi. Hedef bu defa Oya Karun idi. Kadın şaşırdı, “Efendim, haddimi aşmak istemem ama… Önce kocasını öldürdük; şimdi niye müşterimizi öldürüyoruz ki?” Hasan Alamut, “Onun için de sipariş almıştık çünkü…” dedi, “Her ikisi de birbirini öldürmemiz için diğerinden habersiz bize başvurmuştu.” Azade aklına takılanı yine sordu, “Adam öldüğüne göre bunun bir önemi kalmamış olmamalı mıydı?” “Olsun…”dedi Alamut, “Bize verilen her sipariş kesindir. Vazgeçilemez ve ne olursa olsun iptal edilemez. Biz daima verdiğimiz sözün arkasında durarak ve bir milim sapmaksızın bu üne kavuştuk.”

    ∼ ∼ ∼ ∼ ∼ ∼ ∼

    Ertesi akşam terasta Reha’nın oturup boğaza karşı puro içmeyi sevdiği koltukta bu defa Oya oturuyordu. İki ucundaki tahta çubukları avuçlarında sıkıca tuttuğu ve parmaklarının arasından çıkan çelik teli Azade arkasından sessizce yaklaştığı kadının boynuna dolayıverdi ve giderek artan bir kuvvetle sıktı. Neye uğradığına anlam veremeyen kadının gözlerinde boğazın gece manzarasının ışıkları giderek kararıp söndü ve almaya çabaladığı nefesinin sesi kesildi. Sonunda Azade teli gevşetince Oya’nın gergin vücudu ipleri kopmuş bir kukla gibi oturduğu koltuğa yığıldı.

    Genç kadın görevin sonuçlandığını bildirmek için Hasan Alamut’u hemen oracıkta aradı. “Tamam efendim…” dedi, “Vazifemi yerine getirdim. Şimdi ne yapmamı istersiniz?” Adam, “Telefonu kapama. Seninle yalının içinde bir yolculuğa çıkacağız” dedi. Kadın, “Almamı istediğiniz bir şey mi var efendim” diye sordu. “Sayılır…” dedi Hasan, “Şimdi bir alt kattaki çalışma odasına git. Telefonu kapama, sana neler yapacağını söyleyeceğim.” Azade geniş merdivenleri inerken duvarlardaki muhteşem tablolara, paha biçilmesi zor antika mobilyalara göz gezdirdi. “Efendim…” dedi, “Kadın da ölünce bu büyük servetin hiçbir varisi kalmadı. Bunca mal-mülk, para nereye gidecek?” Bu arada tüm duvarları kitaplarla kaplı büyük çalışma odasına girmişti. Adam, masaya oturmasını istedi. Sol taraftaki çekmecelerin en alttakini açmasını söyledi. En üstte sararmış bir fotoğraf duruyordu. Belli ki bu Oya ve Reha Karun’un ilk evlilik yıllarına aitti. Ancak; ortalarında yaklaşık üç yaşlarında bir de kız çocuğu vardı. Alamut, Azade’nin çekmecedeki pembe dosyayı alıp açmasını söyledi. Genç kadın istenileni yaptığında dosyada muhtelif belgeler ve kesilmiş gazete kupürleri gördü. Gelişigüzel alıp başlıklarını okumaya başladı. “İşadamı Reha Karun’un kızı iki gündür kayıp”, “Kayıp kızdan haber alınamıyor”, “Karunlar’ın kayıp kızı Azize üç aydır bulunamıyor”… Üstelik bu başlığın yanına biraz önce gördüğü fotoğraf da basılmıştı. Genç kadının beyninde fırtınalar kopuyor ve algıladıklarını yanlış anlamış olduğunu umuyordu. “Seni kaçırıp getirdiklerinde isminde birkaç harf değişikliği yapmıştım tabii ki” dedi telefondaki ses… Titreyerek ve zorla konuşarak “Sen…” dedi kadın, “Yani bana kendi babamı ve sonra da annemi…” Hasan Alamut ağır ağır ve kelimelerin üzerine basarak cevap verdi, “Sana demiştim Azade… Bizim prensiplerimiz vardır ve verdiğimiz sözleri ne olursa olsun tutarız. Öldürerek olmasa da er-geç bir şekilde sana cezanı vereceğimden şüphen yoktu herhalde?.. Mirasın hayat boyu senindir. Maddi, manevi…”

    Yazarın Diğer Yazıları
    Yorumlar

    1. Uğur Değirmenci dedi ki:

      Sabbah şerifleriniz hayrolmuş Tunç bey kardeşim…

      1. Tunç Şanad dedi ki:

        Hah ha… Aynen, Elemût’dan bir esinti… Bu arada; gelecek sayıda yayınlanacak “Şeytana Aşık Kadınlar” hikayesi de hazır. Böylelikle, senin de önerine uyarak 17 hikayelik bir kitabın basım hazırlığına başlıyorum. Umarım bu yıl bitmeden çıkmış olur ve sana postalarım. Sevgiler…

    2. Bumin dedi ki:

      O bastıracağın kitaptan bende istiyorum. Hem de imzalı olarak

      1. Tunç Şanad dedi ki:

        Benim için keyif ve onur olur Bumin Hocam… Sevgiler…