Bodrum Gündem

İnşaat Mühendisleri Odası O Can Sıkıcı Soruyu Tekrarladı; “Yapılarımız Güvenli mi?

İnşaat Mühendisleri Odası O Can Sıkıcı Soruyu Tekrarladı; “Yapılarımız Güvenli mi?

TMMOB İnşaat Mühendisleri Muğla Şubesi Bodrum Temsilciliği her yıl olduğu gibi 17 Ağustos günü gerçekleştirdiği basın toplantısında, çok dikkat çeken bir soruyu tekrarladı; “17 Ağustos 1999 Gölcük Merkezli Depremin 20. Yılında Yapı Stokumuz Güvenli mi?”

Bodrum Gündem Haber

TMMOB İnşaat Mühendisleri Muğla Şubesi Bodrum Temsilciliği her yıl olduğu gibi 17 Ağustos günü gerçekleştirdiği basın toplantısında, yine o can sıkıcı soruyu tekrarladı; “17 Ağustos 1999 Gölcük Merkezli Depremin 20. Yılında Yapı Stokumuz Güvenli mi?”

TMMOB İnşaat Mühendisleri Muğla Şubesi Bodrum Temsilcisi İnşaat Mühendisi İlhan Özyiğit tarafından okunan basın açıklamasında çok dikkat çeken noktalar yer alıyor.

Basın Açıklamasının tam metni şu şekilde:

DEPREM BİR DOĞA OLAYIDIR. DEPREMİN AFETE DÖNÜŞMESİ DAHA ÇOK İNSANLAR ELİYLE YARATILMAKTADIR! BU NEDENLE DEPREMLERDE ORTAYA ÇIKAN CAN VE MAL KAYIPLARI KADERE BAĞLANAMAZ!

 

Ülke tarihimizin en büyük ve sonuçları itibariyle en acı depremlerinden biri olan Doğu Marmara depreminin üzerinden 20 yıl geçti. Bu deprem; binlerce insanımızı toprak altında bıraktı, binlerce insanımız yaralandı. Yapılarımızın  %25`i, kullanılamaz hale geldi. 17 milyar dolardan fazla ekonomik kayıp ortaya çıktı.

 

Daha sonra birçok deprem yine yaşandı! İnşaat Mühendisleri Odası olarak deprem gerçeğini unutmadık, unutmayacağız. 17 Ağustos 1999 Gölcük ve daha sonra yaşadığımız diğer depremler de ortaya çıkan her acının yükü kalbimizde birikti.

 

DOĞAL OLAYLARIN AFETE DÖNÜŞMESİ DURUMUNDA ORTAYA ÇIKAN SORUNLAR!

Doğal Afetler meydana geldikleri bölgenin altyapısını ve ekonomik düzenini bozmakla kalmayıp başka ciddi sorunlar da ortaya çıkarır.

Can kaybı, yaralanma, sakat kalma, ekonomik kayıplar, psikolojik sorunlar, bulaşıcı ve salgın hastalıklar, pazar kaybı, üretim ve gelir kaybı, enflasyon, acil yardım harcamaları, işsizlik ve planlanan yatırımların gecikmesi gibi önemli sonuçlar doğurmaktadır. 17 Ağustos Depremi bu sonuçların tümünü ortaya çıkaran bir deprem olarak kayıtlara girmiştir.

ÜLKEMİZİN DEPREMSELLİĞİ VE 17 AĞUSTOS 1999 GÖLCÜK DEPREMİ

17 Ağustos 1999 Depremi, ortaya çıkan can ve mal kayıpları bakımından bir “MİLAT” olarak kabul edildi. Ülkemizin en doğusundan en batısına, en güneyinden en kuzeyine kadar, uzak veya yakın ölçekte her aileyi etkiledi.

1999 yılına kadar yapı stokumuzu oluşturan anlayışın pek bir işe yaramadığı acı bir tecrübeyle görülmüştür. Yaşamış olduğumuz tüm acılara rağmen, bugün bile, yeterli ölçüde bir dersin alınmadığını açıklıkla söyleyebiliriz.

Peki, 17 Ağustos 1999 Gölcük Merkezli Depremle, 12 Kasım 1999 Düzce Depremleri bir milat oldu mu? Bu sefer ders alındı mı?

PLANLAMA YAPILAŞMA VE KENTSEL DÖNÜŞÜM

Nasıl ki 1999 depremleri yapı imalatı dinamiklerinin değişmesi ve yapı denetim sisteminin kurulması için bir milat olarak kabul edildiyse, 2011 Van Depremi de “Kentsel Dönüşüm” için milat olarak kabul edildi.

Hafif hasarla atlatılması gereken depremlerde dahi yapıların kullanılamaz hale gelmesi ve can kayıplarına yol açması, mevcut yapılardaki tehlikenin boyutunu gözler önüne sermektedir.

8 Ağustos 2019 Tarihinde Denizli Bozkurt` da yaşanan 5,7 büyüklüğündeki depremin kamu yapılarında yaratmış olduğu hasarları bir kez daha düşünmek gerekiyor. “Riskli alan”, “riskli yapı” belirlenmesindeki adaletsizlik, keyfilik ve hukuksuzluk mağduriyetler ve hak kayıplarına yol açmaktadır. Depreme karşı yapı stokunu güvenli hale getirmek iddiasıyla başlatılan kentsel dönüşüm uygulamaları, yeni sorun alanları yaratmaktadır.

Kentsel dönüşüm projeleri kentsel “RANTIN” en yüksek olduğu bölgelerden başlamıştır.

Bugünkü kentsel dönüşüm yasası ve var olan mevzuatlar; kentsel dönüşüm uygulamaları için temel beklenti olan sağlıklı ve yaşanabilir bir çevrede, güvenli yapılarda oturmak anlayışını karşılayamamıştır.

YIK-YAP anlayışı kentsel dönüşümün temel bir mantığı olarak karşımıza çıkmaktadır. YIK-YAP anlayışı; bilimi, bilgiyi, mühendisliği ve kentleşme bilimini yok sayan bir anlayıştır. Bir taşeron bakışıdır.

Kentlerimiz inşaat projelerinin birer “ARAZİSİ” haline dönüşmüştür.

İMAR AFFI-İMAR BARIŞI

Türkiye`de gecekondulaşma süreci, ihtiyaç sahiplerinin barınma ihtiyacını karşılamaya dönük masum bir çaba olarak başlamıştır. Bu durum zamanla örgütlenmiş bir mafya tasarrufu olarak şekillenmiştir. İşin içerisine oy alma ve siyasi kaygılar da girince “AF KONUSU” her seferinde “bu son denilerek” 26 kez yenilenmiştir.

Topraklarımızın büyük bir bölümü deprem tehlikesi altında bulunduğu gibi, yapı stokumuzun önemli bir bölümü de deprem riski taşımaktadır. Konuyla ilgili olarak tüm bilim çevreleri ve Meslek Odaları mevcut yapı stokunun iyileştirilmesi, onarılması ve güçlendirilmesi gerekliliğini dile getirirken, 24 Haziran seçimleri öncesi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı`nın öncülüğünde, TBMM tarafından oybirliği ile ülke tarihinin en kapsamlı “İMAR AFFI” çıkarılmıştır.

Amaç maddesi ” yerleşme yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların; plan, fen, sağlık ve çevre şartlarına uygun teşekkülünü sağlamak” olan 3194 sayılı İmar Kanunu`na Geçici 16. madde eklenmiştir. Türk İmar Tarihinin bugüne kadar ki en kapsamlı imar affı olan bu düzenleme ile hiçbir mühendislik hizmeti almayan ve bu kanun kapsamında mühendislik hizmeti alması talep de edilmeyen yapılar, herhangi bir kontrol mekanizması olmaksızın, kuralsızca, sadece mal sahibinin beyanı ile kayıt altına alınarak yasal statü kazanmaktadır.

Çevre ve Şehircilik Eski Bakanı Sayın ÖZHASEKİ,  “Mühendislere 2-3 bin lira verilmemesi için mal sahibinin beyanını esas aldık” diyerek, ülkemizdeki yapıların yıkılma nedenleriyle, yaşanacak bir depremde yapıların yıkılma gerekçesini de ortaya koymuştur.

Mühendis ve mimarlar yok sayılarak, “güvenli yapı üretimine ihtiyaç olmadığını” ortaya koymuşlardır. Mühendisin varlığını, bilgisini, uzmanlığını parayla ölçenlerini mühendisler hiçbir zaman unutmayacaklar.

17 Ağustos Depreminin 20. Yılında Önemli Bir Not Düşecek Olursak: Mühendislik hizmeti almamış, kaçak olarak üretilmiş olan yapıların, süresiz olarak yasal hale getirilmesi, devletin; asıl sorumluluğu olan halkın can ve mal güvenliğini koruması sorumluluğunu da bırakmış olduğu anlamını taşımaktadır.

17 Ağustos 1999 ve 2011 Van Depremlerinden bile hiçbir dersin çıkarılmadığı görülmüş,  para ve oy uğruna halkımızın can ve mal güvenliği tehlikeye atılmıştır.

NE YAPMALIYIZ?

Öncelikle yapı sektöründe çalışan insanların başta mühendisler ve mimarlar olmak üzere iyi yetişmiş olmaları, iyi bir eğitim sürecinden geçmeleri gerekir. Oysa üç öğretim üyesinin imzasıyla mühendis ve mimar yetiştiren okullar açılmaktadır. Laboratuvarı olmayan, yeterli öğretim kadrosu bulunmayan ve fiziki şartları yetersiz okullar öğrenci alıyor ve diploma veriyor. Oysa can ve mal güvenliğini sağlaması gereken mühendis ve mimarların öncelikle iyi yetişmiş olmaları gerekir.

Bilimsel ve çağdaş bir anlayışla ortaya konmuş bölge ve kent planlarının yapılmış olması gerekir.

Mesleki ve ahlaki yetkinliği esas alan ve meslek Odaları tarafından belgelendirilen Mühendis ve Mimarların “Özne olduğu” bir Yapı Denetim Sisteminin kurulması zorunludur.

Bu sistem bütünlüğü ile birlikte yapı envanterinin çıkarılarak;

-İmar Barışı gibi yapı güvenliğinin yapı sahiplerinin beyanına bırakıldığı kaçak kat ilaveli veya tümüyle kaçak olan yapılar bugün kayıt altına alınmış bulunmaktadır. Bu yapıların deprem güvenliklerinin olmadığı açıktır. Bu yapılar yıkılmalıdır.

-Mevcut yapı stokunun durumu tespit edilerek iyileştirilmesi, onarılması, güçlendirilmesi veya yeniden yapılmasına karar verilmesi  gerekir.

-Yeni yapılacak olan yapıların, “Bina Deprem Yönetmeliği” dikkate alınarak bilim, teknoloji ve mühendislik ilkeleri doğrultusunda yapılması can ve mal güvenliği açısından zorunludur.

-Açıkçası planlama ve tasarım aşamasından yapının kullanıma açılmasına kadar geçen tüm süreç, mesleki ve etik yeterliliğe sahip mühendisler tarafından yönetilmeli ve denetlenmelidir.

-Ortaya çıkması muhtemel risklerin transfer edilmesi bakımından yapı sigortası ve mesleki sorumluluk sigortası yapılmalıdır.

Profesyonel mühendislik yaşamının düzenleyicisi olması gereken Meslek Odalarının yetkileri giderek bilinçli bir şekilde azaltılmış, hatta ortadan kaldırılmıştır. Meslek Odaları Anayasal kurumlardır. Devlet işlerinin düzenli yürümesi için Anayasal Kurumların işlerini iyi ve doğru yapmaları gerekir. Oysa devleti yönetenler, Meslek Odaları gibi önemli kuruluşların görevlerini yapmaması için her türlü olumsuzluğu onların karşısına dikmektedir.

Açıklıkla söylenebilir ki ticari kaygı teknik kaygının önüne geçmiş, bilgi, beceri ve liyakat sahibi yöneticilerin yerini şirket ve cemaat ilişkileri almıştır. Meslek odası, üniversiteler ve endüstri kuruluşları arasında olması gereken işbirlikleri görmezden gelinerek yok sayılmıştır.

ÖZETLE

Yaşamış olduğumuz orta büyüklükte bir depremde yapıların yıkılması yapı stokumuzun büyük bir risk altında olduğunu gösteriyor. Ayrıca kendi kendisine yıkılan yapıların varlığı kentlerimizin büyük bir risk altında olduğunu gösteriyor.

Daha güvenli ve yaşanabilir yerleşim yerlerinde daha güvenli yapıların üretilmesi deprem risk yönetiminin temel amaçlarındandır. Bunu sağlamanın en etkili yolu; yerleşim planlarında ana riskleri göz önüne alarak, gerekli düzenlemeleri yapmak ve ” Deprem Yönetmeliklerini” ödünsüz bir şekilde uygulamaktan geçer.

Bugün hiç kimse bize 1999 depremlerinden sonra bilgi eksikliğinin olduğunu söyleyemez. Yeni bir “Bina Deprem Yönetmeliği” yayımlandı. Zemin durumunu ve fay hatlarını biliyoruz. Artık “ULUSAL DEPREM STRATEJİSİ VE EYLEM PLANINI-UDSEP 2023″ü güncelleyerek uygulamaya koymak zorunludur.

Mesleki Yetkinliğin temel alınması gerekirken, bu noktada ciddi bir sorun oluşturan 3458 sayılı yasa değiştirilmelidir.

Mühendislik biliminin ve mesleki yetkinliğin gerekleri dikkate alınarak yapı tasarımının yapıldığı  ve denetim evresinin sağlıklı bir şekilde işletildiği ülkelerde, doğa olaylarının afete dönüştüğü görülmemiştir. Bu bağlamda, kentleşme planlarının yapılması dahil olmak üzere, yer seçimi kararlarından, yapı tasarımına, yapı üretimi ve yapı denetimine kadar, bilimsel ve çağdaş ölçekte bütünlüklü bir yapı üretim düzeni kurulmalıdır.

1999 depremleri önemli ölçüde can ve mal kayıpları ortaya çıkarmakla kalmamış, çok daha büyük bir tehlikenin henüz yaşanmamış olduğunu ortaya koymuştur. Bu da 1766 yılından bu yana henüz kırılmamış olan fay nedeni ile Marmara Denizi`nin içinde olacak bir depremdir. Bu depremin başta İstanbul olmak üzere Marmara Bölgesini ve çevresini önemli ölçüde etkileyeceği bilinmelidir.

Devlet bürokrasisinin sürekli olarak değiştirilmesi ve “LİYAKAT ölçüsüne bağlı kadrolar yerine”, söz dinleyen ve bilmeyen kadroların göreve getirilmiş olması; “deprem zararlarını azaltmak ve planlı bir kentleşmeyi” sağlamak için hazırlanan raporların uygulama alanı bulamamasına neden olmuştur.

İnşaat mühendisliği can ve mal güvenliğini sağlayan bir meslektir. Fiziki şartları yetersiz, öğretim kadrosu son derece zayıf, laboratuvarı olmayan okulların inşaat mühendisliği diploması veren okullara dönüşmüş olması kabul edilemez.

Her afetten sonra sık sık yapılan “yara sarma” anlayışından kurtulup; bilimin, tekniğin ve aklın gerektirdiği işleri yapmak gerekir. Bunun için “risk yönetimini” hayata geçirmek gerekir. Depremin bir doğa olayı olduğu kabul edilmeli ancak denetimsizliğin neden olduğu olumsuzlukları “kader” gibi değerlendiren yaklaşımlar terk edilmelidir. Bugüne kadar yapılan çalışmalar, deprem öncesi alınacak önlemlerin deprem riskini önemli ölçüde azalttığını ortaya koymaktadır. Sorunu sorun olmaktan çıkaracak olan tek yol; deprem yaşanmadan önce alınacak önlemlerde saklı olduğu bilinmelidir.

Deprem yaşanmadan önce alınacak önlemler ve parasal harcamalar, deprem yaşandıktan sonra yapılacak düzenleme ve parasal kayıplardan 20 kat daha azdır.

Ruhsatlardan mühendis ve mimarların imzasının kaldırılması mesleğimizin gelişimini engelleyecek, sahteciliğin önünü açacaktır.

Kentsel dönüşüm konusu; fiziksel, sosyal ve ekonomik yönden çöküntü ve bozulma sürecine girmiş kentsel alanları, içinde yaşayanlar için yaşam kalitesi daha yüksek olacak şekilde, kente kazandırmayı hedefleyen bir plan stratejisidir. Kentsel Dönüşüm riski fazla olan yerlerde değil rantı yüksek olan yerlerde uygulama alanı bulmuştur.

Ne yazık ki var olan yapı stokumuz; depremle birlikte diğer doğal olaylara karşı da hazırlıklı ve güvenli değildir. Kentlerimiz; doğal olaylara karşı güvenli olmadığı gibi, doğal olmayan yangın gibi afetlere karşı da güvenli değildir.

Kentlerimizde bulunan askeri alanlarında yapılaşmaya açılması İstanbul başta olmak üzere riskleri büyütmüştür.

Açıkçası; “Afet Bir Olayın Kendisi Değil, Doğurmuş Olduğu Sonuçlardır”

 

 

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.