Bodrum Gündem

Çocuklar ve Ergenler Korona’dan Nasıl Etkilendiler? / Psikolojik Danışman Barış Aygener Röportajı…

Çocuklar ve Ergenler Korona’dan Nasıl Etkilendiler? / Psikolojik Danışman Barış Aygener Röportajı…

Korona virüsle mücadele kapsamında 20 yaş altı çocuk ve ergenlerin sokağa çıkmalarına kısıtlama getirildi.Bu kararla beraber korona virüs salgınının oluşturduğu kaygı ve korku durumlarından çocukların ve ergenlerin nasıl etkilenebileceğini,  anne ve babalar olarak nasıl davranmamız gerektiğini Psikolojik Danışman, Eğitimci Yazar Barış Aygener ile konuştuk…

Fatih Bozoğlu/Bodrum Gündem

Çocuklardan biz yetişkinlere kadar herkes kaygı ve korku içinde.

“Hepimiz belirsiz ve sıkıntılı bir dönemden geçiyoruz. Virüs doğal olarak alışkanlıklarımızı bozdu, bundan sonra da epeyce bozacağa benziyor. Her yaş kategorisinde gözlemleyebileceğimiz bir yaşantı kırılması bu. Elbette kritik yaş dönemlerinin kendine özgü davranış kalıpları var; örneğin 3-6 yaş grubu için oyun ve okul öncesi eğitim ön plandayken, 6-10 yaş arası için okul ortamı, öğretmenler ve yaşıtlarıyla ilişki kurmak, ergenler için akran grupları ve okul arkadaşlıkları, 65 yaş üstü için yine akran grupları, devam ettikleri cami, dernek gibi sosyalleşme ortamları çok önemli. İçinde bulunduğumuz  durum tüm bunları askıya aldı. Olup biteni yetişkinler olarak bizler bile anlamlandırmakta zorlanıyoruz. Küçük bir çocuğun gözünden empatik biçimde görmeye çalışalım durumu.  Anne ve babasının işe, kendisinin ve kardeşinin okula gittiği, hafta sonlarını akraba ziyaretleri ve arkadaş gruplarıyla geçiren bir çocuk olduğunuzu düşünelim. Bu biçimde geçirdiğiniz sıradan, bilindik bir haftanın sonunda anne ve babanız evde kalıyor, siz ve  kardeşiniz okula gidemiyorsunuz, eve ziyaretçi alınmadığı gibi kimseye de gidilmiyor, daha önce tanımadığınız bir öğretmenin ekrandan anlattığı bir dersi izlemeniz isteniyor, öğretmeniniz ve arkadaşlarınızla yüz yüze iletişim kuramıyorsunuz, daha önceleri olduğu gibi parklara, oyun alanlarına gidemiyorsunuz, babanız nadiren dışarı çıktığında yüzüne maske, ellerine eldiven takıyor, kısa bir zaman içinde eve dönüyor, aldığı ihtiyaç malzemelerine dokunmanızı istemiyor, anne babanız kendi aralarında her gün artan  hasta sayılarını ve ölümleri konuşuyor, televizyondan, konuşulanları doğrulayan görüntüler seyrediyorsunuz. Böyle bir durumda kaygı ve korku içinde olmanız çok doğal ve normal. Her ailenin olup bitenleri algılayış biçimi farklı, bunlara yüklediği anlamlar değişken, her bir çocuk ve ergenin verdiği tepkiler farklı haliyle…”

Çocuk ve ergenleri ayrı ayrı değerlendirmek gerekiyor o halde.

“Evet. Öncelikle bu dönemi her bakımdan en az zararla atlatmanın, hatta durumu fırsata dönüştürmenin  mümkün olduğunu unutmayalım. Hepimizin belirsizliğin doğurduğu insani kaygı ve korku durumlarını abartmadan ve sürekli olmamak kaydıyla bir nebze yaşamamız normal elbette ve hatta gerekli de. Bedenimizin doğal bir mekanizması kaygı ve korku; bir fare kediden korktuğu için kaçar ve yaşamını kurtarır. Fakat çocuklar, yetişkinlere göre yetersiz bilişsel gelişim düzeyleri ve kısıtlı tıbbi bilgileri nedeniyle hastalıkları, salgınları anlamlandırmakta zorlanabilirler. Doğru adlandırma yapamayan, gerçekçi algı geliştiremeyenler bazen çocuk ve ergenler, bazen yaşlılar olabilir. Şunu unutmamak gerekir: Kaygının panzehiri, güvendir, belirsizliğin gerçekçi biçimde olabildiğince giderilmesi, durumu anlamlandırmaya yönelik gerçekçi bir algının geliştirilmesine bağlıdır. Anne babalara düşen görev budur. Bizler çocuklarımıza gerekli önlemleri aldığımızı göstermeliyiz, bunun ötesinde de yardıma ihtiyacımız olduğunda bize ulaşacak kurumların, insanların olduğu güvenini vermeliyiz. Salgınla ilgili alınması gereken önlemlerin zamanında alınmadığına ilişkin kaygılarınız varsa özellikle küçük çocukların olduğu bir ortamda bu düşüncelerinizi yüksek sesle paylaşmanız da doğru değildir…”

Anne ve babalar olarak neler yapabiliriz?

“Alışkanlıklarımızın bozulması çocukların ruhsal, sosyal, akademik, psikomotor, zihinsel gelişimlerini sekteye uğratabilir. Olumsuzlukları en aza indirmek ve koşullara göre güncelleyeceğimiz yeni alışkanlıklar oluşturmak adına sorunlarla baş etme becerilerimizi devreye sokmalıyız. Her zaman olduğu gibi bu durumda da işe kendimizden başlamalıyız. Kaygı ve korku duygularımızı kontrol altına alıp süreci doğru yönetmeliyiz, durumu fırsata dönüştürüp yararlanmaya çalışmalıyız; kaygılarımızı işlevsel kılıp yapılması gerekenleri yapmalı, koruyucu önlemleri almalıyız ama her şeyden önce sağlıklı ve gerçekçi bir algı geliştirmeliyiz. Abartılı ruhsal etkilenmenin doğurduğu kaygı ve korku, virüsten çok daha hızlı bulaşır. Zeminde var olan takıntı, saplantı, mükemmeliyetçilik, sağlık, ayrılma kaygısı, travma ile ilişkili bozukluklar ve depresif duygu durumlarının aktive olup ağırlaşmasına neden olmamak gerekiyor…”

Nasıl davranıyorlar anne ve babalar böyle durumlarda?

“Tepkiler değişiyor. Yanlış iki tutum, hiçbir şey yokmuş gibi davranmak ve panik yaratmak. Anne ve babaların abartılı ve yapmacık şekilde çocuğa hiçbir sorun yokmuş gibi yaklaşmaları,  aşırıya kaçan ve  gerçekçi olmayan güven verici sözler kullanmaları karşısında çocuklar ve ergenler durumu sezebilir. Kendilerinden bir şey saklanıyormuş hissi, ailelerine duydukları güvenin sarsılmasına, süreci daha endişeli geçirmelerine neden olabilir. Yine bu tip travmatik durumlarda anne babalar aşırı kaygılı olabildiklerinden birbirlerine ve çocuklarına yönelik korkutucu, koruyucu, kollayıcı bir tutum geliştirebilirler. Bu tutum, evin pedagojik atmosferini olumsuz etkiler. Kontrol altına alınmış,  kabul edilebilir düzeyde bir kaygı ve korkuyla, gerekli önlemleri alınırsa, zaten eve sıkışmış bir yaşamı gereksiz yere daha fazla sıkıştırıp gerginliğe neden olunmaz. Çocuklar karşı karşıya kaldıkları böyle  durumlarda çoğu zaman anne ve babalarına bakarak tepki geliştirirler; örneğin bir köpeğin koşarak kendilerine geldiğini gören bir çocuk hemen annesine bakar; annesi korkup kaçıyorsa o da aynı tepkiyi gösterir, bizler korkularımızın nesnesinin ne olacağı ve korkularımızı nasıl yaşayacağımız konusunda çocuklarımıza örnek oluruz. Uzun lafın kısası; çocukların bu zor dönemi en az zararla atlatması hatta fırsata dönüştürmesi anne babaların, öğretmenlerin ruh sağlığıyla yakından ilişkilidir…”

Kendi kaygı durumumuzu kontrol etmenin gerekli olduğunu  biliyoruz ama bunu yaşama geçirmek çok kolay olmasa gerek.

“Haklısınız. Kaygıyla baş etmede en belirleyici faktör, kişinin karşı karşıya kaldığı riskin boyutlarını net olarak belirleyip, kontrolü elden bırakmadan uygulamaya çalışmasıdır. Lütfen dikkat edin söylediğime; konuşmaktan, sızlanmaktan, şikayet etmekten, eleştirmekten söz etmiyorum, ne yapabiliyorsak onu yapmaktan, yaşama geçirmekten söz ediyorum. Bunun da en etkili yolu doğru kaynaktan bilgi almaktır. Resmi makamların ve basının açıklamalarına, güvenmeliyiz. Sosyal medyada, doğruluğu test edilmemiş, kaynağı belli olmayan birçok bilgi paylaşılıyor. Her bilgiyi gerçekmiş gibi kabul edip gündemde tutmak bizim psikolojik uyumumuzu bozabilir. Ben günde bir kere resmi açıklamalara bakıyorum, bu da süreci takip etmeme yetiyor. Güven duygusunu doğru, güvenilir ve sağlıklı bilgiler üzerine inşa edip çocuklarımıza aşılayabiliriz. Anne babalar olarak her  durumu fırsata dönüştürme bilincinden söz ediyorum, bunu çok önemli buluyorum. Sızlanmak yerine fırsata dönüştürmek, bir taşla iki, üç kuş vurmak da mümkün. Örneğin, güvenilir olmayan bilgilerin bombardımanı altında olduğumuz şu günlerde çocuklarımıza sosyal medya okur yazarlığını öğretebiliriz; bilgilerin doğruluğunu araştırma, gördüklerimizin imaj ve gerçeklik değeri üzerine düşünme, eleştirel bakabilme gibi  21. yüzyıl becerileri geliştirebiliriz. Yine teknoloji okur yazarlığı üzerine bir farkındalık yaratabiliriz. Zira günümüzde, teknolojilere kolayca  uyum sağlayabilen, bu teknolojileri etkili ve verimli bir şekilde kullanabilen, teknolojik problemler için yaratıcı ve yenilikçi çözümler üreten, teknolojiyle toplum ve çevre arasındaki ilişkiyi anlayan bireylere ihtiyaç vardır. Teknolojinin basit bir tüketicisi olmak yerine teknolojiyi anlayan ve  ihtiyaçları doğrultusunda  araç kılan insanlar,  21.yüzyılın öznesi olacaklar…”

Yaş dönemlerini dikkate aldığınızda somut önerileriniz neler olabilir?

Okul öncesi 3-6 yaş grubu, oyun dönemi çocuklarıdır ve okul öncesi eğitim alırlar. Bu yaş dönemindeki çocuklar güven arayışı içindedir. Fakat durumu algılamaları diğer yaş gruplarına göre farklılık gösterdiğinden aynı şeyleri defalarca sorabilirler. Bilgileri sindirmeleri için sabırla açıklama yapmanız gerekebilir, yoğun stres altındaki çocukların tekrar beklentisi içinde olmaları normal karşılanmalıdır. Fakat  obsesif davranışlar sergileyen ve aşırı kaygılı çocuklar sürekli ve abartılı bir onay peşinde olabilirler. Sordukları sorulara sürekli cevap vermek yarar getirmez  hatta zararlı bile olabilir. Çok fazla onaylama bekleyen bu çocuk ve ergenler için bazen “Demin söylediğim şey halen geçerli” tarzında kesin ifadeli kısa bir mesaj içeren iletişim şekli daha uygun olabilir, zira sürekli pekiştirmek doğru değildir. Yine bu yaş dönemi çocukları bakteri, mikrop, virüs gibi görmedikleri canlıları anlamak ve anlamlandırmakta zorlanabilirler. Anlayacakları bir dilde bilgi vermek gerekir. Çok  ve gereksiz bilgiye ihtiyaçları olmadığını çocukların güven aradığını unutmamalıyız. Belirsizlik durumunda çocuklar boşlukları kendilerince doldurup kaygılanacaklarından onların ne bildiğini ve düşündüğünü öğrenip onlara doğru ve yeterli bilgiyi aktarmalıyız. Bizimle rahat iletişim kurabilmelerinin yolunu açmalıyız. Bu rahatsızlığın ortaya çıkışı, bu hastalığa yakalananlar hakkında bilgi paylaşmalı , onların yanında yaşlılar için uygun olmayan, suçlayıcı, damgalayıcı, kkorkutan ifadeleri  asla kullanmamalıyız. Hastaların veya yaşlıların neden ayrı tutulduğunu, sosyal mesafemizi neden korumamız gerektiğini, dışarı çıkma yasağının neden getirildiğini gelişim seviyelerine uygun  doğru bilgilerle paylaşmalıyız…”

Gelelim ilkokul dönemi çocuklarına.

“İlkokul dönemi çocukları için arkadaş ilişkileri ve özellikle de öğretmenleri ile iletişimleri psikolojik iyilik halleri için çok önemlidir. Öğretmen ve arkadaşları ile mesajlaşmaları, telefonla konuşmaları onların bu süreci daha olumlu atlatmaları için faydalıdır. Çocukların uyku ve yemek düzenlerine dikkat etmeli; oyun ve ders saatlerini, teknoloji kullanımlarını mümkün olduğunca sınırlı tutmalı ve belli rutinlerini korumalıyız. Yeni dönem için yeni rutinler oluşturmalıyız, rutinler oturdukça çocuklar rahatlayacaklardır.  Uyku saatlerinde kaymalar, yemekte aşırıya kaçmalar, teknoloji kullanımında bir sınır çizememeler çocukların bedensel sağlığıyla beraber ruh sağlığını da olumsuz etkiler…”

Ergenlik dönemi çocukları, daha doğrusu gençler için neler söyleyebiliriz?

“Ergenler, kendilerini kanıtlama döneminde olduklarından, bu süreçte güçlü, etkilenmez görünmek isteyebilirler. İçinde bulunduğumuz salgın tehlikesini küçümseme eğiliminde olabilir, başlarına bir şey gelmeyeceğini ve bu salgından paylarına düşeni almayacaklarını düşünebilirler. Bu tutumlarını anne ve babalar olarak hemen kendimize meydan okumak gibi algılamamız doğru değildir. Bizim önlemlerimizi hiçe sayan bir tutum içinde olsalar bile sabırlı ve sakin davranmakta yarar vardır. Nasihat vermek, eleştirip suçlamak veya kızıp bağırmak durumu içinden çıkılmaz bir hale çevirecektir. Böyle durumlarda ergeni iyice dinlemek ve bu süreç hakkında tartışmadan konuşmak daha yararlı olabilir. Dikkat etmemiz gereken şey, iletişimimizi koparmamaktır, onun da koparmasına izin vermemektir. Ben dili kullanmak ve uygun bilimsel verileri kanıtlarla paylaşmak önemli elbette. Bir de ergenlik dönemi gencin ailesinden bağımsızlaştığı, kendine ait bir dünya inşa ettiği bir dönem olduğundan ergenlerle mesafeyi iyi ayarlamak, özellikle aynı evin içinde günlerce beraberce kalmak durumunda olduğumuz şu günlerde, önemlidir.  Takip edildiği duygusu vermek, gereksiz müdahalelerde bulunmak zaten kendini sınırlandırılmış hisseden genci psikolojik olarak daha fazla daraltacaktır. Anne ve babaların bu geçiş döneminde ergenlerle olan iletişimlerinde baş etmekte zorlanacağı bir diğer konu da hiç şüphesiz onların teknolojiyle kurdukları ilişki olacaktır. Dışarıya çıkamayan, kendini sıkışmış hisseden bir ergene rahatlamanın, nefes almanın tek  yolunun ekran başında geçirilecek zaman olmadığını  anlatmak kolay olmasa gerek. Bu süreçte zamanı verimli değerlendirmeye yönelik seçenekler sunmak ve anlamaya dayalı iletişimi kaybetmemek çok değerli görünüyor…”

Vakit ayırdınız, verdiğiniz bilgiler ve paylaşımlarınız için Bodrum Gündem olarak teşekkür ederiz…

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.