Bodrum Gündem

İnsanca Yaşayabilme Sanatı  YÜCEL ZİYLAN BG YAZILARI

Yükseğe çıkan veya fazlaca gelire sahip olan kişilerin etrafındaki yalakalar yüzünden egolar şişiyor. Bu yüzden kendini kendisinden üstün buluyor ve sonunda da zararını görüyor.

Bir zamanlar Uşak civarında Karun diye bir zengin yaşarmış. Bu kişinin adı çok parası olan kişiler için teşbih konusu olmuş ve onlara Karun gibi zengin denmeye başlanmış.

Bu Karun da zamanla ego illetine düşmüş. Günün birinde Anadolu’ya İran’dan bir ulema gelmiş. Karun bu kişiyi çağırtıp görüşmek istemiş. Görüşme gerçekleşmiş. Karun hoş sohbetten sonra ‘’ Ulemaya söyleyin bakalım bu dünyada en mutlu kişi kimmiş? ‘’ demiş. Sonsuz imkânlar olduğu için ulemanın ‘’ Sizsiniz.’’ Demesini beklemiş. Fakat ulema ‘’ Bir kişinin ömrünün bitişini görmeden bir şey diyemem ‘’demiş.

Nitekim birkaç sene sonra Anadolu, Perslerin istilasına uğramış ve Karun’un geri kalan ömrü zindanda geçmiş.

Tarihte derler ki Karun’un hazine sandıklarının, sadece anahtarları bir eşek yükü ediyormuş.

Hepimizin gurur duyduğu Alparslan Malazgirt ovasında Romen Diojen’i 26 ağustos 1071’de mağlup etti.

İki ordu karşı karşıya geldiği zaman Alparslan bir müddet sonra göbekteki birliklerini yavaş yavaş geriye çekmeye başlamış. Bunu zafer gibi gören Bizanslılar tedbirsiz hücuma kalkışmışlar. Alparslan da hemen iki yan kuvvetleriyle onların gerisine sarkmış ve ablukaya alınan düşmanı dize getirmiş.

Daha sonra etrafının pohpohlamasıyla kendini gurura kaptırmış ve ben dünyanın en büyük ordusunu yendim acaba ben Allah mıyım demeye başlamış ve hareketler dengesizleşmiş. Nitekim kale komutanı Yusuf’un kızına sarkıntılık etmeye kalkışınca kızın babası tarafından öldürülmüş.

Dünya 1912 yılının nisan ayında büyük bir üzüntü yaşadı. Titanik gemisi batmıştı.

Gemi mühendisi geminin emniyeti için her türlü tedbiri düşünmüş. Geminin tabanını çift kat yapmış. Yani teknenin altı bir şekilde delinirse ikinci kat tekneyi koruyormuş. Geminin baş tarafından başlayarak arkaya doğru 14 bölme yapmış.

Bu bölmelerden birkaçına zarar gelse bile tekne yüzmeye devam edermiş. Ambar kapakları ambara su sızdırmayacak şekilde yapılırmış. Ona göre tekne son derece güvenliymiş.

İngiltere’den Amerika’ya doğru yola çıkmadan önce gemi mühendisini uyarmışlar. Tahlisiye sandallarının yolcu sayısına göre yetersiz demişler. Gemi mühendisinden küstah bir cevap gelmiş, ‘’ Bu gemiyi Tanrı bile batıramaz.’’demiş.

Sonra ne olmuş gemi sancak baş omuzluktan buzdağına çarpmış ve baştan itibaren 7 bölme su almaya başlamış. 6 bölme su alsaymış bir şey olmazmış ama yedinci bölmede su almaya başlamış ve batmış. Ölenlerin içinde gemi mühendisi de varmış.

1946 yılında kurulan Demokrat Parti 1950 yılında iktidara gelmiş. İnönü’nün devletçilik politikasına karşı Menderes’in önerdiği liberal ekonomiyi destekleyen aşırı çoğunlukta olmuş ve 450 milletvekilinin sadece 46’sını CHP almış.

Menderes’in seçtiği 14 kişilik bakanlar kurulu bugüne kadar gelmiş en iyi kabineymiş. Onların 7-8ini bugün bile hatırlayanlar vardır.

Atatürk memleket için uygulanacak ekonomik sistemi öğrensin diye 1930’lu yıllarda Fethi Bey’i Fransa’ya göndermiş. 1 yıl sonra dönünce liberal ekonominin uygulanmasını öneren bir rapor sunmuş. Fakat Fethi Bey’in kurduğu Serbest Fırka Partisi kapatılınca bu raporu Menderes elinde hazır bulmuş.

Dışarıya borçlanmayı hiçbir zaman istemeyen CHP yerine kalkınmak için kredi kullanmamız gerek diyenlerin DP zihniyeti başlamış.

1950’den 1954’e kadar DP iktidarı başarılı kabul ediliyor. Sonraki dönemde Menderes’te bir büyüklük kompleksi başlıyor.

Bir gün Beyazıt Meydanı tanzim edilirken inşaatı görmek için Menderes geliyor. O zamanlar vatan caddesi açılımı sürüyor. Menderes için başında bulunan teknik üniversitesi hocalarına şu yol şöyle değil de böyle olsaydı diyor. Hocalarda aman efendim sizin bu üstün zekânız karşısında bizim diplomalarımızı yırtmamız lazım diyorlar.

Menderes’te bunun gibi dolduruşlarla ben ne oldum delisi oluyor ve kendisinin sonunu getiren şu cümleleri kullanıyor. Üniversite profesörlerimize ‘’kara cüppeliler’’ diyor. Orduyu ben astsubaylarla idare edebilirim diyor. Ben odunu göstersem milletvekili seçtiririm diyor ve egosu istenmeyen yola sokuyor.

Uzun zamandan beri Suriye ‘de yaşanan kargaşa için üzülüyorum. Her gün Sünni olsun alevi olsun en az 100 kişi ölüyor. Ne için emperyalist güçlerin petrol yataklarını peşkeş çekmesi için.

Bu güçler oradaki kabileleri birbirine düşman edip silah satıp petrollerini alıyorlar.

Amerika başta olmak üzere “ben kuvvetliyim, dünyada benim borum öter” diyen egoya sahip liderler var. Onların vicdanını rahatlatan bir felsefeleri var. Allah bize akıl vermiş, onlara da vermiş. Bizden silah istiyorlarsa biz bunları nerde kullanacaksınız diye sormayız diyorlar ve Orta Doğu’da ki projelerini gerçekleştirmek istiyorlar.

Ama bunca mazlumun ahının bir gün gelecek onları da bir şekilde üzüntüye düşüreceğini akıllarına getiremediler.

Tanrının elinde sopası yok. Kim derdi ki Amerika bir savaşa girecek ve 96 bin ölü ve 1 milyonun üstünde yaralı verecek diye.

İşte görülmeyecek kadar küçük bir virüs emperyalistlere ders mi veriyor acaba yoksa silahlanma yerine fakir ülkeleri sorunlarına arkanızı dönme mi diyor.

Bunlar iyi olmayan örnekler, bir de bunların olumluları var.

Mesela Yavuz Sultan Selim iki kulağına da küpe takarmış. O zaman bu uygulama kölelere yapılırmış. O da sorulduğu zaman ‘’Ben de milletimin kölesiyim.’’ dermiş. Topkapı Sarayı’nda kaftanı sergileniyor. Diğer padişahlara göre son derece sade bir kıyafet giyiyormuş. Hazineyi altınla doldurduğu halde Arap yarımadasını alıp halifeliği Osmanlıya getirdiği halde goygoyculara itibar etmemiş ve çizgisini değiştirmemiş.

Zamanında padişahlar sarayda Cuma namazına gitmek için selamlıktan geçermiş. Selamlığın iki tarafında bulunan vezirler ve görevliler ‘’Mağrur olma padişahım senden büyük Allah var.’’diye bağırırlarmış.

Şimdilerde iyi örnek gösterilecek adetlerimizden biriside yağlı güreşlerimizdir.

Eşleşmiş iki pehlivan cazgırın dualarıyla er meydanına salınır. Pehlivanlar güreşe başlamadan önce peşrev yaparlar. Birbirlerinin kuru yeri kalmasın diye yağlarlar. Birde ikisi da rakiplerinin topuğuna kadar inerler ve topuk bağlarını kontrol ederler. Çünkü topuğu gevşek olursa rakibi orasından yakalarsa paçayı kaptırdı derler. (Bu şimdi halk deyimi oldu.)

Paçayı kontrol etmenin bir maksadı da pehlivanlar birbirlerine ben senin ayağının tozu olamam demek isterlermiş.

Şimdi devlet yönetime bakıyoruz rakiplerine karşı kullandıkları üslubu görünce yeni yetişmekte olan gençlik için üzülüyorum.

Korona virüsünün toplumumuza çok büyük zararı oldu. Fakat her musibetten bir ders çıkarmamız lazım.

İktidar ve muhalefetin bugünlerde durumumuzu düzeltecek kararlarda bile birlik sağlayamadığını görüyoruz ve üzülüyoruz.

Bugünlerde iyi şeyler de oluyor. Sağlık konusunda bilim kurulu oluşmasının faydasını görüyoruz. Acaba diğer alanlarda da benzer kurullar oluşturamaz mıyız? Mesela tarım, eğitim, turizm, sanayi gibi. Bu iktidarda olan partilere de yol gösterici olur.

1980 yılında Kenan Evren Paşa doğuda tartışılan başlık parasının kalksın yoksa kalkmasın mı diye karar veremeyince Hacettepe sosyoloji bölümünde konunun araştırılmasını istemiş.

Hocalar yaptıkları çalışmalardan sonra kalkmaması yönünde karar vermişler. Gerekçeleri başlık parası yalnız bakire kızlara verilirmiş. Bunun bakireliği özendirebileceğini düşünmüşler. Bir de başlık parası alan babanın bu parayı kendi oğlunu evlendirirken karşı tarafa vereceğini biliyorlarmış. Oğlan yoksa gene kendisi bu parayı kullanmazmış. Gerektiğinde kızına harcarmış.

Mesela demokrasi konusundaki kurula soracağım birkaç soru var. Bankalara memur alınırken üniversite mezunu ve lisan bilen şartı aranıyorken, milletvekili seçilmek için ilkokul şartı yeterli midir? 83 milyon içinden topu topu 550 kişi seçilecekse kriterlerinin çok yüksek olması gerekmez mi?

İkincisi, partilerin çalışması demokratik mi? 30-40 kişilik parti yönetim kurulu bir konu hakkında fikir oluşturmaya ve parti kararı diye parti milletvekillerine empoze ediyor. Karşı oy kullanmaya kalkılırsa ihraçla tehdit ediliyor.

Devlet memurlarının itibarının iade edilmesini istiyorum. Benim çocukluğumda babalar kızlarını memura vermek isterlerdi. Hem geliri iyi hem de boynu kravatlı olduğu için. Şimdi ise memur çalışırmış gibi yapıyor devlette para verirmiş gibi yapıyor. İş ehline verilirse verim yükselecek, memur sayısı düşecek ve gelirleri de ona göre artacaktır.

Bence egolarımızı bırakıp dayanışma içerisinde olalım. Bu kalkınmamız ve insanca yaşamamız için en iyi yoldur.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

  1. nuran dedi ki:

    YÜCEL ZİYLAN ın kalemine sağlık.yazı yanlışlıkla NURAN YUKSEL sayfasında ve adıyla yayınlanmıştır.