Bodrum Gündem

Halikarnas Balıkçısı’nın 47. Yıl Anısına; Ege’nin Öfkesi

Halikarnas Balıkçısı’nın 47. Yıl Anısına; Ege’nin Öfkesi

Hatice Yücel – Eğitimci

Yıl 1967, Bodrum Ortaokulu’nda Türkçe öğretmeniyim. Konumuz, Türkçe kitaplarındaki Halikarnas Balıkçısı’nın “Gündüzünü Kaybeden Kuş” öyküsü… Üzülerek söylüyorum, ben de yazarı pek iyi tanımıyordum. Neyse ki bu, sınıfımda hem ilk hem etkili bir tanışma oldu; beni, bugünkü Balıkçı bilincime taşıdı, çoğaltarak…

Sınıf, öykünün kahramanlarıyla ikiye bile ayrıldı. Açık deniz martısı Miho’dan yana olanlar ile Avcı Hacı Süleyman’dan yana olanlar… O yılı, Gündüzünü Kaybeden Kuş’la -Miho’yla- bitirdik: Yazarına mektup yazdık, deniz öyküleri denedik, okulun girişine “Balıkçı Köşesi” yaptık, kitaplarını getirttik. Tüm okul, “Balıkçı”yı gündem edindi o köşe başında.

13 Ekim 1973’te onu kıyıda, balıkçı dostlarının omuzlarında, Arşipel’in mavi sularında tekneyle son yolculuğunu yaptırırken öğrenciler de Miho’yu uğurluyordu sanki…

O günden bugüne, her yıl bir öyküsünü içselleştiririm. O öyküyle uyur, uyanır, adımlarımı öykünün bölümceleri arasında atarım, her bir sözcüğünü ilk kez duymuş gibi kulak kabartarak… Bu yıl, Balıkçı’nın kırk yedinci gidişi; öyküm “Ege’nin Öfkesi”. Öykü, Denizceyi, en yetkin hançereden konuşur sanki. Anlaşılmaz, Gökova mı Balıkçı, Balıkçı mı Gökova’dır…

***                  ***

Yüksek Anadolu Yaylası, Toros ile Amanos’taki yüksekliğini koruyarak Ege’ye, Gökova Körfezi’ne değin gelir; bin yüz metre yükseklikten denize çivileme düşer. Ege’den bakınca o yükseklik, göğe kafa tutan, çalım satan bir dalganın çığlığından ötürü dimdiktir. İşte o Ege, bir devin göğsü gibi kabarır, söner; şu kıyıda fısıldar, ötede kayalara patlar, canı ister Denizce bir şeyler mırıldanır, canı ister kızar, dövünür, tehdit savurur; kâh derin ah çeker kâh ağlar, inler, çılgınca bağırır; yırtar, dişe diş parçalar, göze göz sürükler, çeker, kaldırır, döndürür, okşar, öper; kumsalı bulunca titrer, bayılır, düşer ya da kıyıya vurur, fırlatıp atar.” Ya öyküdeki Aksi Mahmut? Bu karaktere her yerde rastlarız bugün de… Denizi kendi malı gibi belleyen, ufak bir aksilikte öfkesi katbekat artan aksi biridir. Metrelerce yükselip yükselip denize düşen yunus sürüsü, kayığını patlatacak korkusuna öfkeden köpüre köpüre “… Kıran Uçurumu’nun duvarındaki mağaraya geldi. ‘Kayığı içeri alır, demir atar, yan gelirim’ dedi. …  “…ana fok, erkek fokun yosunlarla ona hazırlamış olduğu bir doğum döşeğine yatmış, birkaç saat önce yavrulamış olduğu yavrusunu, hayata doğurmuş olmak sevinciyle çarpan yüreğinin üzerine basıyor, emziriyordu.” Aksi Mahmut, öfkesini bu anne fokla söndürecektir. Sopasıyla fokun başına vurur. Anne fok, yavrusunu kucaklamaya çalışır, ağlar, kadın çığlıkları atar. Aksi Mahmut, ağzı açıkken denk getirip sopayla fokun dişlerini parçalar. Can çekişen kuzucuğun kurda baktığı gözleri görünce oradan kaçar. Mehmet Ağa’nın karısı Emine ile buluşacaktır. Dostu Emine, onu burunda bekleyecektir. Kadından hoşlanmasa da birilerini kandırmanın tadı hoşuna gitmektedir. Kayaların, adacıkların, haşin dalgaların arasında, zifiri karanlıkta kayığıyla Emine’nin adasına yaklaşmaya çalışırken dalganın biri Aksi Mahmut’u havaya fırlatır. Aksi Mahmut, dalganın boynunu sıkıp boğacak kadar öfkelidir. Ancak yeniden düştüğü yer kayık değil, Ege’nin sivrilttiği kayalardan biridir, önce dişleri değer kayaya, parçalanır. Deniz de sabaha doğru onu kıyıya tükürüverir.

“Ege’nin Öfkesi” bu işte! Balıkçı’ya cennet, Mahmut gibilere cehennem. Mavisini, yeşilini çalanlara, kirletenlere; foklarını öldürenlere; zeytinine, çamına, çakılına, havasına, suyuna dokunanlara haddini bildirir. Anadolu’nun bütün kolları Ege’ye çıkar. Barış diyarı, bereket diyarı, bilgeler diyarı, aşıklar diyarı, efeler diyarı Ege’ye.

Anadolu gibi yurdumuz, Balıkçı gibi dostumuz var, ya… Dahası senin “Merhaba”n var ya bizlere… Yaşıyorsun bizlerle!..

 

Yorumlar

  1. Nazan Tümer dedi ki:

    Canım Öğretmenim,
    Ellerinize sağlık! Balıkçı ile öyküleri ile içselleşmenin en güzeĺ yazısı…
    Saygılarımı sunarım…