Eşini katleden kişi ile evlendirilen kadın’ın öyküsü
“ Hesapsız yaşamın karanlığında
Zalimlik, sadistlikten beslenir
Aşkın, seherde tuzağa düşürülür
Onur ve vefa beyni terk eder
Zevke karışan acı, çığlığa dönüşür
Vicdansızlık, duygusuzluk kulvarında
Anadan koparılan evlatlar
Kişisel yoğunluklu iç acılarında
Yazgının rüzgârıyla savrulup
Erken ev bark ortamına sürüklenir. ”
Muhsin DURUCAN
“ Kalbinizde yeşil bir ağaç bulundurun.
Belki şarkı söyleyen bir kuş gelir konar. ”
Lao TZU
*
Tarihi kaynaklardan edindiklerime göre: Süleymanlı (Eski adı Zeytun); Kahramanmaraş’ın batısında, Ceyhan Nehri ile Göksun Çayı arasında, yüksek dağlarla çevrili dar bir vadi içinde yerleşimli ormanlık bir bölge olarak belirtilir.
Zeytun adını, burada uzun süre yaşayan Ermeni kralının kızı “Zeytune Hatun”dan aldığı söylenir. Halk dilinde “Zeytin” olarak geçer.
Uzun süre Ermenilerin yaşadığı bu belde, 1923-1924 yıllarında Yunanistan’ın Selanik iline bağlı olan Ayvalık ve Karaferya kasabalarından mübadele ile gelerek buraya yerleştirilen Balkan Türklerini barındırır.
Tam 700 yıllık geçmişi olan bu yerleşim merkezi, sayılı tarihi eserleriyle göz doldurur. En önemli eserleri Selçuklular döneminden kaldığı tahmin edilen Soğuk Çeşme, Kanlı Köprü ile Tarihi Hamam olduğu söylenir.
Ermenilerin kurduğu “Zeytun Fedai Alayı” adlı çeteyle savaşırken şehit düşen Maraş Jandarma Bölük Komutanı Binbaşı Süleyman Bey’in adına saygıyla “Süleymanlı” olarak değiştirilmesi kararlaştırılır.
Bir süre nahiye merkezi konumunda olan Süleymanlı, şimdilerde Kahramanmaraş’ın büyükşehir olması sonrasında Onikişubat ilçesine bağlı bir mahalle olarak kayıtlarda yerini alır.
Kocasının Katili ile Evlendirilen Kadının Acıklı Öyküsü
Güvenilir kaynaktan edindiklerim ışığında; yukarıda adı geçen Zeytun yöresinde 1955 yıllarında gerçekleşen, tüyler ürperten ve insanın içini acıtan bir vicdansızlık olayı yaşanır. Yargıya intikal etmez, yerinde örtülür. T.C. sınırları içinde olan, kent merkezine 69 km uzaklıktaki uygarlıktan da uzak yerleşim yerinde gerçekleşen olay! Filmlere senaryo olacak nitelikte denebilir!
Burada verilen kişi adlarının tümü gerçek adlar olmayıp birer semboldür.
Muhtar Mahmut, Faysal adlı iri yarı, güçlü kuvvetli birisini bekçi olarak görevlendirir. Faysal, ormanlık alana evlerinin yakacak ihtiyacını karşılamaya giden kadınlar üzerinde etkili olur, onları kendisine bağlar.
Havva, uzun boyu ve köyün en güzeli evli bir kadındır. Üstelik Hicran, Bekir ve Leyla adlı üç çocuğu var. Aşkın adlı, narin ve sanat ruhlu elinden oyma ve yazma gibi işlerde başarılı olan nezih bir eşi var. Cezmi, Havva’nın kayın pederi…
O yıllardan bugünlere sarkan, acısı yüreklerden bir türlü silinmeyen ve belleklerde derin iz bırakan o acı olayı, anlatmaya çalışalım mı? Öyleyse dikkatle okuyunuz, derim.
Havva, kimi zaman evinin gereksinimini karşılamak amaçlı ağaçlık alana yakacak odun kesmeye gider. Bekçi Faysal, kendisinden on bir yaş büyük olan Havva’ya göz koyar. Rahat bırakmaz, zamanla istediğini gerçekleştirir ve üzerinde etkili olur.
Öyle bir zaman olur ki, Faysal ile Aşkın tarla sınırı konusunda anlaşmazlığa düşerler. Köylülerin toplandığı bir yerde tartışırlar. Faysal, cahil ve kabadır. Aşkın’a hakarette bulunur ve küfür eder. Aşkın onuruna yediremez. Evde eşine yarın kente giderek mahkemeye başvuruda bulunacağını söyler.
Tanyeri ağarmasında Aşkın’ın yola çıkacağı haberini alan Faysal, atıyla Ceyhan nehri köprübaşında Aşkın’a ulaşır ve heybesinden çıkardığı satırla arkadan vurarak nehre düşürür! Aşkın’ın o yağız atı kişneyerek eve döner! Aşkın eve dönmeyince trajik durum bir şekilde anlaşılır! (Aylar sonra cesedi Ceyhan nehri aşağı havzasında bulunur.)
Birey, kendisine verilen yetki ve yetenekleri tahrip için kullanırsa, dünyanın en zararlı yaratığı haline gelebilir. Dünyada en tehlikeli varlık, öfkesi ve şehveti aklının önüne geçmiş olan insandır. Öfkenin ve kaprisin sınırı yok, denebilir.
Hem de birkaç gün sonra Faysal, saçlarından sürükleyerek Havva’yı kendi evine götürür ve kendisine zorla karı yapar. Muhtar Mahmut, sulh yolu için aracılıkta bulunur. Faysal’dan alınan belli miktarda para ve arazi ile Cezmi Dede’yi ikna eder, susturur. Olay kapatılır.
Olan olur, ama asıl olan küçük yavrulara olur! Faysal istemez, ana götüremez. Çocuklar, yakınlarının yanında kısa süre kaldıktan sonra Muhtar’ın çabasıyla Maraş’a götürülerek dokuz yaşındaki Hicran Selman’a, bir yaşındaki gülen yüzlü o güzelim Leyla, Öğretmen Rafet’e evlatlık verilirler. Bekir’de yetiştirme yurduna yerleştirilir.
Leyleğin yuvadan attığı örneği evlatlarına sahip çıkmayan ve onurunu kaybeden Havva, Faysal’dan altı çocuk yapar. Artık Hava iyice mankurtlaştırılmıştır. O üç çocuğunu, yılarca, hiçbir zaman arayıp sormaz! Dahası mı? Faysal, yıllar sonra genç bir kadın ile nikâhsız birlikteliğini sürdürür. Altı çocukta ondan yapar. Katil ruhlu ve sadist kişiliğe sahip olan Faysal, çocukları tarafından da yergiyle anılır!
Zaman olur, Hicran ve Leyla da büyürler, evlendirilerek çoluk çocuk sahibi olurlar. Bir bakıma aile yaşamına dönüş başlar. Bekir, yaşamını yitirir! Nasıl mı? Askerden geldikten sonra evlenir. Çoluk çocuk sahibi olur. Ne ki moralsiz yaşam sürdürdüğü günlerinde traktör altında kalarak can verir!
***
Ne ki yıllar geçse de bu acı olay unutulmaz! İğrençlik ve şaşkınlıkla dillerde dolaşır. Gizli, saklı konuşulur. O devirde orada yaşayan kimseler, olayı anlatmaktan kaçınırlar
Hele hele küçük bir olay, hiç mi hiç unutulmaz. Öğretmen Rafet’in evindeki bir yaşında sevimli ve güzel Leyla’nın çok soğuk bir kış günü içindeki psikolojik yangıyla bağırıp ağlamasıyla karışık sözcükleri, şimdilerde bile kulaklarda yankı yapar, vicdanları kanatır!
Ne mi demiş Leyla’mız? Buyurunuz okuyalım: “Açın kapıyı, çok sıcak yanıyorum! Biraz da dışarı ısınsın!” Anlamlı ve düşündürücü değil mi? Söyleyeni belli olmamakla birlikte deneyimin süzgeçlediği kimi sözcükleri buraya aktarmayı uygun buldum: “Yaranın yerini sorsalar gösteremezsin ama dinlediğin şarkılar ve türküler, gözleri kapalı buluyor yarayı…”
O ortamdan dönüş yaparak şiirlere ve ezgilere konu olan empatik dizeleri dilerseniz içselleştirerek okuyalım, bir yandan da ‘Ruhumdaki Sızı’yı dinlerseniz örtüşür.
Ruhumda Sızı
Bu nasıl bir derttir dermanı yoktur
Bedenimde değil ruhumda sızı
Görünmez bir yara acısı çoktur
Bedenimde değil ruhumda sızı oy oy
Ruhumda sızı oy oy ruhumda sızı
Kurşunsuz, hançersiz kansız bir yara
Hiç bir tabip buna bulamaz çara
Keşke Mansur gibi çekseler dara
Bedenimde değil ruhumda sızı oy oy
Ruhumda sızı oy oy ruhumda sızı
Doktoru lokmanı yok, ilacı yok
Görünmez göz ile hiç bir izi yok
Saplandı sineme görünmez bir ok
Bedenimde değil ruhumda sızı
Ruhumda sızı oy oy ruhumda sızı
Didelerim nemli kan ağlar gözüm
Ruhum yara aldı sızlıyor özüm
Bu halimden vakıf tek cura sazım
Bedenimde değil ruhumda sızı oy
Ruhumda sızı oy oy ruhumda sızı
Yeter Nesimi bu feryadın yeter
Biliyom yanıyon Kerem’den beter
Her ah eyledikçe dumanın tüter
Bedenimde değil ruhumda sızı
Ruhumda sızı oy oy ruhumda sızı…
Nesimi Çimen
***
Dünya Şairi Nazım Hikmet: “Yok, öyle umutları yitirip karanlıkta savrulmak… Unutma, aynı gökyüzü altında bir direniştir yaşamak…” demiştir. Elbette ki, boşuna dememiştir…