Bodrum Gündem

Bodrum’da Yaşanan “Game Of Thrones” Oyunları

Bodrum’da Yaşanan “Game Of Thrones” Oyunları

Nereden başlamalı bilemedim, internete her girişimde ya da her girdiğim toplantıda Bodrum’la ilgili bir imar haberi ve sorunu yüzüme tokat gibi iniyor. STK’ların yıllardır sürüp giden toplantılarında aşağı yukarı hala aynı şeyler konuşuluyor. Sorunlar hep aynı; aşırı yapılaşma, çevre ve koruyamama, rant, talan…

Bir yanda bu sorunların sorumluları aranıp, suçlamalar ve sitemler bir yanda da, “yeter artık, Bodrum Bitti!” yakarışları sürüyor. Ne yazık ki; çözüm üretmesi gereken erk ve kurumların konuşmalarına da bir “çaresizlik” yansıyor. Özellikle Bodrum üzerinde orantısız güç uygulayan merkezi hükümete direnemeyen, arasını bozmak istemeyen, büyük yatırımcılara yıkıma gittiğinde durdurulan, küçük yatırımcı ya da işletmelere gittiğinde yalvaran ve sosyal adalet bekleyen sözlerle karşılaşan ve bu iki grubun arasında sıkışmış bir yerel yönetim.

Aslında o salonlarda o kadar yalnızız ki… Yarımadanın ancak %20’si üzerinde yetkisi olan Bodrum Belediye temsilcileri ile Bodrum’da yaşamayı seçmiş, geleceklerini Bodrum’a bağlayan bizler baş başa kalıyoruz. Ne gündemin konularını belirleyen mega yatırımcılar, inşaat şirketleri ne de bu şirketlere onay veren kurum temsilcileri var. Aslında biz bizeyiz…

Bu oturumlar bana Games of Thrones’u hatırlatıyor. Oradaki kralların – kraliçelerin hırsları, entrikaları ve güç ya da taht savaşları geliyor gözümün önüne. Bu dizideki liderlerin arkalarından binlerce kişiyi meydanlara sürükleme ve ölüme götürme kararları düşündürüyor. Kuşkusuz bu tür filmleri günümüz dünyasına uyarlamak çok mümkün. O yüzden de bu gibi eserler zamansız ve evrensel oluyorlar.

Bununla beraber bir yandan da Bodrum’un başka salonlarında sevgili Canan Küçükeren, M.Ö10 yy dan itibaren Karialıların hikayelerini anlatıyor. Küçükeren, Bodrum’un geçmişten günümüze yaşananlarını sonraki nesillere aktarıyor, ortak bir hafıza üretiyor. Bu kültürün ta kendisi değil mi? Diziyi Bodrum’da yaşananlarla da bire bir eşleştirmek mümkün. Örneğin; Canan ya da onun gibi toplumun hafızasını oluşturanlar ve hikayeleri kuşaklardan kuşağa anlatanlar için taht oyunlarının (Games of Thrones’u) “üç gözlü kuzgun”u Bran gibi toplumsal belleği yapılandıranlar diyebiliriz.

Kavimler savaşını kazanan birbirine aşık iki liderin filmin sonunda mus mutlu beraber olmaları bekleniyordu ama güzel kraliçe kazandığı zaferlerin etkisi ve iktidar sarhoşluğu gibi nedenlerden dolayı deliriyor. Elindeki gücü (ejderhalar) bir kitle imha silahı olarak kullanıyor, yakıp yıkıyor. Kraliçeden kurtulmanın tek yolu onu öldürmekti. John Stark da bunu yaptı.  Ortağı olabileceği iktidarı, kaybedeceği aşkı göze alarak hesap kitap yapmadan, hapse ya da sürgüne gideceğini bilmesine rağmen daha fazla kan akmasını önlemek için sevgilisini öldürdü. Bazen zafere ulaşmak için hele de kamusal bir sorumluluk yüklendiyseniz, kişisel kayıpları göze almak gerekiyor.

Yarımadamıza Games of Thrones’un perspektifiyle baktığımda, Bodrum’un sonradan türeyen çeşitli prenslikler tarafından çevrelendiğini görebiliyorum. Yer yer Turizm Bakanlığı, yer yer Çevre ve Şehircilik Bakanlığı; Özelleştirme İdaresi, Kara yolları, Büyük Şehir Belediyesi derken Bodrum’un gerçek sahiplerine pek de bir şey kalmadı. Bu kurumların her birini hırsları ve egolarıyla Games of Thrones’da ki karakterlerden biri olarak görmek mümkün.

Birbirinden kopuk, bütünleşmeyen plan ve plan kararları ile talan edilen Bodrum topraklarını, denizini, kıyılarını sil baştan düzenlemek istiyor insan. Kimse Bodrum’un gerçek sahiplerinin fikrini sormazken, ne Bodrum’un denize girilen en güzel yerinde tepemize dikilecek olan Külliye ’de, ne de şehrin ilk girişinde karayolu boyunca çekilmiş sözde ses bariyerinde burada yaşayanlar olarak gönlümüz yok.

Sivil toplum örgütleri olarak biz ne mi istemiyoruz?

Her gün kucağımıza bir planın düşmesini, askıya ne zaman çıktı, ÇED raporu alındı mı, halkın katılımı toplantısı yapıldı mı, itiraz edilmesi gereken şeyler var mı, dava açılması gerekiyor mu, açıldıysa kararın istinafa, temyize gitmesi gerekiyor mu, itiraz sürelerini kaçırdık mı diye dedektiflik yapmak, köşe kapmaca oynamak istemiyoruz. Her türlü ve ölçekteki planlarda sonuca değil sürece ortak olmak istiyoruz.

Yarımadanın üzerinde kılıçlarını sallayarak bekleyen yeni prensliklerin bize verdikleriyle yetinmek yerine, istediğimizi almanın zamanı gelmedi mi? Bize de bir John Stark mı gerekiyor?

Aslında şart değil, sadece birlikte olmak o masal kahramanının gücünü ve iradesini bize verir.

Önce, bizim olanı alabileceğimizi ya da kamu yararı olmak şartıyla, yarımadaya ait kullanılacak değerlerin bizlerin de görüşleri alınarak değerlendirilebileceğine inanmamız gerekir.

Aslında biz yerel yönetimin bize karşı şeffaf olmasını, yaşadığımız yer üzerine vereceği kararlara bizi de dahil etmesini beklerken, yerel yönetim de aynı şeyleri yarımadayı bölüp, üzerinde otoritelerini ilan eden prensliklerden bekliyor. Ancak herkesin birbirine karşı kulakları kapalı. Yarımadanın doğal ve kültürel tüm değerlerini arkalarından savaş meydanına sürüklemeye kararlılar.

Game of Thrones savaşlarında kullanılan silahlara karşılık bizim de kalemimiz, klavyemiz ve altın bileziklerimiz var. STK’lar ve Meslek Odaları iş birliği ile bilimsel bir zemin hazırlamak, kamuoyu yaratmak ve yerel idare ile beraber yürümek, merkezi otoritelere karşı bizi güçlü kılar. Hele de bu güce parti kimliklerini unutarak gelen siyasileri de dahil edersek, başarıya gidecek yol daha da aydınlanır. Burada olması gereken önemli konu; samimiyettir. Yerel idarenin işine gelen konularda STK’ların ve Meslek Odalarının arkasına saklanması, işine gelmeyen konularda bizleri görmemezlikten gelmesiyle bizim olanı geri alamayız. Çünkü önümüzde entrikalarla dolu, uzun bir yol var.

Yine son günlerde katıldığım bir Muçep toplantısında Kent Konseyi Başkanı Arif Yılmaz; Mavi Yol’un Çevre konusundaki mücadelelerini ve Avukat Betül Sümer de Kisebükü Adalıyalı için yapılan hukuk mücadelesini anlattı.

Kisebükü-Adalıyalı için 1/25000 ölçekli Revizyon + İlave Çevre Düzeni Planına önce Şehir Plancıları Odası daha sonra da Denizciler Derneği ve Deniz Ticaret Odası birlikte bir dava daha açtılar. Mavi Yol Çevreciler Grubu ise eylemleri ile kamuoyu oluşturarak olayı gündemde tuttular, hatta başka Çevreci gruplarıyla temasa geçtiler ve Türkiye’deki başka Çevre sorunları için model oldular.

24.02.2020 tarihinde Şehir Plancıları Odasının açtığı davada Danıştay 6.Dairenin verdiği kararla 1/25000 ölçekli Revizyon + İlave Çevre Düzeni Planı iptal edildi. Böylece diğer davalarda amacına ulaştı.2005 yılında başlayan ve tam bir macera tadında geçen Adalıyalı mücadelesinin öyküsü, örnek bir STK ve Meslek Odaları dayanışmasıdır. Bugün 2021 yılındayız, çok uzun süren ve az sayıda da olsa kazanılan mücadelelerden biridir.

Birlik olmak, bizim olana sahip çıkmak, kaleme kağıda sarılmak zamanıdır.

Ne diyeyim, Bodrum Unutmaz!

Y. Şehir ve Bölge Plancısı Şule Kükrer

Yorumlar

  1. Nimet Altinlilar dedi ki:

    SULE HANIMCIGIM. KALEMINE SAGLIK. BODRUM’UN GÜZELLIGINI KORUMAK ICIN HER KESIMDEN INSANIN ELLERINI TASIN ALTINA KOYMASI GEREK. YASALAR KİSILERIN ISTEGINE GORE DEGISTIKCE BIZLERE SIZLERE ZORLU BIR MUCADELE YOLU GÖZUKMEKTE. AMA YILMADAN BIRLIKTE OLURSAK BASARILAMAYACAK HICBIRSEY YOKTUR.

    1. Şule dedi ki:

      Katılıyorum Nimet hanım, hepimizin ucundan tutacak bir şey mutlaka vardır, yeter ki bize ait olanlara sahip çıkalım ve yarımada üzerinde oynanan oyunlara teslim olmayalım

  2. Selahattin Tümer dedi ki:

    Şule Hanım hali pür melalimizi çok güzel anlatmış. Bodrum can çekişiyor, Bodrum yavaş yavaş tüketiliyor ve çok uzak olmayan bir gelecekte her şey bittiğinde Kızılderili atasözündeki gibi “beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak”, lakin vakit çok geç olacak.

  3. ENDER ÖZIŞIK dedi ki:

    şulecim . . detaylı ve incelikli yazın için teşekkürler . .
    anlattıklarına daha derinden bir bakış eklemeye çalışayım . .
    büyük boyutlu kentsel dönüşümler gökten zembille inmeyip
    bir takım toplumsal dinamiklerin tezâhürüdür . . değil mi ?
    peki biz, okumuşlar, mîmarlar, şehirciler acaba neden o
    dinamiklerin yanında olamıyoruz ? . . neden o dinamiklerin
    hep gerisinden gelip, yol göstermek, öncü olmak yerine
    arkadan nal topluyoruz ? . . bu memlekette öncü olmak,
    dönüşümlere lokomotiflik yapmak neden hep çıkarcılara
    hasredilmiş bir sahadır ? . . biz okumuşların toplumun
    önünü açacak *VİZYON PROJELER* üretmemesi acaba
    kimin kusuru ?