Bodrum Gündem

Oyuncağımı Bulduğumda – Metin Aycıl Bodrum Gündem yazıları

Geriye gidip başlangıcı değiştiremezsin;
ancak, bulunduğun yerden başlayıp,
sonucu değiştirebilirsin.

C. S. LEWIS (1898 – 1963)

Oğlumun anaokulunun yıl sonu etkinliğinde mütevelli heyeti başkanı bir konuşma yapmıştı. Okul, bünyesinde lise ve üniversite de bulunduran bir vakıf olduğu için “mütevelli heyeti başkanı” ifadesini kullandım. Başkan da ünlü bir isimdi; ancak paylaşmamın gerekli olmadığını düşünüyorum.

Başkan çocukları çok seviyordu, çocuklar da onu. Konuşmasında, kendi döneminin yetişme tarzı gereği, çocuğunu kucağına alarak sevemediğini içi buruk bir şekilde anlattı.

“Bunun yanlış olduğunu anladığımda ise oğlum çoktan büyümüştü. Şimdi sıklıkla buraya geliyorum ve çocuklarla kucaklaşıyorum. Ben gelince disiplin biraz bozuluyor; ama buna değiyor. Lütfen çocuklarınızı sevmeyi ertelemeyin ve şunu bilin ki, ‘sevginin çoğundan zarar gelmez’.

Bu sözlerin üzerinden yirmi beş yıl geçti; ancak beni çok etkilemişti ve hiç unutmadım. Başkan bunları söylerken Annemin bana olan düşkünlüğü aklıma gelmişti. Doktora eğitimim için yurt dışına gittiğimde bunun etkilerini daha iyi gördüm ve değerlendirdim. Özellikle Anne sevgisi çocuk için çok önemli bir temel; ancak onun da fazlası çocuğun hayatı anlamasını ve tanımasını geciktiriyor.  Annemin bana olan düşkünlüğünün yanı sıra Babamın da beni uzaktan kontrol ettiği hissiyatı ben de her zaman olmuştur.  Korumacılığın temelinde büyük ölçüde “kaygı” olduğunu düşünüyorum. Bu kaygıdan çocuklar da nasibini alıyorlardır herhalde.

Yurt dışında kendimle baş başa kaldığımda eline yeni bir oyuncak alan çocuk gibi hissetmiştim kendimi; çok coşkuluydum ve mutluydum. Ancak ilk kez oyuncağı ile oynayan çocuk gibi ben de oynamayı âdeta yeni öğreniyor gibiydim; dolayısıyla bazen ele avuca sığmıyordum, kendimi kontrolde sorunlar yaşayabiliyordum. Oyuncağa zarar da verebiliyordum. Yine de her şey çok güzeldi ve hâlâ çok güzel. Geriye dönüp baktığımda, zamanı iyi değerlendirdiğimi düşünüyorum.

Oyuna geç girmiş olabiliriz ya da öyle düşünebiliriz. Neticede oyunun ne kadar süreceğini bilmiyoruz. Önemli olan, oyunda ne kadar kaldığımız değildir; oyunda iz bırakmak ve sonuca etkili olabilmektir. Bir başka ifadeyle; oyunda ne yaptığımız belirleyicidir. Tarih oyunda kalanları değil, oyunda iz bırakanları ve sonuca etkili olanları yazıyor; daha doğrusu, tarihi onlar yazıyor.

Yakın geçmişte okuduğum bir hikâye çok hoşuma gitti, burada kısaca paylaşmak istiyorum:

Ebeveynleri çocuklarını her yaz spor tatiline götürürlermiş. Zaman geçip çocuk büyümeye başladığında artık bu ilgiden sıkılmaya başlamış ve tatillerine kendi başına gitmek istediğini ebeveynlerine söylemiş. Sonunda çocuğun bu isteği kabul edilmiş, gerekli hazırlıklar yapılmış ve çocuk yola çıkarken babası istasyonda çocuğa şunu söylemiş: “Paltonun sağ cebine bir not koydum, çok sıkıştığını hissedersen ona bir bak!” Yolculuk başlamış, trenin kompartımana girenler çocuğu rahatsız etmeye başlamışlar ve bu rahatsızlığın derecesi gittikçe artmaya başlamış. Bununla baş edemeyeceğini anlayan çocuğun aklına babasının söylediği gelmiş ve paltosunun cebindeki notu alıp okumuş: “Oğlum biz son vagonda yolculuk ediyoruz, istediğin zaman gelebilirsin

xxx

Oyuncağımla Oynarken” başlığı altında anılarımı yazarken, oyuncağı olmayan çocuklar geldi aklıma…

On yıla yakın bir zaman oldu, İstanbul’da bir vakıf üniversitesinde Yüksek Lisans öğrencilerime, uzmanlık alanım olan Stratejik Yönetim dersleri veriyordum. Derslerimiz ağırlıklı olarak uygulamalı geçiyordu, sınavlar da buna paralel oluyordu. Öğrencilerim ya kendileri için örnek bir şirket kurup konuları bu şekilde açıklıyorlardı ya da kişisel öykülerini paylaşıyorlardı.

Neticede işin özü; “Şirket neden var? Nereye gidecek? Nasıl gidecek? Neden gidecek?” türünden önemli temel sorulara cevap bulmaktı. Bu soruları her bir bireyin kendisine de sorup cevap araması gerekmez mi? İşte birçok öğrencim de öyle yaptı. Ben de çok ilginç bulduğum bazı yaşanmışlıklara, öğrencilerimden izin alarak YOLCULUK adlı kitabımda yer verdim. Yazımı bu öykülerden bir derlemeyle sonlandırmak istiyorum:

…  maddi durumumuz hiç iyi değildi ve sıfırdan bir yaşama başlamıştık. Etrafımızda hep bizim gibi doğudan gelen aileler vardı. Bu ailelerin çocukları ayakkabı boyacılığına gidiyorlardı. Artık ailenin tek torunu değildim ve benim de komşu çocukları gibi çalışıp para kazanmam gerekiyordu. Hem çalışıp hem de okula gidiyordum. Sabahçı olduğum dönemler, öğleden sonraları; öğlenci olduğum dönemlerde ise, sabahtan öğlene kadar ayakkabı boyacılığı yapıyordum.  Okuldaki arkadaşlar beni bu halde görecekler diye çok korkuyordum. Yaptığım ayıp bir şey değildi; ama arkadaşlarımın beni görecekleri zaman, yer yarılsın da içine girsem diye düşünürdüm hep.

Çocuk yaşımda ayakkabı boyacılığı yapmak istemiyordum; ama ayakta kalabilmek ve okuyabilmek için başka seçeneğim yoktu. Okulların tatil olmasını istemezdim ne yıl sonu ne de yarıyıl tatili. Çünkü bize tatil yoktu, tam gün çalışmamız gerekiyordu. Ben de her çocuk gibi tatil anılarım olsun, yazın şuraya gittik, buraya gittik veya tüm yazı kitap okuyarak, dinlenerek geçirdik demek istiyordum. Bunları yapamadığım için de okul tatillerini istemiyordum. Çocuk yaşımda hayata atılmak, beni ciddi şekilde yormaya başlamıştı.

İlkokul 5. Sınıfa kadar ne kundura tarzı ne de ortopedik ayakkabı giyebildik. Yazları naylon ayakkabı, kışları ise kara lastik ve çizme giyerdik (Gerçi o çizmeler 2010 yılında, film ve dizi yıldızlarımız tarafından giyildi ve moda oldu. Artık tüm gençlik onları giyiyordu).

İlkokul sıralarındayken kalıp atölyesinde, tornacıda çalışmaya başlamıştım. Yıl sonu notlarımın hepsi ‘Pekiyi’ olduğu için, patronum bana bir çift spor ayakkabı almıştı. Ayakkabının fiyatı 38 TL idi, haftalığım ise 35 TL. Akşam ayakkabıları kutusunda eve getirdim ve yastığımın yanına koyup öyle yattım. İlk defa böyle bir şeyim olmuştu, giymeye kıyamıyordum. Şimdi üç yaşında bir oğlum var ve iki-üç çift Nike marka ayakkabı eskitti. Allah’a ne kadar şükretsem azdır.

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

  1. Öğr.Gör. Bilal ERDOĞAN dedi ki:

    Sevgili Hocam, Oyuncağımı Bulduğumda yazınızı ailece okuduk. Pekçok insan geçmişte fakirde olsa zengin gibi davranır. Geçmişten ders alarak geleceğe bakış açınız mükemmel. İnsan gelecek için geçmişte ders almalı. Çalışmak güzei, paylaşmak güzel ve insan olarak erdemli yaşamak daha da güzel. Sevgi ve en kalbi selamlarımı sunuyor, yeni yazınızı bekliyoruz.

    1. Metin Aycıl dedi ki:

      Çok teşekkür ederim Sevgili Bilâl🙏