Bodrum Gündem

Toparlanmanın Zamanı Geldi Gibi

Giderek çirkinleşiyoruz, giderek ağzımızı bozuyor ve giderek ülkeyi yönetimi zor mecralara itiyoruz.

Çok kötü yönetiliyoruz ve yaşadığımız döneme inanmak istemiyoruz. Bir devlet 20 yılda böylesine tanınamaz hale gelebilir mi? Bir millet 20 yılda böylesine parçalanabilir, düşman kamplara bölünebilir mi? Yönetimlerin görevi milleti birlik ve beraberlik içinde tutmak ve onların rahat yaşamlarını sağlamaktır. Yarınlara güvenle bakamayan, gelecekten kuşku duyan bir nesil yarattık. İnşaatta modern, yaşamda geriyi ve gericiliği öne çıkaran bir modelin mimarı olduk. İşin kötüsü bunun farkında olmak yerine, dünyanın bu fotoğrafa bakıp bizi kıskandığını söylemek gibi komik bir şakaya kendimizi inandırıyoruz.

Baştan dindar ve kindar bir gençlik yaratacağımızı söylemedik mi? Demokrasi tramvayından zamanı gelince ineceğimizi, yıllar önce ilan etmedik mi? Sanki ülkede Müslümanlık tehlikeye düşmüş de, biz kurtarmaya gelmişiz gibi davranmadık mı? Geçmiş yönetimlerin yanlış faturalarını, 20 yıldır toptan kesmeye kalkmadık mı? Devletin iyi yetişmiş, deneyimli ve donanımlı kadrolarını temizleyerek, yerlerine hacı-hoca-tarikat ağırlıklı eş-dost ve yakınlarımızı geçirmedik mi? Böyle bir kadroyla FETÖ faciasına sebep olmadık mı? Sonra yanıldık diye bir köşeye çekilerek, devlete verdiğimiz tahribatı seyretmedik mi?

Bu toprakları düşmandan temizleyen, Cumhuriyetimizi kuran ve saygın Türk devletini tüm dünyaya kabul ettiren Atatürk’ümüze ve onun silah arkadaşlarına dil uzatmadık mı? Hepimizin gözleri önünde olmadı mı bunlar? Atatürk’ün heykelleri parçalanırken, bulunduğu yerlerden kaldırılırken, Atatürk’ün adı tüm kurumlardan çıkarılırken, onun kurduğu tüm kurum ve kuruluşlar tanınmaz hale getirirken, güçlü sesimizi duyan oldu mu? Ata’mızın kurduğu partinin üyeleri bile, “Ne yapalım gücümüz yetmiyor…” diye susup oturmadılar mı yıllarca? Şimdi kalkmış, imam kılıklı bir meczubun terbiyesizliğine, milli kahramanımıza dil uzatmasına kızıp verip veriştiriyoruz. Peki onu oraya çıkaran gücü neden görmezden geliyoruz, neden onlarla gereği şekilde mücadele edemiyor ve etkili tepkimizi ortaya koyamıyoruz?

Ayasofya ibadete değil, siyasete açıldı galiba. Daha açılışında aynı rezaletler yaşanmadı mı? Atatürk’ümüzün kurduğu Diyanet İşleri Başkanlığının mevcut başkanı, elinde kılıçla orada siyasi gösteri yapmadı mı? Duasında Atatürk’ü anmama saygısızlığını bütün milletin gözleri önünde sergilemedi mi? Bir kurumun Başkanı böyle olursa, personeli olan imamdan başka ne beklersiniz ki? İmamlar dinimizin güzelliklerini cemaatlere ve milletin tümüne yansıtmakla görevlidirler. Ama günümüz imamlarının çoğu, camilerini bir siyasi partinin şubeleri haline çevirince, cemaatlerin bölünmesine de sebep oldular ve güzelim dinimize gölge düşürdüler. Ben onun cenazesini kılmam-ben onun arkasında namaz kılmam kavgası da böyle başladı işte. Atatürk’e lanet okuyan Ayasofya’daki o karanlık sese cevap veren bir din adamına rastladık mı hiç? O meczubun hakkında soruşturma açan yürekli bir savcıyı tanıyabildik mi?

Makam arabasıyla ve üniformasıyla tarikat evine giden Deniz İkmal Komutanı Tuğamiral ne oldu? Ona bir şey olmadı ama, Boğazlar antlaşmasının tehlikeye düşebileceğine işaret eden emekli amirallerimiz önce karakolluk, sonra mahkemelik oldu. Bunları üzüntüyle yaşamadık mı, hala da yaşamaya devam etmiyor muyuz? Dini siyasete iyice bulaştırmanın çok ağır cezaları var. Anayasa’nın laiklik ilkelerini açıkça çiğnemenin de çok ağır cezaları var. Kim kesecek bu cezaları, belediye zabıtası kesecek değil elbette. Anayasa mahkemesinin görevi bu. Bu Yüce mahkememiz neden görevini yerine getirmiyor? Görev savsaklamanın, gereğini yerine getirmemenin de bir cezası yok mu? Yoksa bu ve buna benzer açıkları kapatacak önlemleri derhal yasalara monte etmemiz gerekiyor.

Şimdi Anayasayı değiştirmeye hazırlanıyormuşuz. Ülkenin öncelikli sorunu bu mu, yoksa ekonomi mi, aşılama mı, dış ilişkiler mi, giderek kararan iç siyaset tartışmaları mı? Anayasayı Türkiye’nin önünü tıkayan Başkanlık sistemini kaldırmak için değil, güçlü Parlamenter sisteme dönmek için değil, mevcut başkana bir dönem daha seçilme imkanı yaratmak için değiştireceğiz. Seçim kanununu da işimize geldiği şekle sokacağız, küçük ortak zarar görmesin diye barajı aşağı çekeceğiz. Karşımızdaki partileri zora sokacak her türlü düzenlemeyi de yapacağız. Millet açlıkla, yoksullukla, işsizlikle boğuşurken biz Anayasa ile uğraşacağız. Parlamenter sistemi maziye karıştırdık. Şimdi yerli ve milli bir Anayasa yapacağız. Milli olmayan muhalefet, teröristlerle yatıp kalkan muhalefet, istediği kadar tepinsin, bağırsın, çağırsın, yapacakmışız bunu..

Bu ülkenin muhalefeti de bir alem doğrusu. Yahu yüzde 7 büyüyoruz, Avrupa’nın en hızlı büyüyen ülkesiyiz, bu durumda muhalefet kalkmış hala söylenip duruyor. Ne nankör bir milletiz biz(!) Nankörlüğün boyutlarını bile sallamıyoruz. Böyle de olmaz ki? Millet koalisyonlar dönemini tekrar yaşamak istemiyormuş. Peki AKP-MHP oluşumu Cumhur ittifakı, mini de olsa koalisyonun bir başka modeli değil mi? 128 milyar nerede diye tutturuyorlar. Yahu bunca şehir hastaneleri, ihtiyaçlar ve yatırımlar neyle yapıldı? Altyapısı çürük bir ülkeyi düzelttiğimizin farkında değil miyiz? (!) Televizyonlarda böyle diyor AKP Başkanı.

Şunu açıkça söylememiz lazım. Türkiye için yapılan hizmetlerin, yatırımların içinde iyileri de yok değil. Ülkemize bir çivi çakanın kulu kölesi olmaya hazır bir millete sahibiz. İtirazlar yapılan iyi şeylere değil, plansız-programsız – gereksiz – usulsüz ve pahalı yapılanlara itiraz ediliyor. Ben yaptım oldu sistemine karşı çoğunluk. Vergilerimizin nereye harcandığını öğrenmek istiyoruz. Nereye ne kadar para verildiğini sormak hakkımız değil mi? 128 milyar nerede diye soranlara bir çuval lafla cevap vermek yerine, hesapları açık ve şeffaf bir şekilde milletin önüne koymak, daha doğru ve tartışmasız bir yoldur. Niye yapmazlar ki bunu? Yapmayınca da, her türlü şaibenin altında eziliyor iktidar. Bir eski Başbakana bu serveti nasıl edindin diye soruluyor ama ciddi ve tatmin edici bir cevap verilmiyor hala. Öyle olunca, milletin ağzı torba değil ki büzesin. Önüne gelen, ağzına geleni kolayca söylüyor. Bunlara yol açacak, çanak tutacak davranışlardan kaçınmak ve gırtlağından geçen her bir lokmanın hesabını vermek, hem iktidarların ve hem de tüm siyasetçilerin başlıca ve kaçınılmaz görevidir…

 

CAN PULAK 04 Haziran 2021

 

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar