Bodrum Gündem

Tüm Zamanların Başkan Yardımcısı BURHANETTİN ERCAN VEFAT ETTİ

Tüm Zamanların Başkan Yardımcısı BURHANETTİN ERCAN VEFAT ETTİ

Tüm zamanların başkan yardımcısı Burhanettin Ercan uzun zamandır mücadele ettiği amansız hastalığa yenik düştü….

Burhanettin Ercan için yarın Bodrum Merkez Adliye Camisinde ikindi namazını müteakip kılınacak cenaze namazının ardından Bitez de toprağa verilecek…

Bodrum Gündem ailesi olarak merhuma Allah’tan rahmet kederli ailesine başsağlığı ve sabır diliyoruz…

Kendisiyle Bodrum Gündem Dergisi için yaptığımız röportaj biz sevenlerine güzel bir hatıra olarak kaldı…

 

 BODRUM’DA DOĞMADI AMA BODRUMLU OLMAYI SEÇTİ…

Bodrum Belediye Başkanları Cevat Bilgiç, Emin Anter, Tuğrul Acar ve yeniden Emin Anter ve son olarak Mazlum Ağan. Tam beş başkanla birlikte yıllarca Bodrum’a hizmet etti. 22 yıl Boyunca Bodrum Belediye Başkan Yardımcılığı görevini üstlenen Burhanettin Ercan, Bodrum’da doğmamış ama Bodrumlu olmayı seçmiş.

1949 yılında Zeki’den olma, Halise’den doğma Burhanettin Ercan Mardin’de dünyaya gelmiş.  İlkokul ortaokul ve lise yaşamı, memleketi Mardin’de geçiyor. Liseyi bitirdikten sonra öğretmen oluyor ve başlıyor anlatmaya;

“Öğretmenliğin şu faydası oldu bana. Askerliğimi er öğretmen olarak yaptım. Bizim askerlik yaptığımız dönem ‘Bu öğretmenler 40 gün kalıyorlar ve askerin disiplinini bozuyorlar. En iyisi hiç gelmesinler, öğretmenlik yapmaya devam etsinler ama askerlikten sayılsın…’ denildiği dönemdi.  Öğretmenlik yaparak askerliğimi bitirdim. Askerliğimi yaptıktan sonra 1974’da Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesine girdim. Zirai Ekonomi ve İşletme bölümünden Ziraat Yüksek Mühendisi olarak mezun oldum. Ziraat Fakültesinin son sınıfındayken, öğretmen olduğumdan dolayı, Milli Eğitim Bakanlığında iş yaşamına başladım. Milli Eğitim Bakanlığı’nda Yaygın Eğitim Genel Müdürlüğü’nde Teftiş Tahkikak Şube Müdür Yardımcısı olarak görev yaptım. Mezun olduktan sonra Genel Müdürlük beni bırakmadı. ‘Senin çalışmandan memnunuz dediler…’ . Dediler ki; ‘Şimdi yüksekokul mezunu oldun, çalışkansın da. O nedenle sen bize lazımsın. Başka yere gitmeyeceksin, burada kalacaksın. Seni şube müdürü yapıyoruz…” . Şube Müdürü olmak için yüksekokul mezunu olmak lazımdı.

Burhanettin Ercan’ı tanıyanlar bilir mütevazı ve sessiz bir yapısı vardır. Sakin konuşur, gülümser. Doğrusunu söylemek gerekirse buraya kadar anlattıklarından aslında onun süper zekâ olduğunu ve çok başarılı bir öğrencilik yaşamı geçirdiğini anlıyoruz. 

Ankara’da değil mi?

“Evet. Ankara’da Milli Eğitim Bakanlığı’nda. Bu sefer Teftiş Tahkikat Personel Şube Müdürlüğüne atandım. Beş sene bu görevi yürüttüm. 1981 yılıydı ve okuma yazma seferberliği başlatılmıştı. Okuma yazma kursları bitmiş diplomaları verilecek Hakkâri’de. O arada Genel Müdürün Almanya seyahati olması nedeni ile diploma törenine katılamayacağından bana bu göreve sen gider misin dedi. Ben de “Bir şartla giderim…” dedim. ‘Ben Mardinliyim, bu görevin yanında bir de Mardin’e görev çıkartırsanız giderim…’ dedim. Hakkâri’de kursa katılanlara diplomaları vermek ve Mardin’de de bazı incelemelerde bulunmak üzere görev çıkarttılar. Bu vesileyle Hakkâri’yi de, Zap Suyu’nu görmüş oldum…”

Zap Suy’u deyince sormadan geçemeyeceğim; Devrimci Gençlik Köprüsünden de geçtiniz mi? Hani Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının yaptığı o köprüden.

“Geçtim…”

Ne hissettiniz?

“Sanki rüya âlemindeydim. Çok duygulandım. O dönem PKK eylemlerine yeni yeni başlamıştı. Hakkâri’den Mardin’e geçeceğim. Hakkâri Milli Eğitim Müdürüyle birlikteyiz. Dedim Mardin’e nasıl gideceğiz? Dedi ki; ‘Ya Bitlis, Diyarbakır üzerinden dolaşacağız, ya da Şırnak ve Cizre üzerinden Mardin’e ulaşacağız.  Şırnak, Cizre yolu çok kestirme, işte tam da Zap Suyunun kenarından geçen yol. O yoldan gidelim diye kararlaştırdık. Bu arada o yolda bir jip’in kaçırıldığından da bahsediliyordu. Milli Eğitim Müdürü dedi ki; ‘Güvenlik için resmi plakayı sökeceğiz. Sivil plaka takacağız onunla gideceğiz…’ Tamam dedim. Sivil plakalı araca binip yola çıktık. Yanımızda Milli Eğitim Müdürü, bir de şube müdürü arkadaş daha vardı. İşte o Deniz Gezmişlerin yaptığı Dev-Genç köprüsünden geçtik. Neyse sağ salim akşamüzeri Uludere’ye vardık. Uludere’ye varınca iki polis durdurdu bizi ‘Kaymakam beyin emri var. Yol emniyeti olmadığından yola devam edemezsiniz? Burada kalacaksınız. Misafirimizsiniz…’ Yapılacak bir şey yok. O gece Kaymakam’ın misafiri olduk.  Ancak ertesi gün Mardin’e ulaşabildik. İncelemelerde bulunduk. O dönem başlamıştı PKK eylemleri. Yıllar geçti hala sürüyor. Nereden nereye geldik…”

Mardin’den Bodrum’a gelelim mi? Bodrum’a ilk olarak nasıl geldiniz?

“Eniştem Bodrum Lisesi Müdür’üydü. Onun yanına geliyordum. Hanımında evi eniştemler ile karşı karşıyaydı. O sırada Kız Meslek Lisesinde okuyordu. O arada tanıştık. Yıl 1973-1974 falan. Aynı yıl ben Ankara Ziraat Fakültesi’ne girdim, o da Kız Teknik Yüksek Öğretmen Okulu’na. Kader sanki bizi bir araya getiriyordu. Bizim Ziraat Fakültesinin bahçesinde kız öğrenci yurdu vardı. O da kız öğrenci yurdunda kalıyordu. Tanışıklığımız burada oldu ve sonra evliliğe kadar gitti…”

70’li yıllardan bahsediyoruz. Aşk evliliği mi? Yoksa karşılıklı gördünüz, hadi evlenelim mi dediniz?

“Hem aşk evliliği hem işte. İkisi beraber karışık…”

Bodrumlu bir hanım almak zor muydu? Mardinli bir adam, Ankara’da yaşıyor. Bodrum’a gelmiş. Sanki biraz zor gibi değil mi?

“Eniştem ve ablamın Bodrum’da olması bir avantaj. Biz kızı istemeye niyetlendiğimiz zaman, ablam ve eniştem isteyecek. Bizde biraz tereddüt var tabii. Kız anne babasının izni olmadan bu işe girmez. Acaba annesi, babası bu evliliğe ne der? Mardinliyim. Demezler mi Bodrum’da adam mı kalmadı da Mardinliye kız veriyorlar. Zaten demişler de. Ama kayınpederim ‘Kızım beğendiyse, ben veririm…’ dedi. Düğünümüz de burada oldu…”

Düğün nasıldı? Zorlandınız mı? Malum buraların düğün adetleri ağır. Diğer taraftan Mardin kültürü farklı, Bodrum kültürü farklı.

“Yok hiç zor olmadı.  Biz Bodrum örf ve adetlerine uyduk…” 

O zaman iç güveysi deriz size.

“Doğru tam bir iç güveysiyim…”

(Bu yanıtı gülerek veriyor. Doğrusu ben pek inandırıcı bulmadım bu içgüvey oluşunu.)  

Hem içgüveysiyim diyorsunuz. Ama Ankara’daydınız görev icabı, değil mi?

“Çok doğru düğünü burada yaptık sonra da Ankara’ya döndük. Acilen düğün yapmak zorunda kaldık. Eşim o zaman Muş’ta çalışıyordu. Evlenelim de eş durumundan Ankara’ya getirelim. Nikâhı onun için yaptık. O zaman Milli Eğitim Bakanlığı’nda çalışıyorum. Bilgisayar ortamı falan yok. Neyse sonunda Ankara’ya tayin çıktı. Ama o zaman biz oturuyoruz Yeni Mahalle’de, hanımın tayin çıktı Mamak’a. Mamak’a gitmek için üç araba değiştirmesi gerekiyor. Neyse bir müddet böyle devam etti. Ben de Milli Eğitim Bakanlığında şube müdürü olarak devam ettim.

O arada ilk çocuğumuz doğdu. İkimiz de çalışıyoruz. Bir süre annem benim ve ağabeyimin çocuklarına baktı. Ama onların tayini Kütahya’ya çıkınca annem de onlarla gitti.  Biz tek başımıza kaldık Ankara’da. Bizim oğlan küçük, daha bir yaşında. Ne yapacağız? Kreş filan da yok. Hanım dedi ki; ‘Bodrum’a götürelim çocuğu, anneme bırakalım. O baksın…’

Nitekim öyle yaptık. Yeni evliyiz. Çocuk özlemi bir yandan, her Cuma Bodrum’a gelip, Pazar dönmek zulüm, masraf. Bir süre böyle idare ettik ama sonunda pes ettik. Bu iş böyle olmaz dedik. Ne yapalım? Bodrum İlçe Tarım Müdürlüğüne geçmek için, Tarım Bakanlığı’na müracaat ettim. Bir sene uğraştım, tam tayinimiz olmak üzereydi ki, Bakanlıkta organizasyon çalışmaları işi çıktı. O nedenle bir süre daha Ankara’da kalmak zorundaydık.

Sonra kayınpeder dedi ki, Bodrum’da balıkçılık yapardı. Bir teknesi, bir de balık dükkânı vardı. ‘Oğlum boş ver memuriyeti. İstifa et gel buraya…’ . Tabii Mardinliyiz iç güveyi olmak işimize gelmedi.  Bodrum’a gelip kayınpederle çalışmak riskli iş üstelik. ‘Yok ben balık işine girmem…’ dedim.  ‘O zaman ben Belediye Başkanı ile konuşayım. Seni belediyeye aldıralım. Olur mu?’ dedi…”

Belediye Başkanı kimdi o zaman.

“O zaman belediye başkanı Cevat Bilgiç. 1984’ün sonlarıydı. O arada ben tekrar İlçe Tarım Müdürlüğüne geçmek için uğraşıyordum. O iş uzayınca, kayınpeder Cevat Bilgiç’le konuşmuş. Bakanlıkta çalışan damadım belediyeye girmek istiyor, yardımcı olur musun demiş. Bende bir dilekçe ile belediyeye müracaatımı yaptım. O da ‘İsmet ağabey belediyemizde hiç üniversite mezunu çalışan yok, gelsin bir ilk olsun…’ demiş. Kayınpeder işin hazır dedi. Ben de belediyecilikten anlamam, çevreyi tanımam nasıl olacak bu iş dedim kendi kendime ama İlçe Tarım Müdürlüğü işi de olmayınca mecburen kabul ettim. Başkanlığa dilekçe yazarak görev talebinde bulundum. Bir hafta sonra ‘Atanmanız uygun görülmüştür. Göreve başlamanızı rica ederim. İmza Belediye Başkanı Cevat Bilgiç…”

O kadar mı?

“Böyle bir yazı geldi işte. O kadar…”

 Özal dönemi.

“Evet, Özal dönemi…”

 Hemen işe başladınız mı?

“Ben o yazıyı aldım. Genel Müdürüme gittim. Genel Müdür ‘Hayatta göndermem seni…’ dedi. Göndermem dedi evet. ‘Oğlum bak bakanlıklarda organizasyon çalışmaları var. Üstelik seni daire başkanı yapacağım…’ dedi. Hakikatten benden ve çalışmamdan memnundular. Ben durumu anlattım, hanımın durumu bu, ‘Çocuk da var…’ dedim.  ‘Hanımını da eve en yakın okul neresiyse oraya getireceğiz…’ dedi. Nuh diyor peygamber demiyor. ‘Gitmeyeceksin!’ diyor, başka bir şey demiyor. Bu sefer ben diretmeye başladım. Yapmayın eylemeyin orası bizim için daha iyi, şudur budur. ‘Ya Burhan seni çok severim bilirsin. Belediyeler siyasi yerlerdir. Senin siyasetin içine girmeni istemiyorum. Onun için de göndermiyorum…’ dedi.  Ben ne anlarım siyasetten. Ben devlet memuruyum. Burada nasılsam, orada da öyle olacağım dedim. Bir hafta ısrar ettim. En sonunda ‘Gerçekten gitmek istiyor musun? dedi. Benden evet yanıtını alınca da hemen personel müdürünü çağırdı. ‘Burhanettin Bey’in özlük dosyasını hazırlayın. Yazısını yazın eline verelim kendisi götürsün…’ dedi. O zamanlar özlük dosyaları, gittikten sonra postaya verilirdi. Ama bana ayrıcalık yaptı.

Özlük dosyamı verdiler. Geldim Bodrum’a Cevat Bilgiç’in yanına; ‘Bizde şu an İşletmeler Müdürlüğü kadrosu var. Bir tek orası boş, seni oraya alıyoruz…’ dedi. Neyse başladık işimizi yapmaya. Devlet tecrübemiz var. İşleri yavaş yavaş düzene sokuyorum. Bir gün başkana çıktım. Bir baktım bana bağlı bir personel başkanın masasına oturmuş, sohbet ediyor. Ben biraz bozuldum doğrusu. Başkana döndüm ve ‘Bu işler böyle olmaz. Eğer bir problem varsa önce bana söylenecek, eğer ben çözemeyecek olursam size de ben ileteceğim…’ dedim. ‘Siz böyle herkesle uğraşırsanız, bu işin altından kalkamazsınız…’ dedim. Başkan ‘Tamam bundan sonra çark, senin dediğin şekilde işleyecek…’ dedi ama hikâye. Çünkü belediyelerde düzen böyle işliyor. Sonuç olarak birçok şey değişse de, bazı şeyler aynen alışıldığı gibi devam etti…”

Belediyelerin tamamında usul böyle değil mi? Yani ahbap-çavuş ilişkileri.

“Hemen hemen hepsinde. Usül bu…”

Efsane başkan Emin Anter o dönem Muhasebe Müdürüydü değil mi? Yani sizin mesai arkadaşınız.

“Evet. Emin abiyle tanıştığımda, o muhasebe müdürüydü.  Ben de soğuk hava deposu idari binasında görev yapmaktaydım. Evlerimiz de çok yakındı. Ben Gerence sokakta oturuyordum. O da hemen arka sokakta oturuyordu.

Öğle tatili olduğunda, Emin ağabey benim yanıma gelirdi. ‘Burhancığım ne yapıyorsun?

-‘İyi ağabeyim…’

-‘İtfaiyede kuru-pilav yapmışlar, gelin beraber yiyelim diyorlar. Gelir misin?’

-‘Gelirim ağabeyim…’

Oradan geçiyoruz kademeye, kademenin yanında küçük bir kahve var. Kademenin şefleri de geliyor. Orda oturup okey oynardık mesai başlayana kadar. Emin ağabey çok severdi okey oynamayı…”

 Başkanlık hikâyesini de dinlemek isteriz. En yakınında siz vardınız değil mi?

Tabii. Bir gün Emin ağabey geldi. Belediye başkanlığı seçimleri yaklaşmış. ‘Burhancığım! SHP beni buradan aday göstermek istiyor…’ dedi. Düşünmüşler taşınmışlar Bodrum’da kim yapabilir. Çünkü Bodrum DP’nin kalesiydi. Demişler en iyisi Emin Anter. O zaman İçişleri bakanı Hasan Fehmi Güneş Bodrum’a gelmiş, Emin ağabeyi aday göstermek için uğraşıyorlar. Fakat Emin ağabey başkan olmak istemiyor…”

Neden ısrarla Emin Anter?

“Çünkü halk adamıydı. Öğleyin kademeye gider yemeğimizi orda yeriz. Çorbamızı itfaiyede içeriz. Oradan çıkar esnafa gideriz, kahvede muhabbet, tavlamızı oynardık. Halk tarafından da en önemlisi belediye personeli tarafından da sevilen biriydi. Bakın bu çok önemli. Belediye personeli bu olayların kilit noktasıdır…”

Cevat Bilgiç’e dönelim. Cevat Bilgiç nasıl bir belediye başkanıydı. Bazı söylemleri yanlış anlaşıldı değil mi?

“Çok iyiydi, çok kibar, çok saygılı iyi biriydi. Tabi Bodrum şartlarında iyiydi. Bodrum çok küçüktü. Yanında çalışan kalifiye bir personel yoktu belediyede. Danışabileceği birisi, yol göstericisi yoktu…”

 “Türkler Bodrum’a gelmesinler…” şeklindeki ifadesi o dönemin en önemli kriziydi…  

“Evet yanlış anlaşıldı. O da şuradan kaynaklıydı. Bazı misafirlerimiz restoranların pahalılığından şikâyetçiydi. Özellikle de Türkler bu konuda çok yakınıyorlardı.  Bir gün sabah saat 8’de üç tane genç geldi yanıma. Ellerinde o zamanın kese kâğıtları vardı. Kese kâğıtlarının içinde de şeftali var, üzüm var, armut var. Ama üçer, dörder tane. Başkanım ‘Sanki manav değil, kuyumcu dükkânı. Meyveleri asmışlar, canımız çekti. Yarım kilo şeftali aldık, armut aldık tatil paramızın yarısı gitti…’ dediler. Ben de onlara pazardan alışveriş yapmalarını önerdim. Ne yapayım başka?  İşte başkan da bu şikâyetlere istinaden, ‘Türkler tam sezonun ortasında gelmesinler. Fiyatların daha makul olduğu dönemlerde gelsinler…’ demiş. Ama bu söylemi o dönemin Tan gazetesinde ‘Bodrum belediye Başkanı Türkler gelmesin…’ şeklinde manşet olmuş…”

Yıl 1985. Bodrum o dönemler küçük bir kasaba. Yeni yeni turizm başlıyor. Mumcular Barajından su gelecek ve Bodrum’un 2020 yılına kadar olan su ihtiyacına göre hesap yapılıyor. Doğal olarak hesaplar tutmuyor. Çünkü Bodrum nüfusu aritmetik olarak değil, geometrik şekilde bir artış gösteriyor. Yani ikiyken, dört, dörtken, sekiz, sekizken, on altı, on altıyken, otuz iki şeklinde artıyor.

“1985 te Kaya Erdem geldi. Belediyenin önüne de, şuandaki heykelin oraya bir tane vana taktık. Mumcular’dan su gelecek. Geldi de. Törenle vanayı açtı. Su fışkırmaya başladı. Ama gel gör ki 2020 yılına kadar planlanan su, iki sene sonra yetmez oldu. Çünkü niye nüfus habire artıyordu…”

Emin Anter’in adaylık hikâyesine dönelim mi?

“Emin Anter bir türlü karar veremiyordu aday olmaya. Muhasebe Müdürü olduğu için istifa etmesi gerekiyordu. Bir gün oturuyoruz ‘Ver bir kâğıt…’ dedi ve istifasını yazdı geçti. ‘Kazanırsak kazanırız, olmazdı zaten emekliye ayrılacaktım…’ dedi.

İstifa dilekçesini bile beraber yazdınız öyle mi?

“Beraber yazdık evet. Ondan sonra seçim çalışmaları başladı. Ama biz memuruz, seçim çalışmalarına katılamayız. Milli eğitimdeki genel müdürün lafı aklıma geldi. ‘Orası siyasidir gitme…’ Ben demiştim ki bana ne siyasetten. Ama kendimi tam siyasetin içinde buldum. Kaçmak da mümkün değil. Şimdi arkadaşım belediye başkanı adayı olmuş. Kaçmak olur mu? O gezecek, ben gezmeyecek miyim memurum diye. Biz de bütün ipleri kopardık. Beraber gezmeye başladık. Bu sefer sadece kademe değil. Dükkânlar, esnaf, kim aklımıza gelirse. Tek tek dolaştık. Nereye gidersek ilgi görüyordu Emin Anter. Seçimin günü geldi çattı. Uğur Camiinin orda seçim bürosu vardı. Oradaydık. Gece saat 2’ye kadar neticeler belli oldu ve Emin Anter kazandı. Sonra herkes evine gitti. Ertesi gün sabah baktım iki tane zabıta kapının önünde. ‘Burhan Bey başkan seni bekliyor…’ Ben de merakla ‘Zaten gece 2’ye kadar beraberdik. Bir sıkıntı mı var…’ diye sordum. Bir şey demediler. Evimiz de yakın, kalktım gittim. Baktım yatak döşek yatıyor. Ses falan gitmiş. ‘Gel bakalım…’ dedi. Seni başkan yardımcısı olarak atadım dedi. Ama o zamanlar başkan yardımcısı diye kadro yok…”

Küçük bir kasaba ama gelişen büyüyen bir kasaba Bodrum. Bugün Güler Mustafa Kızılağaç İlköğretim Okulunun olduğu yer belediye Binası olarak hizmet veriyormuş. Emin Anter Müdürün odasında oturuyor, Burhanettin Ercan’da kadrosu olmayan Başkan Yardımcılığı görevini sekreterin odasında yapıyor.

Nasıldı onunla çalışmak. Uyumlu muydu?

“Çok iyiydi. İlk günden Sekreter odasını bana tahsis etti. ‘Orada da sen oturacaksın. Kadronu da kendine göre kur. Kimle çalışmak istiyorsan, yazıları hazırla ben imzalarım…’ dedi. Hepsi arkadaşımız. Kadro kurmaya gerek yok. Herkes işine devam. Neyse geldi göreve başladı. Bu arada Başkan Yardımcısı olarak çalışıyorum, ama bizde öyle kadro yok. Nüfusu 50.000 den az yerlere Başkan Yardımcısı kadrosu verilmiyordu. Özal dönemiydi. Özal da Bodrum’a çok gelir giderdi. Dönemin İçişleri bakanı Abdülkadir Aksu’ydu. Abdülkadir Aksu Diyarbakırlı, ama hanımı Mardinliydi ve bizim yeğenlerden olur. Tanışıyoruz. Bir de Özal falan Halikarnas’a gelip gidiyorlar. O zamanlar Mehmet Kıray’da Halikarnas’ta koordinatördü. Bir gün ‘Ne yapıyorsun…’ diye sordu. Dedim ‘Valla ben belediye başkan yardımcısıyım, ama kadro yok…’ ‘Sana söz. Bodrum’da senin için kadro açacağız…’ Ben de ‘Ama Bodrum nüfusu 50.000’den az…” Güldü ve ‘Tamam halledeceğim. Bana iş öğretme. Siz bir meclis kararı alın. Her ne kadar nüfus 14.000 ise de, yaz aylarında nüfus 100.000’e çıkmaktadır. Bundan dolayı bir tane başkan yardımcısı kadrosunun tahsis edilmesini arz ederiz, şeklinde…’ dedi. Emin Anter de var yanımızda.  Neyse ilk Meclis toplantısında söylediği şekilde bir meclis kararı aldık. Bakanlığa gönderdik. Bir hafta sonra adıma Başkan Yardımcısı kadrosu geldi…”

Başkan Yardımcısı kadrosu geldiği sene kaç?

“1989. Emin Anter belediye Başkanı olması ile ben de Belediye Başkan Yardımcısı kadrosunda başladım. Tabii o arada yine seçimler geldi. O dönemde işte bizi nasıl devirecekler? Turgut Özal zamanında, yok işte liman çökmüş yapılmamış, yok çarşıyı Kürtler işgal etmiş. Öyle kara bir propagandayla Emin Anter seçilemedi. ANAP kazandı ve Tuğrul Acar başkan seçildi.  Tabii biz bu arada yeni binaya da taşınmıştık. Yeni bina da başkan odası vardı. Girişte hemen solda da bir oda daha var. Planda o oda encümen odası olarak yapmışlardı. Emin Anter başladığı zaman ‘Sen burada oturacaksın…’ demişti. İkimizin arasında da başkanın dinlenme odası var. Kapısı hem başkanın odasına hem benim odaya açılırdı. Rahmetli sabahları direkt yanıma gelir, ‘Burhan kahve söyle içelim…’ veyahut odasına geldiğinde telefon eder ‘Gel kahve söyledim…’ derdi…”

  En güvendiği sizdiniz demek.

Yani. Evet öyleydi. Niye? Belediye Başkanlığı çok zor iş. Niye diyeceksiniz. Herkes başkandan bir şey istiyor. Adam geliyor diyor ki; ‘Sabah komşunun horozu ötüyor, rahatsız oluyorum…’. Komik ama gerçek. Bu en basitiydi.  İşte bu durumda ben devreye girerdim onun işlerini azaltmaya çalışırdım…”

Tuğrul Acar başkan seçilince sistem değişti mi? Bildiğim kadarı ile o seçim süreci de oldukça sancılı olmuş. Değil mi?

“Evet genel olarak sancılı bir süreçti. Benim için de sancılı bir süreç oldu. Tuğrul Acar’ı tanımıyordum. Emin Anter ile ağabey-kardeş ilişkisi içindeydik. Hatta o beni belediye başkan yardımcılığına atadığında ‘Bak Emin ağabeyim sana bir şey söyleyeyim. Ben Mardinliyim. Sen Bodrumlusun. Burada beni çekemeyen çok kişi olacak. Bundan dolayı gelip arkamdan konuşabilirler. İşte Burhan böyledir, şöyledir. Şunu yaptı, bunu yapmadı derler. Sen kimseye inanma, güvenme, önce bana gel sor…’ dedim. Emin Anter’de ‘Ya sen benim kardeşimsin, aramızda böyle şey olmaz…’ Hakikatten de olmadı. Bir gün Muğla’dan gelirken Pınarbaşı’na geliyorlar. Çok samimi olduğu birisi ile orada yemek yiyorlar. ‘Nereden buldun bu Kürt’ü başımıza getirdin…’. Ben sonradan duydum;  Emin Anter adamı orda bırakıp, kendisi dönüyor ve bu adam partili bir arkadaşı. Öyle bir hukukumuz vardı…”

Peki nasıl kaybetti? O süreci en iyi siz biliyorsunuz? SHP’de o dönemde başka adaylar vardı bildiğim kadarı ile değil mi?

“Hüseyin Anıl ile Mehmet Kocair vardı? O zaman ön seçim yapıldı zaten. Ön seçimde Emin Anter kazandı aslında. Ama partili ona oy vermedi. Bir de o Kürt olayı çıktı işte; “Kürdü başımıza getirdi. Kürtler Bodrum’u işgal etti. Tezgâhları kurmuşlar…” İşte o kara propaganda çok iyi tuttu…”

Büyük bir oy farkı var mıydı?

“Yok hayır. Çok küçük bir farkla. Gümbet’te bazı otelciler ve motelciler önüne büfeler konulduğu için itiraz ediyorlardı. Hatta Emin ağabey kaybettiği zamanda oradan davul zurna ile geldiler, belediyenin önünde çaldılar. Emin Anter gidince tabi biz de orada sap gibi kaldık. Belediyenin en güzel odasında çalışıyordum. Alışmışız her gün başkanla kahve içmeye. Baktık bizim kapımızdan geçen, bizimle konuşan yok…”

Tuğrul Acar hiç konuşmuyor muydu?

“Hayır konuşmuyordu…”

 O dönemin valisi kim Lale Aytaman mı?

Lale Aytaman. Kaymakamlar Uğur Boran, Cumhur Güven Taşbaşı ile çalıştım. Hepsiyle de iyi ilişkilerimiz oldu…”

 Ama başkan yardımcısı sizdiniz değil mi?

Evet Başkan Yardımcısıyım ama yine de konuşmuyordu. Haklı olarak Emin Anterci deniyor. Bu arada Tuğrul Acar belediyede bazı iç mekânlarda değişikliğe gitti. Odalar düzenleniyor. Odası düzenlenen aşağıya inerdi. Yemekhane vardı. Odası düzenlenene kadar orda kalırdı. Sonra odasına geçerdi. Allah için bana hiç dokunmadı. Bir gün dediler başkan seni çağırıyor. Tuğrul Acar; ‘Burhan bey ben yola bir arkadaşla çıktım. Hamdi Cangiz. Ben bu arkadaşı belediye başkan yardımcısı yapmak istiyorum…’ dedi.

Ben de ‘Seve seve başkanım…” dedim. Yalnız kadro bende. O zaman belediyede başkan yardımcısı kadrosu birinci derece. Seçimi kaybettikten sonra o gelmeden önce ben araştırmıştım. Benim oda da değişecek artık. Encümen odası yapmak istiyorlardı zaten benim odamı. Çünkü planda öyleydi. Yukarda avukatın oturduğu bir oda vardı. Orayı boşaltmışlardı benim için. Tuğrul Acar ‘Burhan Bey oranın döşeme işleri bitene kadar burada kalacaksın. Seni aşağıya mutfağa almayacağız. Oranın döşeme işleri bitince sen yukarı çıkacaksın. Burayı da encümen odası yapacağız…’ dedi. ‘Tamam…’ dedim. Zaten bir defterim vardı. Odam hazırlanınca defterimi aldım yukarıdaki odama gittim. Aradan dört sene geçti. 94’te başkan oldu. Demek 97 yılında. Dediler başkan seni çağırıyor. Gittim yanına. ‘Biz şimdiye kadar size güvendiğimizi hiç hissettirmedik. Ne yapacağız? Burhan Bey hangi yetkiyi istiyorsan yaz getir, ben imzalayayım…’ dedi. Ben de dedim ki; ‘Sağ olun Başkanım. Zaten benden hiçbir yetkimi geri almadınız. Bana böyle bir yazı da gelmedi. Yetki bende zaten. Elimden geldiğince de çalışıyorum. Ben buradayım, bir yere gitmedim…” dedim…”

 Tuğrul Acar ile gergin bir ilişki vardı anlaşılan.

“Aslında çok gergin değildi. Sonuçta o da kendi ekibi ile çalışmak isteyecek. Bu onun en tabii hakkı. Neyse seçime de bir sene falan kalmış. Bir gün ben yazı işlerinde otururken Tuğrul Acar’da oraya geldi, yaşıtız, Bağkurdan Emekli Sandığına geçmek için işlemlerini yaptırıyordu, bu arada Tuğrul Acar bana ‘Sen ne zaman emekliye ayrılacaksın?’ diye sordu. Ben de ‘Şimdilik ayrılmıyorum. Emin Anter’i bekliyorum…’ dedim.

Önce şaşırdı bu sözüme, sonra da; ‘Niye, Emin gelince maaşını mı yükseltecek?’ diye sordu. Ben de; ‘Yoo. Sadece bana itibarımı geri verecek dedim. Peki sen ne yapacaksın dedim?’ Seçim yaklaşıyor ve partisiyle de arası iyi değildi. Tuğrul Acar ‘Oooo benim 3,000 seçmenim var. Her halükârda kazanırım…’ dedi.

O gittikten sonra yazı işleri müdürü Ali Yavaş vardı. Şimdi rahmetli. ‘Başkanla nasıl böyle konuştun?’ dedi. Ben de ‘Ne dedim ki ben? Emin Anter gelince bana itibarımı geri verecek dedim. Ne var ki bunda…’ Velhasıl 5 sene öyle geçti. Seçim dönemi geldi yine. Tekrar Emin Anter aday oldu. Bu sefer CHP’den aday ve seçimi kazandı…”

Beklediğiniz oldu mu? Yani Emin Anter itibarınızı geri verdi mi?

“Birinci seçimi kazandığında olduğu gibi baktım sabah kapıya iki zabıta geldi. Başkan seni çağırıyor. Kalktım gittim yanına ‘Bak ben belediyeden ayrılırken seni nerde bıraktıysam, döndüğüm zaman da seni orda görmek istiyorum…’ Benim eski odayı encümen odası yapmışlardı, bozmuşlardı, panolar manolar konmuş, tadilat yapılmıştı. ‘Başkanım o oda Encümen Odası oldu…’  dedim. ‘Ben anlamam. Tekrar söylüyorum, seni nerede bıraktıysam, orda görmek istiyorum…’ Ertesi gün personel çağırdık, odayı değiştirdik ve eski düzene soktuk. Orada yeniden göreve başladık. Emin Anter’de geldi göreve başladı. Ama hastalığı ortaya çıktı. Bir gün İzmir’de kuruldayken, o zaman kurul İzmir’deydi, hafif bir rahatsızlık geçiriyor. Baygınlık derecesinde. Ben kurula gitmiyorum. Arkadaşlar doktora götürüyorlar. Neyse filmler çekiliyor. Ciğerlerinden bir şeylerden şüphe ediyorlar. Bodrum’a dönünce dedi ki; ‘Hadi İstanbul’a da gidelim orada uzman doktorlar var…’. Beni yanından ayırmıyor. Beraber gittik. Muayene oldu. Doktor hani yakını diye sorunca yakını benim. Hâlbuki orda kardeşinin oğlu da var. Hastanede doktor. Neyse doktorla konuştuk; ‘Ciğerler berbat…’ dedi. Kullandığı ifade şu; ‘Cam sileceğini püskürttüğün zaman masa üzerinden sular akar, ciğerler aynen o hale gelmiş. Ama tedavisi var…’ dedi. Ama nasıl söyleyebiliriz bunu? Neyse sonunda tedavi görmek için Amerika’ya gitmesine karar verildi. Bana ‘Pasaportun var mı?’ diye sordu. Beni de yanında götürecek.  ‘Ben dil bilmem, yol bilmem. Geleceğim orda sana yardımcı olacağıma ayak bağı olacağım. Bak senin burada yeğenin var. Hem de doktor. Hem dil biliyor. Mustafa. Ağabeyinin oğlu...’ dedik. Ağabeyi de veteriner hekimdi.  Sonunda ikna ettik ve yeğeni Dr. Mustafa ile Amerika’ya gönderdik. Gitmeden öncede sağ olsun bana kimle çalışmak istediğimi sordu. Meclisten birini atayacak ya başkan vekili olarak. Ben de ‘Mazlum en iyisi…’ dedim. Mazlum’u başkan vekil bıraktı. Ama işte ömrü yeniden görev yapmaya yetmedi. İşte gördünüz zaten cenazesini. Sevilen bir adamdı. Onu da öyle kaybettik gitti…”

 Mazlum Başkan ile rahat çalıştınız sanıyorum…

“Mazlum Ağan sevilen bir isimdi. Personel de seviyordu. Baktığında da mazlum bir adam, efendi.  Bir de mimar. Her şeyi bilen, zeki ve dürüst. Ön seçim yapıldı. Mazlum seçildi. Mazlum Ağan da benim komşumdu. Evlerimiz karşı karşıyaydı. O beni, ben de onu çok severdik. İyi anlaşırdık ve birbirimize güvenirdik…”

Mazlum Ağan ile çalışmak, Emin Anter ile çalışmak kadar huzurluymuş demek sizin için.

“Aynen öyle. Mazlum Ağan ile çalışmaktan mutluydum. Biraz geri dönüp Emin Anter ile bir anımı paylaşayım mı?

Elbette. Onu da anmış oluruz böylelikle.

“O gün Emin Anter belediyeye geldiğinde selam sabah vermeden, doğru odasına geçti. Suratı kararmış. Kızdığında öyle olurdu. Seçimden bir yıl önceydi yanlış hatırlamıyorsam. Önce bir anlam veremedim ama bir yandan da merak ediyordum böyle soğuk davranmasının nedenini.  Böyle bir şeye alışık değilim. Akşama kadar bekledim.  Baktım ne telefon var, ne de ses var. Ne kahve içmeye çağırıyor, ne de bir şey istiyor. O arada Mazlum Ağan geldi. Mazlum Ağan o dönem belediyenin mimarı. ‘Emin ağabeyle aran nasıl?’ diye sordu.  Dedim ‘Hiç sorma. Geldi ne selam, ne sabah, böyle karardı geçti…’ Mazlum Ağan biraz kaygılı bir şekilde; ‘Demek ki o da duymuş…’ dedi.

Ben şaşkınlık içinde neyi kaçırdığımı anlamaya çalışırken; ‘Neyi duymuş?’ dedim.

Mazlum Ağan da; “Sen Demokrat Parti’den belediye başkan adayıymışsın diye konuşuluyor sokakta…’. Şaşkınlığım bir kat daha arttı. Meğer Emin Anter’in bana olan tavrı, nereden çıktığını anlayamadığım bu dedikodu yüzündenmiş.  Hemen makamına çıktım. Elimde de bir dilekçe. ‘Ben istifa ediyorum…’ dedim.

Emin Anter kırgın bir ses ile; ‘Hayırdır. Belediye başkanlığına adaylığını mı koyacaksın? İyi olur. Senden iyisi mi olacak. Hiç yoktan tanıdık birisi olur burada. Gelir çayını içeriz…’ dedi.

Bende iyice sıkıldım bu söylediklerinden ama yine de kendimi zor tutuyorum. ‘Emin ağabey, biz seninle en baştan ne konuşmuştuk. Ben bir şey duyarsam gelip sana anlatacağım. Sen bir şey duyarsan, bana anlatacaktın. Sen madem böyle bir şey duydun, neden bana sormuyorsun aday mısın, değil misin kardeşim diye?’

Sanki beni duymuyordu. Hala ‘hayırlı olsun’ deyip duruyordu.

Ben de biraz sesimi de yükselterek ‘Yok öyle bir şey! Senin haberin olmadan, seninle konuşmadan böyle bir şey mümkün mü?’ dedim. Masasından kalktı, gözyaşları içinde ikimizde birbirimize sarıldık. Siyaset böyle bir şeydir işte. İnsanları bir anda birbirine düşman eder, bazen de dost eder diyeceğim ama o ne kadar mümkün olur bir şey diyemem artık…”

Doğrusu ders alınması gereken bir anı diye düşünüyorum. Siyaset en yakın dostları bile birbirine düşürebiliyor. Mazlum Ağan dönemi nasıldı?

“Meclis Mazlum Ağan’ı başkan olarak seçti. İyi bir insan, dürüst ve zeki birisidir mazlum Ağan. İyi bir başkan, ama gözü başkanlıkta yoktu. Hani derler ya iteleye iteleye başkan oldu. Aslında Mazlum aday olmamakta haklıydı. Başkanlık zor iş. Mazlum’da öyle sıkıntıya gelen bir adam değil. Neyse başkan adayı oldu. Seçildi. Hatta o arada Musa Gökbel itiraz etti. ‘Bir başka Mazlum isimli aday vardı. İsimler karışmış…’ dedi. Neyse sonunda başkanlık makamına oturdu. İstişare ederdik fırsat buldukça; ‘Bodrum’da yapılacak çok önemli bir iki konu var. Bir, bu sanayi, Bodrum’un başına bela. İkincisi de garaj. Bu da ikinci bela. Artık Bodrum’a yetmiyor…’ . Aslında İmar Planlarında bunların da yeri var Torba’da. Ama belediyeler ayrılmadığı için Torba’daki garaj ve sanayi sitesinin yerinin bir kısmı bizde kalıyor, bir kısmı Yalıçiftlik Belediyesinde kalıyordu. Mazlum Ağan’a rahmetli İsmail Altındağ’ı çağırmasını oturup konuşmasını ve anlaşmasını söyledim.

-Yalıçiftlik Belediye Başkanıydı o dönem. Bu arada şunu da belirtelim İsmail Altındağ’ı belediyeye ben aldım. Emin Anter zamanında gelmişti.  Çok efendi bir çocuk, ne iş vereceğiz? Yazı işlerine aldık. O arada memuriyet sınavını belediyeler yapıyordu. Genel sistem falan yoktu. Arada bir memuriyet sınavı açıyorduk.  İyi, çalışkan ve dürüst elemanlarımızı, işçilerimizi kadroya alıyorduk, memur yapıyorduk. O arada İsmail Altındağ’ı da memur yaptık. Çok çalışkandı. Yazı İşlerinde Müdürlüğe kadar yükseldi. Nurlar içinde yatsın, iyi bir insandı.-

Böylelikle onu da anmış olduk. Mazlum başkana, İsmail başkan ile görüşmesini ve; ‘Bizim 3 sorunumuz var. Biri garaj, biri mezbaha ve mezarlık. İçmeler ’de de sorunumuz var. Üzerine bir de onu çözersen eğer, hayat boyu Bodrum belediye başkanısın. Seni kimse indiremez. Bunları yap yeter…’ dedim. Yapacağız edeceğiz. İsmail ile bu gün görüşeceğiz, yarın görüşeceğiz derken, velhasıl bu üç sorunu çözmeyi beceremedik. Eğer becerebilseydik eğer, Bodrum için çok iyi olurdu. Dediğim gibi Mazlum ilelebet Belediye Başkanı olarak kalırdı…”

Mazlum Ağan’ın eksiği neydi sizce? Sadece başkanlık veya günümüzdeki popüler değimle koltuk hırsı olmaması mı?

“Elbette başarılı olmak için sadece hırs yetmez. İyi insan olmak başka bir şey, koltuk hırsı olması başka bir şey, başarılı başkan olabilmek başka bir şey. Şöyle anlatayım. Yine seçimler yaklaşıyordu. Tepecik çay bahçesini Bodrum’a spora vermişler. Onlarda üstünü kapatıyorlar. Mazlum başkan bir öğle vakti ‘Haydi gel oraya doğru gidelim, bir bakalım nasıl kapatılmış. Hem de birer sandviç yeriz öğle yemeği niyetine…’ dedi.  Belediyeden çıktık, Gerence sokağının başına kadar geldik. ‘Başkanım gelin esnafın önünden geçelim. Geçerken de merhaba deriz, işler nasıl gidiyor diye hal hatır sorarız…’ dedim.  Mazlum Başkan ‘Yok olmaz. Şimdiye kadar sormamışız. Diyecekler ki seçim yaklaştı şimdi gelip soruyor…’. Dedim bu işler böyledir. İşin usulü bu. ‘Yok olmaz bu benim tarzım değil…’ dedi. Ondan sonra, yani seçimi kaybettikten sonra insanların içine çıkmaya başladı. Zeki Özkeskin’in oraya falan oturmaya başladı. Esnafa selam veriyordu, ara sıra da olsa. Herkes arkasından ‘Seçimden önce gelseydi, kaybetmezdi…’ diye konuştu. Mazlum’un en büyük eksiği vatandaşın yanına gitmedi, onlarla yakın temas kurmadı. Diğer taraftan partilisini de küstürdü. Kendi mahallesinden bile oy almadı o zaman. Belki de haklıydı. Bilemiyorum. Belediye başkanı olmak için hırsı yoktu. Mazlum Ağan bir bisikletle geldi başkan oldu, giderken o bisikleti bile yoktu…”

 Mehmet Kocadon’la çalıştınız mı?

“Kocadon’u Belediyeler Birliği zamanından ve eşi Hülya Kocadon’un öğretmen olmasından dolayı tanıyordum. Efendi adamdır. Hatta bana da haber yollamış ‘Burhan ayrılmasın bir yere, birlikte çalışırız…’ diye.  Ama ben artık yorulmuştum. Memuriyette 37 yıl geçmişti. Mazlum Ağan bile seçilseydi, ben yine devam edemeyecektim…”

 Mart 2009’da Mehmet Kocadon kazandı seçimi. Hemen emekliye ayrıldınız mı?

“Bir sene öncesinde emeklilik kararını vermiştim. Seçimden bir gün sonra yıllarca beraber çalıştığım ve sevdiğim emlak işlerine bakan arkadaş yanıma gelerek yarın odayı boşalt ve ben geleceğim dedi. 24 yıl gözümün önünden bir film şeridi gibi akıp geçti. Sanki 24 yıl değil 24 saniye gibi geldi bana. İşte siyasetin acımasız tarafı. Bende ertesi gün başkana çıkarak emekliye ayrılacağımı söyledim. Seçimin hemen ardından yıllık izinlerimi kullandım. Sonra 1 Temmuz’da da emekli oldum. Bu arada Yavuz Donat’la ve bazı gazetecilerle samimiydik. Yavuz Donat geliyor Mehmet Kocadon ile beraberler. Yavuz Donat ‘Burhan nerede? Burhan’ı göremedim…’ diye soruyor. Kocadon’da ‘Burhan bizimle çalışmak istemedi…’ diyor. Masada da ortak tanıdık arkadaşlar var onlar anlattı zaten…”

Emekli olduktan sonra?

“Emekli olduktan sonra denizden çıkmış balığa benzedik. Niye? Ben alışmışım her sabah kalk traş ol. Belediyeye git. Misafirler gelip gelecek. Sabah gelmişim belediyeye, elimde Milliyet Gazetesi var. Altan Öymen’in köşesini okuyorum. Kapı çaldı, içeri Altan Öymen girdi. O kadar hoş ki. Ben yazısını okuyorum (Raşitin Kahvesi) o içeri giriyor. Böyle bir ortamdan çıkınca epey zorlandım doğrusu…”

Şimdi tam bir emeklisiniz, eşiniz ile birlikte torun bakıyorsunuz.

Şimdi torun bakıyoruz. Dünyanın en güzel işiymiş meğer. İlk torunumuz Bulut. Onur’un oğlu. Arkadaşlar torun sevgisi başka diye söylerlerdi de anlamazdım. Ben çocuklarımı çok severim. Herkes sever, ama ben çok severim. Ama hakikatten torun olduktan sonra, oğullarıma duyduğum sevginin belki de on katı bir sevgiymiş bu.  Torun ilaç yani. Dede demeye başladıktan sonra hele bambaşka duygular yaşıyorsunuz. Büyük oğlan geç evlendi diye endişelenmiştik. Bir gün geldi ‘Baba eşim hamile. İkizlerimiz oluyor…’ Ramazan Bayramından iki gün önce ikizleri oldu. İki bayram kutladık. Hem de bir kız, bir oğlan. Daha ne isteyeyim…’

Son sözüm her zaman dayanağım olan hayat ve yol arkadaşım Kamuran Ercan, gelinlerim Özlem, Yeşim, çocuklarım Zeki ve Onur, torunlarım Bulut, Elif ve Eren’i çok seviyorum. Buda nokta.

Burhanettin Ercan dile kolay 37 yıl devlete hizmet etmiş. Bu hizmet süresinin büyük kısmı ise Bodrum’da ve Bodrumlulara hizmet etmekle geçmiş. Acı, tatlı, iyi kötü günler yaşamış. Belediye gibi siyasetin merkezi bir kurumda çalışmak kolay bir şey olmasa gerek.

Bodrum için çalışmış, ömrünü tüketmiş bu adama minnettar olmaktan başka ne yapılabilir?

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.