Bodrum Gündem

İçimdeki Çığlık – Şule Kükrer Yazıları

İçimdeki Çığlık – Şule Kükrer Yazıları
08.09.2021
0
A+
A-

Yaz geldi geçiyor. …

Neler konuşuldu, neler yazıldı bu yaz ? “Bodrum bitti!” “Bodrum’un trafiği İstanbul’u geçti”, “Eğlence mekanlarında ödenen acayip faturalar, balık istifi gibi dizilmiş şezlonglar ve Beach club ücretleri, konuşulmadık pek bir şey kalmadı derken ormanlarımızın yanmasıyla Muğla’nın bütün ilçeleri , basında baş rolü aldı.

Bodrum yandı, Milas yandı, Marmaris yandı, Antalya yandı en son Dersim yanıyor…. Alevler yeşili teslim aldı geriye kavrulmuş ağaç kalıntıları, kül yığınları ve yanıtlanmamış bir sürü soru kaldı. Gökova ve Hisarönü için konuşuyorum, yeşille mavinin buluştuğu alanlar külle kaplı şimdi. Ormanlarımızda ağaçların altında üstünde yaşayan bir sürü can artık yok. Mavi cennette cehennemi yaşattılar bize. Kimseye sesimizi duyuramadık. Bu yazıya kaç kere başladım ve yeniden başladım ve yeniden başladım, çünkü her hafta gündem değişti her hafta gündemde kirli ve acı dolu bir çevre konusu vardı.

Tüm bu kalabalık gündem içinde aklımdaki soru hep şu oldu;

“Nedir bizdeki bu çölleştirme merakı?”

Akbelen Ormanı direnişi sırasında talancı şirketlerin hukuk ve akıl dışı davranışlarını şaşkınlıkla izledik, sanki bir sonraki olay, bir öncekini arattı.

Ormanlarını korumak için İkiz köylüler, Ekoloji Birliği katılımcıları, MUÇEP üyeleri, çoluk çocuk nöbet tuttular.

Hepimiz bir yerinden tuttuk, yanlarında olmaya çalıştık. Yaşananları neredeyse dakika dakika izledik.  Herkes İkizköy’e destek için çalışırken birden ülkeyi alevler sardı, hepimiz acıya tanık olduk, maviliklerle buluşan yemyeşil ormanlarımız adeta çölleştirilmek için alevlere teslim edildi. Çölleşmeyi çölleştirilmeyi canlı canlı yaşadık. Hukuki süreç devam ederken, yangın fırsat bilindi, yangına yardım için gelen işçilere “yangından korunmak için…” masalıyla 100 ağaç daha kestirildi. Şeytanın aklına gelmez. Kanun, hukuk yok sayıldı gece demeden karanlık demeden maden arandı.

Bu ne cüret ? Bu ne hırs ? Bu arada 07.09.2021 tarihinde, bilirkişiler Akbelen Ormanına keşfe gelecek yine hep beraber oradaydık.

Artık hepimizin bildiği Bodrum Yarımadasının ortasındaki  Ortakent’te 1 milyon m2’yi, çeşitli katakullilerle  imara açmaya çalışırlarken keşfe gelen uzmanların savunması kulaklarımdan gitmiyor. Şöyle diyorlardı; “kıyılardaki yapılaşmanın (Turizm Alanlarının) sürekliliğini sağlamak için  bu alana da turizm işlevi getirdik. Çünkü bütün kıyıda turizm ve turizm konutları mevcut”

1/100 000 ölçekli planda belki de yarımadanın en büyük toplu yeşil alanları, konut, turizm ve ticaret gibi işlevlerle planlanmış. Raporları inceliyoruz, sosyal donatı alanlarına bakıyoruz  yeterli görünüyor da 1/ 100 000’lik planın donatı alanlarının yerine nerede ne önerecekleri sorusuna  cevap veremiyorlar. Her şey bir bakış açısı, o uzman kafasını çevirse arkasına baksa düşüncesi değişebilir, çünkü arkasında Kuzey Pazar ormanları vardır. Sözü edilen alan Kuzeydeki Pazar Ormanlarının da devamı ve gerek coğrafya gerekse toprak yapısı açısından bilimsel çalışmalar gösteriyor ki; o alanda yeniden bir orman oluşabilir. Orası türleri kaybolmakta olan ve korunması gereken bazı canlıların da yaşam alanıdır. Bunlar çok yazıldı çizildi tekrara girmeye gerek yok.

Her şey bizim seçimlerimizle ilgili, Ortakent’de ki ve benzeri yerlerdeki vahşi yapılaşma politikası da o kıyıları beton çölüne çevirmiyor mu? Bu da devlet eliyle çölleştirme değil mi ?  Başka bir deyişle bu imar planları doğanın üzerindeki devlet terörü değil mi? Sanki yangının yakamadıklarını imar planlarıyla beton çölüne dönüştürmüşler gibi…

Sonra  en az Akbelen Ormanı kadar önemli bir gündem var Tuzla’da  yeni bir turizm kenti kurulmak isteniyor. Yine şeytanın aklına gelmez, söz konusu alan turizm merkezi içinde değil  daha doğrusu  zamanında Milas Belediyesinin açtığı davada Danıştay kararı ile turizm merkezi olma özelliği kaldırılmış ama her yerde turizm kenti olarak belirtiliyor ve  turizm merkezi olmanın tüm avantajlarını da kullanmaya çalışıyor. Burada dikkat çekici bir konu da bu alanın uluslararası sözleşmelerle korunan bir sulak alan olması ve en son 29 Haziran 2021 tarihinde  hassas alan ilan edilmesi. Alanın koruma derecesini arttıran bütün bu özellikler, sulak alanın bir bölümünün bu sözde turizm kentinin içinde olmasına engel değil.

Şaşırdık mı? Hayır !

Bütün bunlara rağmen  4 adet 5 yıldızlı otel, spa’lar, konut alanları, golf alanları yani her birine birer tane ÇED raporu düzenlenmesi gerekirken, sadece  1 tane  ÇED raporu düzenlenmiş ve  ÇED  OLUMLU görüşü alınmış. Neyse ki hukuki süreç tam zamanında yakalandı. MUÇEP ve Muğla TMMOB yürütmeyi durdurma ve plan iptali davasını açtı.

Bu alanda 30 000 kişinin yaşayacağı bir kent tasarlanıyor. Sizce böyle bir kentin içinde kalacak bir alan için artık sulak alan denebilir mi? O bölge yaşayan 250 kuş türü ve 80 bitki ailesi için artık bir yaşam alanıdır denebilir mi?

Kısacası Tuzla Sulak Alanının komşusu bir beton çölüne dönüşürken sulak alan da çölleşmeye terk edilmiş olmaz mı?

Bu arada bu konuda ne Milas Belediyesinin ne de Muğla Belediyesinin dava açtığını, sürece engel olma çabasını göremiyoruz. NEREDELER?

MUÇEP; 9 EYLÜL 2021 saat 13:00’de Tuzla tuz binasının önünde konuyla ilgili alanda Basın toplantısı yapacak, hepimiz yanlarında olacağız umarım Belediye Başkanları da orada olur.

Bütün bunlar yaşanırken içimden çığlık atmak geliyor, kocaman ağız dolusu bir çığlık.

Much’un “Çığlık” tablosunu bilirsiniz, Monalisa’dan sonra en çok bilinen tabloymuş.  Resim, yüzeyine diyagonal olarak yerleştirilmiş bir köprü üzerinde çığlık atan fal taşı gibi açılmış gözleri ile bir maska veya kafatasına benzeyen bir adamdan oluşur .

Dalgalanarak birleşen kızıl gökyüzü ve deniz, seyirciye boğucu duygular yükler.

Bazılarına göre, senenin altı ayı güneşi görmeden Norveç’te yaşayan sanatçı Kristiania’da yaptığı bir yürüyüş sırasında tanık olduğu güneş batışından etkilenerek bu eseri ortaya çıkartır.

Bu resimle ilgili anılarına ise şöyle yazıyor; “İki arkadaşımla yürüyordum, birden gökyüzü kan rengi oldu. Çite dayandım. Bitkindim. Doğanın içinden kocaman olağan dışı bir çığlığın geçtiğini duydum.”

Munch’un hayatında da büyük bir acı ve kaos vardır. Much insanın korkularını, sefaletini, aşkı, hastalığı, kıskançlığı ve ölümü takmıştır kafaya ve zaten “Çığlık” resmine gelene kadar yaptığı çeşitli tablolarda da “Çığlığın izlerine rastlanır…”

Kimileri de bu eseri, ressamın daha önceki eserlerinden, geçirdiği travmalardan ve gördüğü terapilerden yola çıkarak, Munch’un hayatındaki ve onun içindeki kaosun çığlığı olarak görür.

Sanat Tarihçisi Sezer Tansuğ bu eser için şöyle diyor; “Çığlık 20.yy başlarında sanat ve edebiyat da genel olarak insanın hızla daha karmaşık ve içinden çıkamaz hale gelen gerçek dünya karşısında kapıldığı duyguların simgesi haline gelmiştir.” İşte bu yorumla örtüşecek şekilde Çığlık resmi

 “1. Anksiyete Bozuklukları Sempozyumu” nun da tanıtım sembolü olmuş.

Resimde anlatılan doğanın attığı çığlık mıydı, yoksa Munch’un yıllar süren bunalımlı hayatının çığlığı mıydı bilemeyiz. Kesin olan bir şey var ki; şu anda benim içimden çıkan çığlığın görsel karşılığı kesinlikle Munch’un Çığılık tablosuydu.

Sanat bu kim ne isterse onu anlar, ne yapmak istediğini ve ne hissettiğini de ancak Munch bilir ama “Çığlık” bir sanat eseri olarak yazıma ve düşüncelerime konu oldu, düşündürdü bir sanat eseri yıllar sonra da olsa kendinden söz ettirdi.

Çığlık resmi ya da sanat, bütün bu kaosun içinde sohbetimizi tatlandırarak ruhumuza ışık oldu, çevreye ve sanata aydınlığın gelmesi dileği ile…

Yorumlar

  1. Necdet Demirci dedi ki:

    Harika bir yazı. Yüreğinize, aklınıza ve kaleminize sağlık.

  2. ŞULE KÜKRER dedi ki:

    teşekkür ederim. hepimizn içinde aynı çığlık olduğuna inanıyorum,
    sevgiyle